10 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Dünyada nüfus artışına bağlı olarak, her geçen gün enerjiye olan gereksinim artış göstermektedir. ÖzellikleTürkiye gibi gelişen ülkelerde sanayinin gelişmesi, gelir seviyesinin artması ve teknoloji ile birliktegeliştirilen yeni nesil ürünlere paralel olarak ileriki senelerde enerji ihtiyacının daha da artacağıdüşünülmektedir. Bununla birlikte günümüzde kullanılan fosil kaynakların dünyada çok önemli çevreselsorunlar oluşturması ve bu kaynakların çok yakın bir gelecekte bitecek olması gibi faktörler çevre dostuenerji kaynaklarına olan yönelime ivme kazandırmıştır. Bu düşüncelerden hareketle çalışmada; yenilenebilir enerji ürünlerinden biri olan biyogaz için Mardin ili hayvansal atık potansiyelinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaca bağlı olarak çalışmada, İl Tarım ve Orman Müdürlüğü’nün güncel verilerikullanılarak küçükbaş, büyükbaş ve kanatlı hayvan varlığına göre oluşacak gübre miktarları hesap edilmiş, muhtemel yıllık biyogaz miktarı hesaplanmıştır. Çıkan sonuçla ise üretilebilecek enerji potansiyeli ortayakonmuştur. Buna göre; Mardin il sınırları içerisindeki hayvanlardan temin edilebilecek gübreninçürütülmesi ile yıllık 177823801 m3 biyogaz ve bu biyogazdan yaklaşık 404600 GJ enerji üretimpotansiyeli olduğu ve elektrik enerjisi eşdeğeri ise günde 229512 kWh olabileceği belirlenmiştir.
Bu araştırmada su kalitesi ikinci nesil çok değişkenli bir istatistik metodu olan Kısmı En Küçük Kareler YapısalEşitlik Modeli (KEKK-YEM) kullanılarak incelenmiştir. KEKK-YEM gözlenen değişkenlerden yola çıkıp doğ rudan gözlemlenemeyen (latent) değişkenler arasındaki ilişkileri açıklamaya çalışır. KEKK – YEM modelindekullanılan gözlenen su kalitesi faktörleri pH, TDS katyonlar ($Mg^{2+}$, $Na^+$ )ve anyonlar ($HCO_3^-$ , $Cl^-$ ve $SO_4^+$ ). Çalış mada kullanılan KEKK-YEM modeli iki aşamada değerlendirilmiştir; ölçüm modelinin uygunluğu farklı uyumindisleri ile birinci aşamada değerlendirildikten sonra ikinci aşamada yapısal model değerlendirilmiştir. YEM mo del sonuçlarına göre, su kalitesi üzerinde katyonların (γ=0.598, p<0.05) anyonlardan (γ=0.259, P<0.05) daha etkiliolduğu ve yine pH üzerinde katyonların (γ=0.643, P<0.05) anyonlardan (γ=-0.512, P>0.05) daha etkili olduğutahmin edilmiştir. Su kalitesi varyansının %65’i ($R^2$=0.650) ve pH’nin varyansının %19.5’i ($R^2$=0.195) anyonlarve katyonlar tarafından açıklandığı görülmüştür. Sonuç KEKK-YEM’in su kalitesinin değerlendirilmesinde klasikçok değişkenli ve bazı önkoşullara sahip daha fazla örneğe ihtiyaç duyan geleneksel istatistiksel metotların yerinebaşarı ile kullanılabileceğini göstermiştir.
With the discovery of Göbekli Tepe, Urfa has proven to be one of the oldest settlement in history and has been named "Zero Point of History" due to this feature. What happened in the history left countless artifacts and historical mysterious in Urfa and turned it into an open-air museum. One of the most important current mystery is why the life of Göbekli Tepe disappeared. It is an important fact that civilizations disappear not only for reasons such as war, but also due to environmental problems and sometimes, on the contrary, they have survived for many years. Based on these facts; this study aimed to draw attention to the issue of "erosion", which continues to be a major environmental threat and problem for today's world, and this issue has been studied specifically for Göbekli Tepe. In the light of all this information, an answer was sought for the question of whether Göbekli Tepe was undergrounded by human or natural means.
Günümüz dünyasının en büyük sıkıntılarından biri de göç olaylarıdır. 2011 yılında Suriye’de baş gösteren karışıklıklarnedeniyle başlayan göç olayları ise II. Dünya Savaşı’ndan bugüne, dünyada yaşanan en büyük göç sorunu olarak kabuledilmektedir. Yüzyılın dramatik olaylarından biri olarak ortaya çıkan bu göç olayından, en çok Türkiye ve de özellikleTürkiye’nin Suriye’ye sınırı olan şehirleri etkilenmiştir. Bu etkileşim, kendini ekonomik, sosyal, güvenlik, toplumsal vedaha birçok alanda negatif olarak göstermiştir. Yaşananlar, ülke gündemine, çözüme kavuşturulması gereken birbirindenönemli sorunları taşımıştır. Problemler listesinin en önde gelenlerinden biri de artan göçmen nüfusuna bağlı her geçen günartış gösteren çevresel konularla ilgili problemlerdir. Birçok konuda kirletici yükünün artışına sebebiyet veren göçmennüfus artışı, çözümlerin getirilmesi adına, konunun her yönden incelenmesi, araştırılması ve gelecek planlamalarınyapılması adına veri teminini zaruri kılmıştır. Bu düşünceden hareketle yapılan çalışmada, göçmen ailelerin evsel atık vegeri dönüşüm konusundaki özelliklerini ortaya çıkarmak ve mevcut yerli ailelerinkiyle karşılaştırılmasına ait verilerinoluşturulması hedeflenmiştir. Çalışma ile Suriye’den gelen göçmen ailelerin Türk ailelerin yaşam tarzlarıyla benzerlikgösterdiği ve buna bağlı olarak da günlük davranış, beslenme ve sonucunda oluşan atık miktar ve özelliklerinin anlamlıfarklılık göstermediği ortaya konmuştur. Elde edilen verilere bağlı olarak da, ülkemizin mevcut durumunu olduğu kadaryarınlarını da büyük ölçüde ilgilendiren yorum ve önerilerde bulunulmuştur.
Amaç: Önceden yapılmış olan çalışmalar genellikle şizofreni hastalarındaki klinik içgörü düzeyi ile işleyen bellek işlevlerinin ilişkili olduğunudüşündürmektedir. Buna rağmen bu çalışmalar kabaca işleyen bellekişlevleri üzerine odaklanmış ve bu işlevin bileşenlerini konu almamışlardır. Bu nedenle bu çalışmada temel olarak şizofreni ve şizoaffektifbozukluk hastalarının klinik içgörülerinin işleyen bellek bileşenleri ileilişkisi araştırılmıştır.Yöntem: Hasta grubuna Negatif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği vePozitif Belirtileri Değerlendirme Ölçeği’nin yanında klinik içgörüyüölçmek için Akıl Hastalığına İçgörüsüzlük Ölçeği verilmiştir. Ayrıcatüm katılımcılara işleyen bellek işlevlerinin ölçülmesi için bir “Durumsal Farkındalık Testi” uygulanmıştır. Yazındaki kanıtlara dayanılarak butestin birinci aşamasının işleyen belleğin “görsel uzaysal yazı tahtası” bileşenini, ikinci aşamasının ise “epizodik tampon” (bağlanmış bilgileridepolama) bileşenini ölçtüğü kabul edilmiştir. Bu bileşenlerin işlevleriüstten-alta ve alttan-üste bilişsel süreçler olarak ayrı ayrı ölçülmüştür.Bulgular: Alttan-üste bilişsel süreç ile gerçekleştirilen epizodik tamponişlevi klinik içgörü ile ilişki gösteriyordu. Bu ilişki pozitif belirtileriniçgörü üzerindeki etkisi kontrol edildikten sonra da devam ediyordu.Hastalar hem üstten-alta hem de alttan-üste bilişsel süreçler ile görseluzaysal yazı tahtası işlevi açısından kontrollerden kötüydüler. Ayrıcahastalar üstten-alta bilişsel süreç ile gerçekleştirilen epizodik tamponişlevi açısından da kontrollerden kötüydüler.Sonuç: Şizofreni ve şizoaffektif bozukluk hastalarında klinik içgörü epizodik tampon alttan-üste süreç aracılığı ile yapılan bağlama işlevi ileilişkili olabilir. Bu yeni bulguyu teyid etmek için yapılacak yeni çalışmalar gereklidir.
ÖZET Amaç: Yoğun bakım ünitesinde (YBÜ)yatmakta olan hastalarda gelişebilecek akutböbrek hasarının tanısı (ABH) için kullanılanrenal biyomarkerların (NGAL, KIM-1, IL-18,Sistatin-C) etkinliğini değerlendirmektir.Gereç ve Yöntem: Çalışmamızİstanbul Üniversitesi İstanbul TıpFakültesi, Reanimasyon Bilim Dalındagerçekleştirilmiştir. Çalışma süresi bir ayolarak planlanmış, bu süre boyunca YBÜde48 saatten uzun kalan, birbirini takip eden,18 yaş üstü bütün hastalar çalışmaya dahiledilmiştir. Toplam 24 olgu değerlendirmeyealınmış bunlara 144 ölçüm yapılmıştır. YBÜyekabul sırasında ABHsi mevcut olanlar, yoğunbakımda ABH gelişen ve yoğun bakımyatışları sırasında hiç ABH gelişmeyenhastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Daha sonrahastalar iki gruba bölünmüştür. Birinci grup,YBÜ yatışları sırasında hiç ABH geçirmemişhastalar olarak düşünülmüş ve kontrolgrubu adı verilmiştir. İkinci grup ise yoğunbakım yatışları sırasında veya yoğun bakımayatmadan ABH tanısı olan hastalardanoluşmuştur. Bu hastalarda NGAL, KIM-1, IL-18, Sistatin-C düzeyleri her gün ölçülmüştür.Bulgular: ABH gelişmiş olan hastaların KIM-1(p<0,01), NGAL (p<0,01), IL-18 (p<0,05) veSistatin-C (p<0,01) değerlerinin, kendi kontrolgruplarına göre, istatistiksel olarak anlamlıderecede yüksek olduğu saptanmıştır.Sonuç: YBÜde yatmakta olan hastalar içinakut böbrek hasarının tanınmasında, serumNGAL, IL-18, Sistatin-C ve KIM-1, değerlibiyomarkerlar olarak tespit edilmiştir.
Bu makalede güncel siyaset teorisinde farklı mecralarda yürüdüğü düşünülebilecek olsa da birlikte yeni bir ruh hâli teşkil ettiğini savunduğum üç yazın alanını ele alıyorum. Öncelikle “temel” tartışmaları sonrası temeli aşılmış görmeyen ama onun ahlâk ve siyaseti biçimlendirme tarzını belirlenimcilikten farklı kurgulayan post-temelcilik anlayışı ile seyrek ontoloji kavramını işliyorum ve bunun normatif sonuçlarını soruşturuyorum. Siyasaldaki teolojik unsuru ortaya çıkarma çabasındaki yeni teorik yaklaşımlar ise ikinci başlığı oluşturuyor. Bu bağlamda temel ve siyaset ilişkisini teist bir düzlemde tasavvur eden siyaset teolojisinin eleştirel türlerine ve bilhassa Özgürleşme Teolojisine dikkat gösteriyorum. Ayrıca siyasetteki “teolojik tortu” olarak nitelendirdiğim mitos, mesihîlik ve teodise kavramlarını ayrı başlıklarda inceliyorum. Analiz ettiğim son alan olan radikal demokrasi ise bu tartışmaya bilhassa yeni ontolojik tahayyüleriyle dâhil oluyor ve liberal demokrasi ile liberal sekülerizme ontolojik eleştirileriyle merkezî önem taşıyor. Yazının temel ekseninde savunulan düşünce, Avro-Amerikan siyaset teorisinde Dîvân DİSİPLİNLERARASIÇALIŞMALAR DERGİSİcilt 18 sayı 34 (2013/1), 1-48* Bu çalışma “The Political Ontology of Islamic Democracy: An Ontological Narrative of Contemporary Muslim Political Thought” başlıklı doktora tezimizin bazı bölümlerine dayanmaktadır.post-temelci siyaset ontolojisi, eleştirel siyaset teolojisi ve radikal demokrasinin birlikte kıvamlandırdığı yeni bir ruh hâline girildiği yönündedir. Bunun da radikal farklılık, derin çoğulculuk ile farklı mitosları kabulleniş ve sahipleniş gibi yeni tutumlar temelinde “öteki”ne daha açık bir müzakere zemini yarattığı ve daha yücegönüllü etikopolitik teşekküllere imkân verecek bir normatif alan açtığı savunulmaktadır
Bu çalışmada Marx’ın kapitalizm eleştirisinde kullandığı kınayıcı ahlâkî tabirlerden yola çıkılarak kapitalizme yaptığı itirazların etik niteliği soruşturulmaktadır. Ayrıca 1970’lerde bilhassa Kuzey Amerika akademyasında geniş yer tutan tartışma, siyaset felsefesinde post-yapısalcı etik dönümün ve post-Marxizm’e geçişin ertesinde bu dönüşümlerin muhtemel teorik sonuçlarıyla birlikte yeniden ele alınmaktadır. Daha genel olarak da Marx’tan bir etik teori çıkarmanın imkânı, gereği ve sınırları araştırılmaktadır. Sonuç olarak Marx’ın özellikle öne çıkarmadığı ahlâkî eleştirinin yine de felsefi sisteminde içkin olduğu ve etik dönüm sonrası daha belirgin biçimde ortaya konulabileceği savunulmaktadır. Ancak Marx’ın ahlak temelli söylem ve mücadele aleyhinde ve temelde materyalist duyarlıklarında köklenen tutumu gereği anti-kapitalist mücadelenin tabanda, maddi ve siyasi kalmasının Markist görüşte esas olduğu vurgusu yapılmaktadır.
-
An association between anticonvulsant drugs taken during pregnancy and congenital abnormalities was first identified by Meadow et al. in 1968. Manson and Frederic clarified teratogenic effects of hydantoin in their epidemiological studies in 1973. Varied malformations due to hydantoin intake during pregnancy include digit and nail hypoplasia, growth retardation, typical facial appearance, rib anomalies, abnormal palmar creases, hirsutism, and low hairlines. Ambiguous genitalia is rarely associated with this syndrome. We present two siblings, aged three years and three months, with fetal hydantoin syndrome (FHS). Both were born to an epileptic mother who was given diphenylhydantoin (DPH) and phenobarbital throughout her pregnanies. The patients showed many characteristics of FHS, and ambiguous genitalia. Clinical and laboratory examinations revealed that both have normal female internal genital organs and female karyotypes.

/ 1
2 / 1