68 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
يعدُّ الإمام عضد الدين الإيجي (ت. 756هـ/1355م) أحد أهم علماء الكلام في المدرسة الأشعرية في عهدها المتأخر، وقد صنَّف العديد من المؤلفات في علم الكلام، منها: العقائد العضدية، وجواهر الكلام والمواقف وهو أوسع وأشهر كتبه الكلامية. الشائع المشهور أنَّ الإيجي ألَّف المواقف أولًا ثم اختصره وسمى المختصر بـجواهر الكلام، إلا أنَّ هناك من الباحثين من يثبت العكس؛ لذا لا نعلم على وجه الدقة والتحديد أيهما أسبق من الآخر. سنتناول في هذه المقالة تقييم نشر كتاب سلك النظام شرح جواهر الكلام لإبراهيم الحلبي المداري (ت. 1190هـ/1776م). ألَّفَ الحلبي كتاب سلك النظام أثناء تواجده في مصر وفرغ منه سنة 1152هـ، وهو أوسع كتبه الكلامية، ويعتبر كذلك من أوائل مؤلفاته، للكتاب العديد من النسخ الخطية منها نسخة المؤلف وقد أقرأها أكثر من مرة.1
Osmanlı Devleti tarafından Güney Afrika’daki müslüman ahalinin eğitimi ve aralarındaki ihtilafların kaldırılması maksadıyla görevlendirilen Ebûbekir Efendi’nin (ö. 1297/1880) Ümitburnu’nda (Cape of Good Hope) ömrünün sonuna kadar yürüttüğü faaliyetler ve yaşadığı olaylar bir dizi çalışmaya konu olmuştur. Bunun yanında yazdığı eserlerin Afrikanca üzerine etkileri de Afrikan dili hakkında yapılan çalışmalarda önemli bir yer tutmaktadır. Bu yazıda, Ebûbekir Efendi’nin ismi bilinen ancak nüshası şimdiye kadar bulunamamış bir eserinin tanıtımı yapılacaktır. Bu bağlamda eserin yazım sürecine temas edilecek, mevcut eserleri etrafındaki bir tartışma çözüme kavuşturulacak ve yeni ortaya çıkarılan kitabın farklı açılardan önemine dair görüşler ve tespitler ortaya koyulacaktır.
İslam hakimiyeti ile birlikte Endülüs’te pek çok alanda olduğu gibi tarım alanında da önemli gelişmeler ortaya çıktı. Endülüs Emevîleri ve sonrasında yarımadada yönetimi elinde bulunduran müslüman idarecilerin teşviki ve ilgisiyle Doğu’dan getirilen yeni bitki türleri ve tarım teknolojileri bölgeye girdi, mevcut teknolojiler geliştirildi. İber yarımadasının geleneksel ürünleri ıslah edildi ve verimleri artırıldı. Yeni sulama tekniklerinden başlayarak çeşitli gübre türlerinin hazırlanmasına kadar birçok tarım tekniği bu dönemde yarımadada uygulanmaya başlandı. Bu makalede müslümanların İber yarımadasında hakimiyeti sağlamalarının ardından tarım alanında ortaya çıkan gelişmeler ile Endülüs Emevî emir ve halifeleri ile Emevîler sonrasında kurulan müslüman devletlerinin yöneticilerinin tarımın gelişmesine olan katkıları ele alınmaktadır. Endülüs’te tarımın gelişmesiyle ilgili olarak yarımadaya yeni bitki türlerinin ve tarım teknolojilerinin girmesi, mevcut ürünlerin ıslahı, tarım alanında ortaya çıkan ilmî miras, modern literatürden de istifade etmek suretiyle dönem kaynaklarından yararlanılarak ortaya konulmaktadır.
Despite slavery being commonplace in medieval Muslim societies, this subject has not received the research attention it deserves. It is only recently that scholars have begun to focus on the subject of slavery in the Muslim world and began producing new academic monographs about it. In line with this trend, this paper attempts to elucidate on the perception and practice of slavery Fātimid Egypt. In particular, I argue that the position of black African slaves in the Fātimid Empire goes beyond the simple dichotomy of free and slave, and also that of black servants and white masters. I also argue that despite the subordination experienced by black African slaves and the hardships they had to endure in the Fātimid Empire, they were able to establish new opportunities for themselves and advance into the highest positions of the Fātimid state structure. Black African slaves (eunuchs, commanders, and concubines) were not a marginal group, but rather a dominant force that played important roles in the political sphere throughout the history of the Fātimid state.
Bu makalede Osmanlı döneminde yazılan enmûzec türü eserlerdeki ilimler sıralaması ve bu türün en çok ilgi gören örneği olan Nev‘î’nin Netâyicü’l-fünûn adlı eseri incelenmektedir. İki kısımdan oluşan makalenin ilk bölümünde 1300-1600 yılları arası Osmanlı döneminde enmûzec türünde yazılan eserlerin tarihsel sıralaması gözetilerek tanıtılmakta ve içerdikleri ilimler sıralaması karşılaştırılmaktadır. İkinci bölümde Netâyicü’l-fünûn’un içeriği özetlenerek kullandığı kaynaklar tespit edilmektedir. Bulgularımıza göre XVI. yüzyılın sonuna kadar Osmanlı döneminde enmûzec türünde yazılan on bir eserden sekizi Arapça, ikisi Farsça, Nev‘î’nin Netâyic’i ise Türkçe’dir. Enmûzec türü, yazarlarının çeşitli ilimlerdeki kabiliyetlerini kolayca gösterebilmelerine elverişli olduğu için bu türde yazılan eserlerin çoğunun ya dönemin sultanına ya da yönetici sınıfından kişilere, himayelerini kazanmak için sunulduğu ileri sürülmektedir. Eserlerin dili dikkate alındığında, Arapça yazılanların aynı zamanda ilmiyeye yönelik olduğu, Farsça ve Türkçe yazılanların ise daha çok saray çevresindeki bürokratik sınıfa hitap ettiği hem eserlerin içeriklerden hem de üsluplarından anlaşılmaktadır. Enmûzeclerdeki ilimlerin tertibinde büyük oranda İslam tarihinde yaygın olan dinî/naklî ilimler, felsefî/aklî ilimler ve edebî ilimler şeklindeki üçlü sınıflamanın esas alındığı iddia edilmektedir. Bunların sıralamasında Nev‘î’nin Netâyic’inde felsefî ilimlere, diğer enmûzeclerin çoğunda ise dinî ilimlere öncelik verildiği tespit edilmektedir.
Arap yarımadasının güneydoğusunda yer alan Uman’ın İslamiyet ile tanışması Hz. Peygamber döneminde başlamıştır. Bölge, ilk asırlardan itibaren İbâzîliğin en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Mezkûr mezhep zamanla farklı bölgelere yayılmış ve günümüze kadar gelmiştir. Söz konusu bölgede asırlarca varlığını korumayı başaran İbâzîlik, günümüzde Uman’ın resmî olarak desteklediği bir hüviyete sahiptir. İbâzîler tarih boyunca azınlıkta kalmış ama İbâzî toplumunun ihtiyaçlarını giderecek entelektüel bir literatür oluşturmayı başarmıştır. Bu literatürde tefsir çalışmalarının diğer alanlara kıyasla daha zayıf bir halka oluşturduğu söylenebilir. İbâzîler’e göre Uman’da tespit edilmiş, İbâzî bir müellifin yazdığı ilk tam tefsir, Saîd b. Ahmed el-Kindî’ye (ö. 1207/1792) aittir. Kindî’nin söz konusu tefsiri kısa ve özlü bir tefsir olup kendi dönemindeki İbâzî tefsir yaklaşımını tespit etme açısından önem arzetmektedir. Müfessir bu tefsirinde İbâzî din anlayışını esas almakla beraber diğer mezheplerin kaynaklarını da kullanmış ve mezhepler arası polemiklerden uzak durmaya çalışmıştır. Eserin önemli özelliklerinden biri, İbâzî olmayan kaynaklardan yapılan iktibasların mezhep esaslarına uygun hale getirilerek aktarılmasıdır. Bu araştırmada Kindî’nin tefsiri esas alınarak, dönemindeki İbâzî tefsir anlayışı, gerektiğinde farklı mezheplere ait çalışmalarla mukayese edilerek incelenmiştir.
Hanbelî mezhebinin günümüze ulaşan mütekâmil ilk usûl-i fıkıh eseri V. (XI.) asrın ortalarında kaleme alınmıştır. Bu tarihten sonra usûl-i fıkıh eserleri önceki döneme nispetle daha yoğun bir şekilde kaleme alınmış olsa da söz konusu eserler Mu‘tezilî ve Eş‘arî kaynaklara sıklıkla müracaat etmiş, tedris ve telif faaliyetlerine konu olmak açısından mezhepte yeterince ilgi görmemiştir. Fakat İbn Kudâme’nin (ö. 620/1223) Ravzatü’n-nâzır adlı eseri önceki usûl-i fıkıh eserlerinin aksine tedris faaliyetlerinde kullanılmış ve mezhepteki usûl-ı fıkıh telifatına kaynaklık etmiştir. Eş‘arî geleneğinin önemli temsilcilerinden olan Gazzâlî’nin büyük oranda el-Mustasfâ adlı eserinden istifade edilerek kaleme alınmış olmasından dolayı Ravzatü’n-nâzır’ın da önceki eserler gibi ilgi görmemesi beklenebilir. Fakat İbn Kudâme, bazı tasarruflarla eserini el-Mustasfâ’dan ayrıştırmaya çalışmıştır. Bu çalışmada İbn Kudâme’nin Ravzatü’n-nâzır’ı el-Mustasfâ’nın standart bir ihtisarı olmaktan çıkaran ve Hanbelîler’in geleneksel tavırlarına daha yakın bir eser haline getiren tasarrufları üzerinde durulacaktır. Ravzatü’n-nâzır’daki usul görüşleri ile kelamî uzantıları olan meselelere dair yaklaşımlar, eserde takip edilen sistematik ve kullanılan kaynaklar el-Mustasfâ ile karşılaştırılarak analiz edilecektir.
Bu makalede, fıkıh usulü eserlerinde istishabın delil değeri incelenirken, “Hanefîler’e göre istishap mevcut hakların korunmasında (def‘i) geçerli bir delildir, fakat yeni hakların kazanılmasında (ispat) geçerli değildir; Şâfiîler’e göre ise her iki durumda geçerli bir delildir” şeklinde ifade edilen usul ihtilafının örneklendirilmesinde tekrar edilegelen bir yanlışlığa dikkat çekilerek bu durumun düşündürdükleri üzerinde durulmaktadır. Özellikle Hanefî usul eserleriyle yakın dönem fıkıh usulü ders kitaplarının birçoğunda ve bazı çağdaş bilimsel yayınlarda yaygın biçimde görülen bilgi şöyledir: Gerek Hanefîler’e gerekse Şâfiîler’e göre mefkudun malları -mefkudun öldüğü ortaya çıkmadan veya mahkemece ölümüne karar verilmeden önce- mirasçıları arasında bölüştürülmez (İstishap def‘ide hüccettir); fakat mefkudun bu durumu açıklık kazanıncaya kadar geçen süre içinde vefat eden yakınlarına mirasçı olup olamayacağı hususunda bu iki mezhep farklı görüşe sahiptir: Şâfiîler’e göre mirasçı olur (İstishap ispatta da hüccettir), Hanefîler’e göre mirasçı olamaz (İstishap ispatta hüccet değildir). Bu mezheplerin usul ve fürû kaynakları üzerinde yaptığımız incelemeler ise her iki mezhebin, belirtilen durumda mefkud “Mirasçı olur” veya “Mirasçı olamaz” şeklinde bir sonuca varmayıp, durumu açıklık kazanıncaya kadar miras payının koruma altına alınması noktasında birleştiğini ortaya koymuştur. Ayrıca Hanefî fürû eserlerinde yaygın biçimde yer alan, “Mefkud kendi hakları konusunda sağ, başkalarının hakları konusunda ölü hükmündedir” şeklindeki kalıp ifadenin ikinci önermesinin bu yanlış ezberin pekişmesine katkı sağlamış olabileceği üzerinde de durulmuştur.
Son yıllarda derinlik ve spektrum genişliği ile artan bir akademik eğilim, İslam kültür mirasının çok boyutlu ve çeşitli karakterini dikkate alarak İslam düşüncesi ve bu kültür havzasında üretilen eserlere yaklaşmanın gerekliliğini ortaya koydu. Birinci elden farklı ekollerin sistematik ve teorik metinlerine hem eserlerin hem de tercümelerin basımı ile erişimin kolaylaşması yanında ilk dönem ve özellikle de geç dönem teorik birikimin derinlikli analizini ortaya koyan tez, kitap ve makalelerin artışı tek başına İslam felsefesi alanında dahi yayın takibini zorlaştıracak bir hız kazandı. Bu içerik ve kalite artışı, İslam düşünce geleneklerine alan içi ve alan dışında da daha derinlikli okumalar yapmak isteyen ancak alanların doğrudan uzmanı olmayan ikinci derece irtibatlı okuyucu kitlesinin sayısında bir artış ile sonuçlandı. Bu şekilde uzmanların ve yan alan okuması yapmak isteyen ikinci derece okuyucuların alan içi ve alan dışı gelişmeleri takip etmesi için bir taraftan daha panoramik, bir taraftan daha ansiklopedik diğer taraftan ise daha giriş seviyesinde bilgiler içeren metinlere ihtiyacı ortaya çıktı. Bir süredir hissedilen bu yöndeki ihtiyaca kısmen ansiklopedik ve kısmen giriş seviyesinde bilgi içeriklerini taşıyıcı biçimde cevap verecek şekilde hazırlanmış görünen bir eser de editörlüğünü Ömer Türker’in yaptığı üç ciltlik Metafizik’tir.
Hanefî mezhebinde herhangi fıkhî bir meseleye dair hüküm vermeden önce başta mezhep imamları olmak üzere mezhep ulemasından aktarılan mesâile bakıp, bunların geçtiği eserlerin ve mesâili aktarılan kişinin mezhep içindeki konumuna göre hüküm vermeye önem gösterilmiş ve bu tutum zamanla usûl-i iftâda bir kriter haline gelmiştir. Özellikle fetva ve kaza makamında bulunan Hanefîler tercih edilecek görüşü belirlemek üzere mezhep ulemasını, onlardan aktarılan mesâili ve bu mesâilin geçtiği kitapları bilgi ve kaynak değeri açısından “tabakātü’l-fukahâ”, “tabakātü’l-mesâil” ve “tabakātü’l-kütüb” gibi taksimlere tâbi tutarak ulema, mesâil ve kitaplar arasında bir hiyerarşi belirlemişlerdir. Bu makale Osmanlı ulemasından Kınalızâde Ali Efendi’nin (ö. 979/1572) Hanefî mezhebinde aktarılan mesâilin hiyerarşisi hakkında sonraki literatürü belirleyen Tabakātü’l-mesâil isimli risalesinin tahkik ve tahlilini konu edinmektedir.
Dünyanın dört bir yanına dağılmış, farklı dilleri konuşan, farklı etnik kökenlere ve kültürlere sahip Müslümanları bir arada tutan bir üst siyasî birlik gerçekten var mıdır? Böyle bir siyasî birlik mevcut ise ne zaman ve nasıl ortaya çıkmıştır? Alfa Yayıncılık tarafından 2021’de İslam Dünyası Fikri başlığı ile Türkçe’ye de kazandırılan Cemil Aydın’ın 2017’de yayımlanmış The Idea of the Muslim World eseri işte bu sorulardan hareketle başlamaktadır. Oldukça iyi yazılmış, hem akademisyenlerin hem de daha geniş kitlelerin rahatlıkla okuyup istifade edebileceği bu eserde Aydın, modern bir fenomen olarak nitelendirdiği İslam dünyası fikrinin kökenlerini anlatmakta ve bu fikrin ortaya çıkışının arkasındaki hem haricî hem de dâhilî sebepleri dikkatli bir şekilde izah etmektedir. Bu vesileyle kitap hem literatürdeki özcü ve indirgemeci “Müslümanların farklılığı” argümanlarını hem de özellikle İslamcı söylemlerde hâkim olan “Müslümanların birliği” argümanlarını karşısına alarak nüanslı bir anlatı sunmaktadır. Bunlara karşılık daha çoğulcu perspektiften bir okuma yapan Aydın, Müslüman topluluklarını bugün de “İslam dünyası” gibi tekdüzeleştiren bir kavramla açıklamanın hatalı olduğu, bunun yerine dolaylı olarak Müslümanların çoğulcu ve kendi içlerindeki farklılıklarının ön plana çıkarıldığı bir çerçevede okunması gerektiği sonucuna ulaşmaktadır.
تبوأ الصدر الشهيد منزلة علمية عالية بين العلماء، فقد كان من كبار الأئمة وأعيان الفقهاء، له اليد الطولى في الخلاف والمذهب الحنفي، اجتهد وبالغ في التحصيل، وناظر العلماء ودرَّس الفقهاء، وقهر الخصوم، وفاق الفضلاء في حياة أبيه بخراسان، وأقر بفضله الموافق والمخالف، ثم ارتفع أمره حتى صار السلطان ومن دونه يعظمونه، ويصدرون عن رأيه.وأثنى عليه العلماء وشهدوا له بطول الباع في فروع العلم، قال عنه الذهبي ( ت. 748هـ/1347م): «شيخ الحنفية، عالم المشرق...، وصار يُضْربُ به المثل، وعظم شأنه عند السلطان، وبقي يصدر عن رأيه».ووصفه القرشي (ت. 775هـ/1374م) بأنه: «الإِمام ابن الإِمام، والبحر ابن البحر».
20 Kasım 2021’de Tübingen’de nevi şahsına münhasır bir bilim adam ı, kendi deyişiyle bir “kültür bilimcisi” (Kulturwissenschaftler) olan Josef van Ess hayata gözlerini yumdu. Naziler’in iktidara gelişinden bir yıl sonra dün- yaya gelen Josef van Ess hakkında konuşmak biraz da II. Dünya Harbi son- rası Alman oryantalizmi kadar Alman siyasî ve kültür tarihini de incelemek demektir. Zira Josef van Ess sadece dar anlamda “bilimsel konularda” yazma- mış, aynı zamanda bu bilimin “yapılış şekli” ve “yapıldığı ortam” hakkında da önemli bilgiler vermiş, değerlendirmelerde bulunmuştur.

/ 4
2 / 4