50 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
The aim of the study was to identify the bacterial profile and antimicrobial susceptibility from surgical site cultures in queens and bitches undergoing ovariohysterectomy via ventral midline and lateral flank approaches. Healthy 22 queens and 21 bitches were assigned randomly either ventral midline or lateral flank approach for routine ovariohysterectomy. Surgical site samples were collected before the surgery and on the $1^{st}, 2^{nd} ,and 3^{rd}$ days after the surgery for microbiological analysis. A total of 70 different strains were isolated from 50 (29%) of 172 samples. In both queens and bitches the total number of bacteria isolated from the midline approach (n = 50) was found to be higher than in the flank approach (n = 20). The most frequently isolated bacteria were Staphylococcus intermedius group (SIG) (38.5%), followed by Enterococcus faecium (10%) and Staphylococcus lentus (8.5%). Of the isolated Staphylococcus spp. strains were positive 64% for beta-lactam resistance while 52% of that strains were also methicillin-resistant. Multidrug resistance to methicillin, beta-lactamase, and clindamycin was determined in two Staphylococcus spp. isolates. A high level of streptomycin resistance was observed in three Enterococcus faecium isolates. Overall, this study revealed that choosing the surgical site for ovariohysterectomy affected the bacterial profile and more than half of the isolates were resistant to antimicrobials. Thus, the lateral flank approach might be better than the ventral midline approach to prevent possible complications such as a surgical site infection in queens and bitches undergoing ovariohysterectomy.
Kurgusal nitelikli çocuk kitaplarındaki merak unsurlarını belirlemeye yönelik yapılan çalışma, doküman analizi deseniyle kurgulanmıştır. Araştırmanın verileri, Türkiye’de en çok satılan 10 adet kurgusal nitelikli çocuk kitabı esas alınarak oluşturulmuştur. Bu kitaplar 12 farklı internet sitesinin satış verilerine göre belirlenmiştir. Araştırmanın verisini oluşturan çocuk kitaplarında merak unsurunun nasıl ele alındığını belirlemek için içerik analizi tekniği kullanılmıştır. Bu çerçevede belirlenen merak unsurları; türüne, giderilme yöntemine, bu süreçte iletişime geçilen kişilere ve sonuçta gözlenen unsurlara göre kodlanıp sınıflandırılmıştır. Çalışma sonucunda, kitapların merak duygusunu nitelikli bir şekilde yansıtamadığı; eserlerde sıradan, heyecan ve gizem içeren merak türlerinin öne çıktığı, çocukların akademik merakının ise geri planda kaldığı tespit edilmiştir. Ayrıca araştırmada erkeklerin kadınlara göre daha fazla merak ettiği kadınların ise nitelikli olmayan meraklara sahip oldukları tespit edilmiştir. İncelenen kitaplarda diğer bir konu da merakların giderilme sürecinde karakterlerin uyguladıkları yöntemlerdir. Karakterler, meraklarını en fazla başkalarına sorarak gidermekte, ardından kişisel araştırmalar yaparak, uzman/işi bilen kişilere sorarak veya çeşitli basılı/elektronik kaynakları takip ederek meraklarına yanıt aramaktadırlar. İncelenen kitaplarda önemli konulardan bir diğeri de merakların giderilmesiyle ortaya çıkan sonuçlardır. Kitaplarda karakterler meraklarının sonucunda en fazla bilgi edinmekte ve duyuşsal tepkiler vermektedirler. Sonuç olarak kitaplarda merak duygusunun giderilmesi için farklı ve akılcı yöntemler sunulmadığına ve çocukları bir şeyler keşfetmeye özendirecek merak duygusunun çok zayıf olduğu bilgisine ulaşılmıştır.
Yüzlerce yıllık kader birliğine sahip Türklerin ve Moğolların, gerek devlet geleneği ve gerekse sosyal yaşama dair çok sayıda ortak motifi paylaştıkları görülür. Dokuz sayısı, iki milletin ortak kültür motifleri arasında öne çıkan önemli bir semboldür. Dokuz sayısına dair ilk bilgiler Altay yaratılış efsaneleri içinde geçmektedir. Ortak soy birliğine de vurgu yapan ve bir vesile ile Oğuz Han ve Cengiz Han’ı birbirine bağlayan destansı anlatılarda da yine dokuz sayısına çok sayıda atıf yapıldığı görülmektedir. Orta Asya başta olmak üzere, dünya tarihinin akışına yön veren Türklerin ve Moğolların eski kültürlerine ait motifleri, zaman içinde dâhil oldukları inanç sistemlerine de taşıdıkları anlaşılmaktadır. Nitekim dokuz sayısı, Türkistan bölgesinde yoğun şekilde gelişme gösteren Tasavvuf kültürüne de geçerek, verilen edebî ürünlerde kendini göstermiştir. Tarihleri, Cengiz Han ile adeta yeniden yazılan Moğolların, dokuz sayısını kutsiyet sembolü olarak kullandıklarına dair çok sayıda kaynak mevcuttur. Bu eserlerde, daha çok Cengiz Han ile özdeşleşen dokuz sayısının, Timur devrine ait kaynaklarda da yine Timur’a atfen kullanıldığı görülür. Benzer yazım gelenekleriyle ortaya çıkan edebî ve tarihsel kaynaklarda da aynı tutumun izlendiği anlaşılmaktadır. Bu makalede, inanç eksenli ortaklığın yansıması olarak öne çıkan ve sembolik olmakla birlikte birer kültür motifi özelliği bulunan dokuz sayısının mitolojik, edebî ve tarihsel kaynaklar içindeki kullanımını, Orta Asya ve yakın çevresi özelinde inceledik.
Amaç: Bu çalışmanın temel amacı, sağlık turizmi aracı kuruluşlarının bakış açısıyla sağlık turizminde yaşanan problemlerinin ve ihtiyaçlarının belirlenmesi ve önceliklendirilmesidir. Mevcut çalışmalardan farklı olarak doğrudan aracı kuruluşlardan veri toplanması ve analiz edilmesi bu çalışmanın literatür açısından önemini artırtmaktadır. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmada, doğrudan aracı kuruluşlardaki yöneticilerin görüşleri 3 turda tamamlanan Delphi yöntemi ile toplanmıştır. Bu kapsamda 138 katılımcıya ulaşmak hedeflenmiş ancak araştırmaya katılmayı kabul edip, sürece devam eden 25 katılımcının görüşleri alınabilmiştir. Tespit edilen sorunların en önemlilerinin ve birbirini etkileme durumlarının belirlenmesi için 2. kısımda DEMATEL yöntemiyle alanında uzman 6 farklı kişiden görüş alınmıştır. Bulgular: Araştırmanın 1. kısmında yürütülen Delphi tekniği sonucunda 33 farklı konuda yaşanan sorunlar beyan edilmiş ancak 10 tanesinde uzlaşı olduğu belirlenmiştir. Araştırmanın 2. kısmındaysa uzlaşı sağlanan konularla yapılan DEMATEL analizi neticesinde ise yabancı dil bilen kalifiye personel eksikliği, aracı kuruluşlarının tanınırlıklarının eksik ve kurumsallıklarının gelişmemiş olması, paydaşlar arasındaki iletişim ve koordinasyonun gelişmemiş olması, etkin pazarlama faaliyetlerinin yürütülememesi, diğer sorunları da etkileyebilen sorunlar olarak belirlenmiştir. Sonuç: Nihai olarak sağlık turizminin geliştirilebilmesi için tek bir soruna odaklanmanın ötesinde bütüncül bir bakış açısıyla mevcut sorunların önceliklerine göre beraber değerlendirilmesi gerekir. Öncelikli olarak yabancı dil eğitiminin ve paydaşlar arasındaki koordinasyon ve iş birliğinin geliştirilmesi için Türk Sağlık Sistemi markası çatısı altında her bir aracı kuruluş sisteme kaydedebilir ve sağlık turizmi hizmet sunum süreçlerinin tüm verileri, bilgi işlem sistemlerine kayıt edilerek sürecin daha etkin ve verimli yönetimini sağlayan platformlar geliştirilebilir. Böylece bir diğer önemli kriter olan fiyatlamadaki düzensizliklerin de sürekli takibi yapılarak, standardize edilebilmesi sağlanabilir.
Muhtâr b. Ebû Ubeyd es-Sekafî, 66-67/ 686-687 yıllarında Muhammed b. Hanefiyye tarafından “Hz. Hüseyin’in intikamını almak ve mazlumları korumak” üzere görevlendirildiğini ileri sürerek Zübeyrî ve Emevîlere karşı Kûfe merkezli bir hareket başlatmıştır. Kısa sürede başarıya ulaşıp Irak’ı ele geçiren Muhtâr’ın hareketi aynı hızla inişe geçerek bir buçuk yıl gibi kısa bir sürede ortadan kalkmıştır. Makalemizde Kûfe’deki kabilelerin ve İranlı mevâlînin bu harekete karşı geliştirdiği ilişkinin mahiyeti irdelenmektedir. Emevîlerin Hz. Ali çocuklarını iktidardan uzaklaştırması ve İranlı mevâlîye ayrımcılık yapması bu iki grubun memnuniyetsizliğini artırmıştır. Muhtâr bütün stratejisini, Ali taraftarları ve mevâlî üzerinden düşmanlarıyla mücadele edecek şekilde kurgulamıştır. Onun programındaki “Hüseyin’in intikamını almak ve güçsüzleri korumak” söylemi her iki gruba cazip geliyordu. Hareketin başlarında Muhtâr, en büyük desteği çoğunluğu Yemenli olan Arap kabilelerden görmüştür. İlkin Muhtâr’a karşı mesafeli bir tutum izleyen İranlı mevâlîler, bu hareket sayesinde sosyo-ekonomik statülerinde iyileşmenin olabileceği ve Arap kabilelerin boyunduruğundan kurtulabileceklerine ikna olunca aktif bir şekilde Muhtâr’ı desteklemişlerdir. Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi olayını, ince bir siyâsetle kendi lehine çeviren Muhtâr, Yemenli kabileler ve mevâlînin desteği ile kısa sürede Basra hariç Irak, Irak-ı Acem ve el-Cezîre bölgesinin tamamını ele geçirmeyi başarmıştır. Muhtâr, ilk başarısını Kûfe’deki Yemen orijinli Arap kabileleri üzerinden elde etmiştir. Hareketin bel kemiğini oluşturan Yemenliler, isyanın başarı ve başarısızlığında ana rolü üstlenmişlerdir. Süreç içinde İranlı mevâlînin hareket içindeki görünürlüğü artmıştır. Ama bu durum, Kûfe kabile eşrâfının onunla kendi aralarına mesafe koymalarına sebep olmuştur. Mevâlî tehlikesi daha fazla büyümeden müdahale etmek isteyen Kuzeyli Adnânî ve Güneyli Kahtânî kabile reisleri, Muhtâr’a karşı bir darbe girişiminde bulunarak Kûfe’deki sosyo-ekonomik düzenin bozulmasının önüne geçmek istediler. Ancak bu darbe girişimi, yine İbrahim b. el-Eşter en-Nehâî liderliğindeki Kahtânîlerden Mezhic kabile grubunun çabalarıyla boşa çıkarılmıştır. Başarısız darbe girişiminden sonra Basra’ya sığınan Kûfeli kabile reislerinin Zübeyrîleri kışkırtması üzerine Zübeyrîler ile Muhtâr karşı karşıya gelmiştir. Bu şekilde Muhtâr’ın hareketi kurumsallaşma aşamasına geçemeden ortadan kaldırılmıştır. Muhtâr Hareketinin gelişip yükselmesinde en büyük pay Yemenli kabileler ile mevâlîye ait olduğu gibi, hareketin gerilemesinde de en büyük pay Yemenli kabilelere aittir. İranlı unsurların birinci asırdaki Arap milliyetçiliğinden duyduğu rahatsızlık, onları Emevî karşıtı muhalif hareketlerin içine girmeye sevk etmiştir. Mevâlînin, Emevîlerin ve Arap kabile reislerinin Arapçı tutumlarından rahatsız olduğunu bilen Muhtâr, onların kulağına hoş gelen “eşitlik”, “adalet” ve “mazlumları koruma” gibi söylemler fısıldayarak fırsattan istifade etmiştir. Muhtâr, mevâlîye olan şiddetli ihtiyacı nedeniyle, iki yıllık iktidarı döneminde söylemlerini fiiliyata dökerek mevâlîyi Araplarla eşit tutmuştur. Mevâlînin Muhtâr hareketine yaklaşımı onlara “Araplarla eşit statüde yaşama fırsatı sunan bir araç” şeklindedir. Muhtâr, mevâlîyi kendi siyasî amaçlarına ulaşmak için kullandığı gibi; mevâlî de Muhtâr’ın hareketini esaret prangalarını kırmak için kullanmıştır. “Kazan- kazan” anlayışının hâkim olduğu bu dayanışma, Muhtâr’ı mevâlî haklarının yılmaz savunucusu yapmadığı gibi mevâlîyi de Hz. Ali’nin şiddetli taraftarı yapmamıştır. Geliştirilen ilişkide tarafların farklı beklenti ve çıkarları vardır. Tevvâbûn hareketi içinde mevâlînin yer almaması, o tarihlerde mevâlînin Hz. Ali taraftarlığıyla öne çıkmadığını ve geliştirilen ilişkinin taktiksel olduğunu gösterir. Diğer bir deyişle, mevâlî Hz. Ali sempatizanı olduğundan değil, Muhtâr hareketini bir basamak olarak kullanıp statüsünü yükseltmek için Muhtâr’ın etrafında kenetlenmiştir. Emevîlerin Hz. Ali çocuklarına yaptıkları haksızlıklar Ali taraftarlarını; Araplarca mevâlîye reva görülen haksızlıklar da mevâlîyi Muhtâr’a yaklaştırmıştır.
The purpose of this study is to develop health tourism strategies in order to get more share of the international market. In this scope, firstly the negatives for health tourism of Turkey are examined by researching literature. Then a fuzzy AHP (Analytic Hierarchy Process) method was employed in the study. The decision-making group consists of the health tourism and management and strategy experts of hospital and university who have at least twelve years of experience. According to analysis findings, decision makers primarily chose the subjects of Insufficient legal sanctions for faulty applications, lack of coordination with agencies and insurance companies abroad and insufficient number of physicians and health personnel who can speak a foreign language and qualified. For increasing market share of Turkey on health tourism priority strategies can be as follows; legal regulations should be made that are comprehensive, future-oriented and protect all stakeholders, including important organs of the public and private sector and complication insurance may be required, in order to ensure the coordination of national and international stakeholders, the conference, fairs and events should be increased and each stakeholder should be taken into account, and finally in order to increase the foreign language skills of physicians and healthcare personnel, it is necessary to cooperate with Ministry of Health, Ministry of National Education and Universities.
Giriş: Zehirlenmeye neden olan etkenler ülkeden ülkeye, aynı ülke içerisinde bölgeden bölgeye ve hatta aynı bölgede yıllar içerisinde değişkenlik gösterebilmektedir. Çocuk yoğun bakım ünitemizde (ÇYBÜ) zehirlenme nedeniyle izlenen hastaların demografik özellikleri, zehirlenme nedenleri ve yoğun bakım yatışına etki eden faktörleri değerlendirdik. Yöntemler: Çalışmamıza ÇYBÜ’de zehirlenme nedeniyle takip edilen 1 ay-18 yaş arası 115 hasta dahil edildi (Ocak 2017 ve Aralık 2019). Bulgular: Hastaların ortanca yaş değeri 154 ay (37-196) ve 51’i (%44) erkek idi. Kız hastaların ve intihar girişimi nedeniyle yoğun bakıma yatış yapılan hastaların yaş ortalaması daha yüksekti (p<0,05). Beş ile on iki yaş arasında olan hastaların 9’unda (%75) zehirlenme akrep sokması ya da yılan ısırması nedeniyle ev dışında gerçekleşmişti ve diğer yaş gruplarıyla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksekti (p<0,05). Yoğun bakım yatış süresi en az 1 gün, en fazla 39 gün ve ortanca 2 gün idi. Hastaların 55’i (%48) tek ajan ile, 25’i (%22) çoğul ajan ile zehirlenmişlerdi. Yoğun bakım yatış gerektiren en sık neden 80 hastada (%70) yakın takip ihtiyacı iken, 21 (%18) hastada hipotansiyondu. Hastaların 64’üne (%56) herhangi özellikli tıbbi tedavi uygulanmamışken, en sık uygulanan tedavi mide yıkaması (n=51, %44) idi. Organofosfat zehirlenmesi nedeniyle takip edilen tek bir kız hastada ölüm gerçekleşmişti. Sonuç: Çocukluk çağı zehirlenmeleri hala önemli bir çocuk yoğun bakım yatış nedenidir. Zehirlenme nedenlerinin ve önleyici uygulamaları değerlendiren daha kapsamlı çalışmaların gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
-
Araştırma ile biyolojik ve biyoteknik (B/BT) mücadele destekleme türlerinin dağılımı, ürünler itibarıyla B/BT mücadele desteklerinden yararlanma durumu ve desteğe başvurulan alanların yıllara göre değişimi, üreticilerin B/BT mücadele desteklerine başvuru nedenleri, B/BT desteklerinden memnuniyet durumu ve destekten yararlanmaya devam etme kararları gibi bilgileri elde etmek, destekleme olmaması durumunda bile üreticilerin B/BT ürünlerini kullanmaya devam etme olasılığını tahmin etmek amaçlanmıştır. Araştırma, üreticilerin B/BT destek uygulamalarına yaklaşımını incelemesi bakımından özgündür. Araştırma alanı olarak seçilen Antalya, Isparta ve Burdur İllerinde tabakalı örnekleme yoluyla seçilen 108 üretici ile anket yapılmıştır. Araştırma kapsamında görüşülen üreticiler arasında, B/BT mücadele uygulamalarını, destekleme yapılmadan önceki yıllarda da bilen ve uygulayanlar olduğu gibi desteklemeden sonra haberdar olan ve uygulamaya başlayanlar olduğu anlaşılmıştır. B/BT uygulaması yapılan üretim alanları yıllar içinde artış göstermiştir. Üreticilerin %69.4’ü B/BT mücadele desteklemelerinden memnun olduğunu, %85.2’si desteklemeden yararlanmaya devam edeceğini, %77.8’i ise destekleme olmasa bile B/BT mücadele uygulamasına devam edeceğini ifade etmektedir. Bu uygulamaların benimsenmesi ve sürdürülmesinde etkili ana faktörler, B/BT uygulamalarının zararlı kontrol performansı ve B / BT kontrol yöntemleri ile üretilen ürünlerin piyasada daha yüksek fiyatla satılabilmesidir. B/BT mücadele yapan üreticilerin destekleme olmasa bile uygulamalara devam etme olasılıklarına etki eden unsurları belirlemek için yürütülen logistik regresyon analizinde, modele dahil edilen bağımsız değişkenlerden; eğitim, desteklemeden memnun olma durumu ve danışmanlık hizmeti alma durumu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. B / BT kontrol ürünlerini kullanmaya devam etme kararını bildirmenin en güçlü öngörüsü eğitim düzeyidir. B/BT mücadele desteğine devam edilmeli, uygulamalara yönelik teknik destek ve eğitim-yayım çalışmaları yürütülmeli ve bu yöntemle üretilen ürünlere yönelik bilinçli bir tüketici yaklaşımı geliştirilmelidir.
In the scope of this study, in order to determine the floatability characteristics of lignites, 5 samples were collectedfrom various lignite reserves of Turkey namely Dursunbey, Çayırhan, Ilgın, Ermenek, and Gürmin-Merzifon. Collectedsamples were analyzed in terms of float and sink analysis. As regards to float and sink analysis, the original sampleswere floated and sinked in 2 different ZnCl2 solutions of densities 1.40 and 1.60 g cm3. Proximate analysis of eachoriginal sample for the corresponding lignite was carried out in the beginning of this study. In terms of proximateanalysis performed, Dursunbey lignite sample has the lowest ash content of 24.86 % while Gürmin Merzifon lignitesample has the highest ash content of 45.02 %, respectively. Accordingly, 5 float and sink analysis graphic obtainedand they would help one to understand and easily figure out the optimum medium density for cleaning.
Çeviri, en basit anlamıyla bir dilden başka bir dile dolayısıyla da bir kültürden başka bir kültüre yapılan sözlü ve yazılı aktarımların tümüdür. Çin’de bilinen en eski kayıtlı çeviri faaliyetleri, Zhou Hanedanı’na (周朝/MÖ 1122-221) kadar uzanmaktadır. Bu ülkenin çeviri tarihini üç aktarım sürecine ayıracak olursak, ilk aktarım Budizm’in Çin’e gelişiyle birlikte dini metin çevirileri ile başlamıştır. İkinci aktarım ise 16. ve 17 yüzyıllarda Cizvit misyonerlerin Katolikliği yayma çabalarıyla ve ağırlıklı olarak dini metinlerin yanı sıra bilimsel metinlerin de çevrilmesi ile devam etmiştir. Üçüncü aktarım ise 19. ve 20. yüzyıllarda ağırlıklı olarak Batı biliminin çevrilmesi ile gerçekleşmiştir. Böylece ülkede batılılaşma ile eş anlamlı hale gelen bir modernleşme sürecinin başladığı yaygın olarak kabul edilir. Afyon Savaşları’nda aldığı yenilgilerin de etkisiyle Çin bu süreçte büyük bir uyanış geçirmiş, gelenekselci özünü kaybetmeden Batıdan sadece bilimi geliştirme anlamında faydalanabilmek için çeviriye daha fazla önem vermiştir. Bu doğrultuda hükümet, kendi çevirmenini yetiştirmek ve iki dil bilen kaliteli memur ihtiyacını karşılamak için 1862 yılında “Tongwen Guan (同文館)” çeviri okulunu kurmuştur. Çalışmanın amacı; çeviri deyince akla ilk gelen Batı dünyasının yanı sıra Doğu’yu da Çin üzerinden inceleyip ele alarak, çeviribilim alanına Doğu’dan bir örnekle katkı sağlamaktır. Çalışmada veri toplamak amacıyla China Academic Journals (CNKI) veri tabanı ve açık kaynaklardan elde edilen bilgiler ve bu alanda yazılmış kitaplar kullanılarak uzun Çin tarihi içerisinde çevirinin rolü incelenmiştir. Bu doğrultuda Çin’de çevirinin, ülkenin geleneksel dünya algısı ve bazı hükümet politikaları çerçevesinde olumlu anlamda şekillendiği gözlemlenmiştir. Günümüzdeki modern Çin, ülkenin Batı liderliğindeki bir dünya sisteminde kendi yolunu bulup, fırsatlarını keşfetmesiyle mümkün olmuştur.
İslâm’ın doğru anlaşılması, temel kaynakları olan Kur’an-ı Kerim ve ha- dislerin maksatlarına uygun bir şekilde kavranmalarına bağlıdır. Bu gerçeği çok iyi bilen Hz. Peygamber, sözlerindeki amaçların kavranması yönünde çok vurgulu telkin ve teşviklerde bulunmuş, neticede sahâbe-i kirâm arasın- dan hadislerin maksatlarına nüfuz edip rivayet-dirâyet bütünlüğünü sağla- yan kimseler ortaya çıkmıştır. Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra ise daha ön- cesinde var olmayan pek çok olay vuku bulmuş, farklı dinî anlayışlar zuhur etmiş ve bu durum fıkhü’l-hadîse/dirâyetü’l-hadîse olan ihtiyacı arttırmış; hatta hadislerin manalarını anlamak, ilmin yarısı kabul edilmiştir. Bu bağ- lamda zuhur eden her bir ekol de kendi prensipleri çerçevesinde rivayetleri anlama gayreti içinde olmuştur. Mesailerinin çoğunu hıfz, kitâbet, tedvin ve tasnîf faaliyetleri ile geçiren ehl-i hadîs ise rivayetleri idrak noktasında bir- takım eleştirilere maruz kalmışlar hatta muhtevasını bilmeden hadis nak- letmek ve bilgi hamallığı yapmak ile itham edilmişler, buna mukabil onlar da savunma refleksi ile kendilerinin de bu alanda yetkin olduklarını ispat için gerek rivayet gerekse dirâyet/usul türü çalışmalar kaleme almışlardır. Nitekim telif ettikleri bu eserlerde, bir taraftan daha öncesinde yapageldikleri fıkhü’l-hadîs çalışmalarını günyüzüne çıkarmaya diğer taraftan ilgili alan- da kendilerinin de söz sahibi olabileceklerini göstermeye çalışmışlardır. İşte bu makale, alanında ilk olma niteliği taşıyan el-Muhaddisü’l-fâsıl beyne’r-râvî ve’l-vâî adlı usul eseri çerçevesinde fıkhü’l-hadîs meselesinin nasıl ele alınıp incelendiğini konu edinmektedir
Bu çalışmada, iki termik santral özelinde uçucu küller yanmamış karbon açısından incelenmiş ve elde edilen analiz sonuçları kömürün kısa analiz sonuçlarıyla ve kömürün öğütülme sonrası boyut parametreleriyle karşılaştırılmıştır. İncelenen ilk santral için, yanma kazanının aynı şartlar altında farklı kömür örnekleriyle çalıştığı bir süreç incelenirse ve bu süreçte küllerde farklı değerlerde yanmamış karbon tespit edilirse, bunun nedeninin daha çok kömüre ait nedenler olduğu düşünülebilir. Bu çalışmada, iki farklı santral değerlendirilmiş olup, 17 farklı uçucu madde içeriği olan kömür kullanan birinci santralde gözlemlenen 17 farklı yanmamış karbon değerinin ilişkisi kurulmuş ve sonuçlar kömürün uçucu madde içeriğinin yanmamış karbon üzerinde oldukça etkili olduğunu göstermiştir. İkinci santralde ise pulverize kömür örneklerinin boyut dağılımları incelenmiş ve boyut parametreleriyle yanmamış karbon arasındaki ilişkiler belirlenmiştir. Kömür boyut dağılımına ait D32 boyut parametresinin yanmamış karbon ile ilişkisinin anlamlı olduğu sonucuna varılmıştır.Anahtar kelimeler: Yanmamış karbon, Kömür, Boyut parametreleri, Termik santral, Uçucu madde.
Purpose: This study was aimed to determine teachers’ knowledge levels about up to date Basic Life Support (BLS) in Amasya. Materials and methods: 1,365 teachers in the province of Amasya constituted its sample. Data was collected using a questionnaire with 35 questions about the teachers’ demographic information, attitudes towards BLS and knowledge about up-to-date BLS practices. Results: The teachers’ mean score on the BLS questionnaire was 7.93±2.16. Their BLS knowledge levels were not associated with gender, age, education level or the number of years since their most recent BLS training (p>0.05). The ratios of teachers who knew emergency call numbers (98.4%), were able to evaluate respiration (80.6%), had the ability to maintain airway patency (66.9%) and knew the starting criteria for BLS (90.6%) were high. The ratio of teachers who knew the first assessment of process steps (4.5%) and maximum time that should be spent (23.7%), compression site (17.8%), the number of compressions and compression to respiration ratios (33.3%), depth of compression (37.6%), time for life-saving exhalation (8.0%), the number of compressions per minute (15.6%), and for civilian first aiders, knew how to use an automatic external defibrillator (AED) (24.2%) were low. Conclusion: It has been observed that the teachers working in Amasya province have general knowledge about BLS (being able to evaluate breathing, knowing the starting criteria for BLS) but they do not have enough information about the details of the up to date BLS practices (the first BLS assessment process, knowing time for life-saving exhalation).
Derin OYGAR, Ayşe BÜYÜKCAM, Zümrüt ŞAHBUDAK BAL, Nazan DALGIÇ, Şefika Elmas BOZDEMİR, Adem KARBUZ, Benhur Şirvan ÇETİN, Yalçın KARA, Ceren ÇETİN, Nevin HATİPOĞLU, Hatice UYGUN, Deniz AYGÜN, Selda HANÇERLİ TÖRÜN, Dicle ŞENER OKUR, Dilek YILMAZ ÇİFTDOĞAN, Tuğçe TURAL KARA, Aysun YAHŞİ, Arife ÖZER, Sevliya ÖCAL DEMİR, Gülşen AKKOÇ, Cansu TURAN, Enes SALI, Semra ŞEN, Emine Hafize ERDENİZ, Soner Sertan KARA, Melike EMİROĞLU, Tuğba ERAT, Hacer AKTÜRK, Sibel Laçinel GÜRLEVİK, Murat SÜTÇÜ, Zeynep Gökçe GAYRETLİ AYDIN, Başak YILDIZ ATIKAN, Edanur YEŞİL, Gizem GÜNER, Emel ÇELEBİ, Kadir EFE, Didem KIZMAZ İŞANÇLI, Habibe Selver DURMUŞ, Seher TEKELİ, Ayşe KARAARSLAN, Lida BÜLBÜL, Habib ALMİŞ, Özge KABA, Yıldız EKEMEN KELEŞ, Bahadır YAZICIOĞLU, Şerife Bahtiyar OĞUZ, Fahri OVALI, Hazal Helin DOĞAN, Solmaz ÇELEBİ, Esra Deniz ÇAKIR PAPATYA, Burcugül KARASULU, Gülsüm ALKAN, İrem YENİDOĞAN, Doruk GÜL, Burcu PARILTAN KÜÇÜKALİOĞLU, Gülhadiye AVCU, Musa Gürel KUKUL, Melis BİLEN, Belma YAŞAR, Tuğba ÜSTÜN, Ömer KILIÇ, Yasemin ZER, Sinem ORAL CEBECİ, Mehmet TURGUT, Mehtape SARI YANARTAŞ, Aslıhan ŞAHİN, Sertac ARSLANOGLU, Murat ELEVLİ, Şadiye Kübra TÜTER ÖZ, Halil HATİPOĞLU, İlyas Tolga EERKUM, Asuman DEMİRBUĞA, Taha Onur ÖZÇELİK, Emine SARI, Gökhan AKKUŞ, Sami HATİPOĞLU, Ener Çağrı DİNLEYİCİ, Mustafa HACIMUSTAFAOĞLU, Ferda OZKINAY, Zafer KURUGÖL, Ali Bülent CENGİZ, Ayper SOMER, Hasan TEZER, Ateş KARA,
Yıl: 2020 Cilt: 14 Sayı: 4 Sayfa: 175 - 180
Objective: In the early stages of any epidemic caused by new emerg-ing pathogens healthcare personnel is subject to a great risk. Pandemic caused by SARS-CoV-2, proved to be no exception. Many healthcare workers died in the early stages of pandemic due to inadequate precau-tions and insufficient protection. It is essential to protect and maintain the safety of healthcare personnel for the confinement of pandemic as well as continuity of qualified healthcare services which is already under strain. Educating healthcare personnel on appropiate use of personal protective equipment (PPE) is as essential as procuring them. Material and Methods: A survey is conducted on 4927 healthcare per-sonnel working solely with pediatric patients from 32 different centers. Education given on PPE usage were questioned and analyzed depend-ing on age, sex, occupation and region.Results: Among four thousand nine hundred twelve healthcare person-nel from 32 different centers 91% (n= 4457) received education on PPE usage. Of those who received education only 36% was given both theo-retical and applied education. Although there was no differences among different occupation groups, receiving education depended on regions.Conclusion: It is essential to educate healthcare personnel appropiately nationwidely for the continuity of qualified healthcare services during the pandemic.
Bu araştırmada; at simgesinin anlamının ne olduğu ve Süleyman Saim Tekcan’ın resimlerindekiyansımalarının nasıl olduğu ele alınarak değerlendirilmiştir. Bu doğrultuda: Süleyman Saim Tekcan’ınkendi ismi ile oluşturulmuş resmi web sayfasından, farklı yıllarda yapılmış, at konu ve temasını içeren, atsimgesinin net olarak kullanıldığı üç (3) resim çalışması rastlantısal olarak seçilerek irdelenmiştir.Bu araştırma, nitel araştırma yöntemleri içerisinde değerlendirilen betimsel bir çalışmadır. Bu kapsamdoğrultusunda; Tekcan’a ait resmi web sayfasından, rastlantısal olarak seçilen üç (3) resim çalışması,araştırma kapsamı içerisine alınmış diğer çalışmaları ise araştırmanın dışında bırakılmışlardır.Süleyman Saim Tekcan’ın “Atlar Serisi” adı altında yapmış olduğu eserlerde at simgesini gerek tek başınagerekse başka simgelerle birlikte kullandığı görülmektedir. Tekcan’ın eserlerine bakan kişi/kişiler, geneldeTürk kültüründen yetişen bireyler veya Tekcan’ın Türk olduğunu bilen bireyler olduğu için, eserlerdeki“At Simgesi’ni” ister istemez Kadim Türk Medeniyetlerindeki atın anlamı ile özdeşleştirebildiği; Buözdeşleştirme ve bağ kurma yapısının, kültür ve inanışlar üzerine etki ederek günümüze kadar geldiği veböylelikle hem Süleyman Saim Tekcan’ın sanatçı kişiliğine hem de onun eserlerini gören izleyicilerin algıdaseçicilik yapısına etki ettiği sonucuna varılmıştır.
Çeviribilimde yazara karşın çevirmenin “ikincil” bir konumda olması uzun yıllardır tartışılagelen birsorunsaldır. Bu “asimetrik güç ilişkisi”nin metni tek bir anlama sahip, “kapalı” bir birim ve yazarıanlamın belirleyicisi olarak gören edebiyat kuramlarından kaynaklandığı bilinmektedir. Söz konusueşitsizlik, “yazarın ölümü” tartışmalarıyla sarsılmış ve yapısalcılık sonrası bakış açısıyla “sökümeuğratılmaya” çalışılmıştır. Ancak bu yazar söylemi daha geniş bir bakış açısıyla irdelenmelidir çünküsöz konusu söylem sadece Çeviribilim’e ya da edebiyata ait olmadığı gibi son dönem sömürgecilikfaaliyetleriyle de başlamamıştır ve yazarı öldürerek yerine konulan “çoğulcu”, bireyci yapısalcılıksonrası söylem de aslında yazarı doğuran söylemin (politik ve ekonomik temelleri açısından) yenidenvücut bulmuş hali olarak görülebilir. Coğrafi keşiflerle ve Rönesans’la kendini “bilen, düşünen özne”olarak dünyanın merkezine koyan “Batılı beyaz adam”, “keşfeden, hükmeden ve belirleyen” birsöylemle karşımıza çıkmış ve politik ve ekonomik temellere dayanan bu söylemini hayatın heralanına, her tür disipline taşımıştır. Dünyayı “keşfeden batılı adam” kendini “yaratıcı” olaraktanımlayınca karşısındaki tüm ötekiler ona “sadakat” göstermekle yükümlü olan “nesne”leredönüşmüştür. Bunun edebiyata izdüşümü ise “kadirimutlak” yazar olmuştur. Öte yandan, herkesinyazar olabileceği “sınırsız”, “parçalanmış” ve “çoğulcu” bir ortam sunma iddiasındaki yapısalcılıksonrası bakış daha örtük güç ilişkileriyle kurulmuş yeni bir siyasal projenin düşünsel ayağı olarakgörülebilir. Bu bildiri, kuramlardan, betimleyicilik gibi kuramsal temelli yöntemlerden kopan vedisiplinlerarasılıkla dizginsiz bir açılıma giden Çeviribilim’in bir disiplin olarak geleceği ve çeviribilimaraştırmalarının yöntembilimsel sorunlarını yazar söyleminin doğumu ve ölümünün politiğini temelalarak incelemeye çalışacaktır.
Bu çalışmada, Kütahya ilinde akraba evliliği sıklığı ve bu evliliklerin konjenital malformasyonlar,kendiliğinden düşük ve ölü doğum ile ilişkisi araştırıldı. Araştırmaya Kütahya ilinde akraba evliliğiyapan 300 kadın alınmıştır. Çalışma bulguları, kadınların tanıtıcı özelliklerinin ve araştırmanın bağımsızdeğişkenlerinin sorgulandığı soru formu ile araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme tekniği kullanarakHaziran-Eylül 2017 tarihleri arasında toplanmıştır. Kadınların akraba evliliğini seçme nedenleriarasında %71,3 ailelerin karar vermesi (görücü usulü) ilk sıradadır. Araştırmaya alınan kadınların%62’sinin ilköğretim mezunu olduğu belirlenmiştir. Kütahya ilinde akraba evlilikleri içinde en sıkolarak yarım yeğen evliliği %77,4 oranında belirlendi. Katılımcı kadınların %14,3’ü doğmadan önceçocuklarında doğumsal anomali olduğunu bilerek doğumlarını gerçekleştirdikleri belirlenmiştir. Kendikan gruplarını ve eşlerinin kan gruplarını bilen katılımcı kadınların %4,3’ün de kan uyuşmazlığı tespitedilmiştir. Akraba evliliği yapmış ailelerde mental retardasyon ve psikiyatrik bozukluk, doğumsaldefekt, yapısal anomali ve metabolik hastalıklar tespit edilmiştir. Araştırmaya katılan kadınların%63’ünün düşük, %64,7’sinin ölü doğum yapmış olduğu saptanmıştır. Sağlık çalışanlarının akrabaevliliği yapmış olan kadınların genetik danışmanlık hakkında bilgilendirmeleri ve yönlendirmeleri,akraba evliliğinin riskleri ve zararları konusunda halkın medya iletişim araçları ile aydınlatılması,kadınların akraba evliliği ile ilgili düşüncelerini inceleyen araştırmaların tekrar edilmesi önerilebilir.
Selestit cevheri (SrSO4) spesifik olarak herhangi bir asit içerisinde çözünürlük göstermemektedir. Bu nedenleyalnızca selestit konsantrelerinin asidik ortam kullanılarak tek adımda çözümlendirilmesi zordur. Bununlabirlikte liç ortamına BaCl2 ilavesi ile çözelti ortamında SrSO4’ün çözülmesi ve BaSO4 çöktürülmesi esasınadayanarak liç işlemi gerçekleştirilebilmektedir. Bu çalışmada yerli selestit cevherinin HCl-NaCl-BaCl2ortamında liç özellikleri incelenmiştir. Liç işleminde; süre, katı/sıvı oranı, sıcaklık, HCl ve NaClkonsantrasyonunun liç verimi üzerindeki etkisi incelenmiştir. Yapılan deneyler neticesinde her birparametrenin liç işlemi üzerinde önemli etkilerinin olduğu gözlemlenmiştir. Bununla birlikte katı/sıvı oranıve tane boyutu, liç mekanizmasını etkileyen en önemli faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Liç işlemindeen yüksek verim; 1/300 katı/sıvı oranı, 0,5M HCl ve 1M NaCl içeren çözelti için 65°C’de elde edilmişolup, %91,2 olarak hesaplanmıştır. Çözme işleminin tamamlanmasını takiben elde edilen çözelti, farklısıcaklıklarda Na2CO3 çözeltisi ile muamele edilerek SrCO3 çöktürme süreçleri incelenmiştir.
Bu çalışmada, Kütahya ilinde akraba evliliği sıklığı ve bu evliliklerin konjenital malformasyonlar,kendiliğinden düşük ve ölü doğum ile ilişkisi araştırıldı. Araştırmaya Kütahya ilinde akraba evliliğiyapan 300 kadın alınmıştır. Çalışma bulguları, kadınların tanıtıcı özelliklerinin ve araştırmanın bağımsızdeğişkenlerinin sorgulandığı soru formu ile araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme tekniği kullanarakHaziran-Eylül 2017 tarihleri arasında toplanmıştır. Kadınların akraba evliliğini seçme nedenleriarasında %71,3 ailelerin karar vermesi (görücü usulü) ilk sıradadır. Araştırmaya alınan kadınların%62’sinin ilköğretim mezunu olduğu belirlenmiştir. Kütahya ilinde akraba evlilikleri içinde en sıkolarak yarım yeğen evliliği %77,4 oranında belirlendi. Katılımcı kadınların %14,3’ü doğmadan önceçocuklarında doğumsal anomali olduğunu bilerek doğumlarını gerçekleştirdikleri belirlenmiştir. Kendikan gruplarını ve eşlerinin kan gruplarını bilen katılımcı kadınların %4,3’ün de kan uyuşmazlığı tespitedilmiştir. Akraba evliliği yapmış ailelerde mental retardasyon ve psikiyatrik bozukluk, doğumsaldefekt, yapısal anomali ve metabolik hastalıklar tespit edilmiştir. Araştırmaya katılan kadınların%63’ünün düşük, %64,7’sinin ölü doğum yapmış olduğu saptanmıştır. Sağlık çalışanlarının akrabaevliliği yapmış olan kadınların genetik danışmanlık hakkında bilgilendirmeleri ve yönlendirmeleri,akraba evliliğinin riskleri ve zararları konusunda halkın medya iletişim araçları ile aydınlatılması,kadınların akraba evliliği ile ilgili düşüncelerini inceleyen araştırmaların tekrar edilmesi önerilebilir.

/ 3
2 / 3