8 sonuç

Tümünü Listeye Ekle
Dil, hayatın bütün alanları ile ilgili bilgi edinmenin ve bireyler arası iletişimin sağlanmasında temel görevlerden birini yerine getiren en önemli araçlardan biridir. Herhangi bir toplumun gelenek ve göreneklerini öğrenmeyi sağlayan yollardan biri de dildir. Bilgi, duygu ve düşünceleri şekillendiren ve filozofların hikmet olarak isimlendirdikleri bilgeliğe ulaştıran unsurların en önemlilerinden biri dildir. Dil olmaksızın insanların bilimsel faaliyetleri sürdürmesi mümkün değildir. Çünkü dil, önceki kuşaklardan aktarılan bilimsel mirası sonraki kuşaklara aktaran önemli araçtır. Ayrıca zaman, bilimsel ve kültürel gerçeklik, dil olgusuna duyulan gereksinimi zorunlu kılmaktadır. Bundan dolayı dil eğitimi ile ilgili ve dil ediniminin en etkili ve en iyi yollarına dair yapılan araştırmalar büyük bir önem kazanmaktadır.Bu araştırma, dil edinimi ve dil öğretimi olgusuna ve bu iki olgu arasındaki farka değinmektedir. Ayrıca konusu dil edinimi olan en önemli kuramları, dil edinimi alanında araştırmaları bulunan dil felsefecilerinin bu konudaki görüşlerini de ele almaktadır.Bu çalışma, en önemli dil edinimi kuramlarını bilimsel ve karşılaştırmalı bir şekilde sunmayı ve yorumlamayı amaçlamaktadır. Dil edinimi kuramları arasında yapılacak karşılaştırmaların dil öğretimi ve dil edinimi alanına katkı sunacak çıkarımlar olması amaçlanmaktadır.
Arapçada edatlar, özellikle bileşik cümleleri anlamada çok önemli bir yere sahiptir. Öyle ki, Arap dili alanında araştırma yapan ve eser telif edenler tarafından önem verilen konuların başında gelmektedir. Mâ edatı, bahsi geçen edatlardan olup nahiv bilginleri tarafından on farklı anlam ve görevde kullanıldığı tespit edilmiştir. Mâ edatının farklı anlam ve görevlerde kullanıldığını gösteren husus ise, edatın cümle içindeki konumudur. Mâ edatının her bir türünün kendine has şartları ve anlamları söz konusudur. Arapçada klasik tasnife göre kelime; isim, fiil ve harf olmak üzere üçe ayrılır. Bu araştırmada mâ edatının isim ve harf olmak üzere iki farklı görevde kullanıldığı tespit edilmiştir. Bu çalışma, iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde mâ edatının farklı görev ve anlamlarda kullanılması; ikinci bölümde ise mâ edatının amme cüzündeki kullanım türleri ele alınmıştır. Yapılan araştırmada mâ edatının amme cüzünde yetmiş defa zikredildiği tespit edilmiştir. Amme cüzünde zikredilen mâ edatının on dokuz yerdeki irab ve delaleti ile ilgili farklı görüşlerin ileri sürüldüğü görülmüştür.Yapılan araştırmada harf olarak kullanılan mâ edatının altı farklı türünün olduğu tespit edilmiştir. Harf olarak kullanılan mâ edatları; mâ en-nâfiye, leyse gibi amel eden mâ, mâ el-kâffe, mâ ez-zâide, mâ el-ibhâmiyye ve mâ el-masdariyye’dir. İsim olarak kullanılan mâ edatının ise dört farklı türünün olduğu tespit edilmiştir. İsim olarak kullanılan mâ edatları; mâ el-istifhâmiyye, mâ et-ta‘accubiyye, mâ eş-şartiyye ve mâ el-mevsûle’dir. Amme cüzünde geçen mâ edatlarının bazısının irabında ittifak edilmişken bazısında da ihtilafa düşülmüştür. Amme cüzünde geçen ve irabı konusunda ittifak bulunan mâ edatlarının sayısı elli birdir. Amme cüzünde geçen ve irabı konusunda ihtilaf bulunan mâ edatlarının sayısı ise on dokuzdur. Mâ eş-şartiyye ve mâ el-ibhâmiyye Amme cüzünde zikredilmemiştir. Geri kalan bütün mâ edatı türleri ise Amme cüzünde zikredilmiştir. Amme cüzünde on yedi defa zikredilen mâ el-istifhâmiyye Amme cüzünde en fazla zikredilen ve irabı konusunda en fazla ittifak bulunan mâ edatı türüdür. Amme cüzünde aynı anda iki farklı şekilde irab olunması mümkün olan mâ edatı türleri mâ el-mevsûle ve mâ el-masdariyye’dir. Her iki şekilde irab olması mümkün olan yer sayısı ise on beştir. Mâ edatının on farklı türünün bulunması Arap dilinin zenginliğini göstermektedir. Bu çalışmada Arap dilinin bu zenginliğinin Kur’ân-ı Kerîm’de varlık bulduğu gösterilmeye çalışılmıştır.
Peygamberlerin dinî konumu yanında eylemleri ve sözlerinin önemi nedeniyle her sınıf- tan pek çok insanın zihninde peygamberlerin konuştuğu dillerin ne olduğu konusu, her za- man önem arz etmiştir. Elbette bunun birçok sebebi var ancak öncelikli sebebi, bütün din- lerde peygamberlerin söz ve eylemlerinin kutsal kabul ediliyor olmasıdır. Dilin tevkifi olduğu görüşünde olanlara göre dil, Peygamberler için ilahi seçimlerden biri olarak kabul edilmiştir. Peygamberlerin yaşadığı dönem, konuştukları diller ve gerekse kişilikleri; tarih, antropoloji, arkeoloji, filoloji gibi bilimlerce farklı açılardan araştırıla gelmiştir. Bizim çalışmamızı bunlar- dan ayıran başlıca özelliği, temel İslami kaynaklarla sınırlı tutulacak olmasıdır. Dolayısıyla araştırmamızda İslam klasiklerinde yer alan veriler doğrultusunda çıkarımlar yapılacak, Kur’ân-ı Kerîm’e ek olarak tefsir, siyer, tarih, hadis ve gramere dair temel eserlerden yararla- nılacaktır. Böylelikle akademik çalışmalarda müracaat edilebilecek delilli ve bilimsel stan- dartları karşılayan bir etüt ortaya konmaya çalışılacaktır. Bu çalışma, önsöz, üç bölüm ve so- nuçtan oluşmaktadır. Birinci bölümde Peygamberlerin konuştuğu dillerin kökenine değinil- miş, onların birbirine uzaklık ve yakınlık dereceleri yorumlanmıştır. Süryanice, Kıptice, İbra- nice, Âramca ve Arapça; İslam katında muteber olan ve Kur’ân-ı Kerîm’de adları geçen elçile- rin konuştuğu başlıca dillerdir. Bazı araştırmacılarca tek bir dilin farklı şive veya ağızları ol- duğu da ileri sürülen söz konusu diller, arkaik Sâmî dilinin parçasıdır. Temel Sâmî dilinde genişleme ve gelişmeyle birlikte yeni birimler oluşmuştur. Mısır, Fas, Cezayir, Arap yarıma- dası, Şam ve Irak bölgelerinde ortaya çıkan Arapça lehçeleri/şiveleri de kök Sâmî dilindeki ayrışmaya benzer şekilde Fâsîh Arapçadan kaynaklanmıştır. Böylelikle çeşitli yöreler, özgün bir dile sahip olmuştur. Sâmî dillerinin serüvenini takip eden filologlar ve diğer uzmanlar esas dili tespit hususunda değişik görüşler bildirmişlerdir. İbranicenin, Bâbilcenin, Asurcanın, Sür- yanicenin ve Arapçanın köken dil olduğu savunulmuştur. Doğrusu Hâmî-Sâmî Dil Ailesi’nin neşet ettiği başat aktörü belirlemek kolay bir iş değildir. Bu meyanda söylenenler, zamansal boyut ve kesin kanıtların olmayışı nedeniyle zan ve tahmin dairesinden öteye geçmemekte- dir. İkinci bölümde ise Peygamberlerin konuştuğu dillerin yayıldığı coğrafya işlenmiş, Sâmî Dil Ailesi’ne mensup birimleri kullanan kavimlerin rota ve adresleri belirlenmiş, nüfuz saha- ları vurgulanmış, Yakın Doğu ve çevresindeki konumları tartışılmıştır. Bahsi geçen dillerin doğu ve batı kollarına bakıldığında onların Bâbil, Asur, Mezopotamya, Arap yarımadası, Ye- men, Biladü’ş-Şam civarında Hakîm olduğu anlaşılmıştır. Bu bölgelere yerleşen kavimler ise Sebe, Himyer, Ad, Semud, Cürhümiler, Sâmîriler, Nabatlılar, Tedmürlüler gibi halklardır. Arap yarımadası, genel kabule göre Sâmî toplulukların beşiği sayılmaktadır, öte yandan Habeşis- tan’ı ilk Sâmî yurdu olarak niteleyenler de bulunmaktadır. Üçüncü bölümde Kur’an-ı Kerim’de açık bir şekilde isimleri geçen ve sayıları yirmi beşi bulan nebî ve resullerin sıralaması yapıl- mış, her birinin konuştuğu dil araştırılmış ve kronolojik bir perspektifte mesele aydınlatıl- maya çalışılmıştır. Kur’an’da adına rastlanan peygamberler, Âdem, İdrîs, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb, Yûsuf, Şuayp, Eyyûb, Zülkifl, Yûnus, Mûsâ, Hârûn, İlyâs, Elyasa, Dâvûd, Süleyman, Zekeriyyâ, Yahyâ, Îsâ ve Hz. Muhammed’dir. Anılan bölümde çıkarım ve veri toplamaya dayalı bir metot benimsenmiş, her elçinin hayatı, doğum yeri, yaşam şartları ve gönderildiği toplum, eşleri vb. özellikler etrafında değerlendirilerek incelenmiştir. Genel okumalar yapılarak elde edilen veriler derin bir bakışla yorumlanmış, ulaşılan sonuçlar ke- sinlik belirtmediği vurgulanarak sıralanmıştır. Peygamberlere dair İslami kaynaklarda veri- len bilgiler ve haberler kati gerçekler değildir, onların konuştuğu diller hakkında sunulan ma- lumat, yalanlanması veya doğrulanması zorunlu olmayan ifadeler kabilindendir. Çalışmada Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberlerin yirmi beş kişiden müteşekkil olduğu, bunların yedisinin Süryani, üçünün eski Mısır dili (Kıpti/Koptça), on sekizinin İbranice, üçünün Âramca, dokuzunun ise Arapça konuştuğu saptanmıştır. Bazı nebîler, tek bir dille yetinirken kimileri yolculuklarının sıklığı vasıtasıyla çeşitli halklar ve ırklarla etkileşimleri sonucu bir- den fazla dil kullanmıştır. Çalışmamızın, daha derinlikli araştırmalar için bir rehber olacağı beklenmektedir. Zira bu çabada sunulan her bir detayın özel bir ilmi çalışma ile okunması ve araştırılması mümkündür.
Altın çağını VIII-XIII. Yüzyıllar arasında yaşamış olan İslam düşüncesinin en temel özelliklerinden biri, eşzamanlı ya da artzamanlı olarak süregelen, dinamik kelâm-felsefe tartışmalarına sahip olmasıdır. “Tehâfüt geleneği” biçiminde adlandırılan bu tartışmaların hiç şüphesiz ilki ve en meşhuru, Gazzâlî’nin, başta İbn Sinâ olmak üzere filozofları eleştirmek için kaleme aldığı ““Tehâfütü’l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eseriyle başlayan tartışmadır. Gazzâlî, şu üç meselede filozofların küfre girdiğini iddia etmiştir: Allah ile beraber âlemin kadîm sayılması, Allah’ın tikelleri bilemeyeceği ve ölümden sonraki hayatta bedensiz dirilişin gerçekleşmesi. Biz bu çalışmamızda âlemin kıdemi meselesini İbn Sina, Gazzâlî ve Hocazâdenin görüşlerini karşılaştırmak suretiyle ele alıp inceleyeceğiz. 
Gazzâlî‟nin filozofları tekfir ettiği üç meselenin üçüncüsü olan meâd meselesi, İslam düşünce tarihinde Gazzâlî‟yle başlayan tehâfüt geleneğinin ele alıp incelediği, teolojik ve felsefî bağlamı olan önemli bir meseledir. Meâd (dönüş, kıyamet günü insanların yeniden dirilişi) ve ahiret gününe iman hem Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında hem de kelamcılar, felsefeciler ve din âlimleri arasında ortak bir meseledir. Gerek bu üç dinde ve gerekse bahsi geçen düşünme biçimlerinde kıyamet günü ve yeniden diriliş, dinî inancın ana konularından ve vazgeçilmez esaslarındandır. Böylesine önemli bir meselenin tartışılma alanı ve biçimi hiç şüphesiz teolojik ve felsefî birçok meseleyi yakından ilgilendirmektedir. Bu çalışmada meşşâî bir filozof olan Fârâbî ile XV. yüzyıl Osmanlı âlimlerinden Hocazâde‟nin meâd meselesine dair görüşleri incelenecektir. Böylelikle farklı dönemlerde yaşamış ve farklı bakış açılarına sahip iki İslam düşünürünün meâd meselesine dair görüşlerinden yola çıkılarak bu meselenin İslam düşünce tarihindeki yeri, ele alınış biçimi, sürekliliği ve dönemler arası geçişte farklı anlamlar kazanıp kazanmadığı gibi hususlar hakkında değerlendirmeler yapılması amaçlanmaktadır.
İslam düşüncesinin en temel özelliklerinden biri, eşzamanlı ya da artzamanlı olarak süregelen, dinamik kelâm-felsefe tartışmalarına sahip olmasıdır. “Tehâfüt geleneği” biçiminde adlandırılan bu tartışmaların hiç şüphesiz ilki ve en meşhuru, Gazzâlî’nin, başta İbn Sinâ olmak üzere filozofları eleştirmek için kaleme aldığı “Tehâfütü’l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı)” adlı eseriyle başlayan tartışmadır. Gazzâlî, şu üç meselede filozofların küfre girdiğini iddia etmiştir: Allah ile beraber âlemin kadim sayılması, Allah’ın cüz’ileri bilemeyeceği ve ölümden sonraki hayatta bedensiz dirilişin gerçekleşmesi. Biz bu çalışmada Allah’ın cüz’ileri bilmesi meselesini İbn Sina, Gazzâlî ve Hocazâde’nin görüşlerini karşılaştırmak suretiyle ele alıp inceleyeceğiz.
Cümleleri birbirine bağlamak ve anlamı algılamaknoktasında bağlaç ve edatlar her dilde olduğu gibi Arap-ça’da da çok önemlidir. Edatların ve bağlaçların içerik vegörevleri, duruma göre değişir. Arapça’da çok kullanılanedatlardan biri de “Lâ” edatıdır. Bu edatın cümledekikullanılışına göre beş farklı çeşidi vardır. Fiillere müda-hil olan “en-nâfiye” (olumsuzluk bildiren) ve “en-nâhi-ye” (olumsuz emir filler için kullanılan) adlı iki tür var-dır. Benzer şekilde “ ليس /Leyse” görevini yapan ve türüntamamını geçersiz kılan (en-nâfiye li’l-cins) biçimleri desöz konusudur. Başka bir “Lâ” türü daha vardır ki “zâi-de” (fazlalık) olarak isimlendirilir ancak bu türe metin-lerde fazla rastlanmaz. Son çeşidin vurgulama ve pekiş-tirme amacıyla ifadelerde yer aldığı değerlendirilir. “Lâ”edatının farklı türlerinin her biri özel şartlara ve anlam-lara sahiptir. Nitekim “Lâ” edatı birbirinden farklı görev-lerde sadece Bakara Sûresi’nde 165 defa geçmektedir.Bu makale, “Lâ” edatının özelliklerini ve BakaraSûresinde kullanılış biçimlerini ayrıntılarıyla ele almak-tadır.
"Gök" ve "Yer" lafızları Kur'an-ı Kerim'de büyük bir öneme sahip iki kavramdır. Bu iki kelime Allah-u Teala'nın birliği ve kudreti hakkında önemli anlamlar içermektedir. Çünkü Allah-u Teala "Gök" ve "Yer"in konumuna ve bunlardaki nimetlerin önemine binaen Gök ve Yer'e yemin etmektedir. Allah-u Teala yaratmış olduklarının yaşaması için yeryüzünü, buna denge olması için de gökyüzünü tercih etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de "Gök/Sema" lafzı 310, "Yer" lafzı ise 461 yerde geçmiştir. Bu kelimeler geçtiği her yerde farklı anlamlar içermektedir. Bu çalışmanın telifinde, "Gök" ve "Yer" ile ilgili bilimsel eserler ile birlikte, tefsir, dil ve belagata dair muteber eserlerden istifade edilmiştir.

/ 1
2 / 1