586.641 results

Result Clustering
Add All To Analysis List
özet: Major jinekolojik operasyon uygulanan olgularda 4 mg iv ondansetron profilaksisinin postoperatif bulantı skoru ve kusma insidansına etkisini araştırmayı amaçladık. Çalışmamızı 20-55 yaşları arasında, ASA (American Society of Anesthesiologists) I-II grubu, 60 olguda, çift kör olarak gerçekleştirdik. Rastgele iki gruba ayrılan olgulardan plasebo grubuna (n=30) anestezi indüksiy'onundan hemen önce 2cc %0.9 NaCl, ondansetron grubuna (n=30) 4 mg (2cc) ondansetron iv uygulandı. İki gruba da aynı anestezi yöntemi uygulandı. Operasyon bitiminde uyanma süreleri kaydedildi. Postoperatif bulantı ve kusma değerlendirmeleri 0-2, 2-4 ve 4-24. saatlerde ayrı ayrı yapıldı. Postoperatif üç zaman periodunda da bulantı skorları ondansetron grubunda plasebo grubundan daha düşüktü fakat aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi. (p>0.05). Tüm zaman dilimlerinde kusan hasta sayısı ondansetron grubunda plasebo grubundan daha azdı. Bu farklılık 0-2 ve 2-4. saatlerde istatistiksel olarak anlamlı iken (p<0.05), 4-24. saatlerde anlamlı değildi (p>0.05). Uyanma süresi plasebo grubunda 6.50±2.04 dakika , ondansetron grubunda 5.93±1.70 dakika idi ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamsızdı (p>0.05). Anestezi indüksiy onundan önce uygulanan 4 mg iv ondansetronun uyanma süresini uzatmadan, postoperatif bulantı skorunu düşürdüğü ve kusma insidansını azalttığı sonucuna vardık.
Özet: Erişkin hastalarda kronik subdural hematom (SDH)'un tedavisi farklı cerrahi tekniklerle yapılmaktadır. Son yıllarda kraniotomiden ziyade burr hole veya twist-drill ile tedavi yönünde eğilim vardır. Burr hole ve twist-drill'in morbidite ve mortalitesi düşük olup sonuçları eşittir. Bununla birlikte birçok nöroşirürjiyen bu patolojinin tedavisi için kraniotomiyi, burr hole tercih etmektedir. Kronik SDH'un tedavisinde burr hole kraniostomi ve kapalı sistem drenajın etkisini belirlemek için 104 hastanın kayıtlan incelendi. Seksenbeş (%82) hasta mükemmel iyileşme gösterirken, 9 hasta önemli düzelme göstermedi. Tüm nedenlerden total mortalite %9.6, rekürrens oranı %20.2, pnömosefalus oranı %18.2 olup, 8 (%7.6) hasta ilave cerrahi işlemi gerektirdi. Kraniotomi ve twist drill'e karşı burr hole'nin üstünlüğünü savunan yayınlar bu çalışma ile doğrulanmış olup, kronik SDH'lu hastaların tedavisi için burr hole güvenilir ve emin bir tekniktir.
Özet: Travmalik arteriovenöz fis tüller (A-V fistül-ler), çoğunlukla ateşli silah ve kesici delici aletler gibi p ene t ran cisimlerle yaralanma sonucu veya cerrahi bir girişimin komplikasyonu olarak meydana gelir. Anabilim Dalımızda 1993-1994 yılları arasında 14 hasta travmatik A-V fistül nedeniyle takip ve tedavi edildi. Hastaların 10 (% 71.4)'u erkek, 4 (% 28.6)'ü kadındı. Ortalama yaş 22.7 yıl o-larak (en genç 10, en yaşlı 61) bulundu. Etiyoloji sekizinde kesici-delici alet, altısında ateşli silah yaralanması idi. Onbir olguda (% 78.6) travmadan sonraki ilk 24 saat içerisinde acil cerrahi onarım uygulanırken, üç (% 21.4) olguda geç dönemde elektif koşullarda cerrahi girişim yapıldı. Travmatik fistüllerin lokalisazy onları arasında sağ sü-perfisial femoral arter ve ven arasında oluşan fistül beş (% 35.7) olgu ile ilk sırayı almaktaydı. Ar-teriyel tamir sıra^'nda en çok saf en ven grefti in~ terpozisyonu (% 5ü) uygulanırken, ven onarımında primer tamir (% 42.9).önde gelen cerrahi teknikti. Enfeksiyon nedeniyle diz altı amputasyonu gereken bir olgu haricinde tüm hastalarımız şifa ile taburcu edilmişlerdir.
özet: Künt toraks travmaları sık görülen ve hayatın ilk dört dekadında ölüme neden olan yaralanmaların başında gelmektedir. Travmatik ölümlerin % 20-25'ini izole toraks travmaları oluşturmaktadır.Günümüzde bu yaralanmalardan birinci derecede trafik kazaları sorumludur. Travmalıya olay yerinde yapılacak erken müdahalenin hayat kurtarıcılıktaki rolü konunun önemini ortaya koymaktadır.Bu nedenle kliniğimizde son 17 yılda tedavi edilen kunt toraks travmalı 1200 hastanın dosya kayıtları retrospektif olarak incelenerek travmanın türü, komplikasyonları, erken ve geç cerrahi girişimleri, morbidite ve mortalite nedenleri literatür verileri ile birlikte gözden geçirildi.
Hacıhaliloğlu kayısı çeşidinin melezleme yoluyla monilya (Sclerotinia [Monilinia] laxa aderh et ruhl] hastalığına dayanıklılık ıslahı üzerinde araştırma
Bu çalışmada, içten yanmalı motorlarda kullanılan pistonların etek kısmındaki ovaliteyi işleyecek bir sistem tasarlanmış ve geliştirilmiştir. Piezo-elektrik genleşici (PEG) ve kesme takımını bünyesinde taşıyan; standart bir torna tezgahının kalemliğine uyarlanabilen bir aparatın tasarımı ve imalatı gerçekleştirilmiştir. Bu aparata takılan piezo-elektrik genleşici, piezo-elektrik denetleyici (PED) tarafından kontrol edilir. Deney örneğini çeviren fener mili üzerindeki dönel çözümleyici, örnek parçanın dönel konum bilgisini kontrol karlına yollamakta; yine bu karta aktarılan, işlenmesi arzu edilen profil verileri ile birlikte kesme işlemi gerçekleştirilmektedir. Elde edilen profillerde görülen hata miktarları, torna mili hızı ve takını hareket genliğiyle orantılıdır. 75 ve 150 devir/dakika hızlarda yapılan deneylerde hatalar çok küçük olmuştur. Bu hızlarda hata oranlan yaklaşık %2-3 civarındadır. Ancak, mil hızı arttıkça hata oranı yükselmiştir. 350 devi r/dakika'da yaklaşık %15 olan hata oranı, 850 devir/dakika mil hızında yaklaşık %25 mertebelerine ulaşmıştır.
Bu çalışmada çinko ferrit Entegre Gazlaştırma Kombine Çevrim Sistemindeki akışkan-yataklı sıcak gaz desülfürizasyon ünitesinde kömür gazından kükürtlü hidrojenin uzaklaştırılması amacıyla kullanılmak üzere yapısal kararlılığının arttırılması için zeolit üzerine yüklenmiştir. Desteklenmiş çinko ferrit üzerinde sülfidasyon ve rejenerasyon reaksiyonlarının kinetik çalışması Termogravimetrik Analiz Cihazı'na (TGA) benzeyen bir sistem ile yürütülmüştür. Ayrıca, testler karşılaştırma yapmak amacıyla desteklenmiş çinko oksit ve demir oksit sorbentleri ile de yapılmıştır. Sülfidasyon testleri 500-650°C sıcaklık aralığında, H2S, H2 ve N2 gaz karışımı ile yürütülmüştür. Gaz karışımındaki H2S miktarı hacimce % 0.5-1.5 olarak değiştirilmiştir. Ayrıca, değişik tanecik büyüklükleri de test edilmiştir. Rejenerasyon testleri kısmen sülfıdasyona uğramış sorbentler üzerinde 600°C ve 650°C'de değişik O2 konsantrasyonları (hacimce % 0.5-1.0) ihtiva eden gaz karışımları ile yapılmıştır. Bu deneylerin sonuçları sülfidasyon reaksiyonunun gaz konsantrasyonuna göre birinci derece bir reaksiyon olduğunu göstermiştir. Rejenerasyon reaksiyonunun sülfidasyon reaksiyonuna göre daha hızlı olduğu bulunmuştur. 650°C'de ve %6 O2 ile yapılan rejenerasyonda sülfat oluşumu gözlenmemiştir. Yapısal kararlılığın test edilmesi amacıyla desteklenmiş çinko ferrit ile ayrıca 5 1/2 kez birbirini takip eden sülfıdasyon-rejenerasyon testi yapılmıştır. Sonuçlar desteklenmiş çinko ferritin akışkan-yataklı sıcak gaz desülfürizasyon ünitesinde kullanılması için daha iyi bir yapısal kararlılığa sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Bu projede Türkiye'nin özel şartlarını da dikkate alarak bilgisayar destekli bir üretim ve finansman planlaması sistemi geliştirilmiştir. Üretim ve finansman planlaması kararlarının entegrasyonu, özellikle enflasyonlu ortamların daha gerçekçi olarak modellenmesine imkan verir. Sistem, otomatik veri girişi, inceleme ve silme seçeneklerini sağlamakta, belirli formatlarda veri dosyaları hazırlamakta, sistemin içine yerleştirilmiş bütünleşik üretim ve finansman planlaması modeli için en iyi çözümü bulmakta ve çeşitli amaçlar için kullanılabilecek anlaşılır ve kullanımı kolay raporlar hazırlamaktadır. Bazı model parametrelerinin firmanın üretim ve finansman planlaması kararları üzerindeki etkisini incelemek amacıyla çeşitli senaryolar yaratmak da mümkündür. Proje siparişe yönelik üretim yapan bir firmada gerçekleştirilmiştir. Öncelikle firmadaki mevcut durum incelenmiş ve sorunların belirlenmesine çalışılmıştır. Daha sonra bilgisayar sistemi bu sorunlara cevap verecek şekilde geliştirilmiştir. Bu uygulamada elde edilen veriler bütün sistemin çalıştırılmasında örnek veri olarak kullanılmıştır.
-
-
1992 Erzincan depreminden önce yapılan çalışmalarda Erzincan' m doğusunda, Erzincan baseni ile Yedisu arasında Kuzey Anadolu Fayına ait 75 km uzunluğunda bir segmentin, Kuzey Anadolu fayı üzerinde son 55 yılda (1939* dan beri) meydana gelen büyük depremler sonucunda Sapanca ile Karlıova arasında oluşan yaklaşık 1100 km'lik kırık zonu içinde tek kırılmamış fay parçası olarak kaldığı ileri sürülmüştür. Yine 1992 Erzincan depremi sonrasındaki araştırmalar,-bu deprem sırasında oluşan kırılma stresslerinin dağılımı Erzincan-Yedisu segmentinin üzerine rastladığı ve bu sebeble Erzincan-Yedisu segmentinin büyük bir depremle kırılma olasılığını arttırdığını göstermektedir. Bu konunun daha iyi anlaşılbilmesi amacıyla bu segment üzerinde bir dizi trench açılmıştır. Son 1000 yıllık deprem verilere göre bu segment üzerinde yalnız 1784 depreminin meydana geldiği anlaşılmaktadır. Bununla beraber, 1784 depreminin fayın yalnız Erzincan-Yedisu segmenti değil Erzincan'dan Vartoya kadar uzanan ~150 km uzunluğunda bir bölümünü etkilediği ileri sürülmüştür. Yapılan trench çalışmalarında Erzincan-Yedisu segmenti üzerinde son 1000 yılda yalnız 1784 depreminin meydana geldiği ve bu deprem sırasında 4.5± 1.5 m bir yanal yerdeğiştirme meydana geldiği anlaşılmaktadır. Yakın zamanda meydana gelen 1949 depremi ve Varto depremleri, fayın bu 150 km'lik bölümününde ayrı segmentler halinde kırılabileceğini göstermektedir. Bu durum yaklaşık 75 km uzunluğundaki Erzincan-Yedisu segmentinin yukarıda izah edilen sebeblerle M=7.+ büyüklüğündeki bir depremle ve yaklaşık 2m lik sağ-yanal atımla hareket etmesi yüksek bir olasılık olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu araştırma, deniz kıyısında bulunan akiferlerdeki tatlı su-tuzlu su ilişkilerini ve bu akiferlerin optimum işletilmelerini modellemeye yönelik tüm çalışmaları içermektedir. Bu konuya yönelik olarak bir Sonlu Elemanlar Modeli geliştirilmiş ve bu tür akiferlerdeki tatlı su ve tuzlu su yayılım mekanizmasının zaman ve uzay boyutuna göre değişiminin benzeşimi gerçekleştirilmiştir. Akifer içerisinde tatlı su ve tuzlu su akımını ve tuz konsantrasyonunun yayılımını kontrol eden sistem denklemleri gerçek arazi koşullarına uygulanmış ve böylece gerçek bir problem çözülmüştür. Uygulama alam olarak Erzin yeraltısuyu akiferi seçilmş ve bu bölgenin fiziksel parametreleri model girdileri olarak kullanılmıştır. Model kalibrasyon çalışmalarında arazi verileri olarak yeraltısuyu yük dağılımları, hidrolik iletkenlik ve transmisivite değerleri, doğal beslenme ve boşalım koşullan ve kimyasal parametrelerin tarihsel gelişimi kullanılmıştır. Bu işlem gerçekleştirilirken, uygulama arazisi ile ilgili tüm veriler derlenmiş ve böylece Erzin akiferi değişkenleri ve parametreleri için baz değerler oluşturulmuştur. Sayısal benzeşim çalışmaları iki aşamada gerçekleştirilmiştir. Birinci aşamada kararlı alansal akım modeli kullanılarak, sınır koşullan ve gözlenen yeraltısuyu yükleri için model kalibrasyonu yapılmıştır, ikinci aşamada çalışmalar kesit modeline aktanlmış ve akım modeli üzerine dayandınlarak yapılan benzeşim çalışmalan ile akiferdeki tuz konsantrasyonunun yayılımı modellenmiştir. Alansal model çalışmaları sonucunda, hesaplanan ve gözlenen yeraltısu yükleri arasında çok iyi korelasyon elde edildiği, değişik boşalım koşullan için kesitte yapılan tuzlu su girişimi modeli sonucunda ise, boşalım sezonu boyunca içerlere ilerleyen tuzlu suyun beslenim dönemlerinde geri itilemediği buna karşılık ilerlemeye devam ettiği saptanmıştır. Aynca 25 yıllık bir modelleme süreci kullanılarak akiferin bugünkü mevcut tuz konsantrasyonu yayılımı elde edilmiştir. Proje kapsamında yapılan optimizasyon model çalışmaları Erzin akiferini optimum şekilde işletmek amacına yönelik olarak planlanmıştır. Sistem geliştirilmesi ve işletimi üzerine kurulan amaç ve kısıtlamalara uygun olarak optimum pompaj programının belirlenmesi için yedi adet yeraltısuyu işletim modeli kurulmuştur. Bu şekilde bir programın belirlenebilmesi için, akifer sisteminin hidrolik tepkisini gösteren kararlı ve kararsız sonlu elemanlar benzeşim modelleri düşüm tepki fonksiyon yaklaşımı kullanılarak doğrusal ve ikinci dereceden optimizasyon modellerine başlanmıştır. 94 kuyu için sistemin tepki denklemlerini, talep gereksinimini, tuzlu su girişimi kontrol lokasyonlarmdaki ve pompaj sınırlan ile ilgili kısıtlamaları dikkate alarak tarımsal su ^çekimini arttıran, düşümler ve pompaj maliyetlerini azaltan üç değişik işletim amacı altında optimum pompaj programı belirlenmiştir. Sonuçlar optimum pompaj miktarının ve pompaj maliyetlerinin alan boyunca olan düşüm ve tuzlu suyun hapsedilmesi ile ilişkilerini gösteren değiş-tokuş eğrileri şeklinde gösterilmiştir. Optimum pompaj programlan, kullanılan amaç fonksiyonuna göre farklılık gösterir. En iyi geliştirme ve işletim modelinin az verimli kuyulardaki lokal talebin, en verimli kuyulardan çekilen fazla suyun yüzeyden taşınması ile karşılanmasını öneren model olduğu görülmektedir. Ancak, bu durumun suyun taşınma maliyetine karşıt değiş-tokuşu yapılmalıdır.
Bu çalışmada, açık ocak madenciliğinde önemli bir yeri olan şevlerin tasarımına yönelik duraylılık analizi yapmak üzere bir uzman sistem geliştirilmesi amaçlanmıştır. Bunun için, masif kaya kütlesinden zemin türü malzemeye kadar uzanan bir yelpaze içindeki değişik ortamlarda oluşan şevlerdeki olası yenilme türlerini göz önüne alan ve duraylı optimum şev geometrisine ulaşılmasına olanak tanıyan bir uzman sistem, ŞEVDUR, geliştirilmiştir. Kappa-PC uzman sistem kabuğu altında geliştirilen ŞEVDUR modüler bir yapıya sahiptir. Bu yapı içinde ana modül uzman sistem çekirdeği, sekiz farklı modülü kontrol ve koordine eder. Bunlar, yapısal jeolojik veri işleme, kinematik analiz, kama kayması analiz, düzlemsel kayma analiz, dairesel kayma analiz, aktif-pasif kama kayması analiz, devrilme analiz ve veri tabanlar ' modülleridir. Kullanıcı ile sistem arasındaki bilgi alışverişinin kullanıcı dostu şeklinde gerçekleştirildiği analizler şev güvenlik katsayısı ile sonuçlanır. Hesaplanan güvenlik katsayısının önerilen değerlerle karşılaştırması yapılarak, gerekirse analiz tekrarlanır ve optimum şev geometrisine ulaşmağa çalışılır. ŞEVDUR'u kullanarak, TKİ-GLİ Müessesesi Tunçbilek açık ocaklarında toplanan verilerle bir dizi şev duraylılık analizi yapılmıştır.
Petrol, doğal gaz ve jeotermal enerji gibi gözenekli ortamda tek ve iki fazlı akışkan hareketi ile ilgili enerji üretimlerinde rezervuarm heterojen yapısı üretim performansını büyük ölçüde etkiler. Özellikle ülkemiz rezervuarları gibi çatlaklı bir yapıya ve ağır petrole sahip rezervuarlarda yapılan su ve buhar enjeksiyonu uygulamalarında çatlaklı yapının iki fazlı akış üzerindeki bu etkisi incelenmelidir. Proje başlıca iki kısımdan oluşmaktadır. İlk kısımda, statik koşullarda akmazlık değişiminin imbibisyon hızına ve mekanizmanın verimine etkileri incelenmiştir. Bu amaçla, silindirik olarak kesilmiş karotların değişik özellikteki petroller ile doyurularak farklı sıcaklıklardaki suyun içine yerleştirilmesi ve üretim miktarının kaydedilmesiyle deneyler gerçekleştirilmiştir. Sıcaklıkla akmazlığın yanısıra ara yüzey gerilimi de değişmiş ve bu iki parametrenin etkileri ayrı ayrı değerlendirilmiştir. İkinci kısımda ise, çatlaklı ve ağır petrol içeren rezervuarlarda uygulanabilirlik ve yatırım olanakları açısından en pratik yöntem olan su enjekiyonu sırasında oluşan mekanizmalar dinamik koşullarda deneysel olarak incelenmiş ve analiz edilmiştir. Bu amaçla, 2 boyutlu ve çatlaklı sentetik gözenekli ortam içinde su ve petrolün akışı ve imbibisyon transferi incelenmiş, deneyler bir kayıt sistemi ile kaydedilerek değerlendirilmiştir.
Hidrokarbon gazı (metan veya propan) ve $CO_2$ gazının enjeksiyonunun belirli deneysel şartlarda ağır petrollerin üretilmesi amacıyla kullanılması verimli bir teknik olduğunu göstermiştir. Fakat ağır petrollerde $CO_2$ veya hidrokarbon gazı enjeksiyonuyla sağlanan petrol kurtarımı, ısısal petrol üretim tekniği olan buhar enjeksiyonuna göre daha düşüktür. Buharla birlikte $CO_2$ ve metan kullanıldığında ağır petrol üretimini nasıl etkileyeceği tam olarak bilinmemektedir. Devamlı buhar enjeksiyonunun performansı uygun $CO_2$ , metan veya propan gazı oranlarının uygulanması ile artırılabilmektedir. Buhar enjektivitesi, ısıtılmış alanların büyütülmesi ve ek bir itim mekanizmasının sağlanması gibi üretim hızını artıran birçok faydalı etkilerinin olduğu belirlenmiştir. Batı Kozluca petrol sahası için laboratuvar araştırma programı, $CO_2$ , metan veya propan gazlarının buhar yönteminin performansı üzerindeki etkisini incelemek üzere gerçekleştirilmiştir. Toplam 25 deney, 1-boyutlu ve 3-boyutlu fiziksel modeller ve karat tutucu model de Batı Kozluca sahasından temin edilen petrol kullanılarak yapılmıştır. Sonuçlardan, $CO_2$ ve metan gibi gazların buharla birlikte enjekte edilmesi buhar enjektivitesini artırmıştır. 1 ve 3-boyutlu modellerde gazların buhara eklenmesiyle yapılan deneylerde petrol üretiminin arttığı bulunmuştur.
Cevher hazırlamanın en önemli işlemlerinden olan kırma ve öğütmenin amacı değerli minerali ekonomik değeri olmayan mineralden serbestleştirmektir. Son yıllarda başlatılan çalışmalarda serbestleşmiş tanelerin şekil ve morfolojik özelliklerinin flotasyonda etkili olduğu görülmüştür. Bu araştırmada Etibank Beyşehir Barit Madeninden getirilen % 94.22 BaS04 içerikli barit ile Etibank Küre Bakirli Pirit işletmesinden getirilen % 96.89 FeS2 içerikli pirit numunesi kullanılmıştır. Tanelerin özellikleri iki boyutlu mikroskobik ölçümlerle belirlendiği gibi ilk defa bu araştırmada geliştirilen yöntemle tanelerin pürüzlülüğü ve keskinliği üç boyutlu ölçülmüştür. Otojen ve bilyalı değirmenlerde öğütülen numuneler elenerek -0.147+0.104, -0.104+0.074, -0.074+0.053 ve -0.053+0.044 mm fraksiyonlarına ayrılmış ve her fraksiyonla ayrı ayrı ölçümler yapılmıştır.. îki boyutlu mikroskobik ölçümlerde tarama elektron mikroskobunda her fraksiyon için çekilen resimlerden tanelerin uzun ve kısa eksenleri belirlenerek şekilsel özellikeri olan yassılık ve eksensel eşitlik ile morfolojik özellikleri olan yassılık oranı ile göreceli pürüzlülük hesaplanmıştır. Üç boyutlu ölçümlerde BET azot adsorbsiyonu cihazı kullanılarak tanelerin yüzey pürüzlülüğü, Permaran cihazı ile keskinlikleri belirlenmiştir. Barit numunesi ile yapılan iki boyutlu ölçümlerde otojen öğütülen tanelerin daha yuvarlak ve yüzeylerinin daha pürüzsüz olduğu görülmüştür. Üç boyutlu ölçümler otojen değirmende öğütülen tanelerin bilyalı değirmende öğütülen tanelere göre daha pürüzsüz olduğunu göstermiştir. Bilyalı değirmen otojen değirmene göre daha keskin, daha köşeli taneler üretmiştir. Yapılan flotasyon deneylerinde otojen öğütme bilyalıya göre daha yüksek flotasyon randımanı vermiştir, Pirit numunesi ile yapılan iki boyutlu ölçümlere göre bilyalı değirmende öğütülen taneler daha yuvarlaktır. Üç boyutlu ölçüm sonuçları otojen öğütülen tanelerin yüzey pürüzlülüğünün bilyalıya göre daha fazla olduğunu göstermiştir. Keskinlik derecesi ölçümleri otojen öğütülen tanelerin daha keskin olduğunu göstermiştir. Flotasyon deneylerinde bilyalı öğütülen tanelerin flotasyon randımanı otojen tanelere göre daha fazla olmuştur. Hem şülfurlü hem de oksitli minerallerin kullanıldığı bu araştırma, yuvarlak, yüzey pürüzlülüğü ve keskinliği az olan tanelerin flotasyon randımanlarının daha yüksek olduğunu göstermiştir.îlk olarak bu araştırmada geliştirilen üç boyutlu yüzey pürüzlülüğü ve keskinlik ölçme yöntemleri uygulaması kolay, pratik ve tekrarlanabilir sonuçlar veren yöntemlerdir. Ölçüm sırasında tanelerin şekline ve yüzey özelliklerine hiçbir şekilde müdahale edilmemesi sonuçların flotasyon açısından değerlendirilmesine olanak sağlamaktadır.
Ayvalık-Bergama arasında yeralan Kozak dağındaki magma kaya topluluğuna Kozak magmatik topluluğu adı verilmiştir. Kozak magmatik topluluğunun merkezinde bir plüton yeralmaktadır. Bu plüton başlıca granodiyorit -diyorit bileşiminde olup, Permo-Triyas yaşlı rejyonal metamorfik kaya topluluğu içine yerleşmiştir. Plütonun yerleşmesi birkaç dönemde gerçekleşmiştir. Yerleşmeye bağlı olarak plütonun dokanağında hornblent-hornfels fasiyesine ulaşan bir kontak metamorfizma gelişmiştir. Plütonun tüm çevresinde onu bir halka gibi saran hipabisal nitelikte, porfirik dokulu, çoğunlukla granodiyorit bileşimde levha sokulum kayaları yeralmaktadır. Bu kayalar petrografik özellikleri bakımından plütonik kayalara yakın benzerlik göstermektedir. Hipabisal kayalar da metamorfik kayalar içine sokulmuş olup, plütonun yerleşmesiyle az çok aynı dönemlerde yerleşmişlerdir. Zaman, mekan ve petrografik ortaklıkları levha intrüzyonlanrun da plütonik magmaya bağlı sokulumlar olduğunu ortaya koymaktadır. Plütonun tüm çevresinde yaygınca volkanik kayalar yeralmaktadır. Bunların plütonla doğrudan dokanak ilişkileri nadiren görülrnektedir. Volkanik kayalar çoğunlukla metamorfik temel kayalarını örtmektedir. Volkanizma önce nötr ve asit kayaları daha sonra da bazik kayaları geliştirmiştir. Ancak bunların gelişmeleri az çok.sürekli ve aşmalı olmuştur. Bunun sonucunda bölgede ilk evrede andezit-latit-dasit bileşirnli lav ve piroklastik kayalar, daha sonra bazalt lavları gelişmiştir. Kozak yöresi magmatik topluluklarını oluşturan plütonik, hipabisal kayalarla volkanik kayaların gelişmeleri de birbirlerini üzerleyen ve kısmen aşmalı bir düzende olmuştur. Saha ilişkileri ve radyometrik yaş verileri bu görüşü doğrulamakta olup, plütonik kayalardan yaklaşık 24-16my, volkanik kayalardan ise 20 ile 15 my gibi yaşlar elde edilmiştir. Jeokimyasal analiz sonuçlarına göre, bölgede yeralan magma kaya topluluklarından tümünün, örneğin plütonik, hipabisal ve volkanik kayaların en bazikten en asidite kadar bileşimleri arasında benzerlik ve süreklilik vardır. Bu özellik, aralarında bir hısımlık olduğunu düşündürmektedir. İzotop verileri de bu toplulukların ortak bir kökene sahip olduklarını işaret etmektedir. Derlenen saha verilerine göre bölgede magmatizmanın gelişiminin başından beri litosferik manto kökenli bir magma vardır. Bu magma kıta kabuğu içinden geçerken kabuk gereçli malzeme ile karışarak kirlenmiş ve meleznitelik kazanmıştır. Bu katkı olasılıkla plütonik ve hipabisal kayalarda, farklı kökenden magmaların kanaması şeklinde gerçekleşmiştir. Bazik volkanik kayalara doğru, kabuk gereçli katkının miktarı zaman içinde azalmıştır. Bölgenin jeolojisinden derlenen veriler, magmatizmanın bölgenin sıkışarak kısalıp-kalınlaştığı dönemde başladığını ve gerilme sisteminin başladığı Orta Miyosene kadar kesiksiz sürdüğünü göstermektedir.
Güneybatı Çankırı havzasının jeolojik evrimi, ve ekonomik potansiyeli, saha çalışmaları, mineralojik-petrografık analizler ve uzaktan algılama metodu ile araşünlmıştır. Saha çalışmaları seçilen 8 tip alanda ayrıntılı olarak yürütülmüş, jeolojik harita ve ölçülü stratigrafık kesitler hazırlanarak genel ve yapısal jeolojik özellikleri ile jeolojik ortamları incelenmiştir. Kayaçlarm mineralojik-petrografik özellikleri optik mikroskop ile belirlenerek, kil mineral analizleri X-ışınlan toz difraktometresi ile yapılmıştır. Uzaktan algılama metodu ekonomik mineral içeren litolojik fasiyeslerin ayırtlanması ve havzanın jeolojik özelliklerinin araştırılmasında yergerçeği ile karşılaştırmalı olarak uygulanmıştır. Çankırı Havzası Geç Eosen-Erken Pliyosen'de çarpışma sonrası sıkışma türü tektoniği ile denetlenen karasal sedimentasyona sahne olmuştur. Proje sahası olan Kalecik-Hasayaz Havzası Oligosen'de KB-GD uzantılı bir eşikle Çankırı Havzasının geri kalan bölümünden aynlarak bir molas çukurluğuna dönüşmüştür. Üst Miyosen yaşlı Aslantaş Formasyonu ve Erken Pliyosen yaşlı Hancılı Formasyonu, sırasıyla akarsu ve gölsel fasiyesleri içermektedir. Bu depolanmaya Galatya volkanizmasmm ürünleri de katkıda bulunmuştur. Erken Pliyosen sonucunda etkinliğini yitiren sıkışma tektoniği, yükselen eşiklerle, önceden bir bütün olan Kalecik-Hasayaz Havzasını, bindirme fayları ile de sınırlan olan dört ayrı çukurluğa (Çandır-Hancılı-Hasayaz-Kalecik) bölmüştür. Paleotektonik rejim, Geç Pliyosen'de, akarsu fasiyeslerini içeren, ve yatay konumlu Büyükhacıbey Formasyonu ile mühürlenmiştir. Kalecik-Hasayaz havzasına taşınan sedimanlar eşikleri oluşturan ofıyolitik ve metamorfik kayaçlardan, ayrıca volkanitlerden kaynaklanmıştır. Biyotit, plajioklas, kuvars, piroksen, hornblend, volkanik cam, pomza, volkanik ve metamorfik kayaç parçalarına sıkça rastlanmıştır. Smektit başlıca volkanik (piroklastik) kayaçlardan türemekte olup havzanın batısında yoğunlukla bulunmaktadır. Klorit ve illit ise aktif tektonizmanın bir belirtisidir ve ofiyolitik-metamorfik kayaçlardan türemiş olarak havzanın doğu ve kuzeyinde smektit ile birlikte bulunur. Kil mineral bileşeni ayrıca kurak-yarı kurak bir iklimi de simgelemektedir. Otijenik minerallerden kalsit-dolomit-analsim göl sularının tuzluluk-alkali derecesine bağlı olarak başlıca Hancılı Formasyonunda gelişmiştir. Bentonit yatakları yine aynı Formasyonun derin havza fasiyeslerinde izlenmiştir. Uzaktan algılama metodu ile bentonit, kalsit-dolomit-analsim içeren fasiyesler ayırtlanabilmiş ve ayrıca yapısal özelliklere dayanılarak Havzanın tektono-stratigrafık gelişiminin anlaşılmasında önemli katkılar sağlamıştır.
Bu proje çal ışımasının jeolojik faaliyetler bölümünde, Sivas iline bağlı Kangal ilçesi sınırları içerisinde yüzlek veren Divriği Ofiyolitli Karışığı' nın ultramafik kayaç türleri içerisinde konumlanan krom cevherleşmelerinin dağılımı incelenmiş olup, toplam 102 adet cevherleşme saptanmıştır. Bu cevherleşmelerden 15 tanesi detaylıca incelenerek jeolojik konumları, yataklanma şekilleri, cevher— yankayac ilişkileri, boyutları ve mikroskopik özellikleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Teknolojik olarak sınıflandırma çalışmaları kapsamında Eymir (Dere ocak ve Güney Ocak), Karanlıkdere ve Çamözü (Doğu Ocak ve Batı Ocak) krom cevherleşmeleri numuneleri üzerinde klasik zenginleştirilirle araştırmaları yapılmıştır.Yapılan çalışmalarla, söz konusu cevherleşmelerin gravite yöntemleriyle (jig + sallantılı masa) zenginleştirilmelerinin mümkün olduğu belirlenmiş ve her cevherleşme için muhtemel zenginleştirilme akım şemaları ortaya konmuştur. Maden işletme faaliyetleri kapsamında Kangal (Sivas) yöresinde yeralan krom cevherleşme lokasyonlarının jeoteknik, bası mekanik ve fiziksel özellikleri yapılan gerek arası gözlem ve deneyleriyle, gerekse kaya mekaniği laboratuvar deneyleriyle ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu çalışmalardan elde edilen veriler kullanılarak cevher ve yankayaçiarın mühendislik sınıflamaları, (madde/kütle ve kazılabilirlik) yapılmıştır. Ayrıca örnek olarak, kısmen sondaj verileri bulunan Eymir Güney Ocak sahasının rezervi belirlenmiş ve projelendirilmiştir.
Ortaç-bazik karakterli volkanik, piroklastikler ve gölsel sedimanlardan oluşan Alt Miyosen-Pliyosen yaşlı kayaçlar Konya'nın güney-güneybatısında yaygın olarak yüzeylemektedir. Volkanitler yer yer gölsel çökellerle ardalanmaktadır. Gölde piroklastik gelirimin egemen olduğu dönemlerde silikat grubu mineraller azaldığı dönemlerde karbonat (kalsit, dolomit, aragonit) çökelimi egemen olmuştur. Mineralleşmeler asidik, nötr ve zayıf alkalin koşullarda oluşmuştur. Volkanitlerin hidrotermal akışkanlar, yeraltısuyu ve yüzeysel ayrışmasına bağlı olarak çeşitli mineralleşmeler gelişmiştir. $SiO_2$ polimorfları (kuvars, kristobalit, tridirnit, opal-CT) dışında, tüm kayaç mineral toplulukları genelde Al-sülfat grubu mineraller (minamiit, alunit, jarosit, natrojarosit, natroalunit), tabakalı silikatlar (kaolinit, halloysit, simektit, illit, pirofillit, vb), tabakalı çerçeve silikatlardan (feldispat ve zeolitler) oluşmaktadır. Kilboyu fraksiyonda ise simektit, illit, kaolin, 14C-14S ve 10I-14S mineralleri belirlenmiştir. Tanımlanan mineral toplulukları 80-250oC arasında oluşmuştur. Simektitler diokatedrik yapıda, Mg içeriği Fe den fazla olan (Cheto tipi) Ca-simektitlerdir (montmorillonit). Tabaka yük dengesizlikleri 0.29-0.66 arasmdır. Al-sülfat minerallerinden minamiit yaygın olarak, alunit, natoralunit, natrojarosit ve jarosit seyrek olarak gözlenmiştir. Minamiitin kimyasal bileşimi $Al_2O_3$ %34-35, SO % 27-30, CaO %l-4, $K_2O$ %2-7, $Na_2O$ %l-4 arasında değişmektedir. Elektron mikroskopta ise kristalleri romboedrik (yalancı kübik) şekle benzer görünümdedir. Minamiit zayıf asidik koşullarda 200-250 oC arasındaki hidrotermal çözeltilerle oluşmuştur. Dolomit göl suyunun pH'ının en yüksek olduğu dönemlede çökelmiş ve kalsitik dolomit bileşimindedir. Kalsitler ise düşük Mg-kalsit (% 5-10 $MgCO_3$ ) bileşimindedir. Çalışma alanında ideal kaolinin kimyasal bileşime sahip örnekler belirlenmiştir. Bunlar teknolojik olarak değerlendirilebilir. Kaolin yanında aşırı silis içeren kaolinler zenginleştirilerek karofayans yapımında kullanılabilir. Bentonitler döküm-sondaj, karbonat içeriği yüksek olan killer ise çimento sanayiinde değerlendirilebilir. Sülfat içeriğinin yüksek olması minamiitin ekonomik önemini azaltabilir, fakat Al içeriği yüksek olan bu mineralin değerlendirilmesi için teknolojik araştırmaların yapılması önerilir.

/ 29333
29166 / 29333