514 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Güneyden Bitlis masifi (Permiyen, Paleozoyik metamorfîtleri, Üst Kretase kireçtaşları ve ofiyolitler), doğudan Üst Kretase ve Tersiyer birimleri, kuzeyden ve batıdan Tendürek, Süphan ve Nemrut volkan kütleleri ile sınırlanmış olan Van Gölü kapalı bir havza durumundadır. Van Gölü tamamen tektonik kökenli bir havza üzerinde yer almaktadır. Yaşının en çok 100 bin yıl olabileceği önceki çalışmalarda önerilen Van Gölü'nde, gerek tektonik ve/veya volkanik aktivitelere gerekse paleoiklimlerdeki değişimlere bağlı olarak son buzul dönemi ile günümüz arasında (kabaca son 20 bin yılda) göl su seviyesinin önemli mertebelerde değişimlere uğradığı bilinmektedir. Bu dönem içersinde, güncel seviyesine (1646 m) kıyasla-340 m ile +72 m Paleoiklimin kurak olduğu dönemlerde göldeki su seviyesi göreceli olarak düşmeye başlamış, günümüzdeki su düzeyinden yaklaşık 340 m daha aşağılara inmiştir. Buna karşın iklimin yağışlı olduğu dönemlerde, göl suyu seviyesi göreceli olarak yükselmeye başlamış, aşağı yukarı günümüzden 18000 yıl öncesinde şimdiki seviyeye nazaran 72 m kadar yükseklere erişmiştir. Bu zamandan sonra oluşan iklim salmımları sonucu su seviyesinde düşmeler olmuş ve Van Gölü havzasındaki göl sekileri meydana gelmiştir. Bu sekilerin oluşumu sırasında tektonizmamn aktif olduğu zamanlarda ve bölgelerde dağ ve dağ eteklerinden göle doğru alüvyon yelpazesi-moloz ve çamur akıntısı ve akarsular aracılığı ile yakın çevredeki jeolojik birimlerden kırıntılar taşınmıştır. Hatta kuzeydeki volkanik aktivitenin olduğu zamanlarda göle volkanik kırıntılar gelmiştir. Bu malzemeler ve kırıntılar göl tarafından işlenerek göl sekisi düzlüklerini ya da göl deltası düzlüklerini oluşturmuştur. Kırıntıların olmadığı kesimlerde göl suyu metamorfikler, ofiyolitler veya Neojen birimleri gibi ana kayalan işleyerek (aşındırarak) seki şeklinde düzeltmiştir (aşınma sekisi). Daha sonra su yüzüne çıkan sekiler üzerinde ayrışma ve toprak oluşumu başlamıştır. Van Gölü havzasında bulunan sekiler üzerindeki toprakların jenezinin saptanabilmesi için gölün güneybatı kesiminde yer alan Hasbey Ovası toprakları seçilmiştir. Farklı düzeylerdeki sekilerden oluşan Hasbey Ovası topraklarının çoğunluğu alüvyal kökenli ve karbonat içeriklidir. Göl sekilerindeki toprak oluşumları genellikle Hasbey Ovası topraklarına benzerlik göstermektedir. Bu nedenle Hasbey topraklarının oluşum özelliklerinin belirlenmesi Van Gölü havzasındaki sekiler üzerinde oluşan topraklar için bir model olacaktır.
Nympha alba L. ve Oenanthe aquatica (L.) Poiret sucul türleri Türkiye'nin doğusundan (C6 karesinin doğusundaki kısımlar) ilk defa kaydedilmiştir. Öksin elementi olan ve Türkiye'de sadece Rize çevresinden (A8) bilinen Hyalopoa pontica (Ball.) Tzvelev'ın Süphan dağındaki yayılışı ilginçtir. Endemik taksonlardan Puccinellia bulbosa (Grossh.) Grossh. subsp. caesarea Kit Tan Kayseri çevresindeki (B5) tuzcul steplerde, Cephalaria anatolica Schchian Erzurum çevresinde (A8) sınırlı bir alanda yayılışı bilinen taksonlardır. B9 karesi için 37, B7 karesi için 7, toplam 44 takson yeni kayıt olarak verilmiştir. B9 - B7 kareleri için verilen yeni kayıtlardan 9'u İran-Turan fitocoğrafik bölge elementi, 3'ü Avrupa-Sibirya, 3'ü Euxine fitocoğrafik bölge elementi ve 1 'ü Akdeniz fitocoğrafik bölge elementidir. Yeni karelerin 11 'i endemiktir.
Türkiye'de ilk kan grubu oranlarıyla ilgili araştırma 1918 yılında yapılmış ve 1958 yılına kadar bir çok araştırıcı da çalışmıştır. Yapılan çalışmalardaki denek sayısının azlığı ve genellikle de verilerin yorumlanmasında istatistiki yöntemlerin kullanılmayışı veya uygun kullanılmayışı nedeniyle, Türkiye genelini kapsayacak nitelikte görülmemiştir. Van İli Sağlık Müdürlüğü'nün, Van il merkezinde yaptığı genel sağlık taraması esnasında isteyen kişilerin kan gruplarını da tespit etmiştir. Araştırmamızın materyalini sağlık taraması sırasında tespit edilen bu kan grupları oluşturmaktadır. Araştırmada 6982 kişinin ABO ve Rh kan gruplarının fenotip oranlan ve gen frekansları saptanmıştır. Buna göre % 39.99 oranında A, % 17.09 oranında B, % 14.66 oranında AB ve % 28.26 oranında O kan grubu tespit edilmiştir. A geninin frekansı 0.2945, B geninin frekansı 0.1738 ve Ö geninin frekansı 0.5315 olarak hesaplanmıştır. Ayrıca % 89.49 oranında Rh (+), % 10.51 oranında Rh (-) kan grupları saptanmıştır. Araştırmamızda Türkiye genelini kapsayacak nitelikte görülen 8 araştırma ve bölgesel nitelikte Diyarbakır (Albayrak, 1989), Trakya (Akbay ve ark., 1989) ile Adana, Kayseri, Trabzon illerinde (3 il birlikte) yapılmış 4 araştırma ele alınarak incelenmiştir. Bu araştırmaların incelenmesiyle elde edilen veriler, Van'da yaptığımız araştırma verileriyle karşılaştırılmıştır. Buna göre A kan grubu ve A geni frekansı ülkemizin batısından doğusuna doğru gidildikçe, yavaş bir şekilde azalma göstermektedir. B kan grubu ve B geni frekansı ise ülkemizin batısından doğusuna doğru gidildikçe fazlalaşmaktadır. O kan grubu ve O geni frekansı da ülkemizin batısından doğusuna doğru gidildikçe yavaş yavaş azalmaktadır.
Deneme Y.Y.Ü. Ziraat Fakültesi deneme alanlarında üç tekerrürlü olarak kurulmuş ve Tir buğdayından seçilmiş 11 hat üzerinde yürütülmüştür. Hatlarda toplam toprak üstü kurumadde, tane kurumadde, hasat indeksi, azot alımı, azot hasat indeksi ve azotun bitkide dağılımı saptanmıştır. Toplam toprak üstü kuru madde, toplam toprak üstü azot miktarı, tanede azot miktarı ve azot hasat indeksi bakımından hatlar arasında önemli genotipik farklılıklar bulunmuştur. 5 nolu hattan toplam toprak üstü kurumadde, tane kurumadde, toplam toprak üstü azot miktarı, tanede azot miktarı bakımından en yüksek değerler elde edilmiştir.
Bu çalışmada Lycopersicon esculentum Mill. cv. H-2274 (domates) fıdeciklerinde artan alüminyum konsantrasyonlarına bağlı olarak gözlenen büyüme inhibisyonları düşük vakumlu Scanning Elektron Mikroskobu Mikrografları (LV-SEM) ve EDX Analizleri (Energy Dispersive X-Ray Microanalysis) ile incelendi. Çalışmamızda düşük konsantrasyonlarda uygulanan alüminyum kök emici tüyleri gelişiminde artışlara neden olurken, özellikle 200 ppm alüminyum konsantrasyonundan itibaren de düşüşler söz konusu idi. 5O ppm alüminyum konsantrasyonundan itibaren hipokotil epidermal hücrelerinde uzama büyümesinin önemli ölçüde indirgendiği gözlenirken, alüminyum uygulamalarına bağlı olarak kotiledonların anatomik yapılarında kaydedilen en belirgin farklılık alt epidermal hücrelerde stoma sayılarında saptanan düşüştü. L. esculentum Mili. cv. H-2274 (domates) fıdeciklerinin kökçük ve hipokotil epidermal hücrelerinin bazı makro ve mikro besin elementleri içeriklerinin de toksik konsantrasyonlarda (500 ve 1000 ppm) uygulanan alüminyumun etkisiyle değişebildiği görüldü.
Bu araştırmanın amacı Siyah Alaca sığırların döl verirn özelliklerine ait tanımlayıcı değerleri ve verim özelliklerine çevre faktörlerinin etkilerini belirlemektir. Bu amaçla Tahirova Tarım işletmesinde yetiştirilen 300 baş Siyah Alaca sığırın 1990-1999 yılları arasındaki döl verimi özellikleri incelenmiştir. Döl verim özelliklerine ait ortalama değerler, ilkine damızlıkta kullanma yaşı 490.14±47.70 gün, ilkine buzağılama yaşı 782.24±56.59 gün, buzağılama aralığı 397.39138.17 gün, servis periyodu 120.31±38.19 gün, gebelik süresi 276.66±2.51 gün, gebelik başına aşım sayısı 1.90+1,40,.buzağılama oranı %83.19, buzağılarda 6. aya kadar yaşama gücü %96.22, ölü doğum oranı %5.34, yavru atma oranı %0.43, ilk aşımda döl tutma oranı %47.45, sürüde yıllık yenilenme oranı %21.60'dir. Laktasyon sırası ve buzağılama yaşının servis periyodu ile buzağılama aralığına etkisi çok önemli (P<0.01) bulunmuştur.
Bu araştırmanın amacı Siyah Alaca sığırların süt verim özelliklerine ait tanımlayıcı değerleri ve verim özelliklerine çevre faktörlerinin etkilerini belirlemektir. Bu amaçla, Tahirova Tarım işletmesinde yetiştirilen 105 baş Siyah Alaca sığırın 1990-1999 yılları arasındaki süt verim özellikleri incelenmiştir. Süt verim özelliklerinden laktasyon süresi, laktasyon süt verimi, 305 günlük süt verimi, EC-305 günlük süt verimi ve kuruda kalma süresi için. ortalamalar sırasıyla, 311.02±32.42 gün, 6311.68±74.91 kg, 6170.85±67.06 kg, 6659.75±157.43 kg, 68.09+1.49 gün olarak saptanmıştır. Laktasyon süt verimi, 305 ve EÇ-305 günlük süt verimine verim yılının ve laktasyon sırasının etkisi; laktasyon süresine verim yılının; 305 günlük süt verimine buzağılama mevsiminin etkisi önemli bulunmuştur (PO.05). Buzağılama yaşının bütün özelliklere etkisi önemsiz bulunmuştur.
Bu çalışmada, sera koşullarında yetiştirilen 7 günlük fasulye (Phaseolus vulgaris L.) ve mısır (Zea mays L.) fidelerinde asetilsalisilik asit (ASA) 'in transpirasyon hızı ve ağırlık değişimi üzerine etkileri araştırılmıştır. Denemelerde ASA'in üç farklı konsantrasyonu (50, 250,1000 ppm) kullanılmıştır. ASA çözeltileri fidelerin yapraklarına püskürtme yoluyla uygulanmıştır. Fasulye fidelerine yapılan uygulamalarda; ASA, düşük konsantrasyonda (50 ppm) transpirasyonu artırmış, yüksek konsantrasyonda (1000 ppm) ise azaltmıştır (p< 0.01). 50 ve 250 ppm konsantrasyonlarında uygulanan ASA fidelerin % su içeriği ve % kuru ağırlık miktarlarında önemli sayılabilecek bir değişiklik meydana getirmemiştir (p> 0.05). Fakat ASA'in yüksek konsantrasyonları (1000 ppm), p< 0.01 önem seviyesinde fidelerin % yaş ağırlığında ve su içeriğinde azalışa, % kuru ağırlığında artışa neden olmuştur. Ayrıca 1000 ppm'lik ASA fidelerin yapraklarında pörsüme şeklinde belirtilerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Mısır fidelerine yapılan uygulamalarda, her üç ASA konsantrasyonu transpirasyonu önemli oranlarda (p< 0.01) azaltmış ve bu azalma yüksek konsantrasyonda (1000 ppm) daha fazla olmuştur. Fasulyedeki gibi mısır fidelerinde de 50 ppm ASA % su içeriği ve % kuru ağırlık miktarında, 250 ppm ASA ise % su içeriğinde önemli sayılabilecek bir değişiklik meydana getirmemiştir (p> 0.05). 250 ppm ASA fidelerin % kuru ağılığını artırmıştır (p< 0.05). 1000 ppm ASA fidelerin % yaş ağırlık kaybında ve % kuru ağırlığında önemli oranlarda (p< 0.01) artışa, % su içeriğinde ise azalışa neden olmuştur. ASA'in transpirasyon ve ağırlık değişimi üzerindeki etkisinin konsantrasyona ve bitki türüne göre farklılık gösterdiği genel olarak yüksek konsantrasyonlarda transpirasyonu azalttığı ve kuru madde oranını arttırdığı sonucuna varılmıştır.
Bu çalışmada, Cip Baraj Gölü'nün kopepod ve kladocer faunası Haziran 1999 - Mayıs 2000 tarihleri arasında incelenmiştir. Kladoserlerden 4 tür, kopepodlardan 2 tür olmak üzere toplam 6 tür saptanmıştır. Ayrıca Cip Baraj Gölü' nün ortalama kladocer ve kopepod yoğunluğu (birey sayısı $m^3$) ve bazı fiziksel ve kimyasal parametreler verilmiştir.
İnci kefali (Chalcalburnus tarichi), Van gölü havzasında ekonomik öneme sahip endemik bir cyprinid türüdür. Bir inci kefalinin sol dorso-lateral bölgesinde görülen tek loplu, ceviz şekilli bir kitle makroskopik ve mikroskobik olarak incelendi. Bu kitle lipom olarak tanımlandı.
Pluteus thomsonii (Berk. & Br.) Dennis (Pluteaceae) were recorded for the first time from Turkey.
Hassas bir sisteme sahip olan canlı organizmasında, elektrik ve elektromanyetik alanların etkisiyle doğal sirkülasyon zarar görebilmektedir.Konuyla ilgili yapılan çalışmalar yüksek ölçüde serbest radikal üreten elektrik ve elektromanyetik alanların DNA'daki hata payını artırdığını ortaya koymuştur. Bu hata oranı binde bir ölçüsünde bile artsa, zarar vermeye yetmektedir. Yapılan bazı araştırmalarda elektromanyetik alanlar ile ilgili olarak kanser hastalığı konusunda da önemli bulgular elde edilmiştir.Ülkemizde de her gün abone sayısı artan cep telefonları ve baz istasyonlarının zararlı etkileri ve en azından bunun psikolojik etkileri önemli boyutlardadır. Bu konuda ilgili kuruluşlara da önemli görevler düşmektedir.
Farklı konsantrasyonlarda ekmek mayası içeren yemlerle beslenen ineklerin sütlerinden yapılan yoğurtların bazı özellikleri araştırılmıştır. Yapılan analizler sonucunda, yoğurtların kurumadde miktarı % 16.12-16.98, protein % 4.30-4.53, yağ % 4.13-4.28 ve kül miktarı ise % l .032-1.088 arasında değişmiştir. Ayrıca yoğurt çeşitleri arasında asitlik, pH ve serum ayrılması yönünden önemli derecede farklılıklar gözlenmiştir (p<0.05). Mikrobiyolojik analiz sonuçlarına göre, maya ve küf sayısmda örnekler arasında bir farklılık gözlenmemiş, fakat depolama süresince bir artış olmuştur (0.65-3.56 log/g).
Bu çalışmada Van ili tarım işletmelerinin büyüklükleri ve işledikleri arazi, işletme arazilerinin tasarruf durumu, işletme nevilerine göre büyüklükleri, arazinin parçalılık durumu gibi başlıca tarımsal işletme özellikleri üzerinde durulmuştur. Konular genellikle Doğu Anadolu Bölgesi ile karşılaştırmalı olarak işlenmiştir. Çalışmada elde edilen sonuçlara göre, Van İlinde ortalama işletme büyüklüğü 88 dekardır. 1-50 dekar genişlikteki işletmeler sayısal olarak toplam işletmelerin yansına yakınını (% 46,34) oluşturmasına rağmen, bu gruptaki işletmeler toplam alanın sadece %10,39'unu işlemektedir. İşletmelerin ancak yarısına yakını (% 47,32) 1-3 parçalı işletmelerden oluşmaktadır. İşletmelerin tümü yalnız kendi arazisini işletmektedir.
Dondurmanın soğukluğu ve tekstürü ile yoğurdun asidik tadını birleştiren yoğurt dondurması, besleyici özelliği açısından da önemli bir üründür. Hem ısı uygulamasının yapılması hem de laktik asit fermentasyonuna tabi tutulması ürünün sağlık açısından güvenilirliğini artırmaktadır. Ülkemiz insanının henüz çok fazla tanımadığı fakat ABD ve Avrupa'da uzun yıllardır tüketilen yoğurt dondurmasının en kısa sürede ülkemizde de tüketici beğenisine sunulması gerekmektedir. Bu çalışmada yoğurt dondurması, üretimi ve bileşimi konularında bilgi verilmiştir
Toprağa değişik şekillerde uygulanan S'nin tek başına ve P ile birlikte uygulanması durumunda toprak pH'sı, toprakta yarayışlı P miktarı, mısır bitkisi (Zea mays) gelişimi ve bitkinin P alımı üzerine olan etkisini araştırmak amaçlanmıştır. Bu nedenle toprağa l .25 ppm olacak şekilde S ve 100ppm P verilmiştir. Kükürt, yüzeye uygulama ve toprağa karıştırma şeklinde uygulanmış ve dört hafta boyunca tarla kapasitesinde inkübasyona bırakılmıştır. Çalışma sonunda S uygulamalarına bağlı olarak toprak pH'sı 0.11-0.37 birim arasında azalmış, buna karşılık bitki kuru ağırlığı, sömürülen P ve toprakta kalan yarayışlı P miktarı artmıştır. Bitki P içeriği ise S uygulamalarından etkilenmemiştir.. Fosfor uygulamaları ile bitki kuru ağırlığı, P içeriği, P alımı ve toprakta kalan P miktarları artmış, buna karşılık toprak pH' sı azalmıştır.
Bu çalışmada; Van yöresi topraklarında yetiştirilecek domates bitkisinin azotlu gübre isteği ile fosforlu gübre dozunun belirlenmesi araştırıldı. Çalışmada SC 2121 domates çeşidine amonyum nitrat, amonyum sülfat ve üre gübresinden dekara 12 kg sabit doz ile triple süper fosfat gübresinden 0-3-6-9 kg/da $(P_20_5)$ uygulanmıştır. Deneme tesadüf blokları deneme desenine göre 48 parsel olarak kurulmuştur. Araştırmada domates bitkisinin verimi belirlenmiş olup, ayrıca çiçeklenme ve hasat döneminde alınan yaprak örnekleri ile meyvedeki N,P,K içerikleri incelenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre yöre topraklarında yetiştirilen domates bitkisine uygulanacak en uygun azotlu ticaret gübresinin amonyum sülfat olduğu, bunun yanında triple süper fosfat gübresinin 9 kg/da $(P_20_5)$ dozunun önerilebilecek en iyi uygulama olacağı belirlenmiştir. Yapılan çalışmada önemli sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bu sonuçlara bağımlı kalarak üretim yapıldığında daha fazla ürün ve kaliteli domates bitkisi elde edileceği sonucuna varılmıştır.
Bu araştırma, bazı triticale hatlarının verim ve verim öğelerine farklı ekim sıklıklarının etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Araştırma, 1995-1996 yıllarında Van gölü havzasında yürütülmüştür. Deneme materyali olarak daha önce bölgede adaptasyon çalışmaları sonucu yüksek verimli oldukları tespit edilen 7,9,10 ve 13 nolu triticale hatları kullanılmış ve ekim sıklığı olarak $m^2$ ye 200, 300, 400, 500 ve 600 tohum uygulanmıştır. Deneme tesadüf parsellerinde faktöriyel deneme planına göre dört tekrarlamalı olarak yürütülmüş ve parsel alanları 9.6 $m^2$ olarak alınmıştır.Araştırma sonucunda ekim sıklığı arttıkça metrekarede başak sayısı artmış, başakta tane sayısı ve bin tane ağırlığı azalmıştır. Tane verimi ise 400 tohum/ $m^2$ ekim sıklığına kadar artış göstermiş bu sıklıktan sonra ise azaldığı tespit edilmiştir.
Van şartlarında nadas tipi ve ekim yönteminin tir buğdayında tane verimi ve verim komponentlerine etkisini belirlemek amacıyla 1993-94 ve 1994-95 yıllarında yürütülen bu araştırmada, tir mibzeri ve normal mibzerden oluşan iki ekim yöntemi ve 5 farklı nadas şekli uygulanmıştır Araştırma sonucunda ekim yönteminin metrekaredeki başak sayısı, bitki boyu, başakta tane sayısı, toplam verim ve tane verimine etkisi önemli, bin tane ağırlığına etkisi önemsiz bulunmuş ve nonnal mibzerle ekimde daha yüksek tane verimi alınmıştır. Nadas uygulamalarının metrekaredeki başak sayısı, bitki boyu, başakta tane sayısı, toplam verim ve tane verimine etkisi önemli, bin tane ağırlığına etkisi ise önemli olmamıştır. Yörede buğday tarımı için toprak işleme zorunlu olup, en yüksek tane verimi 15 Nisanda yapılan nadas toprak işlemesinden elde edilmiştir. Fakat, verim bakımından 15 Nisan sürümü ile 01 ve 15 Mayıs sürümleri anısında önemli fark olmadığı görülmüştür. Toprak işlemesiz doğrudan ekimlerde ise tane verimi önemli derecede azalmıştır.
Bu araştırma, Van sulu koşullarında ana ürün olarak yetiştirilen sorgum sudanotu melez çeşitlerinde bitki sıklığının ot verimine etkisini saptamak amacıyla, Van Orman Fidanlık Dairesinin arazisinde .1997 ve 1998 yıllarında yürütülmüştür. Deneme, bölünmüş parseller deneme desenine göre üç tekrarlamak olarak kurulmuş olup çeşitler (Gözde 80, Grazer ve Sugar Leaf) ana parselleri, bitki sıklıkları (40, 60, 80, 100 ve 120 bitki/m2) ise alt parselleri oluşturmuştur.Çeşitlerin yeşil ot verim farklılığı önemli bulunurken, kuru ot verimi yönünden çeşitler arasında önemli bir fark bulunamamıştır. Çeşitlerin ortalama dekara yeşil ot verimleri 3656.4-4281.0 kg ve kuru ot verimleri ise 1378.3-1529.0 kg arasında değişmiştir.Kullanılan bitki sıklıkları, incelenen özellikleri önemli derecede etkilemiştir. Genellikle bitki sıklığı arttıkça yeşil ot verimi, kuru ot verimi ve sap oranı artmış, yaprak oranı ise çok az azalmış olup; yüksek yeşil ot ve kuru madde verimi için en uygun bitki sıklığının 100 bitki/m2 olduğu tespit edilmiştir.

/ 26
26 / 26