32 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Sunulan çalışmada uterusun doğal savunma sisteminin en önemli bileşenlerinden olan keyhole limpet hemosiyanine (KLH) serum doğal antikor (NAb) titresi ve C-reaktif protein (CRP) düzeyinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma 3-7 yaşlı, ortalama vücut kondisyon skoru (BCS) 2.6±0.1 olan 77 İsviçre Esmeri inekte yapıldı. Postpartum 30-32. günlerde bulunan ineklerde endometritis teşhisi; rektal, vaginoskopik, ultrasonografik muayene yöntemleri ve cytobrush tekniğiyle yapıldı. Muayenelerden hemen sonra KLH bağlı NAb titresi ve CRP konsantrasyonlarının belirlenmesi için kan örnekleri alındı. Serum NAb titresi indirekt ELISA yöntemiyle, CRP düzeyi ise bovine CRP ELISA kiti kullanılarak belirlendi. Serum NAb titresi sağlıklı (Kontrol, n = 29), hafif endometritis (ME, n = 21), orta derecede endometritis (E, n = 17) ve şiddetli endometritisli (SE, n=10) ineklerde sırasıyla ortalama 5.36±0.16, 7.43±0.15, 8.55±0.19 ve 9.64±0.27 olduğu belirlendi. Serum CRP konsantrasyonlarının ise kontrol, ME, E ve SE'de sırasıyla ortalama 48.88±3.92 µg/mL, 82.86±4.28 µg/mL, 98.86±8.2 µg/mL ve 122.34±12.72 µg/mL düzeyinde olduğu tespit edildi. Endometritisli ineklerde serum NAb titresi ve CRP düzeyinin önemli oranda arttığı belirlendi (P<0.001). BCS'nin serum NAb ve CRP düzeylerini değiştirmediği saptandı (P>0.05). Doğum sayısının serum NAb titresi ve CRP düzeyinde önemli bir değişikliğe neden olmadığı (P>0.05), sadece ME grubundaki multipar ineklerde serum NAb titresini artırdığı belirlendi (P<0.05). Sonuç olarak ineklerde uterus enfeksiyonlarının belirlenmesinde serum NAb titresi ve CRP düzeyinin indikatör olarak etkin bir şekilde kullanılabileceği düşünülmektedir.
-
Sunulan olguda, 4 yaşındaki Holştayn ırkı bir ineğin üçüz yavrularından birinde rastlanan anasarka anomalisi anlatıldı. Güç doğum şekillenen inekte presentasyon pozisyon bozuklukları düzeltildi ve buzağılardan ikisi canlı olarak elle çekilip çıkarıldı. Fakat üçüncü buzağının ölü olduğu ve anasarka'lı buzağı olduğu görüldü
Bu çalışmada, düvelere kısa süreli PRID uygulamasının; serum progesteron, nitrik oksit (NO), malondialdehit (MDA), total antioksidant (TAK) ve oksidant kapasitesi (TOK) düzeyleri üzerine etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla, 200 adet düve 5 gün progesteron uygulanan Cosynch-72 protokolüyle senkronize edildi. Düvelerden senkronizasyona başlamadan 10 gün önce (-10. gün), PRID takılma günü (0. gün), PRID çıkarılma günü (5. gün) ve tohumlama günü (8. gün) kan alındı. Çalışmada -10 ve 0. gün alınan kanlar kontrol olarak değerlendirildi. Beş ve 8. günlerde serum progesteron, NO, MDA, TAK ve TOK değerleri araştırıldı. Çalışmada 5. gün serum NO ve MDA düzeyleri diğer günlerden istatistiksel olarak farklı olduğu tespit edildi (P<0,001). Uygulamanın TAK düzeyinde düşmeye neden olduğu, TOK değerini ise etkilemediği belirlendi. Sonuç olarak, düvelere kısa süreli PRID uygulamasının serum NO ve MDA düzeylerinde artışa neden olduğu, TAK düzeyinde düşmeye ve TOK değerini ise etkilemediği belirlendi.
Korpus luteum (CL) ovulasyon sonrasında şekillenir ve gebeliğin devamlılığında rol oynar. Ayrıca geçici bir süreprogesteron salgılayan endokrin etkinliği bulunan fonksiyonel bir yapıdır. Sığırlarda luteolizis temel olarak iki fazda meydanagelir. Bunlar fonksiyonel ve yapısal luteolizis olarak sınıflandırılır. Yapısal luteolizis, fonksiyonel luteolizisten CLnin yapısalinvolüsyonu ile ayırt edilebilir. Luteolizis sırasında nitrik oksit, endotelin- I, angiotensin- II ve oksitosin gibi birçok vazoaktif ajanuyarılır. Son yıllarda renkli Doppler ultrasonografi kullanılması ile luteolizis başlangıcında luteal kan akımında artış olduğutespit edilmiştir. Bu derlemenin amacı, Doppler ultrasonografi kullanılarak luteoliziste değişen mekanizmalar, vazoaktifajanların bu süreçteki görevleri ve aralarındaki ilişkiler hakkında bilgi vermektir
Bu çalışma ile presenkronizasyon oluşturulan Montofon ırkı ineklerde Cosynch protokolündeki ilk GnRH ile PGF 2 α uygulanma arasızamanının değiştirilmesinin folliküler dinamikleri üzerine etkisini araştırmak amaçlanmıştır. İlk olarak corpus luteum belirlenen tüm inekleretek doz PGF 2 α enjekte edildi. Östrus tespitinden sonraki 6. gününde Cosynch protokolüne başlandı. Bu doğrultuda Grup 1de (GI; n=9) 0.gün GnRH, 7 gün sonra PGF 2 α enjekte edildi. Bu uygulamadan 56 saat sonra suni tohumlama yapıldı ve GnRH enjekte edildi. İkinci gruptakiineklerde (GII; n=10) ise Cosynch protokolündeki PGF 2 α, ilk GnRH enjeksiyonundan 8 gün sonra uygulandı. Bu uygulamadan 56 saat sonrasuni tohumlama yapıldı ve GnRH enjekte edildi. Follikül ve corpus luteum gelişimi ultrasonografi ile günlük takip edildi. Uygulamanın 6, 7 ve8. günlerinde gruplar arasında follikül çaplarında istatistiksel olarak önemli bir fark belirlendi (P<0.05). Suni tohumlama sırasında dominantfollikül çapı büyüklüğünde gruplar arasında fark belirlenmedi (P>0.05). Sonuç olarak, seksüel siklusun 6. gününde Cosynch protokolüuygulanan ineklerde PGF 2 α uygulama zamanının bir gün uzatılmasının graaf follikülünün büyüklüğünü etkilemediği belirlendi.
Sunulan çalışmanın amacı, kronik endometritis tedavisinde intrauterin olarak uygulanan kekik esansiyel yağının etkinliğinin araştırılmasıdır. Çalışma materyalini 77 baş kronik endometritisli inek oluşturmuştur ve bu inekler rastgele 4 gruba ayrılmışlardır. I. gruba (n=21; GI) PGF2α, II. gruba (n=20; GII) perasetik asit, III. gruba (n=18; GIII) kekik esansiyel yağı ve IV. gruba (n=18; GIV) ise serum fizyolojik uygulanmıştır. Çalışma sonucunda GI, GII, GIII ve GIVde ilk tohumlamada gebelik oranları sırasıyla %19, %35, %66.6 ve %11.1 olarak belirlenmiştir (P<0.01). Toplam gebelik oranları ise sırasıyla %71.5, %85, %94.4 ve %11.1 olarak bulunmuştur (P<0.001). Sonuç olarak, endometritis tedavisin- de kullanılan klasik ilaçlara, kekik esansiyel yağının alternatif olarak kullanılabileceği kanısına varılmıştır.
Büyük işletmelerde mastitis tedavisi ve mastitislerden korunmak için büyük çaba gösterilmektedir. Yapılan tüm müdahalelere rağmen istenilen sonuçların alınamaması ve kalıntı probleminin önüne geçilememesi daha başka sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ayrıca son yıllarda organik yetiştiricilik yapılan işletmelerde kalıntı problemi olmayan yöntemlerin kullanılması artış göstermektedir. Sunulan bu derlemede, ineklerde mastitis tedavisinde fitoterapi ve homeopati gibi alternatif tedavi seçeneklerinin sunulması amaçlanmıştır.
Sunulan çalışmada peripartum dönemdeki ineklerde subkutan L-karnitin enjeksiyonlarının enerji metabolizmasını ® etkileyen bazı biyokimyasal parametreler üzerindeki etkilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. L-karnitin (Carnitine , Santa Farma, İstanbul, Türkiye) Grup I’deki ineklere (n=10) gebeliğin son üç haftasından doğuma kadar 1g/hayvan/gün dozda, postpartum 0. ve 7. günler arasında 1g/hayvan/gün dozda subkutan uygulandı. Grup II’deki ineklere (n=10) ise placebo uygulandı. Prepartum dönemde L-karnitin uygulamalarından hemen önce ve postpartum dönemde 0. gün (doğumun gerçekleştiği gün), 3., 7., 10. ve 15. günlerde kan alındı. L-karnitin uygulanan ineklerde postpartum 3. gündeki serum glukoz konsantrasyonunun düştüğü (P<0.001), postpartrum 7. günde serum üre konsantrasyonun arttığı (P<0.05) ve postpartum 10. günde serum β-hidroksibutirik asit (BHBA) konsantrasyonunun düştüğü (P<0.05) belirlendi. Prepartum ve postpartum serum Non Esterified Fatty Acid (NEFA), trigliserid, kolesterol, kreatinin, Ca ve P konsantrasyonlarında ise istatistiksel bir fark bulunmadı (P>0.05). Sonuç olarak ineklerde periparturtum dönemde subkutan L-karnitin uygulamalarının erken postpartum dönemde enerji metabolizmasını etkileyen BHBA, glukoz ve üre konsantrasyonlarını değiştirdiği, araştırılan diğer biyokimyasal parametreleri ise etkilemediği belirlenmiştir.
Bu olgu sunumunda, bir inekte başlangıç aşamasında karşılaşılan fetal maserasyonun ve operatif sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlandı. Yapılan rektal muayenede yavruya ait canlılık belirtileri saptanmayıp, uterusta krepitasyon ile beraber duvarında kalınlaşma ve vaginal muayenede ise serviksin kısmen açık olduğu belirlendi. Sonrasında sezaryen operasyonuna karar verildi. Sonuç olarak olgu, rapor edilen literatürlerin aksine sürecini tam olarak tamamlamamış fetal maserasyon olarak tanımlandı.
Bu makalede, bir buzağıda atipik bir form gösteren vulvar atrezi olgusunun sunulması amaçlanmıştır. Olgunun yapılan muayenesinde vulvanın şekillenmiş olduğu ancak vulva dudaklarının tamamına yakınının kapalı olduğu gözlendi. Sonrasında vajinoplasti operasyonuna karar verildi. Sonuç olarak, sıkça rastlanmayan vulva atrezisinde operatif yöntem uygulamasının yararlı olabileceği kanaatine varıldı.
Uzun etkili GnRH agonistleri köpeklerde hem östrusun uyarılmasında hem de baskılanmasında kullanılmaktadırlar. Bu çalışmada, pubertas öncesi dönemdeki dişi köpeklerde deslorelin implant (4.7 ve 9.4 mg) kullanımının “flare-up” dönemi olarak değerlendirilebilecek klinik ve endokrinolojik kısa dönem etkilerinin varlığı araştırılmıştır. Bu amaçla pubertas öncesi dönemde olduğu belirlenen ortalama 4 aylık yaşta on dört adet sağlıklı melez dişi kopek kullanıldı. Köpeklere deri altı yolla 9.4 mg (G1, n=5) ve 4.7 mg (G2, n=4) deslorelin (Suprelorin®) etken maddesi içeren implantlar ya da plasebo (sodyum klorür %0.9; G3; n=5) uygulandı. Östrus belirtileri günlük olarak fiziksel değişiklikler ve davranış değişiklikleri yönünden takip edildi. Ayrıca çalışma süresince vaginal sitoloji, serum progesteron (P4) ve östradiol 17β (E2) konsantrasyonları haftalık olarak izlendi. Tedavi (G1 ve G2) ve kontrol grubundaki (G3) hayvanların hiçbirinde östrus bulgusu belirlenmedi. İmplantın yerleştirildiği bölgede herhangi bir lokal yan etki gözlenmedi. Grup 1’de iki köpekte (2/5; %40) serum P4 düzeyinde bir artış gözlenirken, bu köpeklerden yalnızca birinde (P4=6,37 ng/ml) serum E2 düzeyinin 37 pg/ml’ye kadar yükseldiği belirlendi. Grup 2’de 13 haftalık tedavi süresince serum P4 ve E2 düzeylerinde önemli bir değişiklik gözlenmedi. Bu çalışmadan elde edilen bulgular, pubertas öncesi köpeklerde deslorelin implantın, yetişkin köpeklerde implante edildikten sonraki ilk bir ay içerisinde sıklıkla gözlenen “flare-up etkisine” neden olmadığını göstermiştir. Bununla birlikte deslorelin implant uygulamalarının özellikle pubertasa yakın dönemlerde oluşturabileceği “flare-up” etkisine dair yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.

/ 2
3 / 2