12.212 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Purpose: We aimed to investigate the relationship between air pollution, temperature and COPD attacks in two different centers. Materials and methods: Two centers, Bandırma and Van, were included in the study. In addition, temperature grouping was also done. Air pollution and temperature values were obtained from official sites. COPD data were scanned retrospectively from hospital information management systems. Results: In the first 3 months (Group 1) included in the study, the PM10 value, the number of COPD treatment in the emergency department (ED) and the number of COPD hospitalizations in the ED were also found to be high in Van (p=0.05, p=0.05 and p=0.034, respectively). In the last 3 months (Group 2) period included in the study, it was observed that the mean temperature was lower in Van, and the rate of hospitalizations and hospitalizations due to COPD were higher in Van (p=0.05, p=0.05, and p=0.05, respectively). In the correlation analysis, a strong positive correlation was found between PM10 value and COPD treatment and hospitalization for COPD in Group 1 (r;0.986, p<0.001 and r;0.885, p=0.019, respectively). In Group 2, a strong negative correlation was found between the decrease in air temperatures and COPD treatment in the ED, hospitalization due to COPD and hospitalization rates (r;-0.905, p=0.013, r;-0.966, p=0.002 ve r;-0.867, p=0.025, respectively). Conclusion: COPD attacks are associated with temperature and air pollution. For COPD attacks in ED, possible increases in intensity can be estimated by closely monitoring air pollution parameters as well as temperature.
In this study, clinical and radiological findings obtained from the treatment of distal femur fractures in cats with hybrid external fixator were evaluated. A total of 10 cats of different ages, breeds and genders with clinically diagnosed femur fractures were used as research material. In the study, hybrid external fixators consisting of circular and linear fixators were used as osteosynthesis material. Closed reduction and external fixation methods were used in 2 cases diagnosed with closed fractures, while limited open reduction and external fixation methods were used in 8 cases diagnosed with open fractures or excessive dislocations. In the radiological examination findings, it was determined that fracture consolidation started on the post-operative 7th day in 9 cases and on the 10th day in 1 case, respectively. Fracture healing was completed in 4 weeks in 2 cases, in 5 weeks in 2 cases, and in 6 weeks in 6 cases (osseous callus was detected). Fixators were removed one week after healing was completed in all patients. In the study, soft tissue complications such as edema in the extremities in 3 cases, mild pin infection in 3 cases and open wounds in 4 cases were determined. However, it was observed that these complications did not adversely affect the recovery time. As a result, with the data obtained from the study, it was concluded that the distal femur fractures in cats of the age and weight scales examined in the study can be successfully treated with the hybrid external fixator system.
Objectives: This study aims to investigate the effect of cilostazol on intimal hyperplasia and smooth muscle cell proliferation in a rabbit carotid artery anastomosis model. Materials and methods: A total of 16 New Zealand male rabbits weighing 2 to 3 kg were used in this study. The rabbits were divided into two groups with eight in each group as Group A and Group B. A vertical neck incision was made in an appropriate position for all group rabbits and the right carotid artery was dissected. The same artery was transected and anastomosis using 8/0 polypropylene was performed with a continuous anastomosis technique. Group A was assigned as the control group and no medication was given. Cilostazol was administrated to Group B at a dose of 25 mg/kg twice a day per oral for 21 days. At the end of Day 21, the anastomosis segments of the right carotid artery and contralateral carotid artery of all rabbits were sent to the histology laboratory for analysis. The lumen diameter, lumen area, intimal area, medial area, and intima/media area ratio were estimated. Results: In the serial sections, the mean lumen diameter of Group B was found to be significantly higher than Group A (p=0.001). The lumen area of Group B was significantly higher than Group A (p=0.001). The section series were evaluated and the area of the intima of Group B was significantly lower than Group A (p=0.001). The medial area of Group B was significantly larger than Group A (p=0.001). The intima/media area ratio was significantly higher in Group A (p=0.001). Conclusion: Cilostazol may be useful for preventing intimal hyperplasia and smooth muscle cell proliferation after vascular surgery.
Ritim, ilk müzik türlerinin oluşumundan önce doğal olarak ortaya çıkan, ilk insanın nesneleri birbirine vurarak, görünen/görünmeyen doğaüstü güçlere karşı korunma yollarından biri ve müziğin ana iskeletini oluşturan en önemli araçlardandır. Din musikisinin de ana ekseninde Şaman’ın ritm ile vecd’e girmesi ve ritim ile dans etmesi önemli bir dönüşümün kaynağı durumundadır. Mevlâna hikayelerinden yola çıkarak altın dövülmesinin verdiği düzenli ritimden vecd sonrası oluşan sema gösterisi, Şaman’dan intikal eden inançsal pratiğin ruhsal olarak devam ettiğini ve ritüel boyutuyla sürekliliğinin sağlandığını göstermektedir. Geleneğin kültürle birleşmesi ve inancın etkin bir silsilesi olarak devam etmesi, mekânsal bağlamda kullanılma zemini ve sıklığına göre değişmektedir. Çalışma, Şanlıurfa bölgesindeki halk sanatçılarının okuduğu çiftelerden yola çıkarak, çifteler aracılığıyla çeşitli ritüellerin gerçekleşmesini konu almaktadır. Türk tasavvuf müziğinin çifteler (ilahi) adıyla halk arasında nasıl yaygınlaşıp sema, semah veya zikre dönüştüğü, hangi niteliğinin sürekliliğinin sağlanmasında etken olduğu sorularından hareket edilmiştir. Şanlıurfa’da çifte denilen tasavvufi grupta yer alan kişilerin birçoğu hafızdır. Çifteler genellikle def eşliğinde seslendirilir. Makamsal yapı ses ile çeşitlilik kazanarak, böylece güftenin kalıcılığı ve sürekliliği sağlanmış olur. Türk Musikisi formlarının halk arasında yaygınlığını sağlayan makamsal özelliklerin yanı sıra ritimdeki çeşitliliğin farklı duygulara da hitap etme gücüdür. Farklı ritimlerde seslendirilen kaside mevlid, ilahi gibi dini formlar, bağlamlarının geniş olmasından kaynaklı sürdürülebilmektedir. Bu çalışmada ritmin ritüele dönüşümünde inancın etkili gücünün aynı zamanda toplumsal birlik ve beraberliğin de sağlayıcısı olma durumundan söz edilecek ve Şanlıurfa bölgesindeki bu musikişinasların bu oluşumdaki rollerinden ve Türk Sanat Müziği/Türk Halk Müziği türlerinin gelişimine katkılarından, Türk müziğini farklı formlarda kullanma yetilerinden söz edilecektir. Gelenekte dini inancı eyleme dönüştüren bu kolektif müzik kültürü paylaşımında netnografik alan araştırma yapılması uygun görülmüştür. Hava muhalefetinin olumsuz etkisi ve ritüellerin gerçekleştiği bağlamın erkek özerk alanla (zikir) sınırlı olması ve farklı inanç pratiklerinin (Alevi semahı) halka kapalı olmasından kaynaklı bu araştırma yöntemi tercih edilmiştir. Bağlam merkezli yaklaşımların bu zorlukları dışında müziğin iki farklı türünü birleştiren, divan edebiyatı/halk edebiyatı geçişinde, çiftelerin önemli rolü, sözlü kaynak görüşmeleri yapılarak ve literatür taranarak açıklanmaya çalışılmıştır.
ÖZ Bu çalışma, yanmetinlerin, ideolojilerin yeniden üretilmesi ve söylem düzenini belirleyen güç ilişkilerinin farklı kılıcılar tarafından bilinçli bir şekilde kullanımının su yüzüne çıkarılması bakımından verimli bir alan sunduğu fikrini savunmaktadır. Çalışmanın amacı, kültürel ve ideolojik yorumlara açık çokkipli düzlemler yaratabilen özellikle dilsel ve görsel iç yanmetinlerin yeniden bağlamlaştırma sürecinde hangi ideolojik işleyiş biçimleriyle (Thompson, 1990) nasıl kullanılabileceğine odaklanmaktır. Araştırmanın kapsamı, bütünleşik bir yaklaşımla, kaynak kültürde ahlaki nedenlerle damgalanmış, 14 adet İngiliz/Amerikan modernist romanın 71 Türkçe çevirisine eşlik eden, iki kültür arasında müzakereci görevini üstlenen iç yanmetinlerden oluşan makul genişlikte, iyi yapılandırılmış temsil gücü yüksek bir bütüncedir. Kuramsal olarak Eleştirel Söylem Çözümlemesi kapsamında Fairclough?un üçlü modeli temel alınmıştır. Bu kuramsal çatı altında, yöntem olarak Dizgeci İşlevsel Dilbilgisi modelinin sağladığı dil araçları kullanılarak a) dilsel iç yanmetinler Thompson?ın beşli ideolojik işleyiş biçimleri çerçevesinde, b) görsel iç yanmetin ögeleri Kress ve Van Leeuwen?in (2006) görsel dilbilgisi kuramı çerçevesinde incelenmiştir. Çeviri metinleri yeni bir bağlama yerleştirme araçları olarak iç yanmetinler, alt ulamlarına ayrılmıştır ve Eleştirel Söylem Çözümlemesi ışığında çözümlenmiştir. Görsel ögeler (özellikle ön kapak ve arka kapaklar) temsil, etkileşimsel ve düzensel üstişlevler açısından çözümlenmiştir. 1940-1960, 1961-1980, 1981-2000, 2001-2021 dönemleri bazında yapılan artsüremli analizler, bir toplumun sosyo-politik dinamiklerinin, üretilen metinler ve söylem dayanaklı uygulamalarla ne denli koşutluk gösterdiğinin ortaya konması bakımından son derece önemli bulgular sunmaktadır.
Bu çalışmanın amacı Türkçede farklı bağlamlarda sıkça kullanılan fakat psikoloji alan yazınında yeterince incelenmemiş ayıp kavramının çocukluk döneminde nasıl kavramsallaştırıldığını keşifsel olarak incelemektir. Bu amaçla ayıp kavramının Turiel’in (1983) Sosyal Alan Kuramı çerçevesinde hangi sosyal alan bağlamında daha fazla tanımlandığı ve hangi duygularla ilişkili olduğu ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Araştırmanın örneklemini Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşayan 7 ile 15 yaş aralığındaki (Ort= 10.12, SS= 1.55) 63 kadın ve 62 erkek olmak üzere toplam 125 çocuk oluşturmaktadır. Çocuklarla yapılan görüşmelerde açık uçlu sorulan sorulardan elde edilen bulgulara göre çocukların ayıp kavramını hem ahlaki hem de uzlaşımsal alanlarda değerlendirdikleri; bu değerlendirmeleri daha çok ‘zarar verme /zarardan kaçınma’ ve ‘erdemli olmayan davranışlar’ ile ‘toplumsal kuralların ihlal edilmesi’ ve ‘cinsel ihlaller ve çıplaklık’ üzerinden ifade ettikleri görülmektedir. Ayıp olarak değerlendirilen durum ve davranışlara ahlaki alanda daha çok öfke ve utanç duygularının, uzlaşımsal alanda ise daha çok tiksinme duygusunun eşlik ettiği görülmektedir. Sonuçlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, çocuklar için ayıp kavramının yazılı olmayan kurallar gibi işleyen, kişilerarası ilişkileri ve sosyal düzeni sürdürmeye yarayan; öfke, utanç, suçluluk ve tiksinme gibi duygularla yakından ilişkili bir kavram olduğu görülmektedir.
This study was carried out to determine the quality of sugar beet pulp (Beta vulgaris L.), lenox (Brassica rapa L.), and ryegrass (Lolium multiflorium cv. caramba) silages used in feeding dairy cattle, in comparison to corn silage. Whole corn was harvested at the dough stage, lenox was harvested at the end of flowering, and ryegrass was harvested at the beginning of spike. No additives were added to the corn silage, but 5% molasses was added to the sugar beet pulp, ryegrass, and lenox silages that have low levels of easily degradable sugar. Additionally, 5% sainfoin was added to the sugar beet pulp silage to increase its dry matter level to 20%. All silages used in the study were classified as “very good” according to the Fleig scoring system. Four Holstein dairy cattle at a mean age of 3 years old, at the 3rd month of lactation, and with milk yields close to each other were used in the feeding experiment. In this study, the 4 × 4 Latin square trial design was applied, and each period of the experiment consisted of 21 days, 14 days for exercise and 7 days for sample collection. The amount of feed to be consumed by the animals according to the periods was calculated based on the National Research Council (NRC) standards considering their yield levels. In the experiment, milk yield was found to be similar in the silage groups, but milk fat levels were higher in the group consuming corn silage than the other groups. The rumen fluid and blood serum values of the animals were within the reference ranges. As a result, it was determined that these silages were competitive with corn silage in the feeding of dairy cattle as long as 5% molasses would be added to wet the beet pulp, lenox and ryegrass silages, whereas it was concluded that the digestibility and energy content of the ryegrass silage was lower than those of the other silages.
The demand for convenient and ready-to-eat food has increased, including fresh-cut fruit and vegetables. At the same time, people are also becoming more health-conscious and are aware of the positive impact of healthy food choices on their well-being. Fresh-cut fruit and vegetables are seen as a healthy and convenient option that allows people to meet their nutritional needs without sacrificing their busy lifestyles. This study examines the use of sustainable fertilization practices for growing melons and the application of edible coatings on fresh-cut fruit to preserve their freshness and levels of sugar and organic acids during storage. The cv. ‘Kırkağaç’ melon was used as the plant material. In the current study, the materials needed for preharvest fertilizer applications (humic acid, liquid worm fertilizer, and organomineral fertilizer) were obtained from a commercial company. The materials needed for postharvest edible coating (sodium alginate, pectin, and carob gum) were obtained from a different company. According to the results, the total sugar content of the melons increased as they ripened, but the application of an edible pectin coating helped to control this increase in sugar content better than the other treatments. This is because the pectin coating slowed down the ripening process by reducing the rate of respiration and ethylene release. The results of the study indicated that there were significant differences (p < 0.05) observed between the control group and the samples treated with edible coatings in all parameters measured. In summary, this study suggests that sustainable fertilization practices could be a viable option for cultivating melons, and that edible coatings could be used as novel materials in commercial treatments to maintain the quality of fresh-cut melons during storage.
Bu çalışma, Türkiye’de Arûsî Selâmî Tarîkatının Ömeriyye Kolunun kurucusu Ömer Fevzi Mardin’in tasavvufî görüşleri ile Ömeriyye kolunun faaliyetlerini kapsamaktadır. Modernleşme ve devrimleri yerleştirme ülküsüyle hareket eden Cumhuriyet Türkiye’sinin kurucu üyelerinden biri olan Ömer Fevzi Mardin’in görüşleri sosyo-kültürel bir realite olarak bir kısım insanın hayatında yer edinmiştir. Belirtmek gerekir ki dinin etkisinin farkında olan kurucu erkler içerisinde, yeni bir toplumsal yapı oluşturmak için yerleşik usullerin dışında yoruma açık bir tasavvufî anlayışı benimseyen görüşler ortaya atılmıştır. Çağdaş bir ulusu yaratacak ve yaşatacak ideolojiyi elde edebilmek için toplumu en güçlü şekilde ayakta tutan din bağına yeni bir yorumun gerekli olduğunu düşünen bu anlayış müntesiplerinin hedefi, uygarlığın tarîkatını kurmak olmuştur. Bu müntesiplerden biri Ömer Fevzi Mardin; Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Trablusgarb Savaşı başta olmak üzere birçok savaşta komutanlık yapmanın yanında idari görevlerde de bulunmuştur. Mardin; Kâdirî ve Nakşî icâzetlerine sahip Mardinîzâdeler olarak bilinen ünlü ve entelektüel ailenin mensubu olarak tasavvufî hayata yönelmiştir. Libya görevinde iken Şehbenderzâde Ahmet Hilmi tarafından Osmanlı Devleti’nde tanınan ve Şâzeliyye Tarîkatı’nın Kuzey Afrika’daki kollarından biri olan Arûsiyye’nin Pîr-i Sânisi olan Şeyh Abdusselâm el-Esmer’e üveysilik yoluyla intisab etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Arûsî Selâmî Tarîkatı’nın Ömeriyye kolunu kuran Mardin, resmi ideolojinin benimsediği din anlayışına uygun eserler neşretmiştir. Çalışmamızın kapsamını Ömer Fevzi Mardin’in eserleri çerçevesinde tasavvufa dair görüşleri oluşturmaktadır. Bu görüşler, Cumhuriyet Türkiye’sine hâkim kılınmak istenen dinî, siyasî ve kültürel atmosferin yerleşmesine destek verir mahiyettedir. Nitekim Mardin, tasavvufun “zamanın rûhuna uygun” laik Türkiye Cumhuriyeti’nde barış ve düzeni sağlayacak tarzda yeniden yorumlanması gerektiğini iddia etmiştir. Çağdaş insanın çözüm beklediği sorunları çözmenin ve kardeşçe yaşamanın yolunun insan sevgisine dayalı bir tasavvufî nizamla sağlanabileceğini belirterek tasavvufî kavramları toplumsal değişimle izah etmeye çalışmıştır. Bununla beraber kendisine yöneltilen suçlamalarda görüleceği üzere dinleri insanları kurtuluşa ulaştırma aracı olarak gördüğü için tahrif, tebdil ve tağyire uğrayan Yahudilik ve Hıristiyanlık pasajlarıyla düşüncelerini desteklemiştir. Diğer suçlamalar ise “Manevî Cihazlanma Derneği” adıyla bilinen masonluk toplantılarına katılması, Dinler arası diyalog faaliyetlerinin içerisinde yer alması, gayr-i müslimler adına mevlit okumanın caiz olabileceği yönünde fetvalar vermesi, Kore savaşına katılan Amerikalıları şehit sayması ve ispritizmayı savunan bir tavır içerisinde olmasıdır. Ancak dinî camiada eleştirilen Mardin’in Cumhuriyet’in kurucu unsurlarının düşüncüleriyle uygun ideolojik ve düşünsel anlayışı benimsemesi, devrin sûfîlerinin maruz bırakıldığı sert müdahalelere yol açmamıştır. Çalışmamız Ömer Fevzi Mardin özelinde Cumhuriyet Dönemi’nde tasavvufî hayatın seyrinde sapmanın bir örneği olarak önem arz etmektedir. Ömeriyye’nin tarîkat şeyhliğini yapan, mürîdlerince itibar gören ve tasavvufu kendince yorumlayan Mardin’i “sûfî”, “şeyh” şeklinde adlandırmak yerine insan merkezci ve hümanizmi esas alan bir “düşünür” olarak görmek daha yerinde olacaktır. Bir Cumhuriyet projesi olduğu görülen Mardin’in tasavvufa dair fikirlerini sunmak, hem klasik sûfî anlayışla farkını ortaya koyması hem de bir devrin ideolojisini anlamayı kolaylaştırması açısından önem arz etmektedir.
The aim of this study is to determine the attitudes of prospective primary school teachers towards technology and e-assessment in the distance education process. The study was designed according to the correlation method. The study was applied to students in all grades studying in the Department of Elementary Education of a state university in Turkey. In this study, "attitude scale towards technology", "attitude scale towards e-assessment and "demographic information form" were used to collect data. The results of the analysis showed that the relationship between the attitude towards e-assessment dependent variable and the independent variables of gender and continuous access to the internet was positive and direct. In addition, it was found that the relationship between the attitude towards technology and gender, the frequency of using technology and the frequency of using distance education was positive and directly related. It was observed that the independent variables of gender, grade level, frequency of distance education use, frequency of internet use positively affected the dependent variables of e-assessment and attitude towards technology. Accordingly, it can be said that these factors should be keep in mind in e-assessment and technology use.
This study investigated classroom teachers’ cognitive fictions on the concept of value. The sample consisted of 40 primary school classroom teachers using purposive sampling. The study adopted a qualitative phenomenological research design. Data were collected using a Repertory Grid Interview Questionnaire. The data were analyzed using content analysis. Four hundred cognitive fictions were developed and categorized into ten fundamental values theorized by Schwartz. The cognitive fictions were addressed based on participants’ gender and training in values education. As a result classroom teachers considered the value groups ‘‘achievement’’, ‘‘conformity’’, ‘‘self-direction’’ the most important.
Öğretmenlik Meslek Kanunu, öğretmenlere birtakım özlük hakları getirmiştir. Öğretmenlerin bu hakları kazanabilmeleri için öncelikli olarak eğitim almaları ve eğitim sonunda yapılan sınavda başarılı olmaları gerekmektedir. Bu kapsamda Öğretmen Bilişim Ağı (ÖBA) platformunda öğretmenlerin eğitim almaları için uzman öğretmen ve başöğretmen videoları yayımlanmıştır. Öğretmenlik kariyer basamakları sürecinde izlenen eğitim videolarının Fen Bilimleri öğretmen görüşlerine göre değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda çalışmanın amacı, ÖBA platformunda öğretmenlerin kullanımına sunulan uzman öğretmen ve başöğretmen videoları hakkında Fen Bilimleri öğretmenlerinin görüşlerini tespit etmektir. Çalışma, nitel araştırma desenlerinden özel durum çalışması ile yürütülmüştür. Çalışmanın katılımcıları, 2022-2023 eğitim-öğretim yılında Bitlis’in Tatvan ilçesindeki ortaokullarda görev yapan altı Fen Bilimleri öğretmeninden oluşmaktadır. Çalışmanın verileri, araştırmacılar tarafından geliştirilen altı açık uçlu sorudan oluşan yarı yapılandırılmış görüşme formu ile elde edilmiştir. Çalışmada elde edilen veriler, içerik analizi ile çözümlenmiştir. Öğretmenler, eğitim videolarının faydalarına ve sınırlılıklarına dikkat çekmişlerdir. Öğretmenler eğitim videolarının faydalarını, öğretmenlik mesleğine katkı sağladığını, geleceğe yönelik hazırlayıcı olduğunu, temel konuları içerdiğini, çevre ve iklim değişikliği konusunda bilgilenmelerine katkı sağladığını belirtmişlerdir. Diğer taraftan öğretmenler eğitim videolarının sınırlılıklarını; fen bilimleri alanına katkısının olmadığını, teorik bilgiler içerdiğini, video içeriklerinin uzun olduğunu, görsel materyallerle yeterince desteklenmediğini, videoların sınav için yetersiz olduğunu ve sistem kaynaklı sorunların olduğunu ifade etmişlerdir. Çalışmanın sonunda; ÖBA platformundaki uzman öğretmen ve başöğretmen videolarının daha işlevsel olabilmesi için video eğitim sürelerinin uzatılması, izlenme sürelerinin kısaltılması, görseller-videolar ve içerikleri ile ilgili eksiklerin giderilmesinin gerektiği önerilmiştir.
Bu çalışmanın amacı, Anadolu uygarlıklarına ait figüratif betimlemelerden resim ana sanat atölye öğrencilerinin ne şekilde yararlandıklarını ve çalışmalarına nasıl yansıttıklarını ortaya koymaktır. Bahsedilen amaç doğrultusunda üç alt amaca cevap aranmıştır. Birinci alt amaç; öntest-sontest sonuçları arasında anlamlı bir fark olup olmadığını, ikinci alt amaç Urartu medeniyetine ait figüratif betimlemelerin öğrenci resimlerine nasıl yansıdığını, üçüncü alt amaç ise öğrencilerin uygulamaya yönelik görüşlerinin neler olduğunu ortaya koymaktır. Örneklem olarak Urartu medeniyeti ele alınmıştır. Araştırma 2020/2021 eğitim öğretim yılında; Gazi Üniversitesi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi ve Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi olmak üzere toplam 49 öğrenciyle, Resim İş Eğitimi Anabilim Dalı 3. ve 4. sınıf Ana sanat atölye dersiyle, uzaktan eğitimde 4 ders saatiyle, Urartu medeniyetine ait figüratif tasvirlerle ve akrilik/yağlı boya tekniği ile sınırlandırılmıştır. Araştırmada karma yöntem kullanılmıştır. Nicel olarak öntest-sontest kontrollü deneysel desen kullanılmış olup, öğrenci resimleri betimsel yöntemle incelenmiştir. Veriler, öntest-sontest soruları, literatür tarama, yapılandırılmış ve yarı yapılandırılmış görüşme sorularıyla toplanmıştır. Öğrencilerin yaptıkları resimler betimsel analizle değerlendirilmiştir. Betimsel analiz neticesine göre kullanılan imgelerin, tema analizleri yapılmıştır. Tema analizleri sonucu yüzde frekans tablosu oluşturulmuştur. Birinci alt amaca yönelik; öntest-sontest puanları arasında, sontest lehine anlamlı bir fark bulunmuş, bilgi düzeylerinde önemli bir artış gözlemlenmiştir. İkinci alt amaca yönelik elde edilen sonuçlara göre “Tanrı Haldi, dağ keçisi, aslan, boğa, kartal ve Urartu savaşçısı” figürlerine, diğer figürlere kıyasla daha çok yer verildiği dikkati çekmektedir. Üçüncü alt amaca yönelik elde edilen sonuçlara göre ise; yapılan uygulamadan oldukça keyif aldıkları, zaman zaman zorluk yaşadıkları, bu zorlukların malzeme yetersizliğinden ve ilk kez böyle bir uygulama ile karşılaşmış olmalarından kaynaklı olduğu anlaşılmıştır.
Memlükler döneminin ünlü kasîde yazarı Bûsîrî’nin, Hz. Peygamber’in methi üzerine kaleme aldığı Kasîdetü’l- bürde adlı şiiri sadece ait olduğu topluma değil, diğer Müslüman toplumlara da Hz. Peygamber’i anlama bağlamında ışık tutar. 160 beyitten oluşan bu kasîde, özellikle kaleme alınmasına sebep olan hikâyesiyle de ün kazanır. İslam coğrafyasının her bir tarafında değer gören bu kasîde düğün, sünnet, mübarek gün, bayram ve cenaze gibi birçok önemli zamanda okunan nadir eserler arasındadır. Özellikle kasîdenin yazılmasına sebep olan hikâyeden ötürü, hastalara şifa olacağına inanılır. Eserde, Hz. Peygamber’in doğduğu zaman, Kur’an’ın hikmet ve faziletleri, Mî’râc, Hz. Peygamber’e iltica, mağfiret ve şefaat talebinden oluşan birçok bölüm bulunur. Kasîdenin genel içeriğinde Hz. Peygamber’e övgü teması ağır basar. Peygamber, bir kurtarıcı, sığınılacak liman, Allah’ın Hz. Peygamber’e duyduğu muhabbet başlıca temalardandır. Memlükler döneminde yazılan bu kasîde, Türklere de yansımış birçok dini gün ve gece de okunmuştur. Türk edebiyatında Allah’ı ve Hz. Peygamber’i konu alan birçok esere doğrudan veya dolaylı ilham kaynağı olmuştur. Çalışmamızda 1200 ile 1300 yılları arasında yaşayan ve Kasîdetü’l- bürde eserini kaleme alan Bûsîrî’nin şiiri ile milli ve dini kaynakları referans alarak eserlerini kâğıda aktaran Arif Nihat Asya’nın Naat’ı (1967) Hz. Peygamber’e yaklaşım konusunda karşılaştırılacaktır. “Bayrak Şairi” adıyla Türk edebiyatı sahasında ün kazanan şairin İslam dinine yönelik bağının kalemine yansıdığı görülür. Şairin peygamber sevgisi ve özlemi Naat adlı şiirinde vücut bulur, edebiyatımızdaki önemli naatların ilk sıralarına yerleşir. Naat şiirinde, Hz. Peygamber’in doğumu, gençliği, yaşadıkları, dönemin İslam tarihi, sahabe ve halifelerin vaziyetleri, Hz. Peygamber’le müsemma olmuş sembol ve olaylar, şiirde ağırlıklı olarak yer alır. Bûsîrî’nin kasîdesi ve Arif Nihat Asya’nın şiiri tematik açıdan karşılaştırılarak ayrı dönemlerde Hz. Peygamber için ortaya konulan duygu ve düşünceler arasındaki benzerlik ve ayrımlar, Hz. Peygamber’i anma ve anlama konusunda farklı bir bakış sunacaktır.
Hukukun sosyal hayata uyumunu sağlayan örf ve âdet usul kurallarının belirlenmesi ve fıkhî meselelere çözümler sunması noktasında başvurulması gereken sosyal normdur. Zira örf ve âdete dayanan hükümlerin kamu tarafından benimsenmesi ve uygulanması daha kolaydır. Şâfiî mezhebinde fıkhın temel kaynakları Kitap, sünnet, icmâ ve kıyastan ibaret olsa da hakkında bu kaynaklarda bilgi bulunmayan fıkhî meselelerde karine olarak örf ve âdetin dikkate alındığını gösteren fıkhî çözümler bulunmaktadır. Ancak mezhepte örf ve âdete büyük önem atfedildiği halde usul eserlerinde icmâ ve kıyas gibi müstakil bir delil olarak ele alınmamış ve fıkhın delilleri arasında yeri ve sınırları derli toplu bir şekilde belirlenmemiştir. Şâfiîler örf ve âdet hakkında bir metodoloji geliştirmemişler, ancak onları hem usulde hem fürûda aktif bir şekilde kullanmışlardır. Bu nedenle fıkhî meseleleri çözüme kavuşturmak açısından örf ve âdetin kaynak değeri ile ilgili Şâfiî usulcülerin görüşlerinin analiz edilmesi önem kazanmaktadır. Önemine binaen çalışmada Şâfiîler’in örf ve âdetin kaynak değeri ile ilgili görüşlerini konu edindik. Çalışma boyunca İmâm Şâfiî’den itibaren Şâfiî usulcü ve fakihlerin görüşlerini analiz edip detaylı bir şekilde inceledik. Böylece konuyla ilgili görüşleri analitik yöntemle değerlendirdik ve Şâfiîler’in konuyla ilgili görüşlerini belirledik. Şâfiî mezhebinde örfün kaynak değeri ile ilgili görüşleri konu edindiğimiz bu çalışmada “örf ve âdet”in mahiyeti ve kapsamını, fıkhî meselelerde kaynak gösterilmesi, klasik dönem Şâfiî fakihlerin konuyla ilgili görüşlerini ortaya koymayı, örf ve âdeti fıkhî meseleleri çözüme kavuşturmak bakımından incelemeyi ve Şâfiî mezhebinde örf ile âdeti teorik bir temele oturtmayı amaç edindik. Çalışmada fıkhın daha kolay bir şekilde uygulanabilmesi noktasında önemli bir rol oynayan örf ve âdetin Şâfiî mezhebinde karine olarak dikkate alındığı sonucuna vardık.
The discipline of literary theory and criticism has undergone a paradigm shift in the way it has attempted to address the concerns linked to the nature of literature in tandem with cognitive revolution. Cognitive poetics, which has emerged as a result of this paradigm change in literary criticism, aims to comprehend the procedures involved in the production and reception of literary language by bringing insights from disciplines like psychology, linguistics, and stylistics. In this article Kurt Vonnegut’s Slaughterhouse Five has been analysed with text world theory, figure-ground theory, and schemata theory which are three analysis methods in cognitive poetics. After the introduction, some information about the main tenets of cognitive poetics has been provided and the aforementioned three cognitive poetic methods have been briefly explained. In the analysis part, Slaughterhouse Five has been analyzed with these three methods. It has been observed that the novel shows significant variance in terms of world creation and layering from the classical novel. Along with this variation, it has been seen that the figures and grounds have been manipulated and literary schemata have been restructured in Slaughterhouse Five to present the bombardment of Dresden in a novel way.
In Türkiye, the general name for aromatic plant species belonging to the Lamiaceae family is “thyme”. However, species containing thymol/carvacrol type essential oil are considered “thyme”. Origanum acutidens is one of the thyme species that grows endemic in the Northeastern Anatolia Region of Türkiye. The low germination rate of its seeds is one of the factors limiting the studies conducted on this plant. This study was conducted to investigate the effects of different doses of colchicine and gibberellic acid on germination in O. acutident seeds. Seeds collected from the plant’s natural habitat at the end of the flowering period were used as plant material. The experiment was planned as control (only distilled water) and treatments consisting of three different gibberellic acid (GA3) [100 ppm (GA1), 200 ppm (GA2) and 300 ppm (GA3)] and four different colchicine doses [0.01 mM (C1), 0.02 mM (C2), 0.04 mM (C3) and 0.08 mM (C4)]. The applications were kept at 25±1 ⁰C for 12 hours. After the waiting period, all seeds were filtered and placed, 50 seeds each, in 9 cm diameter petri dishes between two layers of sterile filter paper sheets. The experiment was carried out in 4 replications. Some parameters of the germination (Germination rate (GR), Germination time (GT), Average germination time (AGT)) and early seedling period (Embryonal root length (ERL), Number of embryonal roots (NER), Root fresh weight (RFW), Root dry weight (RDW), Grass sheath length (GSH)) were measured and the results were statistically evaluated. In general, the highest values obtained from all evaluated germination (92.0% GR and 1.7 day AGT) and early seedling parameters (10.4 cm ERL, 4.6 NER, 0.095 g RFW, 0.028 g RDW and 3.6 cm GSL) were found to belong to the GA3 application. The lowest values obtained from the relevant parameters were obtained with the C4 application. In our study, it was observed that gibberellic acid applications significantly increased germination in this plant and positively increased the parameters related to germination. Based on the study results, we think that colchicine stimulates germination at certain rates, but causes death by having a toxic effect in increasing doses.
Cadmium (Cd) is omnipresent trace element in environmental that is unessential in plants. Cd levels rise because of anthropogenic activity such as the combustion of fossil fuels, phosphate fertilizer manufacturing, mineral fertilizers, batteries technology. It is extremely toxic metal and reduces plant growth. In this context, the aim of this study was to investigate the effect of different concentrations (5/10/20/40 ppm) of Cd on germination of seeds and physiological effects in early developmental stage of tomato Solanum lycopersicum Lam. seedlings. 20 ppm (80%) and 40 ppm (83.3%) Cd concentrations caused significantly decrease in germination percentage. All Cd treatments were resulted with decrease in Vigor Index, especially in 20 ppm (42% decrease compared to control). Application of 5 ppm Cd caused decreases in chlorophyll and carotenoid contents in seedlings. Finally, significant decrease in protein content of 5 ppm, 10 ppm and 20 ppm treated seedlings were determined compared to control. As a conclusion, Cd negatively affected germination and physiological parameters of tomato in early developmental stage. Overall, these results indicate that Cd affects different physiologic processes and pathways according to concentration.
This paper explores the concept, dimensions, and causes of intercultural competencies from the perspective of tour guides. A phenomenological research approach was used to explore how tour guides' intercultural competences emerge in intercultural experiences. Using purposive sampling, nine semi-structured interviews were conducted with senior tour guides with international experiences until saturation occurred. The data were analyzed using thematic content analysis. The findings suggest three dimensions, namely, cultural awareness & cognitive flexibility, cultural sensitivity and emotional flexibility, and cultural resourcefulness & behavioral flexibility are predominant in tour guides’ intercultural experiences. This study of exploring tour guides' experiences is expected to provide a useful framework and contribute to a broader understanding of intercultural competence in tour guiding.
Tasavvuf tarihi araştırmalarında Kaçar dönemi, özellikle Şiî düşüncenin tasavvuf üzerinde etkisini araştırmak için önemli bir kaynaktır. İrfan gibi müteradif kavrama dönüştürülen tasavvuf, bu dönemde Sünnî tarikatlarca savunulurken Şiî tarikatların dönüşüm ve değişim faaliyetlerine kaynaklık etmiştir. Başta Kadîriyye ve Nakşibendiyye tarîkatları olmak üzere Sünnî tasavvufu koruma çabasına giren tarîkatlar, faaliyetleri kısıtlansa da bulundukları sınırlı bölgelerde halkın teveccühüne mazhar olmuşlardır. Modenleşme ve bağımsızlık hareketlerinin yaşandığı XIX. ve XX. yy. da Kaçarlar, Sünnî tarîkatların sınırda bulunmasından ve Osmanlı Devleti’nin halifelik gücünden çekinerek kısa süreli anlaşmalar yapmışsa da sindirme ve baskı politikasını devam ettirmişlerdir. Şiî tarîkatlar için müsamahakâr bir tavır sergileyen Kaçarlar; toplumun modernleşmesi için Sâfî Ali Şâhiyye’nin desteğini alarak güç kazanmak istemiştir. Sâfî Ali Şâh ve halifesi Zahirüddevle Ali Hân Kaçar, tasavvufu modernizmle bütünleştirmek için çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Özellikle Zahirüddevle’nin Encümen-i Uhuvvet Cemiyetini kurarak kardeşlik ile eşitlik anlayışına dayanan tasavvufî anlayışı ortaya koyması ve mürîdlerinin şehirli entelektüellerden oluşması devrimlerin yapılmasını kolaylaştırmıştır. Zahirüddevle; melâmîlik-fütüvvet, mürşid-mürîd gibi tasavvufî kavramları çağının ihtiyacına göre ele almış ve gelenek ile modernizmi bütünleştirmenin çabası içerisinde olmuştur. Bu çalışma, Kaçar döneminin tasavvuf algısını ortaya koymayı ve Şiî tarîkat Sâfî Ali Şâhiyye’nin tasavvufu modernizmle bütünleştirmeye dayalı faaliyetlerini ele almayı amaçlamaktadır. Özellikle Şiî kaynaklara başvurularak yapılan bu çalışma, bir devrin tasavvufî düşüncesinin panaromasını sunmayı hedeflemektedir. Makalenin önemi ise bu alanla ilgili yapılan çalışmanın az olmasıdır.

/ 611
2 / 611