711 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Okul müdürlerinin okulda görev yapmakta olan personele ve ilişkili olunan personele ilişkin ötekileştirme davranışlarının belirlenebilmesi eğitim ve okul yönetimi açısından alana önemli katkı sağlayabilir. Bu gerekçeler doğrultusunda bu çalışmanın amacı, okul müdürlerinin ötekileştirme davranışlarını ölçmeye yarayan geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmektir. 52 maddeden oluşan taslak ölçek Batman ilinde, 2020-2021 eğitim öğretim yılında görev yapan 475 öğretmen ile gerçekleştirilmiştir. Yapı geçerliği için Açımlayıcı Faktör Analizi (AFA) ve yapının doğrulanması için Doğrulayıcı Faktör Analizi (DFA) aynı veri ile yapılmıştır. Açımlayıcı faktör analizine göre ölçek, öz değeri birden büyük beş alt boyuttan oluşmaktadır. Toplam varyansın %68,445’ini açıklamaktadır. Doğrulayıcı faktör analizi sonuçlarına göre Ki-kare değeri kabul edilebilir, AGFI kabul edilebilir düzeydedir. GFI (iyilik uyum indeksi) kabul edilebilir, NFI kabul edilebilir, IFI kabul edilebilir ve RMR mükemmel uyum düzeyindedir. Modelin RMSEA değeri de kabul edilebilir düzeydedir. Bu sonuçlara göre, ölçeğin geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğunu söylenebilir.
It is observed that financing revenue generating awqaf projects to serve socio-economic development purposes requires considerations and provides opportunities that are different from those of typical development finance. Notably, the positive impact of these projects fully depends on their ability to generate revenue utilizable for social purposes, requiring minimization of the debt burden on such projects. Furthermore, the nature of awqaf projects provides an excellent avenue to attract legacy-conscious donors, looking for long-term impact. In light of these observations, the pertinent question that arises is: what is the impact of using Islamic blended financing to support revenue generating awqaf projects? The literature has been silent on this issue. The present study examines the extent to which this type of financing increases the positive impact of developing awqaf projects and how blending the various Islamic commercial contracts (mainly exchange and sharing contracts with contributory contracts) decreases the net financing burden and makes awqaf financing more concessional. The study is based on a qualitative review of two case studies from the Islamic Development Bank’s Awqaf Properties Investment Fund (APIF). This review leads to various policy recommendations that can be adopted by relevant stakeholders to enhance the impact of developing awqaf properties.
23 Kasım 1944’te yayın hayatına başlayan Yaratış, on beş günde bir yayımlanan İstanbul merkezli bir fikir, sanat ve edebiyat dergisidir. Derginin sahibi ve kurucusu Mürsel Kalyoncu, neşriyat müdürü Kenan Kutay, idare ve yazı işleri sorumlusu ise Salâhattin Hakkı Esatoğlu’dur. Yayın takvimindeki birtakım aksamalarla birlikte derginin dokuzuncu ve son sayısı 1 Mart 1946’da yayımlanabilmiştir. Böylelikle Yaratış’ın 1944-1946 arasına yayılan yaklaşık bir buçuk yıllık bir ömrü olmuştur. Dergide şiir başta olmak üzere hikâye, eleştiri, röportaj gibi edebiyatın hemen her türünden esere yer verilmiştir. Yaratış, dokuz sayılık ömrü boyunca 100’ün üstünde farklı imzaya yer vermesi dolayısıyla zengin bir yazar ve şair kadrosuna sahiptir. Makalenin amacı dergi hakkında genel bilgiler vermek, dergideki edebî ve kültürel faaliyetleri ortaya koymaktır. Ayrıca derginin sistematik indeksi hazırlanmış, araştırmacılara derginin muhtevasının eksiksiz bir şekilde sunulması hedeflenmiştir.
Bu araştırmada benlik saygısı ile ilişki bağımlılığı arasındaki ilişkide affetmenin çoklu aracılığı incelenmiştir. Araştırmanın katılımcıları 325’si kadın (% 65), 175’i erkek (%35) olmak üzere 520 kişiden oluşmaktadır. Araştırmada iki boyutlu benlik saygısı , affetme ve ilişki bağımlılığı ölçekleri kullanılmıştır. Bu araştırmada, bireylerin benlik alt ölçek puanları ile ilişki bağımlılığı arasındaki ilişkide affetme alt ölçek puanlarının aracılık rolü incelenmiştir. Araştırma ilişkisel tarama modeli ile gerçekleştirilmiştir. Yapısal eşitlik modeli yardımıyla değişkenler arasındaki nedensel ilişkiler saptanmaya çalışılmıştır Araştırma bulgularına göre kendini sevme ve öz yeterlilik ilişki bağımlılığını negatif yönde anlamlı bir şekilde yordamaktadır. Kendini sevme kendini affetmeyi pozitif yönde, başkalarını ve durumu affetmeyi negatif yönde anlamlı bir şekilde yordamaktadır. Öz yeterlilik ise kendini, başkalarını ve durumu affetmeyi pozitif yönde anlamlı bir şekilde yordamaktadır. Kendini sevme ve öz yeterliliğin ilişki bağımlılığı üzerindeki doğrudan etkileri anlamlıdır. Bununla birlikte kendini affetme, başkasını affetme ve durumu affetme aracı değişkenleri modele dahil edildiğinde bu ilişki anlamsızlaşmaktadır. Bu durum kendini affetme, başkasını affetme ve durumu affetmenin tam aracı rolünde olduğunu ortaya koymaktadır. Sonuç olarak ilişki bağımlılığının önlenmesinde benlik saygısının yükseltilmesinin ve bireylerde affetme becerilerinin kazandırılmasının oldukça önemli olduğu görülmektedir.
Faizsiz finans kuruluşlarının likidite yönetimlerinde önemli bir rol oynayan sukuk türlerinin ikincil piyasada işlem görebilme kabiliyeti bu kuruluşlar için hayati önem taşımaktadır. Sukuk sertifikalarının ikincil piyasalarda işlem görebilmesi için sukukun borca dayalı değil varlığa dayalı olarak ihraç edilmiş olması gerekir. İslami Finans Kuruluşları için Muhasebe ve Denetim Kurumu (AAOIFI), sukuk hakkında bir standart yayınlamış olup, bu standardın açıkça anlaşılması, sukuk ihraç eden ve likidite yönetiminde kullanan faizsiz finansal kurumlar için oldukça önemlidir. Bunun nedeni, borç satışının fıkhen yasak olması nedeniyle bu finansal kuruluşların bazı sukuk sertifikalarını ikincil piyasada alıp satmamaları ve likidite yönetiminde kullanmamaları gerekliliğidir. Makalenin yazılma amacı; çeşitli ülkelerin devlet kurumlarının ihraç ettikleri sukuk türlerini araştırarak, bu sukuk türlerinin AAOIFI sukuk standardına ve borç satışı (bay’al-dayn) yasağına göre ikincil piyasada alınıp satılmaya uygun olup olmadıklarını tespit etmektir. Makalede bu sukuk türlerinden bazılarının fıkhi açıdan ikincil piyasaya uygun olmadıkları halde likidite yönetimi amacıyla piyasaya sürüldükleri belirlenmiştir.
Açık ekonomilerde dış ticaret ve enflasyon arasındaki ilişki Keynesyen talep fonksiyonunda ihracattaki artışın yurtiçi gelirleri ve dolayısıyla toplam talebi artırıp fiyatların yükselmesine, ithalattaki artışın ise milli gelirin bir kısmının yurt dışına çıkmasına neden olarak toplam talebi azaltacağı ve enflasyonu düşüreceği şeklinde formüle edilmiştir. Türkiye'de dış ticaret ve enflasyon arasındaki ilişkiyi analiz eden geniş bir literatür olmasına rağmen, bildiğimiz kadarıyla bu çalışma iki değişken arasındaki ilişkiyi 1969q1-2022q4 dönemi için ARDL modelini kullanarak sektörel bazda inceleyen ilk çalışmadır. Yapılan analiz sonucunda kısa dönemde toplam ihracatın tüketici fiyatları üzerinde negatif ve anlamlı, toplam ithalatın ise pozitif ve anlamlı etki ettiği tespit edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre sektörel ithalat ve ihracatların enflasyon üzerinde etkileri farklılık arz etmekte, bu etkiler kısa ve uzun dönemde de ayrışmaktadır. Özellikle, tekstil ürünleri ithalat ve ihracatlarının hem kısa hem de uzun dönemde yurtiçi fiyatlara pozitif ve anlamlı etki ettiği görülmüştür. Ayrıca üç sektör ithalatlarının da (elektrik, gaz ve su, ormancılık ve tomrukçuluk ve başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat) kısa ve uzun dönemde yurtiçi fiyatlara pozitif ve anlamlı etki ettiği tespit edilmiştir.
Bu araştırmanın amacı sınıf öğretmenlerinin mobbing algılarının ne düzeyde olduğunu incelemek ve sınıf öğretmenlerinin mobbing algısının cinsiyet, yaş, bulunduğu okulda çalışma süresi, mesleki kıdem, medeni durum ve eğitim durumu değişkenlerine göre farklılaşma durumunu belirlemektir. Araştırmada tarama yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın evrenini İstanbul İli Bağcılar İlçesi’nde çalışmakta olan sınıf öğretmenleri oluştururken örneklem grubu ise bu evrenden seçilen kolayda örneklem yöntemi ile belirlenmiş 245 sınıf öğretmeninden meydana gelmektedir. Çalışmada araştırmacı tarafından oluşturulan demografik veri formu ve “Mobbing Ölçeği” kullanılmıştır. Veriler SPSS programı ile analiz edilmiştir. Veri analizi sonucunda sınıf öğretmenlerinin cinsiyet, okuldaki çalışma süresi ve mesleki kıdem değişkenleri açısından mobbing algılarında anlamlı farklılıklar olduğu görülmüştür. Yapılan analizler neticesinde sınıf öğretmenlerinden kadın olanlar ile meslekte yeni olanların mobbing düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca okulda çalışma süresi ve mesleki kıdem ile de mobbing düzeyi arasında farklılıklar olduğu görülmüştür. Özellikle mobbing ölçeği genel puanına bakıldığında daha az tecrübesi olan öğretmenlerin mobbing düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Bu hususta mobbinge maruz kalan öğretmenlerin hakları korunmalı ve desteklenmelidir. Okulda mobbingin önlenmesi için eğitimler düzenlenmelidir. Mobbingin cinsiyet, çalışma süresi ve mesleki kıdem gibi demografik unsurlara göre farklılıklar gösterdiği göz önünde bulundurularak, okullarda bu konuda hassasiyet gösterilmelidir. Öğretmenler, mobbing ile karşılaştıklarında sessiz kalmamalı ve bu durumu ilgili makamlara bildirmelidir.
1940’lı yılların sonunda Varlık dergisinde yayımlanan bir dizi deneme, genç bir köy öğretmeni olan Mahmut Makal’ı Türkiye’nin gündemine taşıdı. Makal, İç Anadolu’nun bir köyündeki gündelik yaşam izlenimleri nedeniyle İstanbul ve Ankara’daki entelektüel çevrelerin hemen ilgisini çekti. Gözlemleri daha sonra Bizim Köy adıyla 1950’de yayımlandı ve çeyrek yüzyıldan fazla bir süredir devam eden Tek Parti iktidarının sona ermesiyle sonuçlanan ilk şeffaf ulusal seçimlerin arifesine denk geldi. Burada hem sıradan bir İç Anadolu köyündeki yaşam koşullarına hem de erken Cumhuriyet döneminde Kemalizmin temsilcileri tarafından hedeflenen “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” idealine bakarak Türkiye’de demokratik düzene geçiş koşullarının bir değerlendirmesini sunmayı amaçlıyorum. Bu bağlamda, köylüler ve köy yaşamı ile çok-partili sisteme geçiş sürecinde karşılaşılan toplumsal sorunlar üzerine bazı değerlendirmelerde bulunarak Bizim Köy’ün ışığında cumhuriyetçilikle köylülük ve Türkiye’deki edebiyatla siyasetin ilişkisini göstermeye gayret ediyorum.
In Turkey, since 1948, the auxiliary resource books used in teachings of History of Islamic Arts and Architecture studies in higher education are the ones, prepared through summarised translations from certain European authors’ publications. The contents of these books provide very little information and visuals on important buildings of Early Muslim Architecture. In addition, the information given from the works of those authors on these buildings are conveyed as the only and the most accurate available in the market, without mentioning anything about the existence of alternative views of other researchers. Although K.A.C. Creswell presented substantial alternative information in his book titled Early Muslim Architecture which he revised and published as two volumes (three books) in 1969, but the valuable information he presented were not incorporated in the Turkish supplementary books. Insufficient information and visual materials in sources of Early Muslim Architecture sources in Turkiye, are analyzed in comparison to K.A.C. Creswell’s aforamentioned publicatiıns in this research article. Further more, it will be demonstrated that Creswell’s books contain a substantial amount of information and visual materials, sufficient to address many of the deficiencies present in Turkish educational resources.
Kentlerin yüzyıllar boyunca fiziksel, ekonomik, sosyo-ekonomik, demografik, sosyal ve kültürel olarak büyüyüp gelişmeleri doğal bir süreç olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte kentsel büyümenin çeşitli etkenlerden kaynaklanan tersi bir olgunun var olduğunu da görmekteyiz. ‘Kentsel Küçülme’ terimiyle adlandırılan bu olgu aslında yeni olmayıp çok boyutlu bir süreç olması nedeniyle kentlerin tarih boyunca gelişimindeki deneyimler sonucu bu yüzyılda belirginlik kazanmıştır. Şikago Okulundan beri şehirlerin ve şehir merkezlerinin gelişmesi ve küçülmesi ile oluşan kentsel dönüşümün bir yaşam döngüsünden kaynaklandığı doğal bir süreç olarak kabul edilmektedir. Özellikle ABD’ de bunun nedenleri ve oluşumlarını analiz eden çalışmalar bazı kentlerin kaçınılmaz bir küçülme içinde olduğunu göstermektedir. Çok boyutlu bir süreç olan şehirlerin küçülmesinin nedenlerine yönelik farklı görüşler ortaya atılmakla birlikte görüşlerin hem fikir olduğu iki temel faktör, demografik yapıdaki değişim ve endüstriyel dönüşüm olarak belirmektedir. Nüfusun banliyölere yerleşmesi ile kent merkezlerinde yer alan konut yerleşimlerinin boşalması sonucu canlılığını yitirmiş alanlar boşluk olarak ortaya çıkmıştır. Kent merkezlerinde boşluklar olarak beliren büyük alanların benzerleri, teknolojik gelişmeler ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle gelişen endüstriyel dönüşüm sonucunda meydana gelmektedir. Avrupa kentleri dünyanın diğer kıtalarında yer alan kentlere oranla ‘küçülme’ süreçlerini önceden deneyimlemiş ve küçülmeye karşı çözüm önerilerini geliştirme çalışmalarına daha önce başlamıştır. Bu çalışmada küçülen şehirlerde etken olan önemli iki faktörün fiziksel ve mekânsal yansıması olan ‘banliyöleşme’ ve ‘endüstriyel dönüşüm’ Liverpool kenti üzerinden ele alınmıştır. Liverpool’un küçülen şehirler kapsamından çıkmasını sağlayan ekonomik gelişim ve kentsel dönüşüm süreci incelenmiş ve yeniden canlandırılmasında rol oynayan parametreler ayrıntılı biçimde ortaya konulmuş olup bu tür kentler için model olabileceği varsayılmıştır.
In today's world, where there is increasing demand and decreasing resources, environmental management, which is used for the effective use of resources, takes the lead in both quality and sustainability practices of organizations. In the study, the effects of environmental management and internal marketing perception in domestic airline companies in the Turkish civil aviation sector were researched, and the interaction of the sub-dimensions of the related concepts was emphasized. Environmental management scale and internal marketing scales were used in the study. The data obtained from 406 employees working in domestic airline companies in Turkey were analyzed using SPSS 26.0 and AMOS statistical programs. The statistical results show a significant correlation between internal marketing practices and environmental management practices. In addition to the correlation, internal marketing has an effect on environmental management.
This paper focuses on examining the transformation of the Beykoz Leather and Shoe Factory area, investigating the qualities of the buildings in the area, and evaluating them in the context of industrial archaeology. The study aimed to determine whether each of the four conservation methods determined by TICCIH and ERIH organizations and Rolf Höhmann (1992) are preferred for the buildings of the Beykoz Leather and Shoe Factory. Data collection was carried out in 5 years between 2018-2022. Data were collected through on-site observation, analysis of relevant documentation, and interviews with the Kundura Hafıza (Shoe Memory) unit established within the factory during multiple site visits. The original aspect and importance of the study is to conduct and comprehensively evaluate all three of the literature study, fieldwork, and data analysis within the scope of the study.
Background/aim: This study aimed to determine the proliferation and apoptotic effects of extracts from Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits on human breast cancer cells (MCF-7). Materials and methods: The Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits, which constitute the herbal material of the study, were turned into 80% acetone extract after washing. The total phenolic content in Berberis vulgaris fruit extracts was determined calorimetrically using Folin-Ciocalteu reagent. The spectrophotometric method was used to determine the total flavonoid amount of the extracts. In order to measure the antioxidant capacity of Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits and extracts, DPPH Radical Scavenging Power test and Cu (II) ion reducing antioxidant capacity method were applied. Cell viability rates were determined by the XTT method. Flow cytometric measurement was performed to examine the apoptotic role of the extracts in the cell by using the Annexin-V/7-AAD commercial kit. Results: According to the data, Berberis vulgaris fruit extract appeared more effective on MCF-7 breast cancer cells in both 24 and 48 hours of exposure. Analyses made to examine the phenolic component and antioxidant capacity properties of the fruits used in the study and the results we encountered when we exposed the cell were found to be compatible with each other. Annexin-V/7-AAD method showed that the apoptotic effects of the extracts in 48 hour exposures were more effective. Conclusion: It has been determined that Cornus mas L. and Berberis vulgaris fruits, which are rich in phenolic components with high flavonoid content and high antioxidant capacities, support the apoptosis of cancer cells.
In this article, based on its potential contribution to architectural design processes, research has been made on the “text-to-image” systems of artificial intelligence. In the research, the four most common systems Craiyon, Dall-E, Midjourney, and Stable Diffusion were selected, and these systems were tested for coloring a pre-school education space. First of all, the “kindergarten” text was presented to the systems and according to this text, four alternative images were produced from each system. Afterward, the dominant color coding of the images was analyzed in the computer environment. The 3D model of preschool space was colored with the obtained color codes. The 16 images that emerged because of coloring were presented to 62 expert participants, consisting of preschool teaching and architecture/interior architecture department members, accompanied by a survey. In the survey, the experts were asked to evaluate the colored images in “entertainment” and “academic” contexts. As a result of the statistical analysis of the survey data showed that the Craiyon system used colors more successfully than other systems in terms of coloring a preschool education space. This study measured the ability of artificial intelligence systems from text-to-image to interpret the text in terms of the production of color codes suitable for the type of space. However, it has been tried to articulate such systems to architectural design areas and to open the door from a unique perspective.
Giriş: Hipertansiyon, yüksek prevalansı ve artmış kardiyovasküler hastalık riskiyle ilişkisi nedeniyle tüm dünyada en önemli sağlık sorunlarından biridir. Çevresel, fizyolojik ve psikolojik faktörler bu hastalığın tedavisinde etkili olabilmektedir. Amaç: Bu araştırma hipertansiyon hastalarında sağlık kaderciliğinin tedaviye uyumlarına etkisinin incelemesi amacıyla yapıldı. Yöntem: Tanımlayıcı ilişki arayıcı türde olan bu araştırma bir üniversite hastanesinin Dahili polikliniklerine başvuran 201 hipertansiyon hastası ile yapıldı. Veriler, Tanıtıcı Bilgi Formu, Dini Sağlığı Kadercilik Ölçeği ve Hill Bone Hipertansiyon Tedavisine Uyum Ölçeği kullanarak toplandı. Bulgular: Hastaların Dini Sağlığı Kadercilik Ölçeği puan ortalaması 61,11 ± 13,30’dur. Hill Bone Hipertansiyon Tedavisine Uyum Ölçeği puanı 11,19 ± 6,62 olarak saptandı. Hastaların çalışma durumunun pozitif yönde, sağlık kontrolü yaptırma sıklığı ve ek kronik hastalık bulunma durumlarının ise negatif yönde din sağlığı kaderciliğini istatistiksel olarak etkilediği görüldü (p < 0,05). Hastaların çalışma durumlarının negatif yönde, ilaç sayısı ve ek kronik hastalık bulunma durumlarının ise pozitif yönde tedaviye uyumlarını istatistiksel olarak etkilediği belirlendi (p < 0,05). Dini Sağlığı Kadercilik Ölçeği’nin Hill Bone Hipertansiyon Tedavisine Uyum Ölçeği’ni negatif yönde etkilediği bulundu (p < 0,05). Sonuç: Hipertansiyon hastalarının din sağlığı kaderciliği eğilimlerinin yüksek, tedaviye uyumlarının orta düzeyde olduğu saptandı. Din sağlığı kaderciliğinin tedaviye uyumlarını etkilediği bulundu.
Amaç: Dünya Sağlık Örgütü sağlık alanında kritik iş gücü zorluklarıyla karşı karşıya kalan ülkelere, kendi sistemlerini aşamalı olarak optimize etmek, inşa etmek ve güçlendirmek için sağlık iş gücünün planlaması ve finansmanı; eğitimi ve istihdamı ile korunma ve performans şeklinde üç ana tema belirlemiştir. Sağlık İlerleme Modeli olarak sağlık ve bakım iş gücünün geliştirilmesi ve performansının güçlendirilmesini önermektedir. Bu çalışma hastalık yükleri kapsamında sağlık sistem dayanıklılığının sağlık iş gücü kapasitesinin ülkeler düzeyinde incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışmada kapasite değerlendirmesi Veri Zarflama Analizi kullanılarak yapılmış; doğumda beklenen yaşam süresi ve hastalık yükleri çıktı değişkeni olarak tanımlanırken; sağlık iş gücü kapsamında yer alan ve düzenli verisi olan 21 ülkeye ait 6 (altı) meslek grubu girdi değişkeni olarak tanımlanmıştır. Bulgular: Araştırma 4 (dört) model üzerinden gerçekleştirilmiştir. Analiz sonucunda sağlık hizmetleri insan gücü kapasitesinde ülkelerin etkinlik skoru 0,866-0,995 arasında tespit edilmiş ayrıca ülkelerin %24-52’si tüm modellerde etkin bulunmamıştır. Özgünlük: Literatürde hastalık yükleri ile değerlendirmeler yok veya az denecek kadardır. Veri Zarflama Yöntemi kullanılarak yapılmış bir araştırmaya da rastlanmamıştır. Bu çalışmanın önemi çıktı değişkeni olarak hastalık yüklerinin girdi değişkenleri olan sağlık iş gücü ile ilişkilendirilmiş olmasıdır. Hastalık yükleri aynı zamanda hizmet sunulması gereken sağlık kapasitesinin de önemli bir göstergesidir.
Osmanlı da Tanzimat dönemiyle birlikte sanayileşmeye önem verilmiş; fabrika yapıları kurulmaya başlanmıştır. Kocaeli bu dönemde İstanbul’a yakınlığı ve limanının olması ile fabrikaların kurulduğu aktif bir ticaret kenti olmuştur. Bu dönemin ilk fabrikalarından olan Çuha Fabrikası 1843’te Kocaeli’nde ordunun tekstil ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuş bir endüstri yapısıdır. Sultan Abdülmecid bu döneme kadar yurtdışından karşılanan çuhanın yurt içinde üretilerek hem Avrupa’dan bağımsız olunması hem de yerli halka iş imkânı sağlanması için bir çuha fabrikası kurulmasına, bütçenin ise devletten karşılanmasına karar vermiştir. Zamanla eklenen yapılarla büyüyen fabrikada yurtdışından getirilen makinelerle üretim sağlanmıştır. Kocaeli bu dönemde önemli bir sanayi kenti olduğu için Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler ve Yunanlar tarafından işgal edilmek istenmiştir. 1920’de İngilizler’in fabrikayı bombalamaları ile birlikte yapılar ağır hasar görmüş; üretim durmuştur. Bu dönemden sonra askeriyeye devredilen fabrika, günümüzde de askeri alan içerisinde kalmaktadır ve birçok fabrika yapısı kullanılmaz durumdadır. Bu çalışmada Çuha fabrikasının tarihi ile birlikte fabrika içerisinde “Bacalı Ambar” olarak adlandırılan eski dokuma atölyesinin ve bacasının mimari özellikleri incelenmiştir. Bombardımandan sonra fabrikanın işlevsiz kaldığı ancak bacalı ambarın bu dönemde hasar almadığı arşiv belgelerinde görülmektedir. Ancak 1999 yılına kadar geçen sürede yapıya ilişkin belgelere ulaşılmamış olup atölye yapılarından birinin kayba uğradığı, ayakta kalan bölümlerinde ise değişiklikler yapıldığı tespit edilmiştir. Endüstri mirası olan yapının kayba uğramış öğeleri ve arşiv belgeleriyle özgün durumu değerlendirilmiştir.
Based on the information found in the literature, which suggests that "more compact forms closer to squares are preferred in building designs in cold climate regions," this study investigates to what extent the existing theoretical knowledge of compactness is practically followed in the shaping of winter tourism accommodation structures and how the differences in building form based on regions affect the amount of energy consumption. Cold climate region structures were preferred because compactness is more comparable in terms of form and provides a constraining plane. In this study, 50 accommodation structures in different regions that are most preferred for winter tourism were evaluated based on compactness. The existing and compact projections of the selected structures were measured, and then these plan projections were superimposed to obtain compactness ratios. Additionally, the structures were 3D modeled in both the existing and compact forms, and the energy consumption amounts for both forms were measured using the “Energy Plus” energy simulation engine with the assistance of the "Ladybug" plugin, which operates in the Rhinoceros3D/Grasshopper3D environment. Furthermore, data such as the facade opening ratio, main facade direction, and number of floors were determined and compiled into a table. As a result, it was found that increasing the surface area significantly affects the compactness ratio in accommodation structures with relatively small floor areas. There is a linear relationship between the increase in floor area and the number of floors. It was determined that there is no specialized building form or main facade direction for any region. In regional evaluations, it was observed that the difference in projection is low in regions where the difference in energy consumption between the existing and compact forms is also low.
Turkish has a negative concord item (NCI) katiyen ‘never’ that functions as an adverb and generally requires the presence of sentential negation in the sentence (Kelepir, 2001; Göksel and Kerslake, 2005). Yakut-Kubaş (2022), in a recent work, on the other hand, argues that katiyen can also appear in certain non-negative structures. She proposes that these two uses of the word in negative and non-negative structures can be captured in a unified manner if we assume that katiyen is an element that marks the highest degree of subjective certainty expressed by the speaker. In that sense, this pragmatic function is argued to bring these two uses together. In this work, based on a large-scale corpus work that includes 648 sentences containing the word, I will show that katiyen is essentially ambiguous that has distinct semantic and pragmatic meanings with different syntactic distributions. First, it is primarily an NCI that requires the presence of sentential negation at all times and is interpreted as ‘never’ or ‘in no way’. This use accounts for 619 instances of katiyen in the corpus data and shows that more than 95% of the time it predominantly functions as an NCI. Second, it can appear in two structurally non-negative structures: (i) 14 instances of syntactically and semantically positive structures that comprise less than 1 percent of the data and katiyen having the meaning ‘definitely’ and (ii) 13 instances of syntactically non-negative but semantically negative structures that account for less than 1 percent of the data and katiyen being interpreted as ‘strictly’. Here it is used to modify a prohibitive predicate but does not necessarily mark the subjective certainty. I conclude that different uses of katiyen indicate significant structural, semantic and pragmatic distinctions, which is in contrast with recent claims that its pragmatic use is the same in each case.
Makalenin konusu, akreditifli ödeme şeklinde katılım bankacılığına (İslami bankacılık) özgü sorunlardan biri olan UCP 600 kurallarının katılım bankacılığına uyumu ile ilgilidir. Katılım bankaları uluslararası ticaret işlemlerinde konvansiyonel bankalara benzer şekilde ithalatçılar adına ve ihracatçılar lehine akreditif açmakta veya bir akreditif içerisinde ihbar bankası ya da teyit bankası olarak görev almaktadırlar. Uluslararası Ticaret Odası (International Chamber Of Commerce- ICC) tarafından hazırlanan Akreditiflere İlişkin Bir Örnek Usuller ve Uygulama Kuralları adlı kitapçık UCP 600 adıyla 2007 yılında yayımlanmıştır. UCP 600 konvansiyonel bankacılık ve katılım bankacılığı arasında bir farklılık gözetilmeksizin oluşturulmuş kurallar dizinidir. Bu kurallar, dünya genelindeki tüm bankalar tarafından genel kabul gördüğünden, günümüzde hem konvansiyonel bankalar hem de katılım bankaları tarafından sıkı bir şekilde uygulanmaktadır. Oysaki bu kurallar dizininin bazı maddeleri İslami finans standartlarına uygun kurallar değildir. Araştırmacılar, UCP 600’ün katılım bankaları tarafından fıkhî açıdan uygun bir şekilde uygulanabilmesi için bazı maddelerinin değerlendirilerek İslami bankacılığa özgü farklı bir UCP dokümanı hazırlanmasını önermektedirler. Bazı araştırmacılar da global ölçekte akreditif ile ilgili uygulanan bu kuralların İslami bankalar için uygun olmadıklarını ifade etmişlerdir. Araştırmacılar, bu konuya özel İslami bir kuruluşun kurulmasını ve bu kuruluşun İslami bankalar için ayrı bir standart yayınlamasını, İslami bankacılık ağının genişletilmesini, İslami akreditiflerin pratikte farklı uygulanmasını ve bunun için de UCP 600 uygulanırken eş zamanlı olarak fıkhî kuralların da gözetilmesini, ICC’nin hem konvansiyonel hem de İslami bankalar için ortak olarak kullanılabilecek bir standart yayınlamasını önermişlerdir. Makalenin yazılma amacı, bir fıkhî uyumlu UCP 600 kurallar dizinine katılım bankalarının ihtiyaçları olup olmadığını analiz etmek ve katılım bankalarının akreditif uygulamalarında fıkhî açıdan dikkat etmeleri gereken hususları bularak detaylandırmaktır. Bunun için makalede literatür taraması, karşılaştırma, değerlendirme ve analize dayalı nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Öncelikle literatür taraması gerçekleştirilerek konu hakkında yapılan araştırmaların bulguları özetlenmiştir. Sonrasında UCP 600 kurallar dizininin İslami Finans Kurumları için Muhasebe ve Denetim Organizasyonu (Accounting and Auditing Organization for Islamic Financial Institutions- AAOIFI) tarafından 2003 yılında yayımlanan AAOIFI Akreditif Standardı’na uyumunu saptayabilmek amacı ile her iki dokümanın bazı maddeleri karşılaştırılmalı olarak değerlendirmeye tâbi tutulmuştur. Akabinde değerlendirme sonuçları analiz edilerek bulgulara ulaşılmıştır. Makalede elde edilen bulgular katılım bankacılığına akreditifli ödeme şekilleri ile uygulama yaparlarken UCP 600’ün hangi maddelerini uygulama dışı bırakmaları gerektiği hususunda yol göstermek olup, çalışma bu açıdan önem arz etmektedir. Makalede yapılan analiz çalışmasına benzer bir çalışmaya literatür taramasında rastlanmamıştır. Analiz aşamasında AAOIFI Akreditif Standardının kullanılma nedeni, AAOIFI standartlarının dünya genelinde İslami bankalar tarafından genel kabul görmüş olması ve AAOIFI tarafından hazırlanan standardın akreditifler ile ilgili olarak İslami bankacılık alanında yayınlanan en kapsamlı standart olmasıdır. Makalede UCP 600 ve AAOIFI Akreditif Standardının birbirleri ile çelişkili olduğu düşünülen maddeleri karşılıklı olarak analiz edilmiştir. Analiz sonucunda UCP 600’ün maddeleri içerisindeki; “taraflar arasındaki sözleşmelerin akreditifle ilişkisi”, “mal ve hizmetlerin akreditifle ilişkisi”, “faiz ödemeleri” ile “poliçe ve vesaik iştirası” standartlarının katılım bankaları için uyumsuz oldukları saptanmıştır. Bu uyumsuzlukları giderecek fıkhî açıdan uyumlu bir UCP kurallar dizini hazırlanmasının ise sorunları tam olarak çözemeyeceği sonucuna varılmıştır. Ulaşılan bulgular özetle şu şekilde sıralanabilir: Katılım bankaları mevcut UCP 600 kurallarına tabii bir şekilde akreditif açmaya devam etmelidirler. Fıkhî açıdan uyumlu olmayan sözleşmelere istinaden akreditif açmamalı veya bu şekilde açılan akreditiflere taraf olunmamalıdır. Açtıkları murabaha akreditiflerinde malın mevcudiyetinden emin olacakları tüm tedbirleri almalıdırlar. UCP 600 içerisinde yer alan ve fıkhen uyumsuz olan maddeleri akreditif metninden çıkartılarak karşı taraflara kabul ettirdikten sonra operasyonel aşamaya geçmeleri gerekmektedir.

/ 36
2 / 36