TY - JOUR TI - Erken Dönemde İstihsân Tanımları Etrafında Oluşan Meşrûiyet Tartışmaları AB - İstihsânın tanımı ve meşrûiyeti problemi, fıkıh usûlünün önemli tartışma konularından biridir. Hanefî kurucu imamları ile İmâm Mâlik’in (ö. 179/795), hukukun katılığını gidermek için kullanmış olduğu bu yönteme, ilk dönemlerden itibaren çeşitli itirazlar yönelmiştir. Malikiler de istihsânı kullanmasına rağmen, istihsâna yönelik ağır eleştiriler Hanefîler üzerine yoğunlaşmıştır. İmam Şafiî’nin (ö. 204/820) ağır eleştirisi sonrasında Hanefî usûlcüler, istihsânı hem tanımlamak hem de meşrû olduğunu kanıtlamak için çeşitli ilmî faaliyetlerde bulunmuşlardır. Özellikle Ebü’l-Hasen el-Kerhî (ö. 340/952) ve Ebû Bekr el-Cessâs (ö. 370/981) ile başlayan bu süreç, diğer mezhep usûlcülerinin de katkısıyla zengin bir birikimi ortaya çıkarmıştır. Kerhî’nin istihsân tanımının, usûlcüler arasında şöhret bulduğu ve usûl eserlerinde istihsânın meşruiyetinin bu tanım üzerinden yapıldığı görülmektedir. Kerhî’nin istihsânın meşruiyetine yönelik değerlendirmeleri, öğrencisi Cessâs ile sonraki asırlarda Ebû Zeyd ed-Debûsî (ö. 430/1039), Ebü’l- Usr el-Pezdevî (ö. 482/1089) ve Şemsüleimme es-Serahsî (ö. 483/1090) tarafından da devam ettirilmiştir. Cessâs’ın istihsânın meşruiyetine yönelik açıklamaları ise İmam Şâfiî’nin istihsân aleyhine yönelik sözlerinin eleştirisi ile başlar. O, istihsânı temelde iki alt başlığa ayırarak, meşruiyet delillendirmesi yapar. İstihsânı lafız ve mâna olmak üzere iki kısımda ele alan Cessâs, lafzî olarak istihsânın kullanılmasında herhangi bir ihtilafın bulunmadığını, bunu bütün müçtehitlerin kabul ettiğini, dahası istihsâna karşı olan İmam Şâfiî’nin bile bu anlamdaki istihsânı kullandığını söyler. Ona göre üzerinde tartışma olan istihsân türü ise ikinci kısımdaki; yani mana itibariyle olan istihsândır. Cessâs, bu kısmın da esasında kıyas ameliyesi olduğunu, İmam Muhammed eş-Şeybânî’nin (ö. 189/805) eserlerine gönderme yaparak ispata çalışır. Gerçekten de İmam Muhammed’in eserlerinde, istihsânın kullanım alanlarına bakıldığında, pek çok yerde çatışan iki kıyasın varlığı görülmektedir. Dahası İmam Muhammed, bazen “istihsânın bu türü kıyasa dahildir.” diyerek açıkça istihsânın -en azından bazı türlerini- kıyas içerisinde değerlendirmiştir. Hanefî usûlcüler, istihsân tanım ve değerlendirmelerini, muarızlarının da kabul edebileceği şekilde yapmak suretiyle istihsâna yönelik olumsuz havayı kırmak istemişlerdir. İstihsânın “Daha güçlü delil sebebiyle benzerlerine verilen hükümden vazgeçmektir.” şeklindeki tanımı genel kabul görmüştür. Burada istihsân, kıyas ile ilişkilendirerek tanımlanmış; güçlü olan delile istihsân, zayıf olan delile ise kıyas denilmiştir. İstihsânın kıyas ile ilişkilendirilerek tanımlanması isabetli olmakla birlikte, yine bu tanımlarda istihsânın kıyastan daha güçlü olduğu tezi, İmam Muhammed’in istihsâna dair verdiği örneklerle birlikte değerlendirildiğinde, zaman zaman tanım ile tanımlanan arasında tezatlar oluşturmaktadır. Zira çoğu durumda kıyas ile istihsân çatıştığında, istihsân alınmakla birlikte, tam tersi durumun; yani kıyasın alındığı durumlar da olabilmektedir. Bunlardan başka İmam Muhammed’in eserlerinde, Kerhî’nin de tasnifini yaptığı istihsân çeşitlerine yönelik örnekler bulunmakla birlikte, bazen kıyasın istihsânen alınması gibi garip durumlar ile de karşılaşılmaktadır. Bu da zikri geçen tanımların “efrâdını câmî, ağyârını mâni” olmadığı anlamına gelir. İstihsâna yönelik menfi tutum, bir kısım Şâfiî çevrelerde devam etmiş, istihsânın meşrûiyetine yönelik eleştiriler fıkıh usûlü eserlerinde varlığını sürdürmüştür. İstihsân, Şâfiî çevrelerce “delilsiz hüküm verme” olarak tanımlandığından, şer‘î bir delil olan kıyasın şer‘î olmayan - Gazzâlî’nin deyimi ile mevhum- bir delil olan istihsân sebebiyle terkedilmesini kabul etmemişlerdir. Zâhirîlerden İbn Hazm (ö.456/1064) ise istihsânın keyfiliğe kapı araladığını, istihsânı kullananların verdiği örnekler üzerinden iddia eder. Ona göre, Hanefîlerin istihsân olarak kabul ettiği bir durumu, Mâlikîler istikbah olarak kabul edebilmektedir. Bu da apaçık bir çelişkiyi doğurmaktadır. İbn Hazm’ın bu değerlendirmesinin haklılık tarafı yok değildir. Zira İmam Muhammed’in el-Hücce alâ ehli’l-Medîne isimli eserinde, Mâlikîlerin istihsânının eleştirildiği görülürken, Mâlikîlerden el-Bâcî’nin (ö. 474/1081) eserlerinde Hanefîlerin istihsânının eleştirildiği görülmektedir. İstihsân eleştirisi, Ebû İshâk eş-Şîrâzî (ö. 476/1083), İmâmü’l-Harameyn el-Cüveynî (ö. 478/1085) ve Gazzâlî (ö. 505/1111) gibi Şâfiîler tarafından da devam ettirilmiştir. Cüveynî, istihsânı istinbâta değil, nefsin şehvetine dayanan bir yöntem olarak görürken, Gazzâlî, istihsanı indî yorum olarak görür. İstihsâna karşı olumsuz tavrın temel sebebi, kanaatimizce, tanımlar üzerinden yürütülmüş, içerik çoğu zaman ihmal edilmiştir. Oysa İmam Muhammed’in eserlerine bakıldığında, istihsânın sanılanın aksine bir aslının bulunduğu, bu aslın bazen bir eser, bazen bir zaruret, bazen başka bir kıyas, bazen de örf olduğu görülür. AU - Aykul, Abdulmuid DO - 10.18505/cuid.1071242 PY - 2022 JO - Cumhuriyet İlahiyat Dergisi VL - 26 IS - 1 SN - 2528-9861 SP - 173 EP - 190 DB - TRDizin UR - http://search/yayin/detay/1113462 ER -