TY - JOUR TI - Osmanlı Kudüs’ünde Bir Köy: Beyt Câlâ (XVI. Yüzyıl) AB - Günümüzde Hıristiyan ve Müslüman bir nüfusa ev sahipliği yapan Beyt Câlâ, dünya siyasetini fazlasıyla meşgul eden Filistin’de yer alan bir şehirdir. Şehrin mazisine ilişkin bilgileri, bölgeyi dört asır boyunca idare eden Osmanlı Devleti’nin arşivlerinde bulmak mümkündür. Başta tahrir, mühimme ve vakıf defterleri ile mahkeme kayıtları olmak üzere bugüne ulaşan çeşitli belgeler, on altıncı yüzyıl Hıristiyan köyüne dair mühim malumatlar içermektedir. Söz konusu kaynaklara dayanarak yapılan ve mezkûr asrı anlamayı amaçlayan bu çalışma, günümüz Filistin meselesinin tarihi cihetinin anlaşılmasına katkı sağlamayı hedeflemektedir. Beyt Câlâ, on altıncı yüzyılda Osmanlı idaresinde Kudüs Sancağı’nın Kudüs nahiyesine bağlı bir köy olarak idare edilmiştir. Zikrolunan asırda başarısız bir Müslüman iskânı teşebbüsünün dışında sadece Hıristiyan nüfusun yaşadığı karye, konumu gereği şehirle her zaman yakın ilişkilere sahip olmuştur. Osmanlı-Memlüklü çatışması esnasında bölgede meydana gelen sıkıntılar, burayı olumsuz yönde etkilemiştir. Kanûnî Sultan Süleyman’ın (1520-1566) tahta çıkışından sonra alınan tedbirlerle bölgenin yeniden bir toparlanma sürecine girdiği görülür. Bu istikrarlı yapı padişahın vefatından sonra sarsılmaya başlamış ve köy de bundan etkilenerek nüfus kaybına maruz kalmıştır. Her ne kadar III. Mehmed (1595-1603) devrine ait 1005h/1596-97 tarihli mufassal tahrir defteri burada ufak bir toparlanmanın mevcudiyetine dair bazı ipuçları taşısa da önceki kayıtla arasında bulunan otuz dört yıllık boşluk kesin bir değerlendirme yapmayı zorlaştırmaktadır. Osmanlı egemenliğinin ilk yüzyılında karyeye yakından bakıldığında idârî manada birtakım değişikliklerin yaşandığı anlaşılır. Memlük Sultanı Kayıtbay’ın Haremeyn hayratının gelirlerinin bir kısmını oluşturan Beyt Câlâ, Hürrem Sultan’ın Kudüs’teki İmaret Vakfı’na da tahsis edilmesiyle, tam anlamıyla bir vakıf köyü olma hususiyetini kazanmıştır. Bu değişim onun şehirle olan irtibatını daha da sıkılaştırırken bundan sonra hem sancaktaki yöneticilerin hem de payitahttaki idarecilerin gözleri, imparatorluğun prestijli bir projesini finanse eden kaynaklardan birisi olması ve istikrarı da doğal olarak ehemmiyet kesp etmesi hasebiyle buranın üzerinde olmuştur. Nihayetinde bu dönüşümle Kudüs’e daha da bağımlı olan Beyt Câlâ, kent/vakıf ekonomisi için üretim çarklarını döndürmeye başlamıştır. Kaynaklar buradaki zirai mahsule ilişkin zengin bilgiler sunmaktadır. Başta buğday, arpa ekiminin yanı sıra zeytin ve çeşitli ağaçların ziraatıyla bağcılık karyede yapılmıştır. Bunlara ilaveten yağ üretimiyle arıcılık ve keçi yetiştiriciliğine dair muhtelif tarımsal faaliyetlerin de köyde icra edildiği görülmektedir. Mahsulden alınan vergiler yüzyıl içinde değişiklik arz edip bazı zamanlarda bir kalem, daha fazla gelir getirmiştir. Bu da esnek bir üretim tarzının köylüler tarafından benimsendiğinin işaretidir. Onlar pazardaki değişim ve dönüşümleri yakından takip ederek bu konuda kendilerini güncellemişlerdir. Şüphesiz bu tavrın benimsenmesinde ekolojik şartlarla bölgede meydana gelen değişim/dönüşümün de büyük bir rolü olmuştur. Dışarıya kapalı olmayıp tam tersine hariçten gelenlere açık bir yapısı bulunan Beyt Câlâ’nın mukîmleri zaman içinde Kudüs’e gidip yerleşmeyi tercih etmişlerdir. Durum kötüleşip burayı terke mecbur kaldıklarında ise tekrar köylerine dönmüşlerdir. Nitekim tahrir kayıtlarında bunu tasdik eden işaretler bulunmaktadır. Şehirde ikamet edenlerin maceralarına ilişkin mahkeme kayıtlarında yeterince bilgi vardır. Müslümanların karyede rahat bir biçimde zirai faaliyetlerde bulunmalarından hareketle Ortodoks mezhebine mensup köylülerin dinî bir taassuba sahip olmadıkları söylenebilir. Hıristiyanların ödedikleri cizyeler zaman içinde artış kaydetmiş, ahalinin maslahatı düşünülerek fetih esnasında oran 70 akçe olarak belirlenmiştir. İnsanların iktisadi durumunun düzelmesinin akabinde meblağ 80 akçeye yükseltilmiş ve yüzyılın çoğunda bu miktar muhafaza edilmiştir. Devletin içinde bulunduğu mali durum ve akçenin uğradığı değer kaybının neticesinde on altıncı asrın sonunda köylüler, cizyeyi 90 akçe olarak ödemekle mükellef tutulmuşlardır. Başta cizye olmak üzere diğer vergiler hususunda imparatorluk yöneticileri, halkı bezdirici bir vergilendirme uygulamasını benimsememişler ve gayrikanuni addettikleri tüm uygulamaları da engellemeye çalışmışlardır. AU - Öksüz, Mustafa DO - 10.52637/kiid.1181612 PY - 2022 JO - Kocatepe İslami İlimler Dergisi (Online) VL - 5 IS - 2 SN - 2757-8399 SP - 395 EP - 413 DB - TRDizin UR - http://search/yayin/detay/1143853 ER -