TY - JOUR TI - TASAVVUFÎ HAKİKATLERİN SEMBOLLERLE ANLATILMASI: ALÂÜDDEVLE-İ SİMNÂNÎ’NİN RİSÂLE-İ ŞATRANCİYYE ADLI ESERİ AB - Tasavvufî hakikatleri dile getirirken sûfîlerin remiz, sembol ve hikâyelerden istifâde etmeleri oldukça yaygındır. Sûfîlerin böyle bir yöntem kullanmalarının çeşitli sebepleri vardır. Sembol ve hikâyeler yoluyla anlatımın açıklanması uzun süren hakikatleri çok daha özlü ve anlaşılır bir biçimde ifâde imkânı sunması, idrâk edilmesi zor olan hususları insanın muhayyilesine yaklaştırarak daha kolay anlaşılmasını sağlaması, okuyucuda merak uyandırarak dikkatini canlı tutması ve anlatılan hakikatlerin daha kolay akılda kalmasını sağlaması bu sebeplerden bazılarıdır. Bu ve benzeri sebeplerle sûfîler, çeşitli remizlerden faydalanmış ve bazı hakikatleri bir hikâye kurgusu içinde dile getirmişlerdir. Tasavvufî hakikatleri anlatmada remiz ve hikâyelerden faydalanan sûfîlerden biri de 14. yüzyılda, İlhanlılar döneminde, bugünkü İran topraklarında yaşamış bir Kübrevî şeyhi olan Alâüddevle-i Simnânî’dir (ö. 736/1336). Simnânî, gençlik yıllarında İlhanlı sarayında Argun Han’ın (1284-1291) yanında bulunmuş ve on yıl kadar ona hizmet etmiştir. Daha sonra yaşadığı mânevî bir hâl üzerine içinde bulunduğu bu hayatı terk ederek tasavvufa yönelme arzusu duymuştur. Hemen sarayı terk edememişse de daha evvel ihmâl ettiği ibadetleri yerine getirmeye, kılmadığı namazlarını kaza etmeye başlamış, kendi kendine çeşitli zikirler yapmış, Kur’ân okumuş ve yiyeceğini son derece azaltmıştır. Kendi kendine uyguladığı bu riyâzat neticesinde meydana gelen şiddetli açlık ve uykusuzluk sebebiyle bedeni yorgun düşmüş ve hekimlerin tedavisinde âciz kaldıkları bir hastalığa yakalanmıştır. Bu hastalığı saraydan ayrılmak için iyi bir fırsat olarak gören Simnânî, iyileştikten sonra geri dönme şartıyla saraydan ayrılmak için Argun Han’dan izin alıp memleketi Simnan’a gitmiş ve Argun’un kendisini zorla alıkoyduğu dönemi saymazsak bir daha saraya dönmemiştir. Bir müddet kendi kendine ibâdet ve riyâzatla meşgul olduktan sonra Bağdat’ta bulunan Kübrevî şeyhi Nûreddîn Abdurrahman İsferâyînî’ye (ö. 717/1317) intisâb etmiş, sülûkünü tamamlamış ve ondan irşâd icâzeti almıştır. Çok sayıda mürîd yetiştirmiş, tasavvufun çeşitli konularına dair Arapça ve Farsça pek çok eser kaleme almıştır. Tasavvuf tarihinde daha çok İbnü’l-Arabî’nin (ö. 638/1240) varlık anlayışına yönelttiği eleştirileriyle tanınan Simnânî, başta letâif konusu olmak üzere tecellî, ricâlu’l-gayb, mânevî tecrübeler gibi pek çok konuda tasavvuf tarihine önemli katkılarda bulunmuş ve kendisinden sonra gelen sûfîleri etkilemiştir. Kübreviyye tarikatının günümüze ulaşan kollarının Simnânî’ye dayanıyor olması, onu tasavvuf tarihi açısından önemli kılan bir diğer husustur. Simnânî, tasavvufun gerek nazarî gerekse amelî bazı meselelerini açıklamada remizlerden faydalanmıştır. Onun Farsça olarak kaleme aldığı Risâle-i Şatranciyye isimli küçük risâlesi, tasavvufun zühd, uzlet, fütüvvet, istikamet gibi amelî konularının satranç taşları üzerinden anlatıldığı bir eserdir. Satrançla ilgili kavramlar ve özellikle de satranç taşları, pek çok yazar tarafından çeşitli konuları anlatmada sembol olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 672/1273), Sâdi-i Şîrâzî (ö. 691/1292) ve Hâfız-ı Şîrâzî’nin (ö. 792/1390) isimlerini anabiliriz. Yine dîvân edebiyatında bir remiz olarak satrançtan istifâde edildiği bilinmektedir. Aynı zamanda sûfî kimliğiyle tanınan bazı dîvân şâirleri satrancı tasavvufî hakikatleri anlatmada bir araç olarak kullanmışlardır. Buna örnek olarak da 17. yüzyılın ilk yarısıyla 18. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış bir Bektâşî dervişi olan Azbi Baba Dîvânı’nda bulunan “Satrançnâme” isimli şiir zikredilebilir. Bu çalışmaya konu olan Risâle-i Şatranciyye ise müstakil olarak satranç terimleri üzerinden tasavvufun bazı konularını dile getirmek üzere kaleme alınmıştır. Simnânî, söz konusu risâlesinde satranç taşlarını kişileştirmiş ve her birinden kendilerinde bulunan sırları anlatmalarını ve kendisine nasihat etmelerini istemiştir. Böylece sırasıyla piyon, vezir, fil, at, kale ve şâhın yanına giderek onlardan sırlarını öğrenmiştir. Bu risâleyle yazar, hem kendi sülûk anlayışında önemli yeri bulunan tasavvufî kavramları açıklamakta hem de müridlerine bu hususlara riâyet etmeleri hususunda ders vermektedir. Risâlenin kısalığı ve sembolik bir anlatıma sahip oluşu, bu hakikatlerin kolayca anlaşılmasını ve akılda kalmasını sağlamaktadır. Böylece Simnânî’nin müridlerini eğitmede sembolik dilden yararlandığı anlaşılmaktadır. AU - Zümrüt Orhan, Kübra DO - 10.46353/k7auifd.896571 PY - 2021 JO - Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi VL - 8 IS - 1 SN - 2148-7634 SP - 190 EP - 217 DB - TRDizin UR - http://search/yayin/detay/1118346 ER -