726 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Bu araştırmanın amacı sınıf öğretmenlerinin mobbing algılarının ne düzeyde olduğunu incelemek ve sınıf öğretmenlerinin mobbing algısının cinsiyet, yaş, bulunduğu okulda çalışma süresi, mesleki kıdem, medeni durum ve eğitim durumu değişkenlerine göre farklılaşma durumunu belirlemektir. Araştırmada tarama yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın evrenini İstanbul İli Bağcılar İlçesi’nde çalışmakta olan sınıf öğretmenleri oluştururken örneklem grubu ise bu evrenden seçilen kolayda örneklem yöntemi ile belirlenmiş 245 sınıf öğretmeninden meydana gelmektedir. Çalışmada araştırmacı tarafından oluşturulan demografik veri formu ve “Mobbing Ölçeği” kullanılmıştır. Veriler SPSS programı ile analiz edilmiştir. Veri analizi sonucunda sınıf öğretmenlerinin cinsiyet, okuldaki çalışma süresi ve mesleki kıdem değişkenleri açısından mobbing algılarında anlamlı farklılıklar olduğu görülmüştür. Yapılan analizler neticesinde sınıf öğretmenlerinden kadın olanlar ile meslekte yeni olanların mobbing düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca okulda çalışma süresi ve mesleki kıdem ile de mobbing düzeyi arasında farklılıklar olduğu görülmüştür. Özellikle mobbing ölçeği genel puanına bakıldığında daha az tecrübesi olan öğretmenlerin mobbing düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Bu hususta mobbinge maruz kalan öğretmenlerin hakları korunmalı ve desteklenmelidir. Okulda mobbingin önlenmesi için eğitimler düzenlenmelidir. Mobbingin cinsiyet, çalışma süresi ve mesleki kıdem gibi demografik unsurlara göre farklılıklar gösterdiği göz önünde bulundurularak, okullarda bu konuda hassasiyet gösterilmelidir. Öğretmenler, mobbing ile karşılaştıklarında sessiz kalmamalı ve bu durumu ilgili makamlara bildirmelidir.
1940’lı yılların sonunda Varlık dergisinde yayımlanan bir dizi deneme, genç bir köy öğretmeni olan Mahmut Makal’ı Türkiye’nin gündemine taşıdı. Makal, İç Anadolu’nun bir köyündeki gündelik yaşam izlenimleri nedeniyle İstanbul ve Ankara’daki entelektüel çevrelerin hemen ilgisini çekti. Gözlemleri daha sonra Bizim Köy adıyla 1950’de yayımlandı ve çeyrek yüzyıldan fazla bir süredir devam eden Tek Parti iktidarının sona ermesiyle sonuçlanan ilk şeffaf ulusal seçimlerin arifesine denk geldi. Burada hem sıradan bir İç Anadolu köyündeki yaşam koşullarına hem de erken Cumhuriyet döneminde Kemalizmin temsilcileri tarafından hedeflenen “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” idealine bakarak Türkiye’de demokratik düzene geçiş koşullarının bir değerlendirmesini sunmayı amaçlıyorum. Bu bağlamda, köylüler ve köy yaşamı ile çok-partili sisteme geçiş sürecinde karşılaşılan toplumsal sorunlar üzerine bazı değerlendirmelerde bulunarak Bizim Köy’ün ışığında cumhuriyetçilikle köylülük ve Türkiye’deki edebiyatla siyasetin ilişkisini göstermeye gayret ediyorum.
In Turkey, since 1948, the auxiliary resource books used in teachings of History of Islamic Arts and Architecture studies in higher education are the ones, prepared through summarised translations from certain European authors’ publications. The contents of these books provide very little information and visuals on important buildings of Early Muslim Architecture. In addition, the information given from the works of those authors on these buildings are conveyed as the only and the most accurate available in the market, without mentioning anything about the existence of alternative views of other researchers. Although K.A.C. Creswell presented substantial alternative information in his book titled Early Muslim Architecture which he revised and published as two volumes (three books) in 1969, but the valuable information he presented were not incorporated in the Turkish supplementary books. Insufficient information and visual materials in sources of Early Muslim Architecture sources in Turkiye, are analyzed in comparison to K.A.C. Creswell’s aforamentioned publicatiıns in this research article. Further more, it will be demonstrated that Creswell’s books contain a substantial amount of information and visual materials, sufficient to address many of the deficiencies present in Turkish educational resources.
Kentlerin yüzyıllar boyunca fiziksel, ekonomik, sosyo-ekonomik, demografik, sosyal ve kültürel olarak büyüyüp gelişmeleri doğal bir süreç olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte kentsel büyümenin çeşitli etkenlerden kaynaklanan tersi bir olgunun var olduğunu da görmekteyiz. ‘Kentsel Küçülme’ terimiyle adlandırılan bu olgu aslında yeni olmayıp çok boyutlu bir süreç olması nedeniyle kentlerin tarih boyunca gelişimindeki deneyimler sonucu bu yüzyılda belirginlik kazanmıştır. Şikago Okulundan beri şehirlerin ve şehir merkezlerinin gelişmesi ve küçülmesi ile oluşan kentsel dönüşümün bir yaşam döngüsünden kaynaklandığı doğal bir süreç olarak kabul edilmektedir. Özellikle ABD’ de bunun nedenleri ve oluşumlarını analiz eden çalışmalar bazı kentlerin kaçınılmaz bir küçülme içinde olduğunu göstermektedir. Çok boyutlu bir süreç olan şehirlerin küçülmesinin nedenlerine yönelik farklı görüşler ortaya atılmakla birlikte görüşlerin hem fikir olduğu iki temel faktör, demografik yapıdaki değişim ve endüstriyel dönüşüm olarak belirmektedir. Nüfusun banliyölere yerleşmesi ile kent merkezlerinde yer alan konut yerleşimlerinin boşalması sonucu canlılığını yitirmiş alanlar boşluk olarak ortaya çıkmıştır. Kent merkezlerinde boşluklar olarak beliren büyük alanların benzerleri, teknolojik gelişmeler ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle gelişen endüstriyel dönüşüm sonucunda meydana gelmektedir. Avrupa kentleri dünyanın diğer kıtalarında yer alan kentlere oranla ‘küçülme’ süreçlerini önceden deneyimlemiş ve küçülmeye karşı çözüm önerilerini geliştirme çalışmalarına daha önce başlamıştır. Bu çalışmada küçülen şehirlerde etken olan önemli iki faktörün fiziksel ve mekânsal yansıması olan ‘banliyöleşme’ ve ‘endüstriyel dönüşüm’ Liverpool kenti üzerinden ele alınmıştır. Liverpool’un küçülen şehirler kapsamından çıkmasını sağlayan ekonomik gelişim ve kentsel dönüşüm süreci incelenmiş ve yeniden canlandırılmasında rol oynayan parametreler ayrıntılı biçimde ortaya konulmuş olup bu tür kentler için model olabileceği varsayılmıştır.
In today's world, where there is increasing demand and decreasing resources, environmental management, which is used for the effective use of resources, takes the lead in both quality and sustainability practices of organizations. In the study, the effects of environmental management and internal marketing perception in domestic airline companies in the Turkish civil aviation sector were researched, and the interaction of the sub-dimensions of the related concepts was emphasized. Environmental management scale and internal marketing scales were used in the study. The data obtained from 406 employees working in domestic airline companies in Turkey were analyzed using SPSS 26.0 and AMOS statistical programs. The statistical results show a significant correlation between internal marketing practices and environmental management practices. In addition to the correlation, internal marketing has an effect on environmental management.
This paper focuses on examining the transformation of the Beykoz Leather and Shoe Factory area, investigating the qualities of the buildings in the area, and evaluating them in the context of industrial archaeology. The study aimed to determine whether each of the four conservation methods determined by TICCIH and ERIH organizations and Rolf Höhmann (1992) are preferred for the buildings of the Beykoz Leather and Shoe Factory. Data collection was carried out in 5 years between 2018-2022. Data were collected through on-site observation, analysis of relevant documentation, and interviews with the Kundura Hafıza (Shoe Memory) unit established within the factory during multiple site visits. The original aspect and importance of the study is to conduct and comprehensively evaluate all three of the literature study, fieldwork, and data analysis within the scope of the study.
Background/aim: This study aimed to determine the proliferation and apoptotic effects of extracts from Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits on human breast cancer cells (MCF-7). Materials and methods: The Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits, which constitute the herbal material of the study, were turned into 80% acetone extract after washing. The total phenolic content in Berberis vulgaris fruit extracts was determined calorimetrically using Folin-Ciocalteu reagent. The spectrophotometric method was used to determine the total flavonoid amount of the extracts. In order to measure the antioxidant capacity of Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits and extracts, DPPH Radical Scavenging Power test and Cu (II) ion reducing antioxidant capacity method were applied. Cell viability rates were determined by the XTT method. Flow cytometric measurement was performed to examine the apoptotic role of the extracts in the cell by using the Annexin-V/7-AAD commercial kit. Results: According to the data, Berberis vulgaris fruit extract appeared more effective on MCF-7 breast cancer cells in both 24 and 48 hours of exposure. Analyses made to examine the phenolic component and antioxidant capacity properties of the fruits used in the study and the results we encountered when we exposed the cell were found to be compatible with each other. Annexin-V/7-AAD method showed that the apoptotic effects of the extracts in 48 hour exposures were more effective. Conclusion: It has been determined that Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits, which are rich in phenolic components with high flavonoid content and high antioxidant capacities, support the apoptosis of cancer cells.
In this article, based on its potential contribution to architectural design processes, research has been made on the “text-to-image” systems of artificial intelligence. In the research, the four most common systems Craiyon, Dall-E, Midjourney, and Stable Diffusion were selected, and these systems were tested for coloring a pre-school education space. First of all, the “kindergarten” text was presented to the systems and according to this text, four alternative images were produced from each system. Afterward, the dominant color coding of the images was analyzed in the computer environment. The 3D model of preschool space was colored with the obtained color codes. The 16 images that emerged because of coloring were presented to 62 expert participants, consisting of preschool teaching and architecture/interior architecture department members, accompanied by a survey. In the survey, the experts were asked to evaluate the colored images in “entertainment” and “academic” contexts. As a result of the statistical analysis of the survey data showed that the Craiyon system used colors more successfully than other systems in terms of coloring a preschool education space. This study measured the ability of artificial intelligence systems from text-to-image to interpret the text in terms of the production of color codes suitable for the type of space. However, it has been tried to articulate such systems to architectural design areas and to open the door from a unique perspective.
Giriş: Hipertansiyon, yüksek prevalansı ve artmış kardiyovasküler hastalık riskiyle ilişkisi nedeniyle tüm dünyada en önemli sağlık sorunlarından biridir. Çevresel, fizyolojik ve psikolojik faktörler bu hastalığın tedavisinde etkili olabilmektedir. Amaç: Bu araştırma hipertansiyon hastalarında sağlık kaderciliğinin tedaviye uyumlarına etkisinin incelemesi amacıyla yapıldı. Yöntem: Tanımlayıcı ilişki arayıcı türde olan bu araştırma bir üniversite hastanesinin Dahili polikliniklerine başvuran 201 hipertansiyon hastası ile yapıldı. Veriler, Tanıtıcı Bilgi Formu, Dini Sağlığı Kadercilik Ölçeği ve Hill Bone Hipertansiyon Tedavisine Uyum Ölçeği kullanarak toplandı. Bulgular: Hastaların Dini Sağlığı Kadercilik Ölçeği puan ortalaması 61,11 ± 13,30’dur. Hill Bone Hipertansiyon Tedavisine Uyum Ölçeği puanı 11,19 ± 6,62 olarak saptandı. Hastaların çalışma durumunun pozitif yönde, sağlık kontrolü yaptırma sıklığı ve ek kronik hastalık bulunma durumlarının ise negatif yönde din sağlığı kaderciliğini istatistiksel olarak etkilediği görüldü (p < 0,05). Hastaların çalışma durumlarının negatif yönde, ilaç sayısı ve ek kronik hastalık bulunma durumlarının ise pozitif yönde tedaviye uyumlarını istatistiksel olarak etkilediği belirlendi (p < 0,05). Dini Sağlığı Kadercilik Ölçeği’nin Hill Bone Hipertansiyon Tedavisine Uyum Ölçeği’ni negatif yönde etkilediği bulundu (p < 0,05). Sonuç: Hipertansiyon hastalarının din sağlığı kaderciliği eğilimlerinin yüksek, tedaviye uyumlarının orta düzeyde olduğu saptandı. Din sağlığı kaderciliğinin tedaviye uyumlarını etkilediği bulundu.
Amaç: Dünya Sağlık Örgütü sağlık alanında kritik iş gücü zorluklarıyla karşı karşıya kalan ülkelere, kendi sistemlerini aşamalı olarak optimize etmek, inşa etmek ve güçlendirmek için sağlık iş gücünün planlaması ve finansmanı; eğitimi ve istihdamı ile korunma ve performans şeklinde üç ana tema belirlemiştir. Sağlık İlerleme Modeli olarak sağlık ve bakım iş gücünün geliştirilmesi ve performansının güçlendirilmesini önermektedir. Bu çalışma hastalık yükleri kapsamında sağlık sistem dayanıklılığının sağlık iş gücü kapasitesinin ülkeler düzeyinde incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışmada kapasite değerlendirmesi Veri Zarflama Analizi kullanılarak yapılmış; doğumda beklenen yaşam süresi ve hastalık yükleri çıktı değişkeni olarak tanımlanırken; sağlık iş gücü kapsamında yer alan ve düzenli verisi olan 21 ülkeye ait 6 (altı) meslek grubu girdi değişkeni olarak tanımlanmıştır. Bulgular: Araştırma 4 (dört) model üzerinden gerçekleştirilmiştir. Analiz sonucunda sağlık hizmetleri insan gücü kapasitesinde ülkelerin etkinlik skoru 0,866-0,995 arasında tespit edilmiş ayrıca ülkelerin %24-52’si tüm modellerde etkin bulunmamıştır. Özgünlük: Literatürde hastalık yükleri ile değerlendirmeler yok veya az denecek kadardır. Veri Zarflama Yöntemi kullanılarak yapılmış bir araştırmaya da rastlanmamıştır. Bu çalışmanın önemi çıktı değişkeni olarak hastalık yüklerinin girdi değişkenleri olan sağlık iş gücü ile ilişkilendirilmiş olmasıdır. Hastalık yükleri aynı zamanda hizmet sunulması gereken sağlık kapasitesinin de önemli bir göstergesidir.
Osmanlı da Tanzimat dönemiyle birlikte sanayileşmeye önem verilmiş; fabrika yapıları kurulmaya başlanmıştır. Kocaeli bu dönemde İstanbul’a yakınlığı ve limanının olması ile fabrikaların kurulduğu aktif bir ticaret kenti olmuştur. Bu dönemin ilk fabrikalarından olan Çuha Fabrikası 1843’te Kocaeli’nde ordunun tekstil ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuş bir endüstri yapısıdır. Sultan Abdülmecid bu döneme kadar yurtdışından karşılanan çuhanın yurt içinde üretilerek hem Avrupa’dan bağımsız olunması hem de yerli halka iş imkânı sağlanması için bir çuha fabrikası kurulmasına, bütçenin ise devletten karşılanmasına karar vermiştir. Zamanla eklenen yapılarla büyüyen fabrikada yurtdışından getirilen makinelerle üretim sağlanmıştır. Kocaeli bu dönemde önemli bir sanayi kenti olduğu için Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler ve Yunanlar tarafından işgal edilmek istenmiştir. 1920’de İngilizler’in fabrikayı bombalamaları ile birlikte yapılar ağır hasar görmüş; üretim durmuştur. Bu dönemden sonra askeriyeye devredilen fabrika, günümüzde de askeri alan içerisinde kalmaktadır ve birçok fabrika yapısı kullanılmaz durumdadır. Bu çalışmada Çuha fabrikasının tarihi ile birlikte fabrika içerisinde “Bacalı Ambar” olarak adlandırılan eski dokuma atölyesinin ve bacasının mimari özellikleri incelenmiştir. Bombardımandan sonra fabrikanın işlevsiz kaldığı ancak bacalı ambarın bu dönemde hasar almadığı arşiv belgelerinde görülmektedir. Ancak 1999 yılına kadar geçen sürede yapıya ilişkin belgelere ulaşılmamış olup atölye yapılarından birinin kayba uğradığı, ayakta kalan bölümlerinde ise değişiklikler yapıldığı tespit edilmiştir. Endüstri mirası olan yapının kayba uğramış öğeleri ve arşiv belgeleriyle özgün durumu değerlendirilmiştir.
Based on the information found in the literature, which suggests that "more compact forms closer to squares are preferred in building designs in cold climate regions," this study investigates to what extent the existing theoretical knowledge of compactness is practically followed in the shaping of winter tourism accommodation structures and how the differences in building form based on regions affect the amount of energy consumption. Cold climate region structures were preferred because compactness is more comparable in terms of form and provides a constraining plane. In this study, 50 accommodation structures in different regions that are most preferred for winter tourism were evaluated based on compactness. The existing and compact projections of the selected structures were measured, and then these plan projections were superimposed to obtain compactness ratios. Additionally, the structures were 3D modeled in both the existing and compact forms, and the energy consumption amounts for both forms were measured using the “Energy Plus” energy simulation engine with the assistance of the "Ladybug" plugin, which operates in the Rhinoceros3D/Grasshopper3D environment. Furthermore, data such as the facade opening ratio, main facade direction, and number of floors were determined and compiled into a table. As a result, it was found that increasing the surface area significantly affects the compactness ratio in accommodation structures with relatively small floor areas. There is a linear relationship between the increase in floor area and the number of floors. It was determined that there is no specialized building form or main facade direction for any region. In regional evaluations, it was observed that the difference in projection is low in regions where the difference in energy consumption between the existing and compact forms is also low.
Turkish has a negative concord item (NCI) katiyen ‘never’ that functions as an adverb and generally requires the presence of sentential negation in the sentence (Kelepir, 2001; Göksel and Kerslake, 2005). Yakut-Kubaş (2022), in a recent work, on the other hand, argues that katiyen can also appear in certain non-negative structures. She proposes that these two uses of the word in negative and non-negative structures can be captured in a unified manner if we assume that katiyen is an element that marks the highest degree of subjective certainty expressed by the speaker. In that sense, this pragmatic function is argued to bring these two uses together. In this work, based on a large-scale corpus work that includes 648 sentences containing the word, I will show that katiyen is essentially ambiguous that has distinct semantic and pragmatic meanings with different syntactic distributions. First, it is primarily an NCI that requires the presence of sentential negation at all times and is interpreted as ‘never’ or ‘in no way’. This use accounts for 619 instances of katiyen in the corpus data and shows that more than 95% of the time it predominantly functions as an NCI. Second, it can appear in two structurally non-negative structures: (i) 14 instances of syntactically and semantically positive structures that comprise less than 1 percent of the data and katiyen having the meaning ‘definitely’ and (ii) 13 instances of syntactically non-negative but semantically negative structures that account for less than 1 percent of the data and katiyen being interpreted as ‘strictly’. Here it is used to modify a prohibitive predicate but does not necessarily mark the subjective certainty. I conclude that different uses of katiyen indicate significant structural, semantic and pragmatic distinctions, which is in contrast with recent claims that its pragmatic use is the same in each case.
Makalenin konusu, akreditifli ödeme şeklinde katılım bankacılığına (İslami bankacılık) özgü sorunlardan biri olan UCP 600 kurallarının katılım bankacılığına uyumu ile ilgilidir. Katılım bankaları uluslararası ticaret işlemlerinde konvansiyonel bankalara benzer şekilde ithalatçılar adına ve ihracatçılar lehine akreditif açmakta veya bir akreditif içerisinde ihbar bankası ya da teyit bankası olarak görev almaktadırlar. Uluslararası Ticaret Odası (International Chamber Of Commerce- ICC) tarafından hazırlanan Akreditiflere İlişkin Bir Örnek Usuller ve Uygulama Kuralları adlı kitapçık UCP 600 adıyla 2007 yılında yayımlanmıştır. UCP 600 konvansiyonel bankacılık ve katılım bankacılığı arasında bir farklılık gözetilmeksizin oluşturulmuş kurallar dizinidir. Bu kurallar, dünya genelindeki tüm bankalar tarafından genel kabul gördüğünden, günümüzde hem konvansiyonel bankalar hem de katılım bankaları tarafından sıkı bir şekilde uygulanmaktadır. Oysaki bu kurallar dizininin bazı maddeleri İslami finans standartlarına uygun kurallar değildir. Araştırmacılar, UCP 600’ün katılım bankaları tarafından fıkhî açıdan uygun bir şekilde uygulanabilmesi için bazı maddelerinin değerlendirilerek İslami bankacılığa özgü farklı bir UCP dokümanı hazırlanmasını önermektedirler. Bazı araştırmacılar da global ölçekte akreditif ile ilgili uygulanan bu kuralların İslami bankalar için uygun olmadıklarını ifade etmişlerdir. Araştırmacılar, bu konuya özel İslami bir kuruluşun kurulmasını ve bu kuruluşun İslami bankalar için ayrı bir standart yayınlamasını, İslami bankacılık ağının genişletilmesini, İslami akreditiflerin pratikte farklı uygulanmasını ve bunun için de UCP 600 uygulanırken eş zamanlı olarak fıkhî kuralların da gözetilmesini, ICC’nin hem konvansiyonel hem de İslami bankalar için ortak olarak kullanılabilecek bir standart yayınlamasını önermişlerdir. Makalenin yazılma amacı, bir fıkhî uyumlu UCP 600 kurallar dizinine katılım bankalarının ihtiyaçları olup olmadığını analiz etmek ve katılım bankalarının akreditif uygulamalarında fıkhî açıdan dikkat etmeleri gereken hususları bularak detaylandırmaktır. Bunun için makalede literatür taraması, karşılaştırma, değerlendirme ve analize dayalı nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Öncelikle literatür taraması gerçekleştirilerek konu hakkında yapılan araştırmaların bulguları özetlenmiştir. Sonrasında UCP 600 kurallar dizininin İslami Finans Kurumları için Muhasebe ve Denetim Organizasyonu (Accounting and Auditing Organization for Islamic Financial Institutions- AAOIFI) tarafından 2003 yılında yayımlanan AAOIFI Akreditif Standardı’na uyumunu saptayabilmek amacı ile her iki dokümanın bazı maddeleri karşılaştırılmalı olarak değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. Akabinde değerlendirme sonuçları analiz edilerek bulgulara ulaşılmıştır. Makalede elde edilen bulgular katılım bankacılığına akreditifli ödeme şekilleri ile uygulama yaparlarken UCP 600’ün hangi maddelerini uygulama dışı bırakmaları gerektiği hususunda yol göstermek olup, çalışma bu açıdan önem arz etmektedir. Makalede yapılan analiz çalışmasına benzer bir çalışmaya literatür taramasında rastlanmamıştır. Analiz aşamasında AAOIFI Akreditif Standardının kullanılma nedeni, AAOIFI standartlarının dünya genelinde İslami bankalar tarafından genel kabul görmüş olması ve AAOIFI tarafından hazırlanan standardın akreditifler ile ilgili olarak İslami bankacılık alanında yayınlanan en kapsamlı standart olmasıdır. Makalede UCP 600 ve AAOIFI Akreditif Standardının birbirleri ile çelişkili olduğu düşünülen maddeleri karşılıklı olarak analiz edilmiştir. Analiz sonucunda UCP 600’ün maddeleri içerisindeki; “taraflar arasındaki sözleşmelerin akreditifle ilişkisi”, “mal ve hizmetlerin akreditifle ilişkisi”, “faiz ödemeleri” ile “poliçe ve vesaik iştirası” standartlarının katılım bankaları için uyumsuz oldukları saptanmıştır. Bu uyumsuzlukları giderecek fıkhî açıdan uyumlu bir UCP kurallar dizini hazırlanmasının ise sorunları tam olarak çözemeyeceği sonucuna varılmıştır. Ulaşılan bulgular özetle şu şekilde sıralanabilir: Katılım bankaları mevcut UCP 600 kurallarına tabii bir şekilde akreditif açmaya devam etmelidirler. Fıkhî açıdan uyumlu olmayan sözleşmelere istinaden akreditif açmamalı veya bu şekilde açılan akreditiflere taraf olunmamalıdır. Açtıkları murabaha akreditiflerinde malın mevcudiyetinden emin olacakları tüm tedbirleri almalıdırlar. UCP 600 içerisinde yer alan ve fıkhen uyumsuz olan maddeleri akreditif metninden çıkartılarak karşı taraflara kabul ettirdikten sonra operasyonel aşamaya geçmeleri gerekmektedir.
Katılım-esaslı yatırım fonları; kira sertifikaları (sukuk), gayrimenkul sertifikaları, katılım hesapları, pay senetleri, altın, kıymetli madenler vb. gibi fıkhî çerçevede belirlenen katılım finans esaslarına uyumlu para ve sermaye piyasası araçları üzerinden portföy varlığı oluşturulan fonlardır. Fon varlıklarına ilişkin en önemli hususlardan birisi, katılım-esaslı yatırım fonlarının portföylerine dâhil edecekleri pay senetlerinin fıkhî kaidelere uyumlu olmasıdır. Bu bağlamda, pay senedi portföye dâhil edilecek şirketin esas faaliyet alanının, fıkhî açıdan uygun olması gerekmektedir. Belirlenen standartlar çerçevesinde, esas faaliyet alanı meşru olan ancak mevzuat açısından ve/veya faaliyetlerini devam ettirme zorunluluğundan kaynaklanan istisnai durumlar nedeniyle belirli bir eşiğe kadar faaliyet dışı mahzurlu geliri olan şirketlerin de pay senedinin alınıp-satılmasına fukaha tarafından uygunluk verilmiştir. Küresel boyutta ilk olarak 1987 yılında bir grup fıkıh âlimi tarafından tartışılan bu görüş, 1990’lı yıllardan itibaren çeşitli standartlar geliştirilerek daha sistematik hale getirilmiş, akabinde küresel düzeyde İslami pay piyasası endeksleri oluşturulmaya başlanmıştır. 2008 yılında da Bizim Menkul Değerler tarafından Türkiye’de katılım endeksi kurulmuştur. TKBB Danışma Kurulu tarafından 2020 yılında katılım endeksine dâhil edilebilecek şirketler için standartlar yayımlanmış, müteakiben 2021 yılında alınan karar ile birlikte, katılım endekslerinin hesaplanması ve yönetimi Borsa İstanbul’a devredilmiştir. Nitekim Türkiye’de fıkhî uyumlu pay senetlerinin listelendiği katılım endeksine ilişkin standartları belirleyen TKBB Danışma Kurulu tarafından da pay senedi yatırımlarından elde edilen mahzurlu kazançların arındırılmasının gerektiğine ilişkin görüş beyan edilmiştir. Bu bağlamda, katılım finans esasları çerçevesinde pay senedi alım-satımı yapan yatırımcılar da TKBB Danışma Kurulu tarafından yayımlanan standartlar doğrultusunda, Kamuyu Aydınlatma Platformu aracılığıyla kamuya açıklanan oranlar üzerinden mahzurlu kazançlarını arındırabilmektedir. Her ne kadar pay senetlerinin arındırılmasına yönelik bir standart oluşturulmuş olsa da katılım-esaslı yatırım fonları, alım-satımını yaptıkları pay senetlerinden doğan mahzurlu gelirleri, yatırımcılar adına arındırmamakta veya yatırımcılara arındırılması gereken oran/mahzurlu gelir tutarı hakkında bilgi sunmamaktadır. Bu çalışmada, katılım-esaslı yatırım fonlarında oluşan mahzurlu gelirlerin, müşteri tercihine binaen arındırılarak sosyal yardım faaliyetlerine aktarılmasına ilişkin bir öneri geliştirilmiştir. Bu bakımdan, çalışmada ilk olarak katılım-esaslı yatırım fonlarında oluşan mahzurlu gelirlerin arındırılmasının gerekliliğine ilişkin görüşler ele alınmıştır. Akabinde, Türkiye’de katılım-esaslı yatırım fonları piyasası incelenerek katılım-esaslı yatırım fonlarında oluşan mahzurlu gelirlerin potansiyel tutarı saptanmaya çalışılmış ve öneri sunumu gerçekleştirilmiştir. İncelemeler sonucunda; katılım-esaslı yatırım fonlarının varlıklarının, Türkiye’deki katılım finans varlıkları arasında en hızlı büyüyen sermaye piyasası ürünlerinden biri haline geldiği görülmüştür. Nitekim katılım-esaslı yatırım fonlarının varlıkları, Haziran 2023 itibarıyla, bir önceki yılın aynı ayına göre %193, 2023 yılı başına göre ise %75 büyüyerek 299,2 milyar TL’ye ulaşmıştır. Fon varlıkları içerisinde %8 paya sahip olan hisse senetlerinin büyüklüğü ise 23 milyar TL’ye ulaşmıştır. Buna göre, 2023 yılbaşı itibarıyla, katılım-esaslı yatırım fonlarının portföylerinde yer alan hisse senetlerinden arındırılması gereken mahzurlu gelirlerin tutarı 371,6 milyon TL olarak hesaplanmıştır. Bu tutar dikkate alındığında, katılım-esaslı yatırım fonlarında oluşan mahzurlu gelirler, münferit hareketlerden ziyade belirli bir havuzda toplandığı takdirde deprem fonu, yardım fonu veya Afet İmar Fonu gibi çeşitli yardım fonlarına aktarılmasının daha verimli olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca arındırılması gereken miktarın belirli bir havuzda toplanmasının, sosyal yardım harcamalarına ilişkin kamu bütçesini olumlu yönde etkileyeceği değerlendirilmektedir. İslami fonların arındırılmasına ilişkin dünyadaki uygulamalara bakıldığında; bazı ülkelerde fon yöneticileri tarafından sadece arındırılması gereken miktar yatırımcıya bildirilip arındırma işlemi yatırımcı inisiyatifine bırakılırken, bazı ülkelerde ise mahzurlu kısım fon yöneticileri tarafından arındırılarak fon gelirleri yatırımcıya aktarılmaktadır. Çalışmada, fon yöneticileri tarafından gerçekleştirilecek mahzurlu gelirlerin arındırılması işlemi yatırımcı tercihine bırakılarak arındırma işlemlerinin fon yöneticileri tarafından yapılması önerilmiştir. Bu bakımdan, Türkiye’de oluşturulması düşünülen sistem, küresel örneklerden farklılaşmaktadır.
Bu çalışmanın amacı öğretmenlerin iletişim becerileri ile örgütsel iklim arasında ilişki olup olmadığının ortaya çıkarılmasıdır. Araştırmada nicel araştırma yöntemi ve ilişkisel tarama deseni kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubu 2021-2022 Eğitim Öğretim yılında İstanbul ili Kartal ilçesinde görev yapmakta olan 351 öğretmenden oluşmaktadır. Elde edilen veriler betimsel istatistik (ortalama, standart sapma), korelasyon ve regresyon analizleri kullanılarak çözümlenmiştir. Bulgular incelediğinde, öğretmenler yöneticilerinin en çok destekleyici müdür davranışı sergilediklerini ifade etmektedirler. Öğretmenler egoyu geliştirici dil kullandıklarında ve empati yaptıklarında yöneticilerin destekleyici davranışları artmakta bunun yanı sıra yöneticilerin kısıtlayıcı ve emredici davranışları azalmaktadır. Yine öğretmenler meslektaşlarının en çok işbirlikçi öğretmen davranışı gösterdiklerini düşünmektedir. Ayrıca öğretmenler meslektaşları ile iletişim esnasında onların eksik yönlerini dile getirirken yeterliliklerini öne çıkarır ve etkin bir şekilde onları dinlediklerini hissettirirlerse işbirlikçi öğretmen davranışları artmaktadır. Öğretmenler egoyu geliştirici dil kullandıklarında meslektaşlarının verimini arttırdıkları sonucuna ulaşılmıştır. Elde edilen bulgulardan hareketle araştırmanın son bölümünde okul yöneticilerine ve öğretmenlere okul içinde olumlu bir örgütsel iklim oluşması için hangi iletişim becerilerini kullanmaları konusunda önerilerde bulunulmuştur.
Küresel nitelik sergileyen Covid-19 Salgını, toplumları pek çok açıdan etkileyerek değişim ve dönüşüm sürecine girmelerine neden olmuştur. Kuşkusuz bu süreçten en fazla etkilenen toplumsal sınıf özel gereksinimli çocuk ve aileleri olmaktadır. Araştırmada özel çocuk ve ailelerinin pandemi sürecinde eğitim, sağlık ve sosyal açılardan ne gibi zorluklar yaşadığına, bu zorlukları çeşitli kurumlar tarafından sağlanan imkanlarla nasıl giderdiklerine ya da gideremediklerine dair bulgular sağlanarak, çeşitli öneriler sunmak amaçlanmaktadır. Araştırmanın çalışma alanı Küçükçekmece Belediyesi Engelliler Rehabilitasyon Merkezi’dir. Araştırmada amaca yönelik örneklem yöntemi kullanılarak, örnek 15 özel gereksinimli çocuk sahibi aile bireyi ile yapılandırılmamış açık uçlu soru formu üzerinden derinlemesine mülakat yapılmıştır. Elde edilen bulgular sonucunda ana tema ve alt temalar oluşturularak yorumlayıcı yöntemle analiz edilmiştir. Araştırmada elde edilen bulgulara göre; salgın sürecinde özel çocuk ve ailelerinin en fazla eğitim alanında zorluk yaşadığı görülmektedir. Bunun sebebinin de özel çocukların online eğitime ayak uyduramamaları olarak vurgulanmıştır. Sağlık açısından katılımcıların bir kısmı sorun yaşamadıklarını belirtirken bazı katılımcılar ise özellikle tam kapanma sürecinde özel çocuklarının hareketsiz kalmalarından dolayı fiziksel gelişimlerinin olumsuz etkilendiğini belirtmişlerdir. Bu süreçte özel çocukların toplumlarda bilinenin aksine sosyalleşme açısından olumlu bir durum sergilediği de bulgulanmıştır. Bunun en önemli sebebinin de aile içi iletişim ve etkileşimin artış göstermesinden kaynaklı olduğu belirtilmiştir.
Amaç; Bu araştırmada, Tip 2 diyabetes mellituslu hastalara verilen video destekli eğitimin subkutan enjeksiyon uygulama becerileri, kan glikozu ve Hemoglobin A1c düzeylerine etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem; Araştırma randomize kontrollü deneysel bir çalışmadır. Araştırmaya Eylül 2018Haziran 2019 tarihleri arasında İstanbul’da bir Devlet Hastanesine başvuran ve insülin tedavisine başlanan Tip 2 Diyabetli hastalar alınmıştır. Araştırma örneklemi; anlamlılık düzeyi =0.05, %95 güven aralığında ve %80 güç sağlamak üzere, kontrol grubuna 50, uygulama grubuna 50 hasta olmak üzere toplam 100 hasta alınmıştır. Girişim olarak araştırmacılar tarafından hazırlanan güncel “Subkutan Enjeksiyon Uygulama Videosu” her uygulama öncesi izlemeleri yönergesi ile uygulama grubundaki hastaların mobil telefonlarına gönderilmiştir. Kontrol ve uygulama grubu hastaların eğitim öncesi ve 3 ay sonra kontrollerinde kan glikozu ve hemoglobin A1c düzeyleri laboratuvar verilerinden alınmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde, tanımlayıcı istatistikler, ki kare, bağımlı ve bağımsız gruplarda t testi, Mann-Whitney U testi, etki büyüklüğü hesaplamada Cohen’s d istatistiği kullanılmıştır. Bulgular; Her iki grubun hem kendi içlerinde hem de birbiri ile karşılaştırılmasında; eğitimden hemen sonraki (p=0.024) ve eğitimden 3 ay sonraki (p=0.000) subkutan insülin uygulama beceri gözlem formu puan ortalamalarında anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). Ancak gruplar arasında eğitimden 3 ay sonraki kan glikoz düzeyleri (p=0.917) ve HbA1c düzeyleri (p=0.797) arasında fark yoktur (p>0.05). Sonuç; Tip 2 Diyabetli hastaların eğitiminde; standart diyabet eğitimi içine subkutan insülin uygulama becerilerini geliştirecek gereksinimi olduğunda sürekli ulaşabileceği video destekli görsel eğitim materyalleri kullanılmalıdır.
Melatonin is known as an important regulator of circadian rhythm in humans. In the literature, there are no studies evaluating the efficacy of melatonin in the management of allergic rhinitis (AR) or nasal polyps (Np). Np tissue was taken from nasal cavity and mucosal tissue (Mu) was taken from the nasal septal area. Melatonin (25-200nM) and Mite Allergen (2.5-12.5%) were prepared in complete media. Cell viability, apoptosis, intracellular reactive oxygen species production and gene expression levels were determined. Our results showed that there is no toxic effect of Melatonin, Mite and their combination which was given to Np-MSCs and Mu-MSCs. Melatonin significantly reduced reactive oxygen species levels in both mite-treated Np-MSCs and Mu-MSCs. Indoleamine 2,3-dioxygenase level was significantly decreased in melatonin-treated cells. Cyclooxygenase-1 level was significantly decreased in melatonin-treated healthy and allergic Np-MSCs while there was no significant difference in 100 and 150nM Melatonin-treated Mu-MSCs. Interestingly, 50nM Melatonin significantly increased Cyclooxygenase-1 level in Mu-MSCs. 50, 100 and 150nm Melatonin significantly decreased Interleukin-6 level in Mite-treated Np-MSCs. In addition, 100 and 150nM Melatonin significantly decreased Interleukin-6 level in Mite-treated Mu-MSCs. Melatonin has well-established anti-oxidant and anti-neoplastic activity, could be a promising therapeutic agent in the treatment of AR and nasal polyposis.
Medeniyet ve kültür tarihimizde bazı şehirlerin özel yeri ve önemi vardır. Asırlarca millet hafızasından silinmeyen, kadim hatıraları zihinlerde daima canlı kalan şehirlerden birisi de Bursa’dır. Kültür tarihimizde İstanbul başta olmak üzere Edirne, Konya, Bağdat, Şam, Kahire, Üsküp gibi siyasi ve kültürel merkezler yanında Bursa’nın da özel bir yeri vardır. Kuruluşu çok eski tarihlere dayanan, üzerinde hayat bulan farklı kültür, inanç ve medeniyetlere ev sahipliği yapan Bursa, Türk-İslam medeniyetinin bu topraklarda ortaya koyduğu en seçkin şehirlerdendir. Köklü geçmişiyle birçok medeniyeti bağrına basan Bursa, Osmanlı Devleti’nin ilk başkentidir. Bursa Bitinya, Roma, Selçuklu ve Bizans medeniyetlerinin eserleri yanında Osman Gazi türbesi ve sonraki beş padişahın külliyeleri ile Osmanlı mimarisinin ilk örneklerini taşıyan tarih ve kültür şehri; yüzlerce tarihî cami, mescit ve türbesiyle ruhaniyetli bir şehirdir. Çalışmanın girişinde ilkler şehri Bursa hakkında verilen kısa bilginin ardından şehrin tarihî seyri ve kültür tarihimizdeki yeri üzerinde durulmuştur. Ardından tarih boyunca Bursa’da yaşamış şairler hakkında bilgi verilip divan şairleri tarafından Bursa redifiyle yazılan 8’i gazel 9 şiir incelenmeye çalışılmıştır. Şiirler şairlerin ölüm tarihine göre sıralanmış olup önce şair hakkında kısa bilginin ardından manzume şekil ve muhteva açısından değerlendirilmiş; arada da şiirin metni sunulmuştur. Böylece divan şairleri gözünden Bursa’nın hangi yönleriyle ele alındığı tespit edilmeye çalışılmıştır.

/ 37
3 / 37