586.641 results

Result Clustering
Add All To Analysis List
-
-
-
Pulmoner sekestrasyon nadir bir konjenital malfor-masyondur. Ocak 1984 ile Aralık 1993 tarihleri arasında ikisi extralober, 8'i intralober olmak üzere 10 pulmoner sekestrasyonlu hastada enstitü¬müzde cerrahi düzeltme yapıldı. Vakaların 6'sında tekrarlayan pnömoni, öksürük ve göğüs ağrısı tes¬pit edilirken, 4 tanesi tamamen asemptomatikti ve rutin akciğer filminde tespit edilmişti.. Ekstra lober pulmoner sekestrasyonlu hastalarda total eksiz-yon ve intralober pulmoner sekestrasyonlu hasta¬larda alt lobektomi yapıldı. [Turk JMed Res 1995; 13(6):185-188]
Diabetes mellitus'un en önemli komplikasyonlanndan biri olan reti-nopatinin etiyolojisinde iskemik olaylar önemli rol oynar. Renkli Doppler ultrasonografi yöntemiyle santral retinal arter kan akım hız parametrelerinin incelemek amacıyla sağlıklı 25 ve diabetes mellitus'lu 49 olgu çalışma kapsamına alındı. Parametre olarak pik sistolik hız, pik diastolik hız, ortalama akım hızı (Ps, PD, M; cm/sn), pulsatilite indeksi (PI) ve rezistans indeksi (RI) çalışıldı. Normal bireylere göre diabetes mellitus'lu olgularda PS, PD ve M değerleri anlamlı olarak düşük, PI ve RI değerleri yüksek bulundu. Bu değişiklikler diabetik retinopati evresinin ilerlemesine paralel seyretti. Normal ve diabetli olgularda, yaş arttıkça PS, PD ve M değerleri anlamlı olarak azalırken, PI ve Rl'de artış saptandı. Dia¬betik hastalarda bu değişikliklerin, diabet süresi ile anlamlı ilişki gösterdiği saptandı.
"Gruppo Otologico", Piacenza/İtalya'da 1983 - 1990 yuları arasında cerrahi olarak tedavi edilen 433 kolesteatoma olgusu retrospektif olarak incelendi Bu çalışmanın amacı açık ve kapalı tekniklerin herbirinin gerçek endikasyonlannı ortaya koymak, rezidüel / rekürren hastalık ve işitme üzerindeki so¬nuçlarını karşılaştırmaktı. Açık teknik uygulananlarda rezidüel veya rekürren kolesteatomanm total insi-. dansı sırasıyla %10 ve %2.38 iken kapalı teknik uygulananlarda rezidüel veya rekürren kolesteatoma değerleri %31.22ve%11.16 olarak bulundu. Persistan kulak akıntısı açık teknik sonrası sadece bir olgu¬da, kapalı teknik sonrası ise iki olguda tespit edildi. İşitme sonuçları kapalı teknik uygulananlarda hafif¬çe daha iyi olmasına rağmen açık tekniğe göre anlamlı bir farklılık tespit edilmedi.
Dieulafoy lezyonu, masif gastrointestinal kana¬maya yol açan oldukça az rastlanan nedenlerden birisi¬dir. Mide proksimalinde yer alan toplu iğne başı şeklin¬de ülsere olmayan arteriyel bir lezyondan kanama olmaktadır. Kanama nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, submukoza altında kıvrımlı seyir gösteren ge¬nişlemiş bir arter nedeniyle meydana geldiği kabul edilmektedir. Biz bu yazıda, literatüre uygun yerleşim gösteren ve kanaması endoskopik skleroierapi ile dur¬durulan olgumuzu takdim ediyoruz.
Aspirin ve non-steroid anti-inflamatuvar ilaçlar ile üst gastrointestinal kanama arasındaki ilişkinin be¬lirlenebilmesi amacıyla, üst gastrointestinal kanama nedeni ile yoğun bakım ünitesinde takip edilen 59 hasta değerlendirilmiştir. 59 hastanın 19'unda (%32,2) aspirin veya diğer non-steroid ilaç kullanma öyküsü mevcuttur. Çalışmadan elde edilen sonuçlar, aspirin ve non-steroid anti-inflamatuvar ilaçların klinik olarak ciddi seyreden gastrointestinal kanamalara neden ola¬bileceğini göstermektedir.
Year: 1995 Volume: 17 Number: 4 Page: 244 - 247
2
Reference
Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde tansiyon band tekniği ile cerrahi tedavi gören 18 hasta incelendi. Bu hastalar ortalama 2.6 yıl takip edildiler. Sonuçlar Levack ve arkadaşlarının yapmış oldukları sübjektif ve objektif kriterlere göre aynca radyolojik olarak ta değerlendirildiler. Bu değerlendirmelere göre 18 hastanın 1 l'inde ( % 61.2 ) iyi, 5'inde ( % 27.7 ) orta, 2'sinde ( % 11.1) kötü sonuç alındı. Radyolojik olarak da 3 hastada ileri derecede dejeneratif değişiklik bulguları saptandı. Sonuç olarak transvers ve çok , parçalı olmayan patella kırıklarının tedavisinde tansiyon band tekniğinin etkili bir cerrahi yöntem olduğu saptandı.
-
-
Gastrik müsküler tabakayı tutan infiltratif myo-patik veya nöropatik hastalıklar yanında mukozal ano¬malilerde gastrik boşalmayı etkiler. Günümüzde gast¬rik mukozal anomalilerde helikobakter (H) pilori infeksiyonunun önemli rol oynadığı bilinmektedir. Lite¬ratürdeH. pilori infeksiyonu ile gastrik motilite arasın¬daki ilişkiler konusunda çelişkili bilgiler bulunmakta¬dır. Çalışmamızda H. pilori kolonizasyonu ile mide motilitesi arasındaki ilişkilerin incelenmesi amaçlan¬mıştır. Ayrıca endoskopik bulgular ve semptomlarla H. Pilori ve gastrik boşalma zamanı arasındaki ilişkilerde ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Çalışmamıza kontrol grubu olarak dispeptik yakınmaları olmayan ve üst en¬doskopik incelemeleri normal olan 8 sağlıklı kişi, hasta grubu olarak da dispeptik yakınmaları olan 32 kişi alındı. Kontrol grubunda H. Pilori prevalansı %25.0, mide boşalma zamanı (radyoaktivitenin midede tl/2) 68±6.2 dk; hasta grubunda H. Pilori prevalansı %68.75, mide boşalma zamanı 70.16±4.44 dk olarak tespit edildi. Hasta ve kontrol grubları arasında mide motilitesi yönünden istatistiksel olarak anlamlı farklı¬lık saptanmadı. Mide boşalma zamanı H. Pilori koloni¬zasyonu olan grubta 70.6±3.83 dk, olmayan grubta ise 70.8±7.9 dk (p>0.05) olarak saptandı. Çalışmamızda H. Pilori infeksiyonu ile endoskopik bulgular ve semp¬tomlar arasında anlamlı korelasyon gösterilemedi. Ben¬zer şekilde motilite değişiklikleri ile endoskopik bulgu¬lar ve semptomlar arasında da anlamlı ilişki saptanmadı. Sonuç olarak çalışmamız H. Pilori koloni-zasyonunun gastrik boşalmayı etkilemediğini, dispeptik yakınmaları olan hastaların öncelikle H. Pilori infeksi¬yonu yönünden değerlendirilmesi gerektiğini göstermiş¬tir.
-
Bu çalışmada farklı dozlarda allopürinol uygulamasının açık kalp ameliyatı sırasında iskemik kalmış myokard üzerinde koruyucu etkilen, toplam 45 olgu üzerinde araştırıldı. Olgular rastlantısal olarak kontrol grubu (grup I), düşük doz allopürinol verilen (grup 2) ve yüksek doz allopürinol verilen (grup 3) olmak üzere üçe ayrıldı. Tüm olgularda operasyondan önce ve operasyondan 3 gün sonrasına kadar, kardiyak indeks, pulmoner kapiller uç basınç, sol ventrikül atım iş indeksi ve CPK-MB değerleri ölçüldü. Sonuç olarak, allopürinolün myokard üzerinde iskemiye karşı koruyucu bir etkisinin olduğu ve bu koruyucu etkinin özellikle yüksek dozlarda daha çok ortaya çıktığı belirlendi.
Bu çalışmada parafarengeal yöntemle hipofızektomi yapılan dişi sıçanların median eminensleri altına neonatal hipofiz bezi transplantasyonu yapılarak, greftin canlılığını koruyup, fonksiyon gösterip göstermediği, histolojik ve radyoimmünassay yöntemler kullanılarak incelenmiştir. Bu amaçla sıçanlar 3 gruba ayrılmıştır (n:39). Parafarengeal hipofızektomi yapılan sıçanların (n:29), bir grubuna (n:16), hipofizektomiyi takiben yeni doğan sıçandan alman hipofiz bezi transplante edilmiştir. Ortalama 4 hafta sonra vücut ağırlıkları karşılaştırıldığında, hipofızektomili sıçanların, kontrol ve gre'ft grubuna göre anlamlı ölçüde kilo kaybettiği gözlenmiştir (p<0.001). Greft dokusunun ışık mikroskobu ile yapılan incelemelerinde dokunun yaşadığı gözlenmiştir. Hormonal incelemelerde (ACTH, Oksitosin ve Vazopressin) greftli sıçanlardaki hormon değerleri, hipofızektomili sıçanlara göre anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur (p < 0.001). Ancak greftli sıçanların hormon değerlerinin, normal sıçanların hormon düzeylerine ulaşmadığı gözlenmiştir (p<0.001).
Nazofarengecd Angiofibroma (NA), adolesan erkeklerde görülen, nadir, benign bir tümördür. Agre-sif özellikte çevre dokulara yayûması ve oldukça vasküler karakterde olması morbidite nedenidir. 1982-1993 yuları arasındaki 11 yûhk dönemde, Ankara Hastanesinde 13 nazofarengeal angipfibrornah hasta tedavi edilmiştir. Tanıda bilgisayarlı tomografi ve son iki yıl içinde altı hastada anjiografi ile birlik¬te yardımcı tedavi yöntemi olarak preoperatif süperselektif embolizasyon kullanılmıştır. Cerrahi yaklaşım ile nüks arasındaki ilişki üzerinde durulmuştur. Hasta için gerekli yaklaşımın seçiminde cerraha yardım¬cı olmak üzere, tümörün yaydım şeklini esas alan uygun bir evrelendirme şeması sunulmuştur. Toplam 19 operasyonda %77 cerrahi başarı elde edilmiştir. 13 hastanın beşi nüks etmiştir. Halen sadece biri semptomatiktir. Bu tür tümörlerde etkin bir yaklaşım olarak lateral rinotomi ve büyük tümörlerde trans-palatal yolu ile kombine edilmesi önerilir. Kafaiçi yayûımlı, rekürren semptomatik tümörlerde radyoterapi uygulanmalvdr. Kavernöz sinüs tutulumu olmayan tümörlerde preoperatif embolizasyonla beraber cerra¬hi rezeksiyon çoğu hastada en uygun tedavi yöntemi olarak önerilmektedir.
"Klinik Olarak Önemli Makula Ödemi" olan ve laser fotokoagülasyon sağaltımına uygun özellikler taşıyan diabetik maküler ödemli olgu¬larda kırmızı ötesi ışınıma (810 nm.) sahip diode laserin etkinliği yeşil argon (514.5 nm.) ve kırmızı kripton (647.1 nm.) laserle karşılaştırmalı olarak araştırıldı. "Klinik Olarak Önemli Makula Ödemi" saptanan ve düzeltilmiş en iyi görme keskinliği 0.1 ve üze¬rinde olan non-proliferatif 66 diabetik olguya (92 göz) ait klinik kayıtlar geriye dönük olarak incelendi. Olguların tümünde fokal ve grid laser sağaltımı belirli bir protokole göre uygulanmıştı ve en azından bir yıllık izlemleri tamamlanmıştı. İzlem sonunda "Klinik Olarak Önemli Makula Ödemi"nin kaybolması ve düzeltilmiş görme keskinlığindeki değişiklikler sağaltım gruplarının karşılaştanlmasın-da ölçüt olarak kullanıldı. İzlenen 92 gözden 36'sında (%39.13) "Klinik Olarak Önemli Makula Ödemi" ortadan kalkarken, 42 gözde (%45.65) düzeltilmiş en iyi görme keskinliğinde artış izlendi. Değişik laser sağaltım gruplarının, "Klinik Olarak Önemli Makula Ödemi'nin ortadan kalkması (X2: 0.440, p:0.803) ve görme keskin¬liği (X2: 2.023, p:0.732) üzerindeki etkileri arasında bir farklılık gözlenmedi. Diabetik maküler ödemin sağaltımı için fokal ya da grid fotokoagülasyon amacıyla kullanılan değişik dalga boyunda ışınıma sahip laserlerin, "Klinik Olarak Önemli Makula Ödemi"nin ortadan kalkması ve sonuç görme keskinliğindeki etkileri arasında fark olmadığı ortaya konmuştur. Teknik ve teorik üstünlüğü göz önüne alındığında diode laserin diabetik makülopati sağaltımında geleneksel argon ve kripton laserlerle seçenek oluşturabileceği gö¬rülmüştür.
Planlı ekstrakapsüler katarakt ekstraksiyonu esnasında vitreus kay¬bıyla birlikte veya sadece arka kapsül rüptürü olan 25 vakada su¬boptimal arka kapsül desteği varlığında yapılan arka kamara göziçi lensi (AKGİL) implantasyonu sonuçlan incelendi. Arka Kapsül ruptü-rü veya zonüler dializden sonra AKGİL, ön kapsülotomisi zarf şeklinde yapılan 24 olgunun 12'sine (%50), kapsüloreksis yapılan 9 olgunun 9'una (%100) ve konserve açacağı şeklinde yapılan 11 ol¬gunun 4'üne (%36.4) uygulanabilmiştir. Vakaların 19'unda arka kapsül ruptürü, 6'smda zonüler dializ oluştu. 19 vakada otomatik vitrektör ile ön vitrektomi yapıldı. 17 vakada sulkusa, 8 vakada kapsül içine GİL implantasyonu yapıldı. Preoperatif dönemde görme keskinlikleri el hareketleri ile 0.2 arasında iken, postoperatif dö¬nemde 0.3 ile 1.0 arasındaydı. Ortalama 8.3 aylık (2-20 ay) izlem sonunda 3 vakada kistoid makula ödemi, 2 vakada görmeyi etki¬leyen kortikal kalıntı, 1 vakada ise fibrin membranı gelişti. Posto¬peratif komplikasyonların insidansında artışa neden olmaması ne¬deniyle yeterli kapsül desteği varlığında AKGİL implantasyonu gü¬venle uygulanabilir. Kapsüloreksis ve zarf şeklinde kapsülotomi-lerde konserve açacağı şeklindeki kapsülotomiye göre yeterli arka kapsül desteğinin daha fazla mümkün olacağı sonucuna varıldı.
-
1987-1994 yılları arasında 2568 üst gastrointesti¬nal kanamalı hasta kliniğimizde tedavi edilmiştir. Bu hastaları cinsiyetlerine, yaşlarına, etiyolojilerine, ölüm oranlarına ve ölüm nedenlerine göre retrospektif olarak inceledik. Kanamanın en sık nedenleri duodenum ülseri (%40.3), akut erozif gastrit (%14.9), özefagus varisleri (%7.8) idi. Hastaların %44'ü NSAll, %33.2'si sigara ve %16.9'u alkol kullanımı tanımlamışlardır. Ölüm oranı %7.4 olup en sık neden özefagus varislerine bağlı kana¬malar olarak saptanmıştır.

/ 29333
29164 / 29333