22.333 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Bu proje raporunda, ilk olarak hızlı şarj istasyonları için ele alınan çok seviyeli dönüştürücü topolojileri ve modülasyon teknikleri kapsamlı bir literatür taraması ile kategorize edilmiştir. Daha sonra üç seviyeli diyot kenetlemeli AA/DA doğrultucu tasarlanmış ve çeşitli modülasyon teknikleri ile test edilmiştir. Hızlı şarj istasyonlarında uygulanması düşünülen diyot kenetlemeli doğrultucunun çıkış akım ve gerilim dalgalanmasının IEEE standartlarında olması, nötr nokta gerilim dengesini koruması, şebekeden çekilen akım harmoniğinin standartlara uygun olması, güç faktörünün 1 olması ve doğrultucunun verimli çalışması çok önemlidir. Bu doğrultuda, bu çalışmada ele alınan doğrultucunun standartlara uygun çalışabilmesi için yeni bir modifiye edilmiş taşıyıcı tabanlı hibrit frekanslı Darbe Genişlik Modülasyonu (DGM) yöntemi de önerilmektedir. Önerilen yöntem için TMS320F28379D sayısal işaret işleyicisi kullanılarak bir yazılım geliştirilmektedir. Geliştirilen yöntem, tasarlanan üç fazlı üç seviyeli AA/DA doğrultucu ile test edilmektedir. Deneysel çalışmalar sonucunda modifiye edilmiş seviye kaydırmalı hibrit frekanslı DGM yönteminin geçerliliği ve esnekliği vurgulanmaktadır. Bu proje kapsamında, elde edilen çıktılar, 2 adet SCI ve 1 adet E-SCI indeksli dergilerde yayınlanarak literatür ile paylaşılmıştır. Ayrıca, desteklenen bu proje ile proje yürütücüsünün doktora tezinin tamamlanmasına da önemli bir katkı sağlanmıştır.
Türkiye ve Güney Kore, kültür, dil, eğitim sistemi vb. açılardan büyük farklılıklara sahip iki ülkedir. Bu nedenle, bu uluslararası işbirliği projesi, bu iki ülkedeki öğrencilerin matematiksel modelleme yeterlilikleri ve matematik değerleri arasındaki benzerlikleri ve farklılıklarını belirlemeyi amaçlamaktadır. Genel olarak değerler ise matematik değerleri özelde sosyo-kültürel ve konatif değişkenlerdir. Matematiksel modelleme yeterlikleri ise sosyo-kültürel ve konatif değişkenlerden etkilendiği söylenebilir. Bu bağlamda bu çalışmada sıralı açıklayıcı karma yöntem kullanılmıştır. Bu yöntemin ilk aşaması uluslararası nicel verilerin toplanmasını ve analizini, ikinci aşaması ise nitel verilerin bu niceliksel verilerin analizine uygun olarak yorumlanmasını içermektedir. Bu bağlamda çalışmada, nicel veriler için tabakalı örnekleme ve kolay ulaşılabilir örnekleme, nitel veriler için ise teorik örnekleme kullanılmıştır. Güney Koreli 5. ve 9. sınıfların uluslararası değerlendirmeleriyle (PISA) aynı doğrultuda Türkiye'deki 5. ve 9. sınıflarda Güney Koreli öğreniciler anma anlamlı olarak farklılaşmıştır. Ek olarak, ülkelerin kendi içerisinde 5. ve 9. sınıflar arası matematiksel modelleme yeterlikleri karşılaştırıldığında ise Türkiye?deki öğrencilerin matematiksel modelleme yeterlikleri puanlarının hemen hemen aynı kaldığı görülmekteyken Güney Kore?deki öğrencilerde ise 9. sınıflarda bir düşüş yaşanmaktadır. Ancak bu düşüş anlamlı bir farklılığı yansıtmamaktadır. Matematik eğitimi değerleri anlamında BİT değeri haricinde Güney Koreli 5. ve 9. sınıf öğrencileri Türkiye?deki 5. ve 9. sınıf öğrencilerine göre Güney Koreli öğrenciler lehine istatistiksel olarak anlamlı olarak farklılaşmaktadır. Bu bağlamda Türkiye?deki öğrencilerin matematik derslerinin günlük hayatla daha fazla ilişkilendirilmesini ve daha fazla pratik yapılmasını ve geri dönüt almayı bekledikleri söylenebilir. Bu sonuçlardan dolayı farklı kültürlerdeki öğrencilerin matematiksel modelleme yeterliklerindeki bu farklılıkları konatif bir değişken olarak matematik eğitimi değerleri ile birlikte ele alındığında, bu farklılıkların altında yatan bir nedenin diğer matematik eğitimi değerlerine göre matematiğin günlük hayatla ilişkili olmasını ifade eden uygunluk matematik eğitimi değeri olduğu söylenebilir. Bu bağlamda eğitim politikalarına yön verenlerin, müfredat yapıcıların ve öğretmenlerin vb., eğitim ve öğretim politikalarını ve planlarını, matematik derslerini günlük hayatla daha fazla ilişkilendirerek hazırlamaları ve düzenlemeleri gerektiği önerilebilir.
Erciyes Üniversitesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Ege Üniversitesi ile Tunus El Manar Üniversitesi ve Pasteur Enstitüsündeki araştırmacıların işbirliğiyle yürütülen proje kapsamında 2020 ve 2022 yılları arasında Karadeniz Bölgesi'nde Sinop ve Samsun yöreleri ile Tunus'un endemik üç bölgesinde kum sineği türleri, dağılımları ve mevsimsel dinamikleri araştırılmıştır. Teşhisleri sağlanan kum sineği türlerine ait nesillerin moleküler karakterizasyonu ve filogenetik ilşkileri incelenmiştir. Ayrıca kum sineği ve köpek popülasyonlarında Leishmania varlığı ve prevalansı uygun serolojik ve moleküler yöntemlerle araştırılmış, izolatların moleküler karakterizasyonu yapılarak Dünyadaki izolatlarla filogenetik ilişkileri belirlenmiştir. Araştırma yöresinde her iki sezonda toplam 12 kum sineği türü belirlenmiş olup, en yaygın türler Phlebotomus major ve P. tobbi olarak tespit edilmiştir. Kum sineği aktivitesinin 20-25ºC arası sıcaklıkta daha yoğun olduğu tespit edilmiş olup çevre ısısı ile kum sineği yoğunluğu arasındaki ilşkinin önemli olduğu görülmüştür. İncelenen kum sineklerinin mt-COI ve mt-cytb gen bölgelerinin filogenetik analizleri sonucu tür taksonlarının monofiletik yapılanma gösterdiği tespit edilmiş ve çalışmada karakterize edilen haplotiplerin Türkiye ve Dünyadaki haplotiplerle filogenetik ilşkileri tespit edilmiştir. Sergentomyia sintoni için Türkiye'den ilk kayıtlar oluşturulmuştur. Kum sineklerinin kan beslenmesinde konak tayini analizlerinde incelenen 81 izolattan 78'inin insan, P. tobbi iki, P. halepensis bir olmak üzere toplam üçünün keçilerden kan beslendiği saptanmıştır. Kum sineklerinin kinetoplast DNA'sı yönünden analizinde altı P. major ve bir P. tobbi izolatının pozitif olduğu belirlenmiştir. İncelenen toplam 264 köpeğin 66'sı Leishmania ile pozitif değerlendirilmiş ve enfeksiyonun köpeklerde moleküler prevalansı %25,0 olarak saptanmıştır. Leishmania izolatlarının ITS1, HSP70 ve CYTB gen bölgeleri sekans analizinde köpeklerdeki izolatların tamamının L. infantum olduğu, P. major ve P. tobbi'de pozitif belirlenen sırasıyla dört ve bir izolatın L. infantum, P. major'de belirlenen iki izolattan birinin L. martiniquensis diğerinin ise Trypanasoma theileri olduğu tespit edilmiştir. Leishmania martiniquensis'in Türkiye'de varlığı ve genetik karakterizasyonu üzerine ilk veriler sağlanmıştır. Tüm izolatların ilgili gen bölgeleri yönünden filogenetik analizleri gerçekleştirilmiş ve Dünyadaki benzer izolatlarla ilşkileri ortaya çıkarılmıştır.
Bu projenin amacı, zaman-alanında, yonga-üstü optik bileşenler kullanılarak hüzme yönlendirmesi yapabilen, entegre bir terahertz fotoiletken anten dizisi geliştirilmesidir. Hüzme yönlendirme uygulamaları özellikle radar, görüntüleme ve kablosuz iletişim gibi uygulamalar için kritik öneme haizdir. Bu sebeple mikrodalga ve radyo frekans bantlarında birçok hüzme yönlendirme uygulamasına literatürde yer verilmiştir. Bu frekanslarda hüzme yönlendirme işlemi, genel olarak, elektronik bir sistem vasıtasıyla antenlerin faz ve genlik değerleri değiştirilerek elde edilmektedir. Yansıtıcı ve geçirici yüzey anten dizilerinin de bu amaç doğrultusunda kullanıldığı sistemler bulunmaktadır. Bu projenin hedefi ise, şimdiye kadar daha düşük frekanslarda sadece sürekli dalga olarak (CW) kullanılmış bu metodu, zaman-alanında optik bileşenler kullanarak hedeflediğimiz 0.8 ? 2 THz bandına taşımaktır. Elektromanyetik tayfın bu bandında fotoiletken anten dizisi yapısında yonga-üstü optik bileşenlerle faz farkı elde edilip zaman-alanında hüzme yönlendirmesi yapılan bir çalışma henüz literatürde bulunmamaktadır. Halbuki, bu metot kullanılarak yapılabilecek bir hüzme yönlendirme uygulaması, ilgili bantlarda çalışacak radar-görüntüleme ve yüksek hızlı iletişim uygulamaları için çok önemli bir gelişme olacaktır. Literatürde bulunan ve bu frekans bandında çalışabilen uygulamalar, genellikle mekanik olarak gelen lazer ışığın açısını kaydırma üzerine kuruludur. Fakat bu ve benzeri yöntemler, doğaları gereği, hedeflenen radar-görüntüleme ve yüksek hızda kablosuz iletişim için yavaş kalmaktadır; ayrıca, metal hatların kullanıldığı elektronik yapılar kullanılarak yapılan yönlendirmeler hızlı olmasına rağmen kayıplı olduğu için verimi düşürmektedir. Optik dalga kılavuzları tasarlanarak faz farkı dolayısıyla elde edilecek hüzme yönlendirme işlemi hem daha geniş bantta uygulanabilecek hem de kayıpları oldukça düşürecektir. Bununla birlikte yonga-üstü optik bileşenlerin fotoiletken anten dizisi ile birlikte kullanılması mikrodalga fotoniği teknolojisi için değerli bir çalışma olacaktır. Hedeflenen bileşen, 1550 nm dalga boyu civarında yayılım yapan atımlı bir lazer kaynağı ile beslenen fotoiletken katmana sahip bir yarıiletken alttaş, gelen atımlı lazer sinyalini antenlere ulaştıracak ve aynı zamanda faz (ve gerekirse genlik) kontrolü yapacak yonga-üstü optik bileşenler, fotoiletken katman üzerindeki terahertz antenler ve çıkan terahertz ışığı toplayan silisyum bir mercekten oluşacaktır. İlgili optik hatlar (gecikme hattı) her anten için farklı faz farkı sağlayacak yapısal farklılıklara sahip olacaktır. Bu yapıların tasarıma bağlı olarak antenler üzerinde oluşturacağı fazlarla her bir antenin ortama yayacağı yayılım zaman-alanında sadece belli bir yönde yapıcı bir şekilde girişime uğrayacaktır. Böylelikle ortaya çıkan hüzme belli bir yöne yönlenmiş olacaktır. Projenin somut olarak hedefleri ise: ? Zaman-alanında atımlı bir optik sinyal ile uyarılan ve birden fazla terahertz fotoiletken antenden oluşan bir anten dizisinden çıkan terahertz hüzmenin yönlendirilmesi için gerekli teorik yöntemin geliştirilmesi, ? Geliştirilen teorik yöntemin uygulanabilirliği için teorik çalışmaların yapılması ve limitlerin belirlenmesi, ? Zaman-alanında yonga-üstü optik bileşenler ile statik hüzme yönlendirmesi yapabilen bir terahertz fotoiletken anten dizisi geliştirilmesi (burada 0.8 ? 2 THz bandı öncelikli olarak hedeflenecektir), ? Hüzme yönlendirme işlemi için gerekli olan optik bileşenlerin geliştirilmesi ve terahertz fotoiletken antenlere 3B mikro-işlenmiş aynalar ile verimli bir şekilde entegre edilmesi, ? Terahertz fotoiletken anten dizisinin hüzme yönlendirmesi ve maksimum güç sağlayabilmesi için 2B dizi dağılımının ve lens entegrasyonunun çalışılması, olarak belirlenmiştir.
Video materyaller; öğrencilerin kendi hızında ilerlemesine olanak vermesi, görsel-işitsel öğeler içermesi, soru etkileşimli videolar aracılığı ile aktif öğrenmeyi desteklemesi gibi özelliklerinden dolayı uzaktan eğitim için önemli bir avantaj sağlamaktadır. Bu avantajlarının yanında etkili video materyallerin nasıl olması gerektiğine ilişkin veriye dayalı çalışmalar oldukça sınırlıdır. Ancak video materyallere eklenen etkileşim unsurlarının etkisinin bilinmemesi, bu materyallerin öğrenmeye etkisini tam olarak test etmeyi ve öğrenci ilerlemesini takip etmeyi zorlaştıran bir etmendir. Bu nedenle, öğrencilerin video tabanlı materyallerle nasıl etkileşim kurduklarını daha iyi anlayabilmek için kapsamlı veri analizlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu projenin amacı da içerisinde çoktan seçmeli sorular yer alan soru etkileşimli videoların öğrencilerin video materyalleri izleme davranışlarına ve öğrenmeye etkisinin analitikler aracılığıyla incelenmesidir. Bu amaçla rastgele kontrollü son test deneysel araştırma deseni kullanılmıştır. Deney grubunu; eğitsel videolarda çoktan seçmeli sorulara yanıt veren öğrenciler; kontrol grubunu ise standart videoları (aynı videoların soru içermeyen türü) izleyen öğrenciler oluşturmaktadır. Her iki grup da dersin başında kısa sınavları almıştır. Grupların belirlenmesi; çalışmaya katılmak isteyen gönüllü öğrencilerin rastgele atama ile iki gruba atanması ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma Tıp Fakültesi Dönem 1 öğrencilerinin Anatomi ders içerikleri kapsamında yürütülmüştür. Proje kapsamında önceden geliştirilen bir video analitik aracına, çoktan seçmeli soru görüntüleme özelliği eklenmiştir. Araç, Moodle ile entegre çalışmaktadır ve öğrencilerin video oynatıcı üzerinde yaptıkları her türlü etkileşimi kullanıcı bilgileri ile birlikte zaman damgalı olarak kaydetmektedir ve önişleme sonucunda temelde 14 adet metrik üretmektedir. Analiz sonuçlarına göre, video oynatma ve duraklatma sayısında, deney grubunun etkileşimli materyallere daha fazla etkileşim gösterdiği ve bu etkileşimlerin kısa sınav puanlarıyla doğrudan ilişkili olmadığı gözlemlenmiştir. İleri ve geri atlama davranışlarında gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Kısa sınav sonuçları, öğrenme performansı açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığını ortaya koymuştur. Elde edilen sonuçlar, öğrencilerin eğitsel videolar ile etkileşimlerinin analiz edilmesi, etkili video materyallerin tasarlanması ve öğrencilerin video izleme davranışlarının anlaşılması açısından faydalar sağlayabilir.
Günümüzde doğal kaynakların korunması ve enerji maliyetlerinin düşürülmesi için enerji kayıplarının azaltılması ortak bir amaç olarak görülmektedir. Elektrik tahrik sistemlerinin küresel enerji tüketiminin yaklaşık %40?ını oluşturduğu düşünüldüğünde elektrik makinalarının verimlerinin artırılması ile sağlanacak avantajların hem ülke bazında hem de evrensel olarak büyük bir öneme sahip olduğu görülmektedir. Uygulama odaklı olarak bakıldığında yer altından su, petrol vb. çıkarmakta kullanılan pompa motorlarının endüstride kullanılmakta olan motorlar arasında oldukça büyük bir paya sahip olduğu görülmektedir. Özellikle dalgıç pompa uygulamalarında kullanılmakta olan pompa motorları gerek motor tasarım hatalarından, gerekse de yanlış motor-pompa konfigürasyonları seçiminden kaynaklanan hatalar nedeniyle çok düşük verimlerle çalışmaktadır. Sağlamlık, ucuzluk ve doğrudan yol verme gibi özelliklerinden dolayı pompa uygulamalarında genellikle indüksiyon motorları (İM) tercih edilmektedir. Fakat İM?lerin en büyük sorunu özellikle küçük ve orta güçte düşük enerji verimi ile çalışmalarıdır. Doğrudan yol vermeli sürekli mıknatıslı motorlar (DY-SMSM) yüksek güç yoğunluğuna sahip olmaları sebebiyle verimi yükseltmek adına İM?lere uygun bir alternatiftir. Fakat bu makinalarda doğrudan yol verme esnasında mıknatısların demagnetizasyonu ve en önemlisi doğada nadir bulunan mıknatısların kullanımından kaynaklı yüksek maliyet ve dışa bağımlılık sorunları araştırmacıları bu makinalara yeni bir alternatif arayışı içine itmektedir. Bu doğrultuda hem doğrudan yol verme özelliği hem de mıknatıs içermeyen yapısı ile doğrudan yol vermeli senkron relüktans motorlar (DY-SenRM) İM?lere uygun bir alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır. En basit tanımla bu tip motorlar çalışma prensibi bakımından relüktans motor ve İM?nin bir kombinasyonudur. DY-SenRM?de makinanın rotoruna uygun şekilde gömülen rotor barları ile doğrudan yol verme özelliği kazandırılırken, İM?lerin aksine rotor bakır kayıpları sürekli rejimde sıfıra indirilmektedir. Dahası SenRM?ler İM?lere kıyasla daha yüksek güç ve moment yoğunluğuna sahiptir. SenRM?lerin dezavantajlarına bakıldığında düşük güç faktörü ile çalışma ve rotordaki açıklıklardan kaynaklı yapısal entegrasyon problemleri göze çarpmaktadır. Bu problemler tasarım aşamasında iyi incelenip gerekli önlemler alınmalıdır. Gerekli olduğu durumlarda nadir element bulundurmayan mıknatısların kullanımı güç faktörü sorununu ortadan kaldırdığı gibi verimi de artırmaktadır. Bu projede dalgıç pompaları için 4 kW gücünde DY-SenRM tasarımı üzerine çalışılacaktır. Özellikle sulama amaçlı üretilen yer altı pompa sistemlerinde en çok tercih edilen 6 inç çapındaki dalgıç pompalarına uygun, yüksek verimli 4 kW gücünde bir DY-SenRM?nin tasarım optimizasyonunun yapılması ve gerçeklemesi amaçlanmaktadır. Optimizasyon algoritması olarak çoklu amaç diferansiyel evrim algoritması, benzerlerine göre öne çıkan hızlı yakınsama ve doğru sonuçlara ulaşma özellikleri göz önüne alınarak seçilmiştir. Tasarlanacak DY-SenRM?nin geçici rejim performansı, senkronize olabilme yeteneği, senkron çalışma performansı ve boyutu optimizasyonda göz önüne alınacak metriklerdir. Bu çalışmanın başarıyla sonuçlanması ile DY-SenRM?nin sadece pompa uygulamaları değil, diğer sabit hız uygulamalarında da düşük verimli İM?lerin yerini alması; dolayısıyla düşük maliyetli, yüksek verimli motor teknolojisinin yaygın hale gelmesi ön görülmektedir.
Parmak izi yönelim bilgisi, papil biçimini daha görünür kılma, öznitelik çıkarma, örüntü tipi sınıflandırma, dizinleme ve eşleştirme işlemleri için kritik role sahiptir ve bu sebeple parmak izi kimliklendirmede önemli bir rol oynar. Bu projede, parmak izi yönelimlerini daha düşük hata ile ve daha kısa sürede kestirebilen bir derin sinir ağı elde etmek için, hangi ayrıklaştırma, sınıf etiketleme, kodlama yöntemlerinin, farklı görevler için hangi kayıp fonksiyonlarının ve ne tür bir ağ modelinin seçilmesi gerektiği ve bu ağın eğitimi için elimizde bulunan veri kümesinin nasıl genişletilebileceği sorularına cevap aranmıştır. Buna yönelik olarak öncelikle tam evrişimli bir sinir ağı modeli eşit uzunluk, eşit olasılık ve K-ortalama tabanlı 3 farklı ayrıklaştırma, tek-etkin, sırasal ve döngüsel 3 farklı kodlama, beklenen değer ve en yüksek olasılıklı sınıf dikkate alınmak üzere 2 farklı kod çözme ve 5 farklı sınıf sayısı ile buna bağlı ayrıklaştırma sayısı kullanılarak toplamda 44 deney tasarlanmıştır. Bu deneyler sonucu en iyi performans gösteren konfigürasyonlar için ise farklı eğitim kümesi genişletme yöntemleri hem aynı model hem de bir görü dönüştürücü kullanılarak test edilmiştir. Çalışmalar sonucunda FOE-TEST veri kümesinde iyi parmak izlerinde 5.34°, kötü parmak izlerinde 8.67° ortalama karesel hata değeri elde edilmiştir.
Bu projede, IoMT tabanlı akıllı kemerlerde kullanılmak üzere esnek UWB dairesel polarizasyon özelliklerine sahip 6-portlu MIMO anten tasarımı, analizi ve üretimi sunulmuştur. Anten tasarımında mesh network eşdeğer devre modeli kullanılmış ve tasarım detayları paylaşılmıştır. Üretilen antenin performans parametreleri yansıma katsayısı, kazanç, verimlilik, ışıma örüntüsü ve eksenel oran ile analiz edilmiştir. İlaveten MIMO parametreleri ECC, DG, TARC ve CCL özellikleri ile analiz edilmiştir. IoMT tabanlı giyilebilir akıllı kemerde kullanılması durumu göz önüne alınarak 30,60,90 ve 180°?lerde bükülme analizi yapılmıştır. MIMO antenin dokular üzerinde oluşturduğu özgül soğurma etkisi hem simülasyon ortamında hemde çeşitli fantomlar üzerinde kullanılarak analiz edilmiş, sonuçlar karşılaştırmalı olarak yorumlanmıştır. Önerilen 6-port esnek MIMO anten CPW besleme yapısı kullanılarak poliprobilen alttaş üzerine CST programında tasarlanmıştır. Bu tasarım şekli ile daha kompakt boyutlarda ve spesifik özelliklere sahip bir anten elde edilmiştir. Tasarım yapısı, mesh network eşdeğer devre modeli kullanılarak devre teorisi bakımında analiz edilmiştir. Bu analiz için AWR yazılımı kullanılmıştır. Önerilen anten tam dalga çözümünde -6 dB referans bandında 0.9-15 GHz frekans aralığında %177 bant genişliği özelliğine sahiptir. Genel olarak omnidirectional bir ışıma modeline sahiptir. Eksenel oranın 0?3 dB değer aralığında olması ile dairesel polarizasyon elde edilmiştir. Tepe kazanç değeri 14 GHz? de yaklaşık 7.8 dBi, verimlilik değeri % 96 olarak elde edilmiştir. Önerilen anten airbrush printing üretim tekniği ile üretilmiştir. Elde edilen simülasyon ve ölçüm sonuçları yüksek oranda uyum içerisindedir. MIMO antenlerde performans değerlendirmesi için ECC, DG, TARC ve CCL parametre ölçümleri analiz edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre ECC değeri 0 / 0.02, DG değeri 10 / 9.93 dB, TARC değeri -25 /-65 dB aralığında ve CCL değeri 0.25 bps/Hz?den küçük olarak elde edilmiştir. İlaveten esneklik testi uygulanarak bükülme durumları incelenmiştir. Bükülmelerin bant genişliğini üzerinde olumsuz bir etkisi ile karşılaşılmamıştır. Önerilen antenin dokular üzerinde oluşturduğu termal etkilerin hem simülasyon ortamında hemde fantomlar üzerinde analizi yapılmıştır. Simülasyon ortamında 4 ana yönde üzerine anten yerleştirilecek şekilde bir kemer tasarımı yapılmıştır. Anten beslemesi 0.1m W olarak belirlenmiştir. Kemer üzerine antenler yerleştirildikten sonra Laura, Hugo ve Child model üzerinde 3 farklı pozisyon (ayakta, oturma ve yürüme )için uluslararası standartlar referans alınarak özgül soğurma değeri incelenmiştir. SAR1g ve SAR10g değeri maksimum 0.5W/kg olarak elde edilmiştir. Bu verilere göre kullanımı uluslararası standartlara uygundur. İlaveten kızılötesi termografi tekniği kullanılarak gerçek zamanlı ortalama SAR hesaplaması yapılmıştır. Bunun için iki farklı deney düzeneği kurulmuştur. Birinci deney için 2.45 ve 6 GHz frekans özelliklerine sahip jel fantom üretilmiştir. 30,60,300 ve 600 sn maruziyet sürelerine göre SAR etkisi hesaplanmıştır. En yüksek SAR oluşumu 2.45 GHz?de elde edilmiştir. İkinci deney için hazır tavukgöğsü fantomu kullanılmıştır. 2.45 ve 6 GHz için 30,60,300 ve 600sn maruziyet sürelerine göre SAR etkisi hesaplanmıştır. Elde edilen sonuçlara göre en yüksek SAR değerleri 2.45 GHz için elde dilmiştir. Ölçüm sonuçlarına göre elde edilen SAR değerleri de yine uluslarası stadartların olabildiğince altında elde edilmiştir. Önerilen anten tasarımı kişi tarafından giyildiğinde sağlam bir davranış sergileyecek şekilde özel olarak tasarlanmıştır.
İnsansız Hava Araçları (İHA) bilinmeyen ortamlarda, dinamik çevre koşullarında görev yapabilmekte ve beklenen ya da beklenmeyen birçok arızalarla karşılaşabilmektedirler. Bu sebeplerden dolayı otonom bir İHA, acil durumlarda minimum mesafe veya minimum sürede en uygun konuma inebilecek özellikler ile donatılmalıdırlar. Hasarlar ve bozulmalar, kararsız (unstable) ve belirsiz (uncertain) İHA dinamiklerini (dynamics) değiştirdiğinden, yol planlama (path planning) algoritmaları uyarlanabilir (adaptive) ve modelden bağımsız (model free) olmalıdır. Bunların yanında, İHA için tasarlanan yol planlama optimizasyon problemleri, gerçek zamanlı uygulamaların başarımı için hayati olan, aktüatör doygunluklarını (actuator saturations), kinematik ve dinamik kısıtlamaları (kinematic and dynamic constraints) dikkate almalıdır. Bu nedenle bu projede, bir İHA?nın bozulması sonucu ortaya çıkan parametrik belirsizlikleri (parametric uncertainties) ve çeşitli kısıtlamaları dikkate alan üç boyutlu yol planlama algoritmaları quadrotorlar için geliştirmiştir. Bu projede, öteleme (translation), dönme (rotation), Euler açıları (Euler angle), ilgili minimum zaman ve minimum mesafe kontrol sinyalleri çok boyutlu parçacık sürü optimizasyonu (multi-dimensional particle swarm optimization) ve çok boyutlu genetik algoritması (multi-dimensional genetic algorithm) meta-sezgisel makine öğrenmesi yaklaşımları ile elde edilmiştir. Algoritmalar hem simülasyon ortamında hem de deneysel ortamlarda değerlendirilmiş ve performansları karşılaştırılmıştır. Bu projenin bütçesi ile sadece lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine burs sağlanmış ve bu alanda yeni projelerimizin alt yapısı oluşturularak yeni projeler sunulmuştur. Projenin sonuçlarında, çok boyutlu genetik algoritmanın kısıtlamalar altında daha kısa minimum mesafe ve minimum zaman yolları üretebildiği gösterilip doğrulanmıştır. Gerçek zamanlı deneyler, quadrotorun mevcut maksimum rotor hızlarını kullanarak üretilen hedef yolu tam olarak izleyebildiği ayrıca kanıtlanmıştır.
Proje kapsamında gerçek gıda matrisi (süt) ve nanopolistiren (PSNPs) arasındaki etkileşimler araştırılmıştır. Süt proteinleri ile polistiren nanopartikülleri arasında protein korona oluşumu gözlenmiştir. Sindirim simülasyonu sırasında sindirimin her aşamasında nanoplastiklerin agregasyon durumunun değiştiği belirlenmiştir. Sindirimin mide aşamasında nanoplastiklerin yoğun agregasyonlar oluşturduğu belirlenmiştir. Polistiren nanoplastiklerin sindirim enzimlerinin (amilaz, pepsin ve lipaz) aktivitelerini farklı oranlarda azalttığı ve enzim aktivitesinin ortamdaki gıda varlığından etkilendiği belirlenmiştir. Nanoplastiklerin translokasyon ve toksik etkilerini belirlemek için 3 boyutlu bağırsak modeli kullanılmıştır. PSNPS ve PET nanopartiküllerin hücre zarından geçerek bağırsak hücresine girdiği gösterilmiştir. Nanoplastikler akut toksisite göstermezken 1.8 µm çaplı polistiren mikroplastikler uzun sürede toksik etki göstermiştir. Proteomiks çalışması nanoplastiklerin toksik etki oluşturmasa bile hücrenin ürettiği protein yapılarında değişikliklere neden olduğunu göstermiştir. Zebra balığı ile yapılan in vivo toksisite çalışmasında nanoplastiklerin balık emriyolarının hayatta kalma oranını azalttığı belirlenmiştir. Nano plastiklerin boyutu ve konsantrasyonu balıkların hayatta kalma oranını etkilemiştir. Aynı zamanda zebra balıklarının sod, cat and gstp2 gen ekspresyonlarında değişim gözlenmiştir. Çalışma genelinde nanoplastiklerin gösterdiği etkilerin partikül boyu ve konsantrasyondan etkilendiği belirlenmiştir. Yapılan çalışma nanoplastiklerin gıda matrisi ile olan etkileşimlerini ve bu etkileşimlerin sindirim simülasyonundan nasıl etkilendiğini ortaya koymuştur. Aynı zamanda nanoplastiklerin in vivo ve in vitro toksik etkileri belirlenmiştir.
Kütle spektrometresi ve antikor tabanlı dizileme teknolojilerinin tek-hücre düzeyinde kullanılması, tek-hücre proteomik veri kümelerinin artmasını sağlamıştır. Bu veri kümelerini bütünleştirmek, dizilenen moleküllerin azlığı nedeniyle sıklıkla ortaya çıkan toplu etkiyi ortadan kaldırmak için çok önemlidir. Yüksek boyutlu tek-hücre transkriptomik veri kümelerini yatay bütünleştirmeye yönelik geliştirilen yöntemler tek-hücre proteomik veri kümelerine de uygulanabilmesine karşın, düşük boyutlu proteomik veri kümeleri için özel olarak tasarlanmış bir yaklaşım bütünleştirme işlemini geliştirebilmektedir. Bu projede, antikor tabanlı tek-hücre proteomik veri kümelerinin yatay bütünleştirilmesi amacıyla SCPRO-HI algoritması geliştirilmiştir. Bu yöntem farklı veri kümelerindeki benzer hücreleri eşleştirirken hücre kümeleri için ayırt edici proteinlerin benzerliğine dayalı hiyerarşik bir hücre eşleştirme tekniği önermektedir. Özgün bir varyasyonel otomatik kodlayıcı model kullanılarak protein bollukları daha düşük boyutlu yeni bir uzaya taşımadan üzerlerindeki toplu etkilerden arındırılmaktadır. SCPRO-HI algoritmasının performansı, sentetik ve gerçek dünya tek-hücre proteomik veri kümeleri kullanılarak test edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre, geliştirilen algoritmanın yüksek performanslı rakip yöntemlerden daha iyi başarım göstermiştir. Deneysel sonuçlar geliştirilen yöntemin rakiplerinden %75 daha yüksek siluet skoru elde ederken önemli proteinlerin mevcudiyetini %13 daha iyi koruduğunu göstermektedir. Ayrıca, algoritma transkriptomik veri kümelerini ve kütle spektrometresi tabanlı proteomik veri kümelerini bütünleştirmede rekabetçi performans göstererek yüksek boyutlu veri kümelerini bütünleştirmede de kullanılabileceğini göstermiştir.
Çizimler insanların fikirlerini, tasarımlarını ve konseptlerini görsel olarak aktarmaları için hızlı ve etkili bir araçtır. Teknolojinin ilerlemesinin bir sonucu olarak dokunmatik ekranların kullanımı artmıştır ve çizimler hayatımızda her geçen gün daha etkin bir rol oynamaktadır. Bu nedenle çizimlerin tanınması ve analizi gerekli bir çalışma konusu haline gelmiştir. Günlük hayattaki çizimler az ayrıntı içeren düşük kaliteli bir yapıya sahiptir. Bu çizimler bulunduğu çevreye göre anlam kazanır. Fakat çizim alanındaki temel çalışmalar, çizim objelerinin tek başına tanınabilirliği üzerine kuruludur ve literatürdeki veri setleri de ya tekil çizim objeleri içermektedir ya da günlük hayatta oluşturduğumuz çizimlerin özelliklerini yeteri kadar taşımamaktadır. Projemizde, bu problemleri temel alan çözümler önerilmiştir. Projemizin ilk amacı çizimlerin çok-çağrışımlı özelliğini ön plana çıkaran bir yaklaşım sunmaktır. Bu amaçla toplanan SketchNet veri setimiz literatürdeki çizim veri setlerine gündelik hayattaki çizim davranışlarını daha iyi temsil eden bir veri setini kazandırmıştır. Böylelikle çizimlerin farklı şartlarda ne çağrıştırdığını da sorgulayan bir yaklaşım getirilmiştir. Projemizin ikinci amacı sahne içerisinde yer alan çizim nesnelerinin bir arada değerlendirilerek tanındığı bir yapı ortaya koymaktır. Bu amaç doğrultusunda, çizim bölütleme ve tanıma yapay zeka modelleri geliştirilmiştir. Hedefimiz, sahne nesne çizimlerinin tanınmasında harici yazılı ve görsel bilgi kaynaklarının da kullanılması ile daha iyi bir tanıma yapmaktır. Bu amaç doğrultusunda, üç aşamadan oluşan bir yapay zeka yapısı tasarlanmıştır. İlk aşamada, sahnede bulunan nesne çizimlerini bölütleme algoritması çalışmaktadır. Bu algoritmanın amacı, sahnedeki her bir nesnenin vuruşlarına göre ayırt edilmesidir. İkinci aşamada, projemizin bir ana çıktısı olarak toplanan SketchNet veri setinden yararlanılarak sahnedeki her bir nesne için anlam listeleri oluşturulmuştur. Üçüncü aşamada ise sahnedeki nesnelerin konum, boyut ve nesne özellikleri kullanılarak mekansal özelliklerin nesne tanımadaki katkısını öne çıkartmak hedeflenmiştir. Bu çalışma, sahne çizim tanıma alanında hem yazılı hem görsel bilgiyi işleyerek nesnelerin mekansal özelliklerinden yararlanan ilk çalışma olması açısından literatürde önem arz etmektedir.
Modern koruma röleleri, akıllı şebeke işleyişini optimize etmede temel bileşenler olarak hizmet eder. Birçok besleyici ve enerji kaynağını entegre etmek, çift yönlü enerji akışını etkili bir şekilde yönetmek için verimli bir strateji gerektirir. Mevcut modern koruma röleleri, arıza çözme işlemini etkili bir şekilde koordine etme konusunda sınırlamalarla karşı karşıyadır, bu nedenle uyarlanabilir bir koruma rölesine ihtihaç duyulmaktadır. Bu proje'nin temel amacı, çift yönlü enerji akışının karmaşık teknik zorluklarını ele almak için çoklu ajan sistemine (MAS) dayalı bir adaptif koruma rölesi formüle etmek, tasarlamak, geliştirmek ve doğrulamaktır. Geliştirilen röle ayrıca elektrik alt istasyonundaki kaynakların veya yüklerin eklenmesi veya çıkarılması nedeniyle ağ yapılandırma değişiklikleri için otomatik yeniden yapılandırma özelliğine sahiptir.
Bitkisel üretimde yaygın olarak kullanılan katı fosforlu kimyasal gübreler ile toprağa uygulanan fosforun toprak özelliklerine, gübre özelliklerine, gübrenin uygulama zamanı ve şekli gibi faktörlere bağlı olarak hareketinin kısıtlı olması ve yarayışlı olmayan fraksiyonlara dönüşümü gibi nedenlerle önemli düzeyde kayıpların olduğu bilinmektedir. Fosfor kaynaklarının sınırlı olduğu düşünüldüğünde fosforlu gübrelerin etkin bir şekilde kullanılması, meydana gelen kayıpların azaltılması ve bitkilerin alım etkinliğinin arttırılması oldukça önemlidir. Bu nedenle çalışmamızda kireçli ve bazik reaksiyonlu bir toprağa, farklı fosforlu gübre (birincil ortofosfat formda fosfor içeren katı ve sıvı MAP, ikincil ortofosfat formunda fosfor içeren katı ve sıvı DAP, polifosfat formunda fosfor içeren APP) uygulamalarının fosforun toprakta hareketliliği, toprağın 0-5 cm, 5-10 cm, 10-15 cm ve 15-20 cm derinliklerindeki toprak çözelti P içeriği, uygulamaların toprağın farklı derinliklerindeki (0-5 cm ve 5-20 cm) alınabilir P içeriğine, fosfor fraksiyonlarına (labil-P, Fe bağlı-P, Ca bağlı-P, toplam-P ve organik-P) dönüşümü ve fosfor fraksiyonlarının dağılımlarına etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla bitkisiz ve bitkili olmak üzere 2 deneme kurulup yürütülmüştür. Çalışma sonucunda, katı fosforlu gübre (katı MAP ve katı DAP) uygulamaları yerine sıvı fosforlu gübre (sıvı MAP, sıvı DAP ve APP) uygulamalarının toprakta fosforun hareketliliğini artırdığı belirlenmiştir. Ayrıca bitkiye yarayışlı P, labil-P fraksiyon içeriği, topraktaki fosforun hareketi ve fosfor agronomik ve geri alım etkinlikleri en yüksek polifosfat formunda fosfor içeren APP uygulaması ile belirlenmiştir. Sonuç olarak, bitkisel yetiştiricilikte verim ve kalitenin artırılması yanında fosfor fiksasyonun azaltılmasında, kireçli ve alkalin reaksiyonlu topraklarda öncelikle polifosfat ya da birincil ortofosfat (H2PO4-) iyonu şeklinde fosfor içeren sıvı gübrelerin kullanılmasını önerebiliriz.
Bu proje çalışmasında oksijen transfer verimini arttırmak ve aşırı biyofilm gelişimini önlemek amacıyla farklı oranlarda katılan nano boyutlu sıfır değerlikli demir ile gaz transfer membranları üretilmiş ve membran biyofilm reaktörlerinde kullanılmıştır. Proje kapsamında bir adet nZVI katkısız ve 3 adet ağırlıkça farklı oranlarda (%0.25, %0.5, %0.75) nZVI katkılı gaz transfer membranlarını içeren toplamda 4 adet laboratuvar ölçekli membran biyofilm reaktörler eş zamanlı KOİ ve amonyum oksidasyon performanslarının ve biyofilm kalınlıklarının değerlendirilmesi amacıyla farklı hidrolik bekleme süresi ve oksijen gaz basıncı altında çalıştırılmıştır. Aynı zamanda üretilen membranların fiziko-kimyasal özellikleri belirlenmiştir. nZVI katkısı ile gaz transfer membran yapısında düzensiz yapılar ve makro boşluklar oluşmuştur. Membranda nZVI katkısı arttıkça membran yüzey hidrofilikliği ve porozitede bir artış gözlenirken oksijen transfer verimi ve malzeme sertliğinde bir azalma meydana gelmiştir. Aynı zamanda nZVI ilavesi anti-bakteriyel bir etki sergilememiştir. Yaklaşık 90 gün boyunca 8 farklı periyot ile işletimde olan membran biyofilm reaktörler arasında KOİ giderim verimi açısından belirgin bir fark tespit edilmemiş ve KOİ giderim verimi %70 ile 95 aralığında belirlenmiştir. Amonyum oksidasyon veriminin nZVI katkısından ziyade membran biyofilm reaktörlerdeki işletimsel parametrelerden (hidrolik bekleme süresi, oksijen gaz basıncı) çok daha fazla etkilendiği ve amonyum giderme veriminin %91?den yaklaşık %20?lere kadar düştüğü tespit edilmiştir. Tüm işletme periyotlarının sonunda reaktörlerdeki biyofilm kalınlıkları yaklaşık 700 µm olarak belirlenmiş sadece bir reaktörde 100 µm?lik biyofilm kalınlığında bir azalma gözlenmiştir. Tüm bu sonuçlardan nZVI katkısının beklenilenin aksine anti-bakteriyel bir etki sergilemediği ve gaz transfer membranların önemli bir özelliği olan gaz transfer verimini azalttığı sonucuna varılmıştır.
Antarktika, benzersiz pek çok özelliğe sahip bir kıta olup, dünya kıtaları arasında Avusturalya?dan %80 daha büyük olmasıyla altıncı en büyük kıta olma özelliğini taşır. Aynı zamanda yıllık yağış miktarının sadece ~3 mm/yıl olması nedeniyle en kurak kıta olarak bilinir ve sıcaklıkların -60 °C'ye kadar düştüğü dünyanın en soğuk yerlerinden biridir. Antarktika, kıtalar arasında ortalama yükseklik bakımından da zirvededir, 2300 metrelik bir ortalama yüksekliğe sahiptir ve en yüksek noktası, 4892 metrelik yüksekliğiyle Vinson Dağı'dır. Bu benzersiz koşullar, düşük nem, uzun karanlık geceler ve sert soğukla birleşerek astronomi için uygun bir ortam sağlar, bu da Antarktika'yı astronomi için kapsamlı araştırmaların yapılabileceği değerli bir yer haline getirir. Bu kıta üzerinde bir dizi önemli astronomi konulu araştırma projesi yürütülmüş veya hala devam etmektedir. Bu projeler arasında JACEE, BOOMERanG, IceCube, 10 Metre Güney Kutbu Teleskobu ve MITO gibi önemli çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışma, Antarktika'da astronomi kapsamlı araştırmalar için uygun yerlerin tespiti amacıyla astro-meteorolojik ve yükseklik verilerini içeren bir analiz sunmaktadır. Bu analiz, çeşitli senaryoları kapsayacak şekilde tasarlanmış ve Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bu araştırma, Antarktika'da astronomi için saha seçimi konusunda CBS tabanlı bir yaklaşımın uygulandığı ilk çalışmalardan birini temsil etmektedir. Çalışmada kullanılan yöntem, Çok Kriterli Karar Analizi (MCDA) olarak adlandırılan ve yüksek mekânsal çözünürlüğe (1 km) sahip güncel uydu ve model verilerinin yanı sıra en az 20 yıl süreli zaman serilerini kullanarak geliştirilmiştir. Bu yaklaşım, Antarktika'daki Astronomi Sitelerinin Uygunluk İndeksi (SIASA) adı verilen bir indeks oluşturulmasını sağlamıştır. SIASA, farklı senaryoları (optik ve kızılötesi bölgede çalışabilecek teleskoplar için uygun) hesaba katan ve farklı katmanlara ağırlık veren bir indeks olarak geliştirilmiştir. Araştırma sonucunda elde ettiğimiz sonuçlar aşağıda sunulmuştur. Antarktika, Dünya üzerindeki en açık gökyüzü değerlerine (340 gün) sahiptir. Yoğuşablir su buharı miktarı değerleri, dünyanın geri kalanından daha kuru (0.09 mm'ye kadar) olduğunu göstermektedir. Ortalama 2.300 metre yüksekliği ile Dünya üzerindeki en yüksek kıta olma özelliğine sahiptir. Rüzgâr profili Antarktika'nın istikrarlı atmosferini göstermektedir. Yaz aylarında PWV'deki artış gibi klasik mevsimsel meteorolojik değişiklikler Antarktika'da da gözlemlenmektedir. Astro-meteorolojik parametrelerin uzun vadeli eğilimleri araştırma istasyonlarında incelenmiş ve uzun vadeli etkiler gözlenmiştir. Çalışmamızda astro-meteorolojik parametrelerin korelasyonları da araştırma istasyonları için incelenmiş ve CC-DEM, DEM-PWV ve HVW-PWV katmanları arasında güçlü korelasyonlar bulunmuştur. SIASA serilerinin sonuçları incelendiğinde astronomi için uygun alanlar belirlenmiştir. SIASA serileri genel olarak birbirlerine yakın sonuçlar sunmaktadır. Bu alanlar Dome F'nin 800 km kuzeybatısında (12.26oE ve 74.71oS) başlar ve Dome C'ye kadar devam eder. Bu bölgede bulunan istasyonların almış olduğu uygunluk değerleri diğer istasyonlara göre daha yüksektir. Antarktika'da, Trans-Atlantik Dağları'nın doğu ve iç kısımları astronomi için elverişlidir. Buna karşılık, Antarktika'nın kıyı bölgeleri astronomi için uygun değildir. Dome A, Ridge A ve Dome F SIASA serilerinde en yüksek uygunluk değerlerine sahiptir. Diğer taraftan, lojistik açıdan uygun olan ve At nalı adasında bulunan Türk Antarktika Araştırma İstasyonu konumu gereği astronomi çalışmaları için uygun değildir. Bu bulgular, gelecekteki astronomi alanlarının planlanması açısından büyük bir öneme sahiptir. Antarktika'da yeni bir gözlemevi veya araştırma istasyonu kurmayı düşünen ülkeler, araştırma merkezleri ve üniversiteler için değerli bir referans kaynağı oluşturmaktadır.
Kloramfenikol geniş spektrumlu bir antibiyotik olup hem gram pozitif hem de gram negatif bakterilere karşı etkilidir. Günümüzde sentetik olarak üretilebilmesi, ucuz maliyeti ve geniş spektrum etki mekanizmasına sahip olması nedeniyle insan ve hayvan hastalıklarında sıklıkla kullanılmasına rağmen, gri bebek sendromu, lösemi, aplastik anemi ve kemik iliği baskılanması gibi birçok hastalığa sebep olduğu bilinmektedir. Bu nedenle ülkemizde 2017 yılında yürürlüğü giren yönetmeliklerle kloramfenikol yasaklı madde olarak belirlenmiştir. Aflatoksin M1 Aspergillus cinsi küfler tarafından üretilen, özelikle süt ve süt ürünlerinde bulunan, 4-hidroksi aflatoksin B1`in toksik türevidir. Karsinojen olarak değerlendirilen bu aflatoksin çeşidi pastörizasyon gibi ısıl işlemlere karşı stabilite gösterdiğinden süt ve süt ürünlerinde risk oluşturmaktadır ve bu nedenle 2011 yılında yayınlanan bulaşan yönetmeliğiyle çiğ süt, ısıl işlem görmüş süt ve süt bazlı ürünlerin üretiminde kullanılan sütlerde aflatoksin M1`in maksimum limiti 0.050 ?g/kg olarak belirtilmiştir. Günümüzde kloramfenikol ve aflatoksin M1 için kromatografik ve spektroskobik tayin yöntemleri bulunmasına karşılık ön ekstraksiyon ve saflaştırma basamaklarına ihtiyaç duymaları, maliyetli ve zaman alıcı olmaları nedeniyle farklı yöntemlerin geliştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu projede, kloramfenikol ve aflatoksin M1`i aynı anda algılayabilecek ve aflatoksin M1 miktar tayini yapabilecek, aptamer bağlayıcılı DNA hidrojel tabanlı tek bir algılama platformunun geliştirilmesi amaçlandı. Bu amaçla, kloramfenikol aptameri ve ona kısmen eşlenik tasarlanan DNA iplik 1 ile DNA hidrojeli sentezlendi ve karakterizasyonu gerçekleştirildi. Sentez esnasında aflatoksin M1 aptameri ve ona kısmen eşlenik tasarlanan DNA iplik 2 de polimer yapıya entegre edildi. Her iki ayrı hedef için tasarlanan tespit yöntemine ait optimizasyon çalışmaları yapılarak en uygun sentez, entegrasyon ve tespit koşulları belirlendi. Algılama platformuna ait performans parametreleri olan tespit (LOD) ve tayin limiti (LOQ) kloramfenikol için 0.10 nM LOD, aflatoksin M1 için ise 1.68 nM LOD ve 5.16 nM LOQ olarak belirlendi. Sentezlenen DNA hidrojelin hedef moleküllere karşı verdiği cevap hem solüsyon ortamında hem de gerçek örnek olarak seçilen süt örneğinde denendi ve iki hedefe karşı tasarlanan algılama platformunun çalışır olduğu gösterildi. Sonuç olarak; proje başarılı bir şekilde tamamlandı.
Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte kanser teşhisindeki araştırmaların odak noktası, histopatoloji görüntülerinin dijital ortama aktarılmasıyla değişti. Özellikle meme kanseri teşhisi için kullanılan değerlendirme sürecinde; renk tutarsızlıkları, çekirdek tespiti, mitoz tespiti, tübüler oluşumların tespiti ve kanserli bölgelerin belirlenmesi gibi zorluklar ortaya çıktı. Proje kapsamında bu zorluklara çözüm olarak, otomatik meme kanseri teşhisi ve derecelendirmesi için yeni bir metodoloji önerildi. Önerilen metodoloji yedi aşamadan oluşmaktadır: 1) Renk Normalizasyonu; 2) Çekirdek Segmentasyonu; 3) Mitoz Sayımı ve Tespiti; 4) Nükleer Atipi Değerlendirme; 5) Kanserli Bölge Tespiti; 6) Tübüler Oluşumların Tespiti ve 7) Veri Setleri. Bu adımlar ile beraber patologların subjektif değerlendirmelerine alternatif olmak, tanılarını nicel değerler ile desteklemeleri sağlanacaktır. Bu çalışmanın amacı, otomatik veya yarı otomatik meme kanseri tespit ve derecelendirme sistemi geliştirilmesine yardımcı olabilecek özgün bir metodoloji geliştirmektir. Önerilen yedi aşamalı metodoloji için yapılan katkılar şöyle açıklanabilir: 1) Histopatoloji görüntülerinde boyama tutarsızlığını en aza indiren bir renk normalizasyonu yöntemi uygulandı. 2) Çekirdek segmentasyonu için özgün iki derin öğrenme mimarisi (Lightweight U-Net ve ComSegNet) önerildi. 3) Mitoz sayımı ve tespiti için derin öğrenme ve bulanık mantık yöntemlerini içeren özgün bir metodoloji geliştirildi. 4) Histopatolojik görüntülerde morfolojik olarak bulunan doku heterojenliğini özetleyen bir nükleer atipi değerlendirme yaklaşımı uygulandı. 5) Kanserli bölge tespiti için literatürdeki derin öğrenme yöntemleri uygulandı. 6) Tübüler oluşumların tespiti için özgün bir dikkat modelli U-Net modeli önerildi. 7) Çekirdek ve mitoz verileri içeren, özgün iki adet HE boyalı dijital histopatoloji veri seti oluşturuldu. Proje, disiplinler arası bir projedir. Projede, Ankara Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı ile ortak çalışarak, meme dokusu üzerine HE boyalı dijital histopatoloji veri seti oluşturulmuştur. Bu çalışma, meme kanseri teşhisinde daha doğru, objektif ve güvenilir bir yöntem sunarak klinik uygulamalara katkıda bulunmayı hedeflemektedir.
Biyokimyasal olayları temsil eden modellerin özellikleri, uygulamalarda ilgi çekici olmaya devam eden karmaşık kararlı durumlar ve sayısız durum geçişleri sergiler. Çatallanma teorisi ve hesaplamalı cebirin etkili yöntemlerini birleştirerek bu durumları incelemek, yakınında modelin niteliksel davranışının değiştiği çatallanma noktalarını ve belirli davranışı teşvik eden parametre aralıklarını elde etmek için son derece önemlidir. Bu proje, bazı biyokimyasal reaksiyon modellerinin daha önce tespit edilmemiş birkaç temel özelliğini ortaya koyan hesaplamalı cebirsel bir yaklaşım sunmaktadır. Bu yaklaşım sayesinde, önce, Lyapunov fonksiyonunu kullanarak, Brusselator modeli için Hopf çatallanmasını incelemek için ilk Lyapunov katsayısının genel formunu hesaplamaktayız. Daha sonra, en küçük üç boyutlu biyokimyasal reaksiyon modelindeki Hopf çatallanmasını incelemek için üçüncü dereceye kadar bir merkez manifold elde etmekteyiz. Bu iki model için elde ettiğimiz sonuçları sayısal benzetim ile görsel olarak sunmaktayız. Önde gelen metabolik yollardan biri olan glikoliz, bu temel süreci tanımlayan biyokimyasal modellerin pozitif kararlı durumlarında ortaya çıkan birçok farklı periyodik salınımı içermektedir. Ara ürünlerin moleküler difüzyonunu kullanan modellerden biri, sürekli salınımları açıklayabilmek için Higgins biyokimyasal modelidir. Projemizde, minimal Higgins modeli için hesaplamalı cebir yardımıyla model parametrelerinin genel değerleri için merkez odak problemini çalışmaktayız. İlk Lyapunov sayısının genel bir formunu bularak modelin her zaman kararlı bir odak noktasına sahip olduğunu göstermekteyiz. Daha sonra, model parametrelerinden ikisini değiştirerek, modelin kararlı odak noktası için periyot fonksiyonunun ilk üç katsayısını elde etmek için bir yaklaşım sunmaktayız. Bu sayede, tekil noktanın aslında [1,2] tipinde ikili-zayıf monodromik bir denge noktası olduğunu kanıtlamaktayız. Ek olarak, seçilen bir parametre için bir kritik periyodun küçük pertürbasyonlardan sonra bu tekil noktadan çatallanması için iki (küçük) aralık olduğunu göstermekteyiz. Son olarak, elde ettiğimiz tüm bulguları sayısal benzetimler ile görselleştirmekteyiz.
Bu projede yüksek dereceli rassal gerçel cebirsel hiperyüzeylerin geometrik ve topolojik özellikleri; örneğin bağlantılı bileşenlerinin sayısı, projektif hacimleri ve birbirlerine göre konumlarını istatistiksel bir bakış açısıyla çalışılmıştır. Burada RP^n üzerinde tanımlı rassal gerçel hiperyüzey ile n+1 değişkenli homojen rassal bir polinomun sıfır varyetesi kastedilmektedir. Tek değişkenli durumda (n=1 için) bu problem yüksek dereceli rassal polinomların gerçel köklerinin sayısı ve asimptotik dağılımını çalışmaya karşılık gelmektedir. Öte yandan iki boyutlu durumda ise rassal gerçel cebirsel düzlem eğrilerinin ovallerinin sayıları, düzlemdeki asimptotik dağılımları ve birbirlerine göre konumlarını incelemeye karşılık gelmektedir. Bu projede ele alınan problemler Hilbert?in onaltıncı probleminin daha genel ve istatistiksel bir hali olarak düşünülebilir. Bu projede matematiksel analiz ve çoklu potansiyel teorisinin araçlarını kullanarak yeni teknikler geliştirilmiş ve bu yeni teknikler cebirsel geometri ve topoloji problemlerine uygulamıştır. Rassal gerçel hiperyüzeylerin asimptotik geometrik ve topolojik özelliklerini incelemek için olasılık teorisinin yöntemlerine ek olarak çoklu potansiyel teorisi (çoklu altharmonik fonksiyonlar teorisi) ve ? ?-operatörü için L^2-hesapları gibi kompleks geometri teknikleri kullanılmıştır. Ek olarak, burada elde edilen sonuçlar disiplinler arası bir yapıya sahip olup cebirsel geometri, olasılık teorisi ve kompleks analiz konuları arasındaki etkileşimi artırması beklenmektedir.

/ 1117
2 / 1117