242 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Amaç: Tüm kırıkların yaklaşık %5’ini proksimal humerus kırıkları oluşturur. Stabiliteyi artırmak için yeni plak teknikleri geliştirilmiştir. Bu çalışmada, proksimal humerus kırıklarında Proksimal Humerus İnternal Kilit Sistemi (Proximal Humeral Internal Locking System-PHILOS) plağı ile tespitin fonksiyonel sonuçları değerlendirildi ve implantla ilişkili potansiyel komplikasyonlar incelendi. Çalışma planı: Ayrışmış proksimal humerus kırığı olan 28 hastaya (20 kadın, 8 erkek; ort. yaş 60.7±12.9) PHILOS plağı ile internal tespit uygulandı. Kırık nedeni 21 hastada düşük enerjili travma (boy hizasından düşme), yedi hastada kayak ya da bisiklet kazasıydı. Kırık 16 hastada sağ, 12 hastada sol taraftaydı. Neer sınıflamasına göre, sekiz hastada iki parça, 12 hastada üç parça, sekiz hastada dört parça ayrışmış kırık vardı. Tüm hastalara PHILOS plağı ile internal tespitin ardından benzer fizik tedavi programı uygulandı. Hastalar klinik ve radyografik olarak ortalama 25.2±11.8 aylık takip sonunda değerlendirildi. Fonksiyonel sonuçlar için yaş ve cinsiyete göre ayarlanmış Constant-Murley skoru kullanıldı. Hareket açıklığı ve omuz abdüksiyon kuvveti ölçüldü. Hastalar ayrıca Kol, Omuz ve El Sorunları Anketi (Disabilities of the Arm, Shoulder, and Hand-DASH) ve görsel analog skala ile değerlendirildi. Takip sırasında görülen komplikasyonlar kaydedildi. Sonuçlar: Yirmi kırık (%71.4) iyi anatomik konumda iyileşti. Takip süresi sonunda ortalama Constant-Murley skoru 57.9±21.7, yaş ve cinsiyete göre ayarlanmış Constant-Murley skoru ise 67.5±23.6 bulundu. On altı hastada (%57.1) mükemmel veya iyi, bir hastada (%3.6) orta, 11 hastada (%39.3) kötü sonuç elde edildi. Ortalama DASH ve görsel analog skala skorları sırasıyla 28.3±24.3 ve 75.4±21.2 bulundu. Takip sırasında 11 komplikasyon (%39.3) görüldü. Sekiz hastada (%72.3) yeniden ameliyat gerekti. Komplikasyonlar iki hastada (%7.2) humerus başı avasküler nekrozu, altı hastada (%21.4) subakromiyal sıkışma, bir hastada (%3.6) kilit vidasında gevşeme ve iki hastada (%7.2) radial sinirde geçici duyu kaybı şeklinde idi. Subakromiyal sıkışma esas olarak plağın süperior konumundan kaynaklanıyordu. Çıkarımlar: Sonuçlarımız, yaşlı hastalardaki proksimal humerus kırıklarında PHILOS plağı ile yeterli kırık stabilizasyonu sağlanabileceğini göstermektedir.
Travmatik kalça çıkığı çocuklarda nadir rastlanan bir durumdur. Arka çapraz bağ (AÇB) avulsiyonu da çocuklardasadece birkaç olguda bildirilmiştir. Yaralanma mekanizmasına bağlı olarak, erişkinlerde posterior kalça çıkıklarıyla birlikte AÇB avulsiyonu sık görülmesine karşın, bubirliktelik çocuklarda bildirilmemiştir. Bu yazıda, travmatik posterior kalça çıkığı ve AÇB avulsiyonunun biraradagörüldüğü sekiz yaşında bir erkek çocuk sunuldu. Hasta,bisiklet sürerken bir arabanın önden çarpması sonucuhastaneye getirildi. Sol kalçada adduksiyon ve fleksiyondeformitesiyle birlikte hareket kısıtlılığı ve sol dizde popliteal çukur üzerinde hafif şişlik ve ekimoz vardı. Pelvisgrafisinde sol kalçada posterior çıkık görüldü. Hastaya genel anestezi altında kapalı redüksiyon uygulandı. Altı haf-ta sonra, sol dizindeki hareket kısıtlılığı nedeniyle tekrarbaşvuran hastanın diz grafisinde, medial femoral kondilkenarında avulsiyon görüldü. Üçboyutlu bilgisayarlı tomografi rekonstrüksiyonunda, medial femoral kondilden0.5 cm’lik bir parçanın sıyrıldığı gözlendi. Tanıdaki gecikme nedeniyle hastaya cerrahi girişimde bulunulmadı vekuadriseps güçlendirme ve diz hareket açıklığının iyileştirilmesi için fizik tedavi uygulandı. Bir aylık fizik tedavisonunda, hastanın diz fleksiyonu 120 dereceye yükseldive fleksiyon kontraktürü görülmedi. Kazadan 12 ay sonrayapılan kontrollerde hastanın kalçası normal bulundu, dizfleksiyonu tama yakındı. Rotasyon instabilitesi olmaksızınspor etkinliklerine katılabiliyordu.
Bisiklet kullanımının faydaları bir spor aracı olarak beden sağlığına yaptığı katkının yanında, bir ulaşım aracı olarak ucuz, erinçli, çevreyi kirletmeyen bir yolculuk yapılmasını sağlaması ve diğer ulaşım araçlarına göre daha düşük maliyet gerektirmesi olarak sıralanabilir. Çalışmada, Adana Kuzeybatı Üst Kentsel Gelişme Alanı kapsamındaki 4 güzergahın bisiklet kullanımına uygunluğunun ortaya konulması amaçlanmıştır. Bu bağlamda güzergahlar uygunluk düzeylerini belirleyen 14 ölçüt açısından değerlendirilmiştir. Değerlendirme sonuçlarına göre toplam uzunluğu 34,2 km olan güzergahların toplam uygunluk değerleri 58-23 arasında (bir güzergahın alabileceği en yüksek değer 90'dır) değişmektedir. Uygunluk düzeyini kısıtlayan ölçütler ağırlıklı olarak güzergahları kesen bulvar, cadde ve sokakların fazlalığı, yüksek motorlu araç yoğunluğu, güzergah üzerinde ve çevresindeki rekreasyon olanaklarının yetersizliği ve özel mülkiyet sayısının çokluğunun yaratacağı kamulaştırma güçlüğü olarak belirlenmiştir.
Beraberlerinde ikinci bir yolcu ile beraber ve koruyucu kaskları olmaksızın bisiklete binen 14 ve 15 yaşlarında 2 erkek çocuk bisikletten düşme sonucu tek gözlerinde görme kaybı ile Idiniğimize refere edildiler. Etkilenen taraftaki optik diskler hafif soluk ve minimal ödemli idi. Görüntüleme yöntemleri ile optik kanalda kırık yada optik sinir kılıf içi lıemoraji izlenmezken orbita duvarlarında multipl kırıklar mevcuttu. Her iki hastaya da yüksek doz sistemik steroid tedavisi uygulandı ancak sonuç görme keskinliğinde herhangi bir artış elde edilemedi. Yüksek hızlı motorlu araç kazaları sonrasında travmatik optik nöropati nadir değildir. Bisiklet kazaları yükek hızlarda meydana gelmese de ağırlığı ve dolayısıyla ivmeyi arttıran ek bir yolcu ile yokuş aşağı yollarda çocuklar oldukça yüksek hızlara ulaşabilmektedirler. Benzer koşullarda meydana gelmiş olan bu ild travmatik optik nöropati vakası bisiklete binerken koruyucu kask giymenin önemini vurgulaması açısından önemlidir.
Giriş: Çocuklarda, genellikle travmalardan sonra oluşan, pankreas psödokistlerinde tedavi yaklaşımı halen tartışmalıdır. Bu çalışmada, kliniğimizde takip ve tedavi edilen travmatik pankreas psödokistli olgular sunularak tedavi yaklaşımları tartışıldı.Gereç ve Yöntem: 2003-2007 yılları arasında, travma sonrası pankreas psödokisti nedeniyle başvuran 9 olgu değerlendirildi. Tüm olgulara ultrasonografi, bilgisayarlı tomografi ve serum amilaz düzeyi tetkikleri yapıldı.Bulgular: Olguların 8’i erkek, 1’i kızdı. Yaş ortalamaları 9,2 idi (6-15 yaş). Olguların 4’ü bisiklet kazaları, 3’ü yüksekten düşme, 1’i darp ve 1’i araç dışı trafik kazası nedeniyle yaralanmıştı. Olguların tümünde karın ağrısı temel yakınmaydı. Kist boyutları 5 ile 17 cm arasında olup ortalama 10,3 cm’di. Psödokistin gelişme zamanı ortalama 17 gündü (9-30 gün). Olguların 4’ünde (% 44,4) travmadan sonraki iki hafta içinde psödokist geliştiği saptandı. Tüm olgularda serum amilaz düzeyi yüksek bulundu. Olguların tümü öncelikle konservatif olarak takip edildi. Konservatif tedavide, nazogastrik sonda takılması, total parenteral beslenme ve antibiyoterapi yapıldı. Olguların 3’ü (% 33) konservatif tedaviden fayda görürken 6 (% 66.6) olguda girişim gerekti. Dört olguya ultrasonografi eşliğinde perkütan drenaj, 1 olguya transgastrik kistogastrostomi ve 1 olguya da laparotomi ile kist drenajı yapıldı. Perkütan kist drenajı yapılan bir olguda septik şok gelişti ve tedaviyle sorunsuz iyileşti. Diğer bir olguda ise hiçbir yakınma olmamasına rağmen serum amilaz düzeyi uzun süre (8 ay) ısrarla yüksek seyretti. Hiçbir hasta kaybedilmedi.Sonuç: Çocuklarda travma sonrası pankreas psödokistleri erken dönemde de oluşabilir. Travma sonrası pankreas psödokisti gelişen tüm olgular öncelikle konservatif yaklaşımla izlenmeli, ancak mide çıkış obstrüksiyonuna neden olan ve/veya çapı 6 cm’den büyük olan kistlerde konservatif tedavinin başarı şansı düşük olduğundan girişim düşünülebilir.
Bu çalışma bisiklet kazalarında travmanın lokalizasyonu, kazaların kliniği, yaş, cinsiyet, tarih, tıbbi tedavi, travmatik lezyonun sıklığı ve sosyal parametreleri araştırmak amacıyla planlanmıştır. 2001-2006 yılları arasında bisiklet kazası nedeniyle acil servise başvuran 133 olgu hastanemiz elektronik kayıt sistemi içinden seçilmiş ve retrospektif olarak incelenmiştir. Bisiklet kazası mağdurlarının 32'si (%24.10) kadınve 101'i (%75.90) erkektir. Genellikle bisiklet kazası erkeklerde görülmektedir. Bisiklet kazaları, evin yakınında ve ana yollarda gerçekleşmektedir. Mayıs-Eylül dönemi bisiklet kazaları açisından öncelikli bulunmuştur. Olgulardan 100'ünde (%75.1) vücut kısımlarından sadece birinde travmatik lezyon saptanmıştır.Üst ekstremiteler, yüz ve baş travmaya uğrayan vücut bölgeleri olarak öncelikli değerlendirilmiştir. 56 olguda (%42.10) travma vücudun sağ tarafındadır. 64 olgu (%48.10) tıbbi tedavi ,69 olgu da (%51.90) cerrahi tedavi almıştır. Olguların tümüne adli rapor düzenlenmiştir. Olgulardan 90'ında basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek türde travmatik lezyonlar saptanmıştır. Bisiklet kazalarına genellikle erkekler maruz kalmaktadır. Mağdurların 1/5 'i ambulansla hastaneye taşınmıştır. Kazalar genellikle yakın çevrede meydana gelmektedir. Bisiklet ve yolun durumu kazalarda önemlidir. Okulların kapalı olduğu yaz aylarında bisiklet kazaları artmakta, genellikle yüz, baş ve ekstremiteler yaralanmaktadır.
Özet: Mandibula kırığını takiben gelişen tek taraşı travmatik retinal anjiopatili bir vakayı sunmayı amaçladık. Bisiklet kazası sonras› sol gözünde Purtscher retinopatisi gelişen, 11 yaşında bir çocukta fundoskopide, sol gözde retina hemorajileri, atılmış pamuk tarzı eksudalar ve optik disk ödemi izleniyordu. Sol gözün görmesi bir metreden parmak sayma düzeyindeydi.
Bu çalışmada, kazaya karışan araç tipleri ve kazaların oluş şekli ile kaza sonuçları arasındaki ilişkiler analiz edilmiştir. Bu amaçla, D100/11 karayolunda 2000-2004 yılları arasında meydana gelen toplam 783 trafik kaza raporu incelenmiştir. Her bir kaza için araç tipleri, kazanın oluş şekli, ölü ve yaralı sayıları belirlenmiştir. Elde edilen veriler tablo haline getirilmiş ve SPSS programı kullanılarak çoklu lineer regresyon, korelasyon ve varyans analizleri yapılmıştır. Araç tiplerine bağlı olarak kaza sayısı, ölü sayısı ve yaralı sayılarının tahmin edilebilmesi için tahmin modelleri oluşturulmuştur. Sonuç olarak, araç tipi ile ölümlü kazalar arasındaki ilişkide, 0,49 ilişki düzeyiyle kamyonet birinci sırada ve 0,43 ile kamyon ikinci sırada yer alırken 0,21 ile otobüs son sırada yer almıştır. Araç tipi ile yaralanmalı kaza arasındaki ilişki de 0.90 ile otomobil ve 0,82 ile kamyonet ilk iki sırada yer alırken, 0,26 ile bisiklet son sırada yer almıştır. Kazaya neden olma açısından 0,92 ile otomobil ve 0,77 ile kamyonet ilk iki sırada yer alırken 0,23 ile bisiklet son sırada yer almıştır. Kazaların oluş şekli ile araç tipleri arasındaki ilişkide, 0,867 ile çarpışma şeklindeki kazalarla otomobil, 0,59 ile devrilme ve kamyon ilk iki sırada yer almıştır. Ölümlü ve yaralanmalı kazalarla çarpışma şeklinde olan kazalar arasındaki ilişki 0,915, duran cisme çarpma 0,743, devrilme 0,719, duran araca çarpma 0,679 ve yoldan çıkma 0,648 olarak belirlenmiştir.
Amaç: Supramaksimal egzersizden sonra aktif dinlenmenin kan laktat değerlerine etkilerini araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya yaşı 22.2 ± 2.1 yıl, boyu 179.0 ± 5.5 cm, vücut ağırlığı 69.2 ± 5.2 kg olan 22 erkek sporcu katıldı. 5 kişide VO2max ölçüldü. Bir gün sonra bu kişilerde VO2max’ın % 35’indeki yük belirlendi ve aktif dinlenme yükü olarak kabul edildi. Bisiklet ergometresinde vücut ağırlığının kilogramı başına 95 gram yükte Wingate testi uygulandı. Wingate testinden sonra 10 dk süreyle grubun yarısına pasif dinlenme, diğer yarısına bisiklet ergometresinde VO2max’ın % 35’inde aktif dinlenme yaptırıldı. Dinlenmede, Wingate testinin bitiminde, aktif ve pasif dinlenmenin 5. ve 10. dakikalarında venöz kan örnekleri alınarak laktat düzeyleri belirlendi. 24 saat sonra tekrar Wingate testi uygulanarak daha önce aktif dinlenme yapanlar pasif, pasif dinlenme yapanlar aktif olarak dinlendirildi. Dinlenimde, test bitiminde ve dinlenmenin 10. dakikasında kalp hızı kaydedildi. Verilerin istatistiki analizinde eşleştirilmiş t testi kullanıldı. Anlamlılık düzeyi 0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Aktif ve pasif dinlenme öncesinde yapılan Wingate testinden elde edilen zirve güç, ortalama güç ve yorgunluk indeksi değerleri arasında fark bulunmadı. Testten önceki ve test bitimindeki kalp hızı pasif dinlenmedekilerden farklı değildi. Ancak, aktif dinlenmenin 10. dakikasında kalp hızı pasif dinlenmenin 10. dakikasından yüksekti. Aktif ve pasif dinlenme uygulamaları arasında dinlenmede, test bitiminde, 5. ve 10. dakikalarda elde edilen kan laktat düzeyleri açısından fark bulunmadı. Test sonrasından 5. dakikaya hem aktif hem de pasif dinlenmede anlamlı laktat artışı gözlenirken, 5. dakikayla 10. dakika arasında laktat düzeyinin pasif dinlenmede değişmediği, aktif dinlenmede azaldığı bulundu. Sonuç: VO2max’ın % 35’inde 10 dakika aktif dinlenmenin 5-10. dakikalar arasında kan laktatının eliminasyonunu artırdığı sonucuna varıldı. Laktat eliminasyonunu hızlandırdığı için yoğun egzersizlerden sonra pasif dinlenme yerine aktif dinlenme yapılmasının uygun olacağı düşünüldü.
Amaç: Travmaların % 90’ı oluşturan künt travmalar arasında önemsiz gibi görünen; ancak küçük perine kesiklerinden solid organ hasarına kadar değişen yaralanmalar oluşturabilen bisiklet travmalarının çocuklardaki klinik özelliklerinin vurgulanması amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Kliniğimize Mayıs 1996-Eylül 2006 tarihleri arasında gelen 624 travma arasında bisiklet travması ile başvuran 3-14 yaşlarında (ortalama 8,7), 41’i erkek, 13’ü kız hasta geriye dönük olarak incelenmiş; yalnızca kafa ve ekstremite travması olan hastalar değerlendirme dışı tutulmuştur. Rutin inceleme ve ultrasonografi (USG) dışında gerekirse doppler ultrasonografi, intravenöz ürografi (IVU), bilgisayarlı tomografi (BT) gibi ileri açınsamalar yapılmıştır.Bulgular: Hastalarımızın, 42’sinde (% 77.7) bisikletten düşme, 12’sinde (% 22.3) bisikletin parçalarına veya hareketli sistemine sıkışma ile oluşan travmalar saptanmıştır. Hastaların 8’inde skrotumun, 2’sinde penisin bisikletin zincirine; 2’sinde skrotumun bisikletin selesine sıkışması sonucu skrotum ve peniste; 3 hastada da düşmeye bağlı labiumlarda oluşan kesiler primer onarılmış, skrotumdaki hematosel drene edilmiştir. Hastaların 3’ünde hematüri; 36’sında bisiklet gidonunun batın veya toraksa batması ile oluşan travmalar görülmüştür. Gidon travmalarının, 10’unda pankreas ve duodenumda hematom, 6’sında karaciğer rüptürü veya hematom, 5’inde dalak rüptürü, 5’inde yalnızca karın derisinde ekimoz ve karın USG’de serbest sıvı, 10’unda de gidonun toraksa çarpmasına bağlı ekimoz ve duyarlılık görülmüştür. Dalak rüptürü saptanan 1 hastaya acil splenektomi yapılırken; diğer hastalar konservatif izlenmiştir. Komplikasyon görülmeyen hastalarımızın tümü izlemdedir.Sonuç: Temel kullanım ögesi denge olan bisiklet ile oluşan travmalarda, başta gidon olmak üzere bisiklet parçalarının çarpması ile bazen dıştan hiçbir belirti olmadan organlarda yaralanmaya sık rastlanır. Ilk anda önemsiz gibi görünse de bisiklet travmalarındaki hasarın değerlendirilebilmesi için ayrıntılı fizik bakı ve ileri açınsamaların gerektiği düşüncesindeyiz.
Bu çalışmanın amacı; otistik çocuklarda doğrudan öğretim yönteminin denge tekerlekli bisiklet kullanma becerisinin kazandırılmasına etkisini araştırmaktır. Bu genel amaca ulaşmak üzere çocuklara psiko-motor (ince- kaba devinsel) beceriler ve dikkat kontrolünü artırıcı bir öğretim sunulmuştur. Çalışmaya 3-6 yaş arası denge tekerlekli bisiklet kullanma becerisinden yoksun 3 otistik çocuk alınmıştır. Araştırmanın örneklemine alınan çocukların 3’ü de erkektir. Araştırma tek denekli araştırma yöntemlerinden denekler arası yoklama evreli çoklu yoklama modeline göre yapılmıştır. Bu çalışmada çocuklara denge tekerlekli bisiklet kullanma becerisi öğretimi için doğrudan öğretim yöntemi kullanılmıştır. Çalışmalar bire bir yapılandırılmış ortamlarda gerçekleştirilmiştir. Çocuklar bu beceriyi öğrendiklerinde; dikkat gelişimi, beden denge kontrolü ve kas gelişimlerine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Araştırmanın sonucunda genelleme, izleme, uygulama ve gözlemciler arası güvenirlik verileri toplanmıştır. Araştırmaya katılan çocukların hepsi denge tekerlekli bisiklet kullanma becerisini kazanmışlardır.
Fibromiyalji uzun süreli, yaygın ağrı ve sıklıkla yorgunluğun eşlik ettiği jeneralize hassasiyet ile karakterizedir. Fibromiyalji sendromlu hastaların tedavisinde sıklıkla kullanılan özellikle ilaç dışı rehabilitasyon yaklaşımlarının etkinliklerine yönelik çalışmalar ilaç tedavi etkinliğini değerlendiren araştırmalara göre daha azdır. Bu derleme içerisinde tedavinin vazgeçilmez bir bölümü olan rehabilitatif yaklaşımların konu edildiği çalışmalar içerisinde ağırlıklı olarak randomize, kontrollü olan araştırmalar gözden geçirilmiştir. Özellikle aerobik egzersizler, hasta eğitimi, kendi-kendine tedavi, ve bilişsel-davranışsal tedavilerin etkinliğinin diğer yöntemlere göre daha fazla olduğu söylenebilir. Tedavide yararlanılabilen başlıca egzersiz tipleri tüm vücut aerobik egzersizleri, bisiklet, dans, yürüme, havuz egzersizleri, germe ve güçlendirme egzersizleridir. İyi eğitimli, kendi kendine tedaviyi yürütebilecek ve semptom dalgalanmaları na göre düzenlemeler yapabilecek bir hasta, başarılı bir tedavi ekibinin en önemli üyesidir. En etkin eğitim programları sağlıklı davranışlara dayanarak öz-yeterliği vurgular ve öz-yeterliği daha fazla olan hastalar rehabilitasyon programlarına daha iyi uyum sağlamakta ve daha olumlu sonuçlar elde edebilmektedirler. Sonuç olarak fibromiyalji sendromunun birden fazla sisteme ait semptomlarla seyrettiği dikkate alınmalı ve birçok çalışmada da gösterildiği gibi yukarıda sayılan yöntemleri bir arada kullanan çok disiplinli (multimodal) tedavi yöntemlerini tercih etmek gerekmektedir
AMAÇ: Bu çalışmada, çocukluk çağında bisiklet kullanımına bağlı travma olguları değerlendirilerek bisiklet kullanıcıları için trafik düzenlemelerinin yapılması, eğitimlerinin sağlanması ve kask kullanımının yaygınlaştırılması gibi konulara dikkat çekmeyi amaçladık. GEREÇ-YÖNTEM: Bu çalışmanın verileri Ocak 2003 ve Ağustos 2005 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Acil Ünitesine başvuran travmalı olguların retrospektif olarak dosyalarının taranması sonucunda elde edildi. Bisiklet kazasına bağlı travmalı bu olgular yaş grupları, cinsiyet, klinik bulgular, yaralanma tipleri, mevsimlere göre dağılımı ve servislere yatış oranları gibi faktörler açısından değerlendirildi. BULGULAR: Acil servise bisiklet kazası nedeniyle başvuran 61 bisiklet kullanıcısının 15'i (%24.6) kız, 46'sı (%75.4) erkek idi. Bisiklet travmalı bu olguların 42'sinde (%68.9) kafa, 29'unda (%47.5) ekstremite, 49'unda (%80.3) yumuşak doku, 2'sinde (%3.3) abdominal ve birinde ise ürogenital travmalar saptandı. Olguların çoğunluğunda birden fazla travma bulunuyordu. Olguların 13'ünde ekstremite kırıkları ve 3'ünde ise kraniyal kırık mevcuttu. Bisiklet kullanıcılarının hiçbiri travma olduğu anda kask kullanmamaktaydı. SONUÇ: Ülkemizde bisiklet kullanıcılarının eğitimi sağlanmalı, kask kullanımı yaygınlaştırılmalı ve şehir trafiğinde tüm bisiklet kullanıcıları için özel düzenlemeler yapılmalıdır.
Modifiye Borg skalasının (MBS) kardiyorespiratuar disfonksiyonu olan hastalarda fiziksel zorlanmayı belirlemede geçerli bir ölçüm yöntemi olduğunu gösteren yeterli kanıt olmakla birlikte, bunun anadilleri İngilizce olmayan Nijeryalı olgular için çevirisi yapılmış versiyonunun da geçerli olduğunu gösterir bir çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışma, Yoruba MBS’yi astmalı hastalardaki zorlanmanın ölçümü amacıyla görsel analog skalası (VAS) ile karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Gereç ve yöntem: Çalışma grupları 50 astmalı ve 50 sağlıklı bireyden oluştu. Astmalı hastaların yaş ortalaması 21.5±2.53 yıl, kontrol grubu bireylerinin 21.4±2.2 yıldı. Her olgu 6 dakika süreyle bisiklet ergometresinde egzersiz yaptı. Egzersiz düzeyi egzersizin hemen ardından VAS ve Yoruba MBS ile değerlendirildi. Sonuçlar: Korelasyon analizi gerek astmalı bireyler (r=0.835; p<0.01) ve gerekse sağlıklı bireylerde (r=0.932; p<0.01) VAS ile Yoruba MBS arasında anlamlı ilişki gösterdi. Tartışma: Bu sonuçlar Yoruba modifiye Borg skalasının Nijeryalı astmalı hastaların zorlanma düzeyini belirlemede geçerli bir ölçüm olduğunu gösterdi.
Amaç: Bu çalışmanın amacı aerobik egzersizin kalp atım kırılma noktası ile hesaplanan anaerobik eşik üzerine etkilerini incelemek.Hastalar ve Yöntem: On yedi antrenmansız obez denek (beden kitle indeksi 39.5 ± 1.2 kg/m2) elektromanyetik bisiklet ergometre ile çalışmanın başında ve dördüncü haftasının sonunda olmak üzere iki tane artan yüke karşı yapılan egzersiz testini yoruluncaya kadar devam ettirdiler. Bütün denekler hipokalorik diyet tedavisi ile kombine olarak düzenli aerobik egzersiz antrenman programına alındılar (45 dk, 3 defa her hafta, 4 hafta süre ile). Kalp atımı polar monitör ile kaydedildi. Anaerobik eşik ventilasyon-metabolizma ilişkisi ile hesaplandı ve kapiller kan laktat örnekleri ile tespit edildi.Bulgular: Bütün deneklerde kalp atım hızında kırılma noktası gözlenmedi, antrenman öncesi yalnızca dört denek (%23.5) ve antrenman sonrası üç denekte (%17.6) kalp atımında kırılma noktası gözlendi. İlave olarak, kalp atım kırılma noktası anaerobik eşikten sonra oldu: 90.0 ± 7.2 W ve 75.7±6.5 W (P=0.01). Antrenman sonrası, kalp atım hızı-iş gücü ilişkisi yedi denekte değişiklik gösterdi.Sonuç: Bu sonuçlar bize kalp atımındaki kırılma noktasının çoğunlukla görülmediğini, görüldüğünde ise antrenmanlı ve antrenmansız durumda anaerobik eşik ile uyum göstermediğini ortaya koymaktadır.
Swyer James sendromu bir veya birden fazla lob veya tüm akciğerin hiperlusensi ve lezyonun olduğu tarafta hiler ve arteryel damarlanmada azalma ile karakterize bir tablodur. Bu çalışmada Swyer James sendromu tesbit ettiğimiz iki hastada erken solunum fonksiyon test değişiklikleri ve egzersiz test cevaplarını ölçmeyi planladık. Bazal fonksiyon testlerini yaptıktan sonra, hastalar bisiklet ergometresinde maksimal seviyeye kadar egzersiz yaptılar. Maksimal oksijen alımı (VO2max) test esnasında expire edilen gaz ölçümlerinden belirlendi. Sonuç olarak asemptomatik Swyer James sendromlu 2 hastada solunum fonksiyon test bozuklukları görülmekle beraber egzersiz esnasında VO2 max değerinin normal olabileceği kanaatine varıldı.
Amaç: Trafik kazalarına bağlı pediatrik travma vakalarını değerlendirmek, toplumu trafik kazalarının önlenmesi konusunda bilinçlendirmek, trafik kazalarının azaltılmasına yönelik yeni yasal düzenlemelerin yapılması ve çocuk acil ünitelerinin pediatrik travmalı hastalara yaklaşım açısından yeniden yapılandırılması konularına dikkat çekmektir.Yöntem: Bu çalışmanın verileri Ocak 2004-Aralık 2005 tarihleri arasında çocuk acil ünitemize başvuran travmalı vakaların retrospektif olarak dosyalarının taranması sonucunda elde edildi. Vakalar cinsiyet, yaş, mevsimlere göre dağılım, başvuru saatleri, nakil şekilleri, klinik bulgular, kaza şekli, travma tipleri, istenilen radyolojik görüntülemeler ve servislere yatış oranları açısından değerlendirildi.Bulgular: Acil servisimize trafik kazası nedeniyle başvuran 227 vakanun 151 (% 66.5)'i erkek, 76 (% 33.5)'sı ise kızdı. Yaş ortalaması 7.54±3.48 (dağılımı: 1-14 yaş) yıl idi. Vakaların 49 (% 21.6)'u bisiklet ve 178 (% 78.4)'i motorlu taşıt kazasıydı. Vakaların 176 (% 77.5)'sında kafa travması, 141 (% 62.1)'inde ekstremite travması, 195 (% 85.9)'inde yumuşak doku travması, 17 (% 7.5)'sinde abdominal travma, 12 (% 5.3)'sinde toraks travması ve 3 (% 1.3)'ünde spinal ve ürogenital travma mevcuttu. Vakalarda birden fazla travma birlikteliği mevcuttu. Tüm vakalardan istenilen 1244 radyolojik görüntüleme yöntemlerinden sadece % 8.3'ünde patolojik bulgu saptanmıştı. Vakaların 65 (% 28.6)'i ilgili servislere yatırılırken, 145 (% 63.9)'i ayaktan tedavi görmüş ve 17 (% 7.5)'si servisten kendi isteği ile ayrılmıştı.Sonuç: Çocukluk çağında trafik kazalarının azaltılması için topluma yönelik eğitim kampanyaları başlatılmalı, trafikteki kazaları önleyici gerekli önlemler alınmalı ve acil ünitelerinde travmalı hastalara yaklaşım konuları yeniden gözden geçirilmelidir.
AMAÇ Pediatrik travma skorunun (PTS) travma olgularında yaralanma ciddiyetlerinin belirlenmesi ve acil yönlendirilmesinde önemli bir araç olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada kunt karın travması geçiren çocuklarda PTS'nin tanısal değerini araştırmak amaçlandı. GEREÇ VE YÖNTEM Bin dokuz yüz doksan yedi ila 2003 yıllan arasında Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Servisi'nde kunt karın travması nedeniyle takip ve tedavi edilen olgular geriye dönük bir çalışmayla incelendi. Hastaların her birinin PTS değeri elektronik ortamda hazırlanan bir dosyaya kaydedildi. Puanlara göre oluşturulan gruplardaki morbidite ve mortalite oranları karşılaştırıldı. Elde edilen veriler Mann Whitney U ve ROC eğrisi ile istatistiksel olarak değerlendirildi. BULGULAR Toplam 75 olgu, ortalama 7.5±4.2 yaşındaydı (10 ay-15 yaş) ve 30'u araç dışı, 14'ü araç içi trafik kazası, 18'i yüksekten düşme, 7'si bisiklet kazası, ve 6'sı da diğer kunt karın travmaları nedeniyle servisimize yatırılmıştı. 42'sinde karın içi solid organ yaralanması vardı. Hastalardan 50'sine TPL yapıldı ve 39 hastada pozitif bulundu. Bilgisayarlı tomografi 30 hastaya çekildi ve bu hastaların 16'sında karın içinde solid organ yaralanması saptandı. Karın içi organ yaralanması saptanan hastaların PTS puanları diğerlerinden farklıydı (p<0.05). ROC eğrisinde PTS puanı 8'iken bu yöntemin duyarlılığı %74, özgüllüğü ise %12 olarak saptandı. SONUÇLAR PTS'nin karın içi organ yaralanmasını belirlemede kısmen faydalı olabileceği, ancak sağlanılan ayırt etmede başarısız olduğu sonucuna varıldı.
Amaç: Astrand-Rhyming nomogramı ve Fox eşitliğinin geçerliliğini değerlendirmek ve bu yöntemlerin anaerobik eşik tahmini için kullanılıp kullanılamayacağını belirlemek. Yöntem: 15 sedanter, 7 antrenmanlı genç erkeğe bisiklet ergometresinde maksimal egzersiz testi uygulandı. Başlangıç yükü 60-100 W idi ve yük, tükenmeye kadar dakikada bir 10 W artırıldı. VO2max, üç farklı ventilatuvar eşik ve kan birikiminin başlangıç noktası hesaplandı. VO2max, 6 dakika süreyle uygulanan önceden belirlenmiş bir yükten ve testin sonundaki kalp hızından (Astrand-Rhyming nomogramı) ve 150 W yükteki bir bisiklet egzersizinin 5. dakikasında kaydedilen yükten (Fox eşitliği) tahmin edildi. Bulgular: Sedanterlerde doğrudan ölçülen VO2max, Astrand-Rhyming nomogramı ile ve Fox eşitliğiyle tahmin edilen VO2max ile ilişkiliydi. Anaerobik eşikler Fox eşitliğiyle tahmin edilen VO2max’la doğrudan ölçülen VO2max’a göre genellikle daha fazla ilişkiliydi. Sonuç: Ölçülen VO2max, Astrand-Rhyming nomogramıyla ve Fox eşitliğiyle tahmin edilen VO2max ile ilişkili olmadığı için VO2max’ın sporcularda indirekt yolla ölçülmemesi gerektiği sonucuna varıldı. Anaerobik eşik parametreleri ile daha fazla ilişkili olduğundan, anaerobik eşik tahmininde Fox eşitliğini kullanmanın daha uygun olacağını düşünüyoruz.
Egzersiz, sigarayı bırakmada yardımcı bir yöntem olarak önerilmektedir. Bu noktada, kişilerin taşıdıkları kardiyopulmoner risk faktörlerini saptamak, fiziksel kapasitelerine uygun düzeyde egzersiz reçeteleri oluşturmak ve zaman içinde fiziksel aktivite bakımından kazanılan gelişmeyi objektif olarak ortaya koymak için, egzersiz testlerinin uygulanması giderek önem kazanmaktadır. Bu çalışmada, sigara içmeyi bırakanların kardiyopulmoner egzersiz kapasitelerindeki değişimleri incelemeyi amaçladık. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi (İ.Ü.C.T.F.) Göğüs Hastalıkları Sigara Polikliniği’ne gönüllü başvuran semptomsuz 39 (25 kadın, 14 erkek) kişinin sigarayı bıraktıkları ilk hafta ve sonraki 10. hafta içinde egzersiz testi sonuçları sunuldu. Egzersiz testi öncesinde akciğer fonksiyon testleri uygulandı. Egzersiz test protokolü, sürekli EKG takibi altında ve bisiklet ergometresinde 20 watt/2 dk’lık artışla maksimum kalp atım sayısının %85’inin üzerine ulaşılmasını hedefledi. Ekspirasyon havasından her solukta gaz analizleri (VO2 ve VCO2) yapılarak 10 saniyelik ortalamalar alındı. Yapılan testlerin hiçbirinde komplikasyonla karşılaşılmadı. Deneklerin bu test protokolünü kolaylıkla tolere edebildiği görüldü. On haftalık sigara bırakma dönemi, maksimum oksijen tüketimi (VO2max), egzersiz süresi ve yapılan iş miktarlarında anlamlı artışa neden oldu (p<0.01; p<0.001; p<0.001). Kilo ve vücut kitle indekslerinde anlamlı artış (p<0.01; p<0.01) bulundu. Sigara içenlerin kardiyopulmoner egzersiz testini komplikasyonsuz tolere edebileceği, sigara bırakmanın aerobik kapasiteyi on hafta gibi kısa bir sürede artırabileceği sonucuna varıldı.

/ 13
12 / 13