122 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Amaç: Ba?ymlylyk aileyi de etkileyen ve tedavide aileninkatylymyny da gerektiren bir hastalyktyr. Bu nedenle aileözelliklerinin saptanmasy, tedavinin düzenlenmesinekatkyda bulunacaktyr. Yöntem: Aile Ba?ymlylyk ProfilYndeksi (BAPY-A) ölçe?i ailenin kural koyma, sorumlulukverme, çaty?ma çözme becerilerini, aile içi ba?lary veailenin ba?ymlyya kar?y tutumunu de?erlendirme amacyyla 10 sorudan olu?an bir ölçek olarak geli?tirilmi?tir.Ba?ymlylyk klini?ine ba?vuran ba?ymlylaryn; ebeveyn, e? vedi?er yakynlaryna geli?tirilen bu ölçek ve AileDe?erlendirme Ölçe?i uygulanmy?tyr. Uygulama 15 günsonra tekrarlanmy?tyr. Bulgular:Ölçe?in Cronbach alfakatsayysy 0.82 bulunmu?tur. Açyklayycy faktör analizindetoplam varyansyn %30,81'ini açyklayan 4 faktör eldeedilmi?tir. Bunlar "ili?kisel beceriler", "aile içi ba?lar" ve"ba?ymlyya kar?y tutum " olarak adlandyrylmy?tyr. Ailede?erlendirme ölçe?i ortalama toplam puany ile BAPY-Aölçe?inin ortalama toplam puany 0,52 (p<0.01)düzeyinde ba?lantyly bulunmu?tur. BAPY-A'nyn ilk ve sontest uygulamalary arasynda korelasyon 0,67 (p<0.01)olarak saptanmy?tyr. Ba?ymly üyesi olan ve olmayanailelerin ölçek puany kar?yla?tyryldy?ynda toplam puanortalamalary arasyndaki fark istatistiksel olarak anlamlybulunmu?tur. Ba?ymlynyn ebeveyn, e? ve di?er yakynlaryde?erlendirmeye ayryca alyndy?ynda benzer bulgular eldeedilmi?tir. Sonuç: Aile Ba?ymlylyk Profil Yndeksinin (BAPYA), kural koyma, sorumluluk verme ve çaty?ma çözmegibi aile içi ili?kisel becerileri, aile ba?laryny ve yakynlarynba?ymlyya tutumunu ölçen, geçerli ve güvenilir bir ölçekoldu?u söylenebilir
AMAÇ: Penil plikasyon tekniği, konjenital penil kurvatür hastalığı tedavisinde kullanılan önemli bir tekniktir. Hastalarımızda bu tekniğinin başarısını ve sonuçlarını analiz etmeyi amaçladık.GEREÇ VE YÖNTEM: Penil plikasyon tekniğiyle opere edilen 50 hastanın verileri retrospektif analiz edildi. Hastalara telefon yoluyla ulaşıldı ve kontrole çağrıldı. Hastaların işlemden genel memnuniyetleri, komplikasyon oranı, hastanede yatış süresi, kurvatür dereceleri, erektil fonksiyonları, ele gelen sertlik hissi sorgulandı.BULGULAR: Olguların ortalama yaşı 29,75'di (22-48). Ortalama kurvatür derecesi 40,1°'ydi. Hastalarda en sık ventral kurvatür saptandı. En sık saptanan kurvatür derecesi 45°'ydi (%54). 40 hasta (%80) postoperatif birinci gün eksterne edildi. On hastada (%20) ele gelen lezyon hissi mevcuttu. Otuz altı hasta (%72) işlemden genel olarak memnun olduğunu belirtti. Altı hastada minör komplikasyonlar görüldü, hiçbirisi girişim gerektirmedi. On hastada (%20) rezidü 5° kurvatür saptandı, ancak hiçbirisi ikincil cerrahi gerektirmedi. Dört hasta, ele gelen lezyon hissi olduğunu (%8) ve üç hasta, peniste hissizlik olduğunu (%6) bildirdi. Kırk dört hasta, erektil fonksiyonlarında bozulma olmadığını (%88) belirtti.SONUÇ: Plikasyon tekniği, konjenital penil kurvatür tedavisinde yüksek hasta memnuniyeti ve düşük komplikasyon oranıyla uygulanan bir yöntemdir. Hastaların operasyondan beklentileri preoperatif dönemde iyi irdelenmeli ve hastaların imkansız beklentiler içerisinde olmaları önlenmelidir. Polyester sütürlerin kullanılmasıyla, ele gelen sertlik hissi azalmıştır
Amaç: Çal??ma, üniversite ö?rencilerinde sigara, alkol,madde deneyimi ve kullan?m bozuklu?u ile cinsiyet,fakülte, s?n?f, ya?am ortam?, ailedeki madde kullan?m?aras?ndaki ili?kiyi de?erlendirmek üzere tasarlanm??t?r.Yöntem: Ara?t?rma, kesitsel alan çal??mas?d?r ve örneklem, fakülte ve s?n?f düzeyine göre tasarlanm?? tabakaland?r?lm?? örneklem metoduna göre seçilmi?tir.Uygulama, s?n?f ortam?nda gerçekle?tirilmi?tir.Demografik veri formu, Fagerström Nikotin Ba??ml?l???Testi, Alkol Kullan?m Bozukluklar? Tan?ma Testi kullan?lm??t?r. ?statistiksel de?erlendirmede, frekans testleri,Pearson ki-kare, Mann Whitney U ve Kruskal Wallis veSpearman korelasyon testi kullan?lm??t?r. Bulgular:Ara?t?rmaya, 1522 ö?renci kat?lm??t?r. Erkeklerde sigara,alkol, madde deneyimi ve tütün ile alkol kullan?m bozuklu?u kad?nlara göre daha yüksek bulunmu?tur. Esrar(%12.5), ekstazi (%2), kokain (%0.6) ve eroin (%0.1) s?kl?kla kullan?lan yasad??? maddelerdir. Sigara, alkol, maddedeneyimi, alkol kullan?m bozuklu?u ile s?n?f, fakülte,ya?am ortam? ve ailesel madde kullan?m? aras?nda ili?kibulunmu?tur. Tütün kullan?m bozuklu?u ile cinsiyetd???ndaki di?er faktörler aras?nda ili?ki bulunmam??t?r.Sonuç: Üniversite ö?rencileri aras?nda, erkek olma, üsts?n?flarda okuma, ailesel madde kullan?m?, ki?inin maddedeneyimi ve ba??ml?l???nda art??a yol açabilmektedir. Aileyan?nda ya da yurtta kalma, sa?l?k bilimlerini temsil edenfakültelerde okuma ise koruyucu faktörler olarak de?erlendirilebilir. Tütün kullan?m bozuklu?u ile ilgili bulgular,sigara kullanmak ile ba??ml? olman?n gençler aras?ndaay?r?c? özelli?i olmad???n? göstermi?tir
Amaç: Nozokomiyal sepsis yoğun bakım ünitelerinde (YBÜ) mortaliteye katkıda bulunan ana faktörlerden biridir. Genel YBÜ'ndeki nozokomiyal sepsisli hastalarda mortalite belirteçleri araştırıldı.Yöntemler: Bu geriye yönelik çalışma 1 Ocak 2013 ve 1 Mayıs 2014 tarihleri arasında bir eğitim ve araştırma hastanesinin iki genel YBÜ'nde gerçekleştirildi. Hastaların tıbbi kayıtlari standart formlara kaydedildi. Toplamda, 83 hastada gelişen 95 sepsis atağı dahil edildi. Hasta tıbbi kayıtlarından elde edilen veriler standart formlara kaydedildi. Bulgular: Sepsis insidansı 100 YBÜ kabul başına 21,2 olguydu. Ortalama YBÜ'de kalış süresi 37,56±39,595 gündü. Hastaların, 43'ü (%51,8) erkek ve 40'ı (%48,2) kadındı. Yaşları 18 ile 90 (ortanca, 69±15,753) yıl arasında değişmekteydi. Medyan APACHE II skoru 26,9±6,4 idi. Kabul için temel nedenleri 62'sinde (%74,7) tıbbi sorunlar, 13'ünde (%15,7) seçmeli ameliyatlar ve 10'unda (%12,8) acil ameliyatlardı. Pnömoni (%80) YBÜ'de nozokomiyal sepsisli olguların çoğunluğunu oluşturuyordu. Pseudomonas aeruginosa (%24,6), Acinetobacter baumannii (%24,6) ve Klebsiella pneumoniae (%18,5) en sık izole edilmiş Alındığı tarih: 02.02.2016 mikroorganizmalardı. Nozokomiyal sepsis nedeniyle ölüm oranı %41'di. Sonuç olarak, çok değişkenli lojistik regresyon acil cerrahi (p=0,004), SOFA skorundaki artış (p=0,001) ve hemodiyaliz gerektirmiş akut böbrek yetmezliğinin (p=0,004) nozokomiyal sepsis nedeniyle ölüm için Kabul tarihi: 09.06.2016
roteinemi olarak da bilinir. Fenotipik yönden tip IV ve tip V olarak iki ayrı tipi vardır. Sorumlu genetik anomali ikisinde de aynıdır (tip V daha ağır seyre- der). Ailevi kombine hiperlipidemi (AKH)'nin aksi- ne bu hastalarda tip IIa ve IIb fenotipine rastlanmaz. TG:Apo-B oranı artması ile normalden büyük VLDL partikülleri ve buna eşlik eden HDL kolesterol azal- ması vardır. Bu hastalıkta genetik bozukluğun yapısı bilinmemektedir. Kinetik çalışmalar asıl metabolik bozukluğun VLDL sentezinde artış olduğunu göster- miştir. VLDL sentezindeki artışa LDL-K'ye dönüşen VLDL oranındaki azalma eşlik eder ve bu LDL- K'nin kolesterol esterleri içeriğinin azalması ile bera- ber plazma LDL kolesterol değerlerinin normal sınır- lar içinde kalmasını sağlar. AKH'nin aksine Apo-B miktarlarında artış görülmez. Ailevi hipertrigliseri- demili hastaların Apo-C III düzeyleri ve Apo-CIII: Apo-E oranları da yüksektir. TG düzeyleri genellikle 200-500 mg/dL arasındadır ve açlıkta şilomikronlar ortaya çıkabilir. Hastaya uygulanacak kortikosteroid veya östrojen tedavisi hipertrigliseridemiyi ağırlaş- tırarak bazen akut pankreatite yol açabilir. Glukoz intoleransı ve hiperürisemi sıkça görülen komplikas- yonlardır. Bu hastaların, hasta aile bireylerinde plaz- ma insülini ile TG düzeyleri arasında anlamlı ilişki- nin bulunması, bu olayda insülin direncinin rolünün olabileceğini akla getirmektedir. LPL aktivitesi nor- mal sınırlardadır ancak bazen alt normal düzeylerde bulunabilir. Tip V fenotipinde olan hastalarda şilo- mikronemi sendromu ve pankreatit riski vardır. Ate- roskleroz riskinin arttığına ilişkin kanıtlar varsa da bu artışın birlikte bulunan diğer risk faktörleri nedeni ile olduğu düşünülmektedir. Hipertrigliseridemisi olan kadınlara oral kontraseptif verilmesi tromboembolik komplikasyonların sıklığını artırmaktadır. Tedavi di- yet, yaşam tarzının düzenlenmesi ve antilipemik ilaç- lar ile yapılır. Tedavide ilk hedef pankreatit riskini azaltmaktır. Seçilecek ilaçlar fibratlar, nikotinik asit ve balık yağıdır. Tedavi sırasında paradoksik LDL artışı gözlenebilir. TG'ler yüksek iken reseptör dışı LDL katabolizmasında artış olduğuna ilişkin kanıt- lar vardır. TG düzeyleri düşürüldüğünde LDL non- reseptör katabolizması da azalmaktadır. Ailevi lipoprotein lipaz inhibitörü Tip I hiperlipoproteinemili bir ailenin üç kuşağın- da yapılan çalışmalarda plazmada bir LPL inhibitörü görülmüştür. Etkilenen bireylerde ileri şilomikrone- mi ve hipertrigliseridemi görülmesinin yanı sıra ai
temel enerji kaynaklarından birini oluşturmalarıdır. Bu nedenle, oldukça stabil seyreden kolesterol değer- lerine karşılık TG değerleri çeşitli metabolik paramet- relerle ve diyetle yakından ilişki gösterir ve dalgalı bir seyir izler. Normal koşullarda bile TG düzeyleri di- ürnal değişkenlik gösterir ve gece saat 03:00 civarın- da en düşük değerdedir, sonrasında özellikle öğleden itibaren yükselerek akşamüzeri en yüksek düzeyine ulaşır. Bunun dışında, aynı diyet koşullarında bile TG düzeylerinde günden güne, aylık, mevsimlik ve yıl- lık değişiklikler %20-40 arasında değişebilir. Diürnal değişkenliğe ilave olarak aylık, mevsimsel ve yıllık olarak %24-%36'yı bulan değişimler de söz konusu- dur (Tablo 1).[8,9]
Çalışmanın amacı Çanakkale Boğazı kıyısal sularının (0-5 m) yumuşak zeminlerindeki Prosobranş kommunite yapısını belirlemekti. Bentoz örnekleri Temmuz 2008 ve Nisan 2009 tarihleri arasında bir Scuba dalıcı tarafından 30x30 cm'lik kuadrat kullanılarak mevsimsel olarak toplanmıştır. Örneklemeler Çanakkale Boğazı'nın 8 farklı istasyonun 3 transekt derinliğinde yürütülmüştür. Prosobranşlardan toplam 4472 birey kaydedilmiştir. Rissoa splendida Eichwald, 1830 sayısal olarak en baskın türdü (Di % = 20.57). Lapseki istasyonu en düşük birey sayısına (157) sahipken, Kilitbahir en yüksek (1069) birey sayısına sahipti. Spearman korelasyonuna göre en yüksek pozitif ilişki (rs = 0.75) tuzluluk ile tür sayısı arasındadır. Aksine en düşük (rs = 0.51) ilişki ise pH ile tür sayısı arasındadır. BrayCurtis benzerlik analizi yaz ve kış aylarının (88.65%) çok benzer olduğunu göstermektedir. Çanakkale ve Kilya koyu istasyonları yüksek (70.87 %) benzerliğe sahipti.
Background: The aim of this study was to evaluate th e recurrence patterns and the times of recurrence after temozolomide-based radiochemotherapy for high grade gliomas. Methods: Magnetic resonance imaging (MRI), di ffusion MRI, perfusion MRI, and MRI spectroscopy scans of 30 patients who were treated with radiotherapy concurrently with temozolomide chemotherapy between June 2009 and April 2012 were retrospectively evaluated. Central, in-field, marginal, and distant recurrences of progression were defined related to radiation therapy dose distribution (90% isodose line). Results: The overall survival (OS) rates of central recurrences at 1 year and 2 years were 78% and 25%, respectively (at a median of 16 months). The OS rate of in-field, marginal and distant recurrences at 1 year and 2 years were 100% and 40%, respectively (at a median of 24 months). The progression-free survival (PFS) rate of central recurrences at 1 year and 2 years were 21% and 0%, respectively (a t a median of 5 months). The PFS rate of in-field, marginal and distant recurrences at 1 year and 2 years we re 36% and 27%, respectively (at a median of 11 months). The PFS rate of pseudoprogression at 1 year and 2 year s were 87% and 43% (range, 7-31 months). Conclusions: The survival of new in-field, marginal and distant recurrences are longer and these new lesions develop at a later tim e compared with central recurrences. Pseudoprogression predicts better response to temozolomide-based radiochemotherapy. Finally, the location of recurrence is determined as one of the prognostic factors for OS and PFS.
-
Fibröz displazi normal kemik medullasının fibroossöz doku ile yer değiştirdiği, iskelet sisteminin benign gelişimsel bozukluğudur. Hastalığın gelişim mekanizması tam olarak saptanamamıştır. Hastalığın monostotik form (%70-80 oranında gözlenir ve sadece tek bir kemiği etkiler), poliostotik form (%20-30 oranında gözlenir ve birden fazla kemiği etkiler) ve McCune--Albright sendromu (poliostotik forma kutanöz ve en-- dokrin bulgular da eşlik eder) olmak üzere üç klinik formu vardır. Monostotik fibröz displazi(MFD) daha çok kosta, femur, tibia, ve kraniyofasiyal kemiklerde görülür. Poliostotik fibröz displazi (PFD) ise, kafatası ve fasiyal kemikler, pelvis, omur-- ga, üst ekstremite, klavikula, ve femurda görülür. Fibröz displazide radyografik görüntüler tanı koymak için yeterli olmakla birlikte kemik sintigrafisi özellikle poliostotik formda lezyonların yaygınlığını göstermede ve biyopsi lokalizasyonunu belirlemede faydalı olmaktadır.
Amaç: Kardiyak arrest sonrası prognoz tahmini için çeşitli skorlama sistemleri ve parametreler mevcuttur. Bu skorlama sistemlerinden bir tanesi olan BrANOS (Brain Arrest Neurological Outcome Scale); kardiyak arrest süresi, Glasgow koma skala puanı ve kranial bilgisayarlı tomografide (BT) ölçülen Hounsfield Ünitesi'nden oluşur. Bu çalışmanın amacı kardiyak arrest sonrası mortalite ve morbidite üzerine BrANOS'un etkinliğini araştırmaktır. Yöntemler: Üç yıl boyunca Yoğun Bakım Ünitesi'ne yatan kardiyak arrest hastaları retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya alınma kriterleri hastanın 18 yaşından büyük olması, kranial BT çekilmesi ve arrest sonrası 24 saatten fazla hayatta kalması idi. Yaş, cinsiyet, tanı, kardiyak arrest süresi, hastanede kalış, mortalite, Glasgow sonuç skoru (GSS) ve BrANOS puanı kaydedildi. Çalışmanın birincil sonlanım noktası kardiyak arrest sonrası 24 saatten fazla hayatta kalan hastalarda BrANOS puanı ile mortalite arasındaki ilişkiyi saptamaktır. İkincil sonlanım noktaları ise arrest sonrası iki yıllık yaşam beklentisini ve GSS'u belirlemektir. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 57±17 yıl (33 kadın, 67 erkek) idi. Yoğun Bakım Ünitesi mortalitesi %57 iken; ortalama BrANOS puanı 10,3±3,2 idi. Hayatta kalan ve ölenler arasında BrANOS skoru açısından anlamlı fark vardı (8,8±3,2'ye karşı 11,6±2,7; p<0,001). ROC analizi ile BrANOS için eğri altındaki alan 0,733 olarak saptandı. BrANOS değerinin >14 olması %100 doğrulukla mortaliteyi öngördü. Nörolojik sekelsiz tüm hastalar onun altında BrANOS değerine sahipti. BrANOS değeri ile GSS istatiksel olarak ilişkili bulundu (p<0,001). Arrest sonrası 24 saat hayatta kalan hastalarda iki yıllık yaşam beklentisi ise %31'di. Sonuç: Bu çalışma BrANOS'un kardiyak arrest sonrası prognozun tahminde güvenilir veriler sağladığını göstermiştir.
Amaç: Dişhekimliğinde kullanılan ve eklem hareketlerini taklit edebilen yardımcı cihazlar mevcuttur. Bu cihazlara artikulatör adı verilir. Artikülatörler; eklem hareketleri ile uyum içinde olan sabit yada hareketli protetik restorasyonların, klinik ve laboratuar aşamaların da kullanılır. Bu çalışmada; total ve kısmi diş eksikliği olan bireylerin konvansiyonel ve implant üstü protezler ile tedavisinde, tam ayarlanabilir (artex marka) artikülatör kullanımının klinik etkinliğinin araştırılması ve hastaların yaşam kalitesine etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışmaya 35 - 65 yaş aralığında, belirlenen kriterlere uygun 40 hasta çalışmaya dahil edilerek 20' şer kişilik 2 alt gruba ayrılmıştır. 1. Grup'da yer alan hastaların konvansiyonel veya implant üstü protezlerinin yapımı sırasında, kapanış kayıtlarının alınması, transferi ve protezlerinin laboratuar aşamaları için konvasiyonel yöntemler kullanılmıştır. 2. Grup'da yer alan hastaların konvansiyonel veya implant üstü protezlerinin yapımı sırasında ise kapanış kayıtlarının alınması, transferi ve protezlerinin laboratuar aşamalarında artikülatör sistemi kullanılarak protezleri üretilmiştir. Bulgular: Artikülatör sisteminin kullanıldığı çalışma grubu hastalarında gerek çiğneme etkinliği ve fonasyon açısından, gerekse estetik memnuniyet ve eklem problemlerinin oluşmaması veya mevcut eklem problemlerinin gerilemesi açısından istatistiksel olarak anlamlı pozitif sonuçlara ulaşılmıştır. Sonuç: Artikülatör sistemi kullanıldığı çalışma grubu hastalarında; çiğneme etkinliğinin yüksek, yeterli ısırma kuvveti uygulanabildiği, çiğneme kaslarında ağrı veya eklem problemlerinin olmadığı, konuşmanın etkilenmediği ve estetik görünümü açısından daha tatminkar olduğu sonucuna varılmıştır
Amaç: Bu çalışmamızda, Ocak 2013-Aralık 2015 tarihleri arasında Hastanemiz acil servisine ekstremite damar yaralanması ile başvuran hastaların tanı ve tedavi sürecini retrospektif olarak inceleyip, tanı yöntemleri, tedavi seçenekleri, mortalite ve morbidite üzerine etki eden faktörleri irdeleyip, literatür eşliğinde sunmayı amaçladık.Yöntem: Hastanemiz acil servisinde Ocak 2013-Aralık 2015 tarihleri arasında periferik damar yaralanması tanısı alıp, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniğince aynı ekip tarafından tedavi edilen 34 olguyu retrospektif olarak değerlendirdik. Olgularımızın 29'u (%85,3) erkek, 5'i (%14,7) kadın olup, yaş ortalaması 32,00±14,67 yıl (10-68 yıl) idi. Travmanın durumuna göre kalp ve damar cerrahisinin yanısıra ortopedi ve plastik cerrahi uzmanlarından oluşan mutlidispiliner bir yaklaşımla hastalar değerlendirildi. Fizik muayene ve sonografik el doppler aleti ile tüm hastalar değerlendirildi. Yara yeri ve genel durumu uygun olan olguların tamamına Doppler Ultrasonografi çekilerek, hem arteriyel hem de venöz sistem detaylı olarak incelendi. Künt travma hikayesi olanların tamamına böbrek fonksiyon test sonuçları uygun olduğu için Bilgisayarlı Tomografik Anjiografi çekildi. Ortopedik müdahaleler dahil diğer cerrahi branşların operasyonları da, hayatı tehdit eden bir durum yoksa, revaskülarizasyon veya hasarlı damarın tamirinden sonra gerçekleştirildi. Bundaki amaç iskemi süresini kısaltmaktır. Ameliyat esnasında kardiyovasküler ekip tarafından damar yaralanmasının tipi belirlenerek operasyonun planı tayin edildi. Ameliyatı takiben hastalar yoğun bakım koşullarında vasküler açıdan yakın takip edildi. Ameliyat sonrası Doppler Ultrasonografi ile vasküler yapılar kontrol edildi. Gerek görülmesi halinde kontrol BT Anjio çekildi. Bulgular: Yirmibir olguda(%61,8) kesici-delici aletle, 6'sında(%17,6) kemiğin kırık segmentinin deplasmanına sekonder gelişen kesi ile, 4'ünde (%11,8) künt travma ile, 3'ünde (%8,8) ateşli silahla yaralanma meydana gelmiştir. Altı hasta (%17,6) hemorajik şok tablosu ile acil servise başvurmuştu. Üst ekstremitede %20,6 (7 olgu) oranı ile en fazla brakiyal arter yaralanması saptanmış olup, alt ekstremitede %29,4 (10 olgu) oranında femoral arterde yaralanma daha fazladır. Hasta popülasyonumuza bakıldığında %73,5oranında transseksiyon (25 olgu), %8,8 oranında (3 olgu) intimal ayrılma ve %17,6 oranında (6 olgu) lateral ayrılma saptandı. Hastaların 13'ünde (%38,2) safen ven greft olarak kullanılarak interpozisyon tekniği ile tamir yapıldı. Üç hastaya medikal tedavi uygulandı. Venöz yaralanma 14 (%41,1) olguda saptandı. Bu olgulardan 5 tanesine(%14,7) karşı bacaktan safen ven alınarak tamir veya bypass yapıldı. Safen ven yama olarak 3 hastada kullanılırken, 2 hastada ise interpozisyon (popliteal vende) amaçlı greft olarak kullanıldı. Geri kalan 9 hasta (%26,5) ise venöz segment tamir veya bypassa imkan vermeyecek şekilde tahrip olduğu ve kalibrasyonları çok ince belirlendiği için bağlandı. Operasyon sonrası takiplere bakıldığında 3 hastada (%8,8) kompartman sendromu gelişti. Bunlardan 2 olguda popliteal arter ve 1 olguda brakiyal arter yaralanması mevcuttu. Bu hastaların tamamına fasiyatomi açıldı. Brakiyal arter yaralanması olan hastanın kolu kurtarılamayarak ön kol ampütasyonu, popliteal arter yaralanması olan hastalardan bir tanesinde de diz altı ampütasyon gerçekleştirildi. Kalan 32 hastada ampütasyona sebep olacak bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Tartışma: Periferik damar yaralanmalarında erken tanı konulup, gerekli tedaviye erken dönemde başlanması; ekstremite kaybını ve mortalite oranını azaltmaktadır. Bu hastalarda, yaralanmanın durumuna göre kalp ve damar cerrahisinin yanısıra ortopedi ve plastik cerrahi uzmanlarından oluşan mutlidispiliner bir yaklaşımın daha etkili olacağı inancındayız
Amaç: Malign adneksiyal kitlelerin tanısında donuk (fro- zen) kesit incelemesinin doğruluğunun belirlenmesi Yöntemler: Adneksiyal kitle nedeniyle opere edilen veoperasyon sırasında donuk kesit incelemesi istenen 192hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Sonuçlar parafinkesit sonuçlarıyla karşılaştırılmıştır. Bulgular: Tüm olgularda, donuk kesit incelemesine yanıtverilebilmiştir. Donuk kesit incelemesinin, benign kitlelerisaptamadaki duyarlılığı, %98,8; borderline (hudut) kitlelerisaptamadaki duyarlılığı %90; malign kitleleri saptamada- ki duyarlılığı ise %93,8 saptanmıştır. Spesifisite sırasıyla%92,3, %98,9 ve %100 saptanmıştır. Toplamda doğrulukoranı ise %97,9 bulunmuştur. Donuk kesitler parafin ke- sitlerle karşılaştırıldığında, iki benign olguya yanlış olarakborderline, bir borderline olguya benign, bir malign olguyaise benign tanısı konulmuştur. Yanlış tanı konulan malignolgu müsinöz tip, diğer benign ve borderline olgular iseseröz tip over tümörüdür. Sonuç: Donuk kesit incelemesi, malign adneksiyal kit- leleri saptamada yüksek duyarlılığa sahiptir. Parafin ke- sit altın standart yöntemdir, ancak operasyon sırasındacerrahi müdahalenin şekli için daha hızlı yanıt gereklidir.Bu nedenle, donuk kesit incelemesi şüpheli adneksiyalkitlelerin cerrahi tedavisinde hızlı sonuç verdiği için tümadneksiyal kitlelere uygulanmalıdır.
Amaç: Bu çalışma, yoğun bakım ünitesindeki stresörlerin hasta ve hemşireler tarafından algılanmasını incelemek amacıyla yapıldı. Gereç ve Yöntemler: Araştırma, Celal Bayar Üniversite hastanesinin dahili ve cerrahi yoğun bakım ünitelerinde yapıldı. Araştırmanın örneklemini; yoğun bakım ünitelerinde en az 24 saat kalan, bilinci açık, iletişim sorunu olmayan 86 hasta ile aynı yoğun bakım ünitelerinde görev yapan 52 hemşire oluşturdu. Araştırma verilerinin toplanmasında, "Hasta ve Hemşire Tanıtım Formu" ve "Yoğun Bakım Ünitesi Çevresel Stres Kaynakları Ölçeği (YBÜÇSKÖ)" kullanıldı. Bulgular: Yoğun Bakım Ünitesi Çevresel Stres Kaynakları Ölçeği puan ortalaması hastalarda 80,65±18,46, hemşirelerde 142,5±28,7'di. Hemşirelerin YBÜÇSKÖ puan ortalamaları hastalara oranla daha yüksekti (t=15,063, p=0,00). "Ağızda ya da burunda tüp olması" hem hastalar hem de hemşireler tarafından ilk sırada bildirilen stresördü. İlk beş sırada bildirilen diğer stresörlerin hastalarda "mahremiyetin olmaması", "çok sıcak/ soğuk odada bulunmak", "erkek ve kadınların aynı odada bulunması" ve diğer hastaların ağlamalarını/inlemelerini duymak", hemşirelerde ise "ağrı çekmek", "ölüm korkusu", "kalp monitöründen kalbinizle ilgili sorun olduğunu gösteren alarm seslerini duymak" ve "diğer hastaların ağlamalarını/inlemelerini duymak" olduğu saptandı.Sonuç: Hemşirelerin algıladıkları yoğun bakım stresörlerinin seviyesi hastalarınkinden daha yüksekti. Hemşirelerin ilk 5 sırada algıladığı stresörlerle hastaların algıladığı stresörler arasında benzerlikler olmakla birlikte; hemşirelerin hastalık durumu ile ilgili, hastaların ise yoğun bakımın fiziksel ortamı ile ilgili stresörleri ilk sıralarda bildirdiği söylenebilir.
Amaç: Multidisipliner yönetilen bariyatrik cerrahi, cerrahi dışı tedavilerle karşılaştırıldığında morbid obezite ve obezite ile ilişkili ko-morbiditelerin tedavisinde etkin bir yöntemdir. Laparoskopik sleeve gastrektomi (LSG) ilk olarak süper-obez popülasyonda duodenal switch'li biliyopankreatik diversiyonun ilk basamağında yapılmaya başlanmıştır. Ancak son zamanlarda, LSG erken ve orta dönem sonuçlarının etkili olmasından dolayı sık kullanılan bir yöntem haline gelmiştir. Bu çalışmadaki amacımız, LSG yapılan ilk 73 hastamızdaki fazla kilo kaybı ve obezite ile ilişkili ko-morbiditelerin erken dönemdeki azalmasını değerlendirmektir.Gereç ve Yöntemler: Mart 2013 ve Mayıs 2014 arasındaki toplam 78 morbid obez hastanın ortalama vücut kitle indeksi 46,3 kg/m2'di (VKİ). Hastaların ortalama takip süresi 9 aydı ve 5 hastaya ulaşılamadığı için çalışmadan çıkarıldı. Hastalarımızın ameliyat öncesi ve sonrası ko-morbidite, VKİ, glukoz ve HbA1c seviyeleri, lipid profili kaydedildi. Hastalar ameliyat sonrası 1, 6 ve 12. aylarda değerlendirildi.Bulgular: Bu çalışmada hastaların ortalama fazla kilo kaybı yüzdesi %58'di ve ortalama serum glukoz, HbA1c, LDLkolesterol, trigliserid, insülin seviyeleri ve insülin direnci önemli oranda azaldı. Ortalama HDL-kolesterol seviyesi arttı.Sonuç: Laparoskopik sleeve gastrektomi, morbid obezitenin komorbitelerini düzeltmede efektif bariatrik ve metabolik cerrahi seçenek olabilir
Çift odacıklı sağ ventrikül, sağ ventrikül çıkım yoluobstrüksiyonuna neden olan nadir bir kalp defektidir. Bupatolojide, sağ ventrikül fibromusküler bant ile iki bölmeyeayrılmıştır. Beş aylık iken ventriküler septal defekt onarımıuygulanan 12 yaşındaki kız hasta nefes darlığı ve çabukyorulma şikayeti ile hastanemize başvurdu. Hastaya izoleçift odacıklı sağ ventrikül tanısı kondu ve cerrahi düzeltmebaşarıyla gerçekleştirildi. Ameliyat sonrası transözofajiyalekokardiyografide sağ ventrikül çıkım yolunda basınç farkıgörülmedi. Olaysız bir iyileşme sonrasında hasta ameliyatsonrası beşinci günde taburcu edildi.
Amaç: Kalp yetersizliği (KY) olan hastalarda fonksiyonel ka- pasite, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonundan (EF) bağımsız şekilde kötü prognozu gösteren bir belirteçtir. Lenfosit sayısı günümüzde kronik KY için risk sınıflandırılması amacıyla kul- lanılmakta ve lenfositopeni şiddetli KY ile ilişkilendirilmektedir. Ancak, kararlı KYli hastalarda lenfosit sayısı ve fonksiyonel kapasite arasındaki ilişki hakkında veri mevcut değildir. Bu ça- lışmada, ayaktan başvuran sistolik KY bulunan hastalarda len- fosit sayısı ve NYHA (New York Heart Association) fonksiyonel kapasitesi arasındaki ilişki araştırıldı. Yöntemler: Türk Araştırma Ekibi-KY (TREAT-HF), KY merkez- leri arasında, KYde çok merkezli gözlemsel çalışma yapan bir bilgi ağıdır. Burada sekiz KY merkezi, azalmış EFsi olan 392 hastanın bilgilerini topladı ve sundu. Hastalar iki gruba ayrıldı ve gruplar karşılaştırıldı. Grup 1: Azalmış EFsi olup hafif şi- kayetleri olan KYli hastalar (NYHA I II), Grup 2: NYHA III IV semptomlara sahip olan hastalar. Bulgular: Hastaların yaşları ortalama 60±14 idi. Lenfosit sayısı NYHA III IV olanlarda, NYHA I II olanlara göre daha düşük- tü (0.9 [0.6 1.5] x1000 karşı 1.5 [0.7 2.2] x1000, p <0.001). Çok değişkenli lojistik regresyon analizinde, lenfosit sayısı (OR: 0.602, %95 GA: 0.375 0.967, p=0.036), ileri yaş, erkek cinsiyet, hipertansiyon mevcudiyeti, ejeksiyon fraksiyonu, sol atriyum çapı, sistolik pulmoner arter basıncı, nötrofil ve bazofil düzeyleri, kreatinin seviyesi ve diüretik kullanımı ayaktan baş- vuran sistolik KYli hastalarda, kötü NYHA fonksiyonel sınıf ile ilişkilidir. Sonuç: Yaptığımız bu çalışma lenfostipeninin, azalmış EFsi
The gamma-ray mass attenuation coe&#64259;cients of various absorber materials such as Ag, Al, Au, Bakelite, Cu, Fe, Pb, Plexiglas, Si, Sn, water, and Zn were determined theoretically at di&#64256;erent gamma-ray energies and di&#64256;erent absorber thicknesses in order to investigate how the number of gamma photons and their energies a&#64256;ect the calculation of mass attenuation coe&#64259;cients of the absorbers since no study such a comprehensive work here was encountered. For this purpose,the FLUKA Monte Carlo (MC) and XCOM programs were used. Calculated coe&#64259;cients were compared to the literature values and found to agree well with them. The FLUKA MC program was successful in the calculation of gamma-ray mass attenuation coe&#64259;cients of materials as was XCOM. The coe&#64259;cient results were a&#64256;ected by the number of incident gamma photons in the calculation, and a high incident photon number was suggested.
Amaç: Viseral leishmaniasis (VL) ateş, hepatospleno- megali, pansitopeni ile karakterize sistemik bir hastalık- tır. Hatırlanması güç olduğundan hatalı tanı yaygınolup, tedavi sıklıkla uygunsuz ve gecikmiş olmaktadır.Bu makalenin sunulmasında amaç viseral leishmania- sisin endemik olduğu Batı Anadolu bölgesinde hastalı- ğın tanısındaki gecikmelerin nedenlerini belirleyebil- mektir. Bizler bu makalenin klinisyenlerin hastalığıntanısı ile ilgili bilgilerini geliştireceğini ve hastalığın dahaiyi hatırlanmasına katkı sağlayacağını ummaktayız. Gereç ve Yöntemler: Hastanemizde Ağustos 2005ile Aralık 2011 tarihleri arasında tanısı konulan vetedavi edilen 15 hastanın klinik ve laboratuvar kayıtla- rı retrospektif olarak gözden geçirildi. Hastalarındemografik, klinik ve laboratuvar sonuçları kaydedildi. Bulgular: Onüç hasta Türkiyenin endemik bölgesiolan Batı Anadoludan gelmişti. En sık saptananyakınmalar solukluk ve ateş idi. Hastaların tümündehipoalbuminemi, hiperglobulinemi ve sitopeni saptan- dı. Semptomların başlamasından, hastanemizde tanıkonulana kadar geçen süre 5 ile 180 gün arasındadeğişmekteydi. Sonuç: Çalışmanın sonucunda endemik bölgedeyaşayan, uzamış ateşi, solukluğu, hepatosplenome- galisi ve sitopenisi olan hastalarda viseral leishmania- sisin mutlaka hatırlanması sonucuna vardık. Tümpratisyen hekimlerin ve pediatristlerin bu konu ile ilgiliolarak bilgilendirilmelerinin gerekli olduğuna ve bubilgilendirme çabalarının gecikmiş tanı sayılarını azal- tacağına inanmaktayız.

/ 7
4 / 7