589.119 results

Result Clustering
Add All To Analysis List
İlk defa 1980 yılında Chaussy tarafından kullanılan ESWL (Extracorporeal Shock Wave Lithotripsy) tüm dünyada ürolithiazis tedavisinde yaygın ve non-invazif bir yöntem olarak başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji ABD Taş Kırma Merkezi'nde Nisan 1991 ile Aralık 1995 tarihleri arasında böbrek taşı nedeni ile tedaviye aldığımız 1800 hastaya Dornier MPL 9000 İitotriptör ile ESWL uygulayarak elde ettiğimiz sonuçlar retrospektif olarak gözden geçirildi. Bu olgulardan 483'ü soliter pelvis taşı idi. Hastaların yaşı 4 ile 70 arasında (ortalama 36.7), 221'i kadın, 262'si erkek; sağ sol oranı 266/217 idi. 231 olguda taş boyutları 2 cm'den küçük, 252 olguda ise 2-4 cm arasındaydı. 2 cm'den büyük taşı olan bütün hastalara DJ (Double-J) stent yerleştirildi. Olgulara 1-7 (ortalama 1.3) arasında değişen sayılarda toplam 671 seans ESWL uygulandı. Çocuk hastalara ketamin anestezisi, erişkin hastalara ise diazepam + fentanyl ile sedasyon ve narkotik analjezi sağlandı. Taşın tamamen fragmente olup, tüm parçaların dökülmesi başarı olarak kabul edildi. 3 aylık takip süresi içinde kontrole gelen taşı 2 cm'den küçük 205 olgunun 181'inin (%88.3), 2 cm'den büyük 230 olgunun 191'inin (%83) taşdan temizlendiği saptandı. Hastaların 18'i (%3.7) komplikasyonlar ve ilave tedaviler için hospitalize edildi. Bu sonuçlara göre 2 cm'den küçük soliter pelvis taşları hastalarda ESWL'nin ilk tercih edilecek ve etkin bir tedavi şekli olduğu, 2 cm'den büyük soliter pelvis taşlı uygun hastalarda ise ESWL'nin mevcut tedavi alternatifleri arasında yer alabileceği düşünüldü.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı'nda 1991 ile 1995 yılları arasında toplam dört yılı içeren sürede; Icm'den kısa üretral darlığı mevcut 39 erkek hastaya uygulanan toplam 51 optik üretrotomi girişimi sonuçları retrospektif olarak gözden geçirildi.Takip süresi 6 ile 48 ay (ort. 21.4) idi. Hastaların yaşları 22 ile 70 arasında olup yaş ortalamaları 51 idi. Etyolojide 21 hastada (%53.9) prostat veya mesane tümör rezeksiyonu, 10 hastada (%25.6) pelvis fraktürü, 5 hastada (%12.8) üretral kateterizasyon ve 3 hastada (%7.7) enfeksiyon öyküsü vardı. Hastaların çoğunda darlıkla ilgili yakınmalar 1 yılı aşkın süredir devam etmekte idi. Bu prosedürden önce bir pediatrik sistoskop kullanılarak darlığın yeri, şekli ve derecesi tespit edildi. Böylece çok zor darlıklarda bile işlem başarılı şekilde uygulandı. Hastaların % 82'sinde darlık tamamen düzelerek daha sonra tedaviye gereksinim göstermedi. Elde ettiğimiz sonuçlara göre özellikle kısa ve tek üretral darlığı olan erkek hastaların tedavisinde optik üretrotomi'nin iyi bir tedavi seçeneği olduğu kanaatine varıldı.
Çalışmanın amacı hiperinsülineminin ve lipid profillerinin Koroner Arter Hastalığının etyolojisindeki rolünü araştırmaktır. Anjiyografileri yapılmış olan 50 erkek çalışmaya alındı. Olguların fizik muayeneleri yapılarak arteryel kan basınçları, subkutan derikatı kalınlıkları (abdominal, skapular, triseps) ve bel kalça oranları (BKO) kaydedildi. Obez olanlar (Vücut kitle indeksi > 30 kg/m2) ve/veya hipertansif olanlar değerlendirmeye alınmadılar. Anjiografiden 7 gün sonra tüm hastalara oral glukoz tolerans testi (OGTT) yapıldı. Açlık kanından, tam kan, kolesterol, trigliserit, fibrinojen, HDL-kolesterol, LDL-kolesterol, VLDL ,HDL-2,HDL-3, Apo A-1,Apo B düzeylerine bakıldı.OGTT sırasında alınan 0. dakika ve 120. dakika serumları - 20 derecede dondurularak çalışma bitiminde serum insülin düzeylerine bakıldı. Değerlendirmeye alınan 50 non-diabetik hastanın 32'si Koroner Arter Hastalığı (+) grubu, 18'i Koroner Arter Hastalğı (-) grubu oluşturdu. Koroner Arter Hastalığı (+) hastaların anjiyografileri Amerikan Kalp Cemiyetinin değerlendirme sistemine göre skor/andırıldı. Koroner Arter Hastalğı (+) grup ile Koroner Arter Hastalığı (-) grup arasındaki verilerin karşılaştırılmasında yaş, VKİ, 120.dakika insülin, total kolesterol, fibrinojen, LDL-kolesterol, HDL-2 düzeyleri istatistiksel anlamlı olarak farklıydı. Verilerin birbirleriyle olan etkileşimlerini irdelemek için korelasyon matriksi yapıldı. Anjiyografi skorunun sadece 120. dakika insülini ile zayıf oranda korele olduğu saptandı. Sonuç olarak; açlık insülini ve insülin/glukoz oranının Koroner Arter Hastalığ ile ilişkili olmadığı, 120.dakika insülin düzeylerinin anjiyografi skorları ile zayıf da olsa korele olduğu gösterildi.
İzole kurbağa rektus abdominis kasında kalsiyumsuz ve sodyumsuz (sukroz ikameti) Ringer solüsyonunun neden olduğu devamlılık arzeden kontraktûrler iki farklı ısı (30°C ve 20°C) ortamında incelendi. Isı farkı kontraktür boyutlarında anlamlı bir değişikliğe neden olmadı. Ca*2, Mn*2 ve Sr*2 doza bağımlı bir tarzda kasılmayı inhibe etti. Banyoya Na* ilave edilmesi ise gelişen kontraktürde konsantrasyona bağımlı gevşemelere neden oldu. İnhibisyon ve gevşeme dereceleri ısı farkından etkilenmedi. Mevcut bulgular sukrozun kalsiyumsuz ve sodyumsuz ortamda, 20°C veya 30°C ısıda fark sergi/emeksizin, muhtemelen çizgili kas membranını etkileyerek kontraktür ile sonuçlanan hücre içi kalsiyum salıverilmesine neden olduğunu ve kalsiyum ile diğer bazı iki değerli katyonların ayrıca tek değerli bir katyon olan sodyumun farklı veya benzer mekanizmaları kullanmak suretiyle oluşan veya oluşmuş olan kontraktürleri inhibe ettiğini telkin etmektedir.
Koroner arter hastalığının tanısında ve prognozunun değerlendirilmesinde miyokard perfüzyon sintigrafisinin kullanımı hızla artmaktadır. Çalışmamız bu amaçla kullanılmakta olan Tl-201 ve Tc-99m sestamibiyi karşılaştırmak üzere yapıldı. Çalışmada anjiografik olarak koroner anatomisi belirlenen 30 olguya 1 hafta arayla TI-201 ve Tc-99m sestamibi SPECT perfüzyon sintigrafileri çekildi (2 kadın, 28 erkek ort. yaş: 51.7± 8.2). Anjiografide üç olgu normal, beş olgu üç, beş olgu iki, onyedi olgu da tek damar hastası olarak değerlendirildi (Ort. stenoz: %81+ 20 ). On beş hastada elektrokardiografik olarak geçirilmiş Mİ mevcuttu. Hastalara TI-201 ile dipiridamol stress-4 saat reenjeksiyon, Tc-99m sestamibi ile dipiridamol stress-rest protokolleri uygulandı. Tomografik kesitler 20 segmente ayrılarak, toplam 600 segment iki uzman tarafından değerlendirildi. Segment analiziyle elde edilen sonuçlara göre koroner arter hastalığı tanısı bakımından Tc-99m sestamibi, Tl-201'den anlamlı derecede üstün bulundu (p<0.05). Stres görüntülerinde TI-201 ile 262 (%44), Tc-99m sestamibi ile 309 (%51.5) segmentte perfüzyon defekti saptandı (p<0.01). Stress görüntülerinde her iki ajanla da perfüzyon defekti olarak gözlenen 169 segmentin, TI-201 reenjeksiyon görüntülerinde 66'sı (%39), sestamibi rest görüntülerinde 44'ü (%26) reperfüzyon gösterdi (p<0.01). Koroner anjiografiye göre tespit edilen duyarlılık ve özgüllük değerleri TI-201 için %74-%70, Tc99m sestamibi için %82-%71 olarak bulundu (Belirgin stenoz>%50). Sonuçlarımıza göre koroner arter hastalığı tanısında, Tl-201'e oranla Tc-99m sestamibi anjiografi ile daha uyumlu bulundu. Ancak viabilite açısından yapılan karşılaştırmada stress ile indüklenen defektlerdeki dönüşümü TI-201, sestamibiye göre anlamlı derecede fazla gösterdi.
Bu çalışmada; Aglutınasyona dayalı kan gruplama yöntemlerinden biri olan mikroplate tekniğinin Anabilim Dalımız adli seroloji laboratuvarında, en ekonomik ve güvenilir koşullarda çalışılabilir/iği araştırılarak yöntemin oturtulması planlanmıştır. 220 gönüllü vericiden alınan kan örneğinde, mikroplate tekniği ile ABO kan gurubu çalışılarak reaksiyonlar üzerine etkili faktörler araştırılmıştır. Bunun için; yöntemin belirli parametreleri sabit tutulup diğerleri değiştirilerek deneyler tekrarlanmıştır. Çalışmalar sonucunda; laboratuvarımız şartlarında mikroplate yönteminin kullanımı sağlanmıştır.
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Çalışmamızda, dihydropyridine türevi nicardipine'in esansiyel hipertansiyonlu 34 olguda akut (tek doz) ve 14 olguda kısa dönem (12 hafta) kardiyovasküler etkileri incelendi. İlaç uygulaması öncesi, ilacın zirve etki dönemi, kısa dönem ilaç uygulamasının 2, 4, 8 ve 12. haftalarında nabız, sistolik ve diyastolik kan basınçları (SKB, DKB) ölçüldü. Ortalama kan basıncı (OKB), atım hacmi, dakika hacmi, total periferik vasküler direnç (TPVR) ve büyük arter distansibilitesi (BAD) hesaplandı. Kontinü Doppler ile aort sistolik akım ve transmitral akım örnekleri değerlendirildi. Akut doz fazında nicardipine'in hem küçük, hem de büyük arterler üzerinde aynı anda etki göstererek TPVR'ı (% 21, p<0.0001) ve nabız basıncı/atım hacmi oranını (%15, p<0.001) azalttığı, böylece arteriyel distansibiliteyi artırdığı saptandı. SKB, DKB ve OKB'nı etkili şekilde düşürdü (herbiri için, p<0.0001). Kalp hızı (%8), atım hacmi (%10) ve dakika hacminde (%20) artış meydana getirdi (herbiri için, p<0.005). Nicardipine ile 3 aylık oral tedavi de, akut doz fazında olduğu gibi, TPVR ve nabız basıncı/atım hacmi oranını azaltarak (herbiri için, p<0.001), SKB, DKB ve OKB'nı etkili şekilde düşürdü (herbiri için, p<0.001). Ancak akut doz fazının aksine, refleks taşikardi, atım ve dakika hacimlerinde değişiklik görülmedi. Doppler parametreleri açısından, akut doz fazında afterload'da düşme ve sempatik aktivasyonda artışa bağlı olarak, aort sistolik ortalama ve zirve akım hızlarında (sırası ile; p<0.005, p<0.01) ve deselerasyon averajında (p<0.00025) artış görüldü. Kısa dönem uygulamasında ise bu parametrelerde anlamlı değişim saptanmadı. Akut doz fazında, erken diyastolik doluş deselerasyon averajında (EDA) ve geç diyastolik ortalama akım hızında (AVM) artış (sırası ile; p<0.001, p<0.01), erken diyastolik doluş süresinde (EDFT) ve izovolemik relaksasyon süresinde (IRT) kısalma tespit edildi (herbiri için, p<0.0005). EDFT ve IRT'deki değişimler refleks taşikardiye bağlandı. Kısa dönem uygulamasında ise diyastolik fonksiyon göstergelerinden sadece geç diyastolik dolum süresinde (AET) kısalma gözlendi (p<0.05). Sonuçta, nicardipine'in her iki fazda arteriyel distansibiliteyi artırarak kan basınçlarını etkili şekilde düşürdüğü, ancak akut ve kısa dönem uygulamalarında aort sistolik akımını ve diyastolik dolum parametrelerini farklı şekilde etkilediği görüldü.

/ 29456
29164 / 29456