715 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
-
Televizyon, yaklaşık yüz yıldır kitle iletişim aracı olarak insanların yaşamında önemli biryer tutmuştur. İletişim alanındaki teknolojik gelişmeler Milenyumla birlikte televizyonyayıncılığını da dönüştürmüştür. Televizyonun internetle yakınsaması, televizyon alanında altyapıve donanım olanaklarının gelişmesi çok miktarda televizüel içerik üretilmesini ve depolanmasınısağlamış, üretilen içerikler izleyici ile farklı ekranlarda ve farklı platformlarda buluşmuştur.Televizüel içeriklerin çoğalıp çeşitlendiği ortamda izleyicilerin tutum ve davranışlarını analizetmek ve içeriği doğru hedef kitle ile buluşturmak için Büyük Veri’den yararlanılmaktadır.Çalışmada; Büyük Veri’nin gelişen ve değişen televizyon yayıncılığına etkileri argümantatifyöntemle ele alınmıştır. Bu bağlamda; televizyon alanında yapılan Büyük Veri uygulamalarınınhenüz yetersiz olmasına rağmen hedef kitleye ulaşma ve tutundurma faaliyetlerini olumlu etkilediğidüşünülmektedir
Bu çalışma, vücut geliştirme sporu yapan bireylerde alt ve üst ekstremite işlevsel performans düzeyi ile beden algısı arasındaki ilişkiyiincelemek amacıyla planlandı. Çalışmaya vücut geliştirme sporu yapan, yaş ortalaması 25,00±3,18 yıl olan 30 sağlıklı erkek dâhil edildi.Çalışmaya katılan bireylerin demografik özellikleri kaydedildikten sonra alt ve üst ekstremite işlevsel performans düzeyleri ile beden algılarıdeğerlendirildi. Üst ekstremite işlevsel performans düzeyi ile beden algısı değerleri arasında pozitif yönlü orta şiddette ilişki bulundu(r:0,489; p:0,006). Vücut geliştirme sporu yapan bireylerin üst ekstremite işlevsel performans düzeyi arttıkça beden algıları da artmaktadır.Üst ekstremite işlevsel performans düzeyi ile alt ekstremite işlevsel performans düzeyi ve vücut kütle indeksi (VKİ) değerleri arasında, altekstremite işlevsel performans düzeyi ile beden algısı ve VKİ değerleri arasında ise ilişki bulunamadı (p>0,05). Üst ekstremite işlevselperformans düzeyindeki artış beden algısını olumlu etkilerken alt ekstremite işlevsel performans düzeyi ile beden algısı arasında herhangi birilişki bulunamadı. Vücut geliştirme sporu yapan bireylerin beden algıları ayrıntılı değerlendirilmeli ancak vücut kısımları arasındaki dengeyibeden sağlığını ön planda tutulacak şekilde eğitim programları düzenlenmelidir.
Teknolojinin ilerlemesi ve dijital uygulamaların yaşam alanına girmesiyle birlikte eğitim alanında dadijitalizasyona geçiş başladı. Bu konuda süregelen çalışmalar teknoloji kullanımını eğitimde yardımcıunsur olarak konumlandırıyordu. 12 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemiilan edilmesinin ardından ülkemizde örgün eğitim veren tüm okullar kapatıldı. Bu ani gelişmenin ardından anaokulundan başlayarak, ilkokul, orta öğretim ve üniversiteler bir hafta gibi kısa bir süredehızla uygulayageldikleri sistemi değiştirip ekranlar aracılığıyla uzaktan dijital eğitime geçti. Örgünöğretimdeki sınıflar sanal uygulamaları ile yer değiştirerek ekranlar aracılığıyla simüle edilmeyebaşlandı. Gerçek sınıflar yerine işlemsel ikizi devreye girmişti ve sanal sınıflardan oluşan simülasyonevreninde teknoloji kullanımı test edilmeye başlandı. Bu dönemde öğrenciler oyun oynadıkları yada boşvakitlerini değerlendirdikleri ekranları eğitim amaçlı kullanır olmuşlardı. Çalışmanın amacı; iletişimteknolojileri aracılığıyla sanal ortamda simüle edilen eğitim içeriklerinin hangi ekranlar üzerinden deneyimlendiğini araştırmaktır. Bu bağlamda pandemi döneminde dijital ekranlar aracılığıyla oluşturulansanal sınıflarda yapılan uzaktan eğitim çalışmaları ele alınmaktadıır. Araştırmada; anaokulu, ilkokul,orta öğretim ve üniversite öğrencilerinin okulların kapalı olduğu pandemi döneminde, farklı ekranlarüzerinden ulaştıkları eğitim içerikleri ve sanal sınıf uygulamaları görsel materyaller üzerinden incelenerek betimsel analiz yapılmıştır. Araştırma bulgularında öğrenciler tarafından televizyon ekranındandaha çok yeni medya uygulamalarının kullanıldığı gözlenmiştir. Etkileşime açık yeni medyanınkullanım alanlarından birisi de bugüne kadar öne çıkmayan eğitim alanında performatif öğrenmeye uygun yapısıdır. Yeni medya görselleştirme ve simülasyona uygun içeriği desteklemektedir. Böylecekendisinden önce varolan televizyon ekranından daha efektif kullanıma izin vermektedir. ‘Akıllı toplum’a kaynaklık edecek yeni nesil örgün eğitime döndüğünde teknolojiyi merkeze alan ve ekranlarındaha fazla kullanıldığı bir sisteme geçileceği düşünülmektedir.
Bu çalışmanın amacı araştırmacılar tarafından geliştirilen Yapılandırılmış Grup Sanat Terapisi Programının, 15-18 yaş aralığındaki ergenlerin mutluluk düzeyleri, duygularını ifade etme eğilimleri veduygu düzenleme güçlüklerine etkisini incelemektir. Araştırmacılar tarafından, Gross’un süreç modelinden alınan öncül odaklı stratejiler ve tepki odaklı stratejiler temel alınarak, sanat terapisi teknikleriyle11 oturumluk bir program hazırlanmıştır. Program ile ulaşılmak istenen amaçlar ‘duyguların farkındalığı’, ‘duyguları önemseme’, ‘duygularda açıklık’, ‘duyguları kabul etme’, ‘duyguların değişkenliğinianlama’, duygu düzenleme beceri ve stratejilerini öğrenme ve kullanma’, dürtülerini kontrol becerisikazanma’, ‘olumsuz duygularını kontrol etme yetkinliği kazanma’ dır. Araştırmanın verileri duygudüzenleme güçlüğü ölçeği, duyguları ifade ölçeği ve pozitif ve negatif duygu ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Araştırma, İstanbul’da bir Çok Programlı Anadolu Lisesinde öğrenim gören, yapılan değerlendirmeler sonucu 187 öğrenciden duygu düzenleme güçlüğü ölçeğinden ortalamanın üstünde puan alan20 öğrenci ile yürütülmüştür. Öğrencilerin 10’u deney, 10’u kontrol grubuna tesadüfi yöntemle atanmıştır. Araştırma sonucunda, deney grubundaki öğrencilerin duygu düzenleme güçlüğünde dürtü altboyutunun azaldığı, mutluluk değişkeninde pozitif duygu alt boyutunun, duygu ifade eğilimlerinde isepozitif ve yakınlık boyutunun arttığı bulunmuştur.
Sosyal medya farklı ilgi ve tercihlerdeki tüm kuşakların merkezi ve ortak bir buluşma noktası halinegelmiştir. Bu araştırmada sosyal medya kuşakları olarak adlandırılan Baby Boomer, X, Y ve Z kuşağınınsosyal medya kullanım seviyeleri ve tercihlerinin anlaşılabilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçdoğrultusunda, kuşakların sosyal medya kullanım seviyeleri “süreklilik” ve “yetkinlik” boyutlarındaçeşitli değişkenler açısından incelenmiştir. Araştırma var olan durumun belirlenebilmesiniamaçladığından genel tarama modeline uygun olarak 516 kişi ile yürütülmüştür. Araştırmada verilerDeniz ve Tutgun-Ünal (2019) tarafından geliştirilen “Sosyal Medya Kullanımı Ölçeği” iletoplanmıştır. Araştırma sonucunda elde edilen sonuçlardan bazıları şu şekildedir: (a) Kuşaklarınsüreklilik ve yetkinlik boyutlarında sosyal medya kullanım seviyeleri orta düzeyde bulunmuştur, (b) Ykuşağı, Baby Boomer ve Z kuşağına göre sosyal medya kullanımında kendilerini daha yetkinbulmaktadır, (c) Z kuşağı erkekleri aynı kuşaktaki kadınlara göre kendilerini sosyal medya kullanımındadaha yetkin bulmaktadır, (d) Sosyal medyayı 3 saatten fazla kullanan kuşakların daha az kullananlaragöre sosyal medya kullanımında süreklilik sağladığı ve kendilerini daha yetkin buldukları belirlenmiştir,(e) Baby Boomer kuşağı en çok Facebook’u kullanırken, Y kuşağı en çok Instagram’ı tercih etmekte, Zkuşağında ise Instagram ve Youtube tercihleri yükseliştedir.
Psikoloji ve sinirbilim alanında yapılan çalışmalar öykülerin tüketicilerin marka algısını ve markayaolan bağlılığını etkilediğini göstermektedir. Markalar tüketicilerin zihninde belli bir kurum, ürün ya dahizmet ile ilgili beklentilerin, hatıraların, öykülerin bir toplamı olarak kabul edilmektedir. Bu anlamdaöyküler, markalar ve tüketiciler arasında duygusal bir bağ kurmanın en önemli araçlarından biri olarakgörülür. Spor kulüpleri de marka değeri yaratan stratejiler kurgularken, taraftarları ile iletişimsüreçlerinde öykü ve öykü anlatıcılığı unsurlarından yararlanmaktadır. Bu çalışmada Türkiye’nin dörtbüyük spor kulübü olarak kabul edilen Beşiktaş JK, Fenerbahçe SK, Galatasaray SK ve Trabzonspor’unresmi web sayfaları analiz edilmiş, incelemede Fog ve arkadaşlarının çekirdek öykü modelikullanılmıştır. Buna göre öykünün temelini oluşturan dört temel unsur bulunmaktadır. Bu dört unsur“mesaj, çatışma, karakterler ve olay örgüsü” olarak tanımlanmaktadır. Çalışmada bahsi geçentakımların web sayfalarında taraftarları ile iletişim kurarken hangi tür öykülere yer verdiği ve öyküanlatıcılığı unsurlarını ne ölçüde kullandığı gibi soruların yanıtları aranmıştır.
Bu çalışmanın amacı Norberg, Wetterneck, Sass ve Kanter (2011) tarafından geliştirilen MilwaukeePsikoterapi Beklentiler Ölçeği (MPBÖ)’nin Türk kültürü için geçerlik güvenirliğini incelemektir.Araştırmaya yetişkin bireylerden oluşan 328 kişi (248 kadın, 80 erkek) katılmıştır. Ölçeğin yapıgeçerliği doğrulayıcı faktör analizi ile sınanmıştır. Uyum geçerliğini sınamak amacıyla PsikolojikYardım Almaya İlişkin Tutum Ölçeği-Kısa Formu (PYAİTÖ-KF) ve Psikoterapi Hakkında DüşüncelerÖlçeği (PHDÖ) ile korelasyonlarına bakılmıştır. Ölçeğin güvenirliği ise iç tutarlılık ve test tekrar testyöntemleriyle hesaplanmıştır.Yapılan faktör analizi sonucunda MPBÖ, orjinal formuna benzer şekildesüreç beklentileri ve sonuç beklentileri olmak üzere iki faktörlü bir yapı ortaya çıkmıştır. Ölçeğin süreçbeklentileri ve sonuç beklentileri alt boyutlarının, Psikolojik Yardım Almaya İlişkin Tutum Ölçeği ilepozitif ve Psikoterapi Hakkındaki Düşünceler Ölçeği alt boyutlarıyla negative yönde ilişkili olduğusaptanmıştır. Ölçeğin süreç alt boyutu iç tutarlılık kat sayısı .84, test tekrar test güvenirlik katsayısı.82 , sonuç alt boyutu iç tutarlılık kat sayısı .88, test tekrar test güvenirlik katsayısı ise .76 olarak bulunmuştur. MPBÖ’nün Türk kültüründe bireylerin psikoterapi beklentilerini ölçebilmek amacıylakullanılabilecek geçerli ve güvenilir bir araç olduğu belirlenmiştir.
Performans değerlendirmesi işletmelerin operasyonlarını etkin ve verimli bir şekilde sürdürebilmeleri için önemli birkavramdır. Özellikle çok sayıda girdi ve çıktının bulunması halinde karar verme birimlerinin etkinliklerininölçülmesinde kullanılan yöntemlerden biri veri zarflama analizidir (VZA). Bu çalışmada, VZA yöntemi ile mobilkullanıcılar tarafından sıkça kullanılan uygulamaların verimlilik ve etkinlik analizi gerçekleştirilmiştir. Öncelikle, VZAiçin mobil uygulamalarda girdi ve çıktı olabilecek ortak değişkenler tespit edilmiş ve değişkenlerin tanımlamalarıyapılarak ölçüm modeli geliştirilmiştir. Geliştirilen bu model doğrultusunda çıktı odaklı CCR yaklaşımı ileuygulamaların göreceli etkinlik puanları hesaplanmıştır. Sonuçlar doğrultusunda etkin olmayan mobil uygulamalaranaliz edilerek gerekli iyileştirmeler sunulmuştur.
Amaç: Bu çalışmada üniversite öğrencilerinin toplumsal cinsiyet eşitliği tutumlarının incelenmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntemler: Kesitsel tipte olan bu araştırma 2017-2018 güz yarıyılında Manisa Celal Bayar ÜniversitesiSağlık Bilimleri Fakültesi’nde eğitim görmekte olan 731 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma verilerinintoplanmasında öğrencilerin tanıtıcı özellikleri soru formu ve “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ölçeği” kullanılmıştır. Buölçek “Erkeği Üstün Gören Anlayış” ile “Kadını Erkeğe Bağımlı Kılan Anlayış” olmak üzere iki alt boyuttanoluşmaktadır. Verilerin analizinde Mann-Whitney U, Kruskal-Wallis ve Bonferroni düzeltmeli Mann-Whitney U testikullanılmıştır.Bulgular: Öğrencilerin %73,3’ü kadın, %29,7’si hemşirelik bölümünde okumakta, %29,1’i birinci sınıf öğrencisi olupyaş ortalaması 20,9±1,8’dir. Araştırmaya katılan öğrencilerin %33,3’ü Marmara bölgesinde doğmuş ve yaklaşık yarısı(%51) en uzun süre ilde yaşadığını belirtmiştir. Erkeği Üstün Gören Anlayış puan ortancası ve Kadını Erkeğe BağımlıKılan Anlayış puan ortancası kadın, sosyal hizmet bölümünde okuyan, Marmara bölgesinde doğan, ebeveynin eğitimseviyesi yüksek ve ailesinin yanında ikamet eden öğrencilerde istatistiksel olarak düşüktür. Köyde yaşayan, toplumsalcinsiyet kavramını duymayan ve bu konuda eğitime katılmayan ya da toplumsal cinsiyet dersi almayan öğrencilerdeErkeği Üstün Gören Anlayış ve Kadını Erkeğe Bağımlı Kılan Anlayış puan ortancası istatistiksel olarak yüksekbulunmuştur.Sonuç: Bu çalışmada toplumun gelişmesine öncülük edecek olan üniversite öğrencilerinin toplumsal cinsiyet eşitliğinisağlayacak yönde planlanan eğitim ve uygulamalara gereksinim olduğu belirlenmiştir.
Disleksideki okuma sorunları fonolojik işlemleme becerilerindeki güçlüklerden kaynaklanmaktadır. Fonolojik işlemlemebecerilerindeki güçlüklere sözel dil güçlükleri de eşlik ettiğinde okuma sorunları daha da artmaktadır. Bu çalışmada disleksiliöğrencilerin sözel dil becerilerinin tipik gelişim gösteren (TGG) akranları ile karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Çalışmanınkatılımcılarını ilkokul üçüncü sınıfa devam eden okumada disleksi tanılı 30 ve TGG 30 olmak üzere 60 öğrenci oluşturmaktadır.Verilerin toplanması amacı ile Türkçe Okul Çağı Dil Gelişimi Testi kullanılmıştır. Test öğrencilere birebir uygulanmış, verilerinanalizinde SPSS 24 paket programı kullanılmıştır. Grupların testin alt testlerinden elde ettikleri puanlar normal dağılımgöstermediği için grupların karşılaştırılmasında Mann Whitney U testi kullanılmıştır. Gruplar arası farklılaşmalara ilişkin etkibüyüklükleri de hesaplanmıştır. Ayrıca çalışmaya katılan öğrencilerin testten aldıkları puanlar testin normları ile dekarşılaştırılmıştır. Sonuçlar disleksili öğrencilerin TGG akranlarına göre daha düşük sözel dil performansı gösterdiklerini, gruplararası farklılaşmaya ilişkin etki büyüklüklerinin orta düzeyde olduğunu göstermiştir. Katılımcıların puanları test normu ilekarşılaştırıldığında disleksili öğrencilerin önemli bir kısmının zayıf ve çok zayıf sözel dil performansına sahip olduğu görülmüştür.TGG öğrencilerden ise zayıf ve çok zayıf sözel dil performansı gösteren olmamıştır. Çalışmanın bulguları ilgili alanyazındoğrultusunda tartışılmış, sonraki araştırmalara ve uygulamaya yönelik öneriler sunulmuştur.
Objective: Patient safety is a multi-factorial issue although the literature focused on theerrors of health professionals. This study aims to disclose the safety problems that arise frompatients’ attitudes and behaviors.Methods: To evaluate the patient attitudes and behaviors in patient safety practices, 300patients or patient relatives were interviewed, and data were analyzed in this study.Results: Approximately 3/4 of the participants declared that they applied to a hospital incase of a health problem. More than half of the participants expressed that they were notinformed about their treatment and care.Conclusion: An important component of coping with problems related to patient safety isto notice about patient attitudes and behaviors. Consequently, it is important for health careprofessionals to develop suggestions on patient-related safety concerns during treatmentand care processes.
The term chronic rhinosinusitis (CRS) is an umbrellaterm that covers different conditions related with the paranasal sinussystem. In recent years, effort was made to understand the underlyingpathophysiology in terms of detecting its phenotypes and endotypes.These efforts resulted with the identification of biomarkers that havean important role in pathophysiology of CRS. CRS is mainly dividedinto two phenotypes: CRS without (sine) nasal polyps (CRSsNP) andCRS with nasal polyps (CRSwNP). CRS with nasal polyposis sharethe same mechanisms with allergic rhinitis and asthma in which type2 inflammation is predominant. Biological monoclonal antibodieshave a long use for treatment of uncontrolled asthma. Based on previousexperience with asthma and allergic diseases, biological treatmentsstarted to gain place in management of uncontrolled CRSwhich is difficult to treat against maximal treatment effort. Recently;European Position Paper on Rhinosinusitis and Nasal Polyps (EPOS2020) was released at the beginning of 2020. For the first time, EPOS2020 reported the indications of biological products in treatment ofCRS. It is predictable that targeted biological treatments are going totake place in standard treatment of CRS in ongoing years. Biologicalmonoclonal antibodies offer “precision treatment” for various diseasesfor decades. They offer a new targeted therapy, however theiruse in new areas are still under investigation. This review is focusedon available literature related with the use of biologics in treatment ofCRS.
Günümüzde haber almak için ilk başvurulan kaynağın sosyal medya olması ile vatandaşların, haber ajanslarının, politikacıların ve pek çok meslek alanındaki profesyonel kişilerin sıklıkla sosyal medya hesaplarından haber yayını yapması gazeteciliği farklı bir boyuta taşımıştır.Önceleri internet gazeteciliği için bahsedilen pek çok avantajlı özelliğin şimdilerde sosyal medya platformlarına taşınması ve sosyal ağların kendine özgü doğasıyla birleşmesi sonucunda sosyal medya gazeteciliği kavramı tartışılmaya başlamıştır. Böylece haber kuruluşlarının sosyal medya ölçümleme sitelerine kaydolarak performans takibi yapmaları ve sosyal medya hesaplarından günlük haberleri paylaşmaları yeni bir gazetecilik alanının ve çalışma şeklinin doğacağının sinyalini vermiştir. Twitter gazeteciliği, Instagram gazeteciliği, YouTube gazeteciliği ve hatta hikâye gazeteciliği gibi sosyal medya gazetecilik türlerinin toplumun haber alma ihtiyacını karşılamada yeni bir alan yarattığı görülmektedir. Bu araştırmada ülkemizde popülerliği ile bilinen üç haber ajansının sosyal medya gazeteciliği yönünden incelenmesi amaçlanmıştır. Genel tarama modeline göre yürütülen araştırmada, üç haber ajansının Facebook, Instagram, Twitter ve YouTube hesaplarındaki takipçi sayıları, haber paylaşım sıklıkları, takipçi artış oranları ve paylaştıkları ileti türleri incelenerek sosyal medya gazeteciliği açısından karşılaştırılmıştır. Böylece haber ajanslarının yeni gazetecilik anlayışına yönelik tutumlarının ileriye dönük yapacakları çalışmalara yön vereceği düşünülmektedir.
In patients with gastic cancer, five-year survival is poor in the locally advanced stage. Docetaxel, oxaliplatin, leucovorin, and 5-fluorouracil(FLOT) combination regimen has been shown to provide a survival advantage in the locally advanced stage. In this study, weaimed to evaluate the efficacy and tolerability of FLOT with real-life data in patients with locally advanced gastric/esophagogastricjunction cancers. This retrospective study was conducted between June 2016 - March 2020 and included 106 patients’ data from sixcenters in Turkey. Median age was 60 (33-82). Primary tumor localization was stomach in 76 (71.7%) patients. Seventy-six (71.7%)patients were operated after median 4 (1-8 cycles) cycles of preoperative FLOT. Pathological complete regression (pCR)was obtainedin 10 (13.1%) of the operated patients. Median follow-up was 9.1 (1.4-45.7) months. One-year DFS was 63.2% and the two-yearOS was 65.1%. Three (2.8%) patients had chemotherapy-related deaths. Due to chemotherapy-related toxicity and intoleration, 19(17.9%) patients had dose reduction. The pCR obtained by FLOT appears higher than other regimens. This study is one of the raremulticentric real-life data showing the efficacy and tolerability of the FLOT regimen in the perioperative treatment in GC and EJC.
The new coronavirus disease-2019 (COVID-19) is rapidly spreading around the world and has been declared an outbreak by WHO.However, the effect of blood groups on COVID-19 infection and the severity of the disease is unclear. The aim of this study is todetermine the relationship between ABO blood group and susceptibility to COVID-19 infection and whether the blood group will be abiomarker for COVID-19 infection. Patients diagnosed with SARS-CoV-2 between March and May 2020 were included in this study.In order to compare the blood groups of the patients with the healthy group, patients who had previously performed ABO blood groupanalysis in the blood bank between February and May 2020 were included as the control group. Demographic data, clinical data,underlying comorbidities, laboratory findings and clinical results (hospitalization, need for intensive care, mortality) were obtained fromthe electronic medical records. A total of 179 patients with confirmed COVID-19 and 5200 healthy control patients were included inthe study. Patients with COVID-19 showed a distribution of 62.01% in group A,9.50% in group B, 8.94% in group AB and 19.55% ingroup O. In group A, length of stay in Intensive Care Unit was longer (10.42±11.61 days; p= 0.013). Compared to the blood groups ofthe healthy control group, COVID-19 patients had higher A blood group than the healthy group (62& vs.46.6%; p< 0.001) and lesserof the O blood group (19.6% vs. 34.7%; p< 0.001).Blood group A can be used as a predictive biomarker for COVID-19 disease.Inaddition, we concluded that the group A had a higher risk for COVID-19 disease and severity.
1970’li yıllarla birlikte kapitalizm, üretim temelli bir yapıdan tüketim temelli bir yapıya doğru dönüşüm yaşarken toplumsal vekültürel alanda yaşanan gelişmeler sonucunda yeniden üretim, gösteri ve eğlence teması toplumsal alanda dolaşıma girmiştir.Gösteri, kültürel alanda temel varoluş etkinliğinin bir parçası olarak özellikle kitle iletişim araçları üzerinden yaratılan semantikalanda ideolojik bir işleve sahiptir. Neoliberal piyasa ekonomisinin desteklediği tüketim toplumunda gündelik hayat kapitalistsaiklere göre planlanırken sistemin devamı için gerekli olan bir insan tipi televizyon üzerinden verilen uzmanlık bilgileri dâhilindeüretilmektedir. Tüketim toplumunda yemek kültürü de şekil değiştirerek insanın yaşamını sürdürmesi için gerekli olan fizyolojikgereksinimi giderme biçiminden uzaklaşarak postmodern dünyanın gereklerine göre yapılandırılmış gastronomi kültürü ilepostmodern dünyanın gündelik hayatının sürdürülmesinde işlevsel bir araca dönüşmüştür. Televizyon bu kültürü üreten veyaygınlaştıran önemli bir araçtır. Bu toplumsal ve kültürel yapı içerisinde gastronomi alanı kimi zaman gösteri ve eğlence temasıiçerisinde şov dünyasının bir parçası olma ya da neoliberal pazar ekonomisi içerisinde yeni ve kazançlı bir gelir kapısı olaraktelevizyonda verilen temsiller üzerinden sunulmaktadır. Özellikle uluslararası alanda dolaşıma giren bir program formatı olarakreality yarışma programları bu anlamda ideolojik bir işleve haizdir. Bu programlar bir yandan küresel düzeyde işleyen tüketimekonomisi içerisinde bireyin gündelik yaşamının örgütlenmesini ve yeni bir insan tipinin kurgulanmasını sağlarken diğer yandaneklektik, postmodern bir yeme içme kültürünü dolaşıma sokmaktadır. Bu çalışmada ulusal televizyon kanalları içerisinde realityprogramların alt türleri dikkate alınarak amaca yönelik bir örneklem oluşturulmakta ve bu yolla tespit edilen programlarıntüketim toplumu ve gösterinin ideolojik işleviyle ilişkisi, alana ait kuramsal bir çerçeve üzerinden irdelenmektedir.
Amaç: Çevrimiçi oyun oynamanın toplumda giderekyaygınlaşması ve DSM-5’te “internette oyun oynamabozukluğu” olarak tanımlanan davranışsal bir bağımlılığayol açarak işlevselliği bozması, bu alanda yapılacakçalışmaların önemine işaret etmektedir. Türkiye’de bualanda yapılan araştırmaların son derece kısıtlı olmasınedeniyle, bu çalışmada çevrimiçi oyun oynayanlarınsosyodemografik özelliklerinin ve oyun bağımlılığı ileilişkili olabilecek bazı psikososyal etkenlerin incelenmesihedeflenmiştir. Yöntem: Çalışma deseni kesitseldir.Örneklemi, çevrimiçi bir oyun olan Travian oyuncularıoluşturmaktadır. Katılımcılara sosyodemografik veriformu, Oyun Bağımlılığı Ölçeği, Rosenberg Benlik SaygısıÖlçeği, Algılanan Çok Boyutlu Sosyal Destek Ölçeği veYaşam Doyumu Ölçeği SurveyMonkey aracılığıylaulaştırılmış ve formları eksiksiz şekilde dolduran 726kişinin verileri analiz edilmiştir. Bulgular:Sosyodemografik verilere göre ortalama yaş 28.4± 9.98,erkeklerin oranı %93.5 (n: 679), en az üniversite mezunuolanların oranı %59.2’dir. Oyun Bağımlılığı Ölçeği’negöre oyun bağımlısı olanların oranı %11.9 ‘ken (n: 81)bağımlı olmayan ancak risk altında olanlar eklendiğindebu oran %47 (n: 344) olarak bulunmuştur. Oyunbağımlılığı puanları ile yaşam doyumu (r=-.270, p<.01)ve algılanan çok boyutlu sosyal destek puanları (r=-.181,p<.01) arasında negatif yönde, oyun bağımlılığı puanlarıile benlik saygısı puanları (r=.333, p<.01) arasında isepozitif yönde anlamlı ilişki mevcuttur. Sonuç: Türkiye’deTravian oynayan kişilerdeki oyun bağımlılığının geniş biryaş aralığındaki nüfusu etkilediği görülmektedir.Algılanan çok boyutlu sosyal destek, yaşam doyumu vebenlik saygısının yüksekliğinin düşük oyun bağımlılığıpuanları ile ilişkili olması, oyun bağımlılığı açısından risklikişilere yönelik yaklaşımlar bakımından klinisyenlere yolgösterici olabilir.
Bu makalede ilk dönem tasavvuf klasiklerinde zühd kavramı üzerindedurulacaktır. Zühd kavramı sözlükte terk etmek ve yüz çevirmek gibi anlamlara gelirkentasavvuf ıstılâhında dünyadan yüz çevirmek ve nefsi mâsivâya yönelik ilgi ve sevgidenkurtarmak manasında kullanılmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet zühdü tavsiyeetmektedir. Hz. Peygamber’in hayatı zühd örnekleri ile dolu olup konuyla ilgili birçokhadisi bulunmaktadır. Bu konudaki hadislerin derlenmesi neticesinde kitâbü’z-zühdadı verilen eser türü ortaya çıkmıştır. Bu eserlerde zühd kavramı, manevi hayatın nihaihedefi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonrasında, sufi müellifler tasavvuf alanındaki ilkeserlerde zühd kavramına yer vermişlerdir. Bu eserlerde zühd, mânevi yolculuğun sonderecesi değil ancak seyrü sülûkun başlangıç mertebesi olarak ele alınmaktadır. Bubağlamda Kur’ân ve sünnet kaynaklı zühd esaslarının sağlam bir şekilde tespit edilerek,mistik hareketlerden farklarının ortaya konulması önemli olduğu kadar, doğuş dönemizühd ekollerinin ve tasavvuf klasiklerindeki zühd bölümlerinin incelenmesi de anlamlıdır.Bu makalede, ilk dönem tasavvuf klasiklerinde zühd kavramı incelenecektir. Böyle birçalışma, zühd hareketinin tasavvuf ilmine kaynak teşkil ettiğini göstermesi ve zühdüntasavvufi yaşantıdaki fonksiyonunu anlamaya katkı sağlaması bakımından önemlidir.
Çalışma hayatına başlamadan önce gerek yükseköğretim programlarında yer alan zorunlu staj sebebiyle, gerekseböyle bir zorunluluk bulunmamasına rağmen yükseköğrenimde edinilen teorik bilgileri iş ortamında pekiştirmekamacıyla staj uygulamasına başvurulduğu görülmektedir. Stajyerler, iş sözleşmesi ile çalışan işçilerle birlikteişyerinde yer almakta ve iş sağlığı ve güvenliğinin kapsamına girmektedirler. 6331 sayılı Kanun’da öngörülen işsağlığı ve güvenliğinin sağlanmasına ilişkin işveren yükümlülükleri stajyerler de kapsamaktadır. Sağlıklı ve güvenlibir çalışma ortamında çalışmak stajyerler dâhil tüm çalışanların en temel hakları arasında yer almaktadır. İşverenlerin stajyerin iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için yerine getirmesi gereken yükümlülüklerin tespiti, iş kazasıgerçekleşmesi halinde hukuki sorumluluğun ve kusurun tespiti açısında da önem taşımaktadır.

/ 36
22 / 36