122 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Amaç: Çocukluk çağında baş dönmesi geniş etiyolojik spektrumu ile pediatri pratiğinde en sıkhastaneye başvuru nedenlerinden birisidir. Bu çalışmada üçüncü basamak eğitim araştırma hastanesiçocuk nöroloji polikliniğine baş dönmesi şikâyetiyle konsülte edilen hastaların demografik özellikleri,ayırıcı tanısı, klinik ve laboratuvar bulguları ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi çocuk nöroloji polikliniğine Mart 2018 -Şubat 2019 tarihleri arasında baş dönmesi şikayeti ile konsülte edilen 18 yaşından küçük 132 hastanınverilerini retrospektif olarak değerlendirdik.Bulgular: Hastaların 83’ü kız, 49’u erkek (kız/erkek oranı:1,7)’di. Ortanca yaş 14’tü. En sık etiyolojiknedenler; ortostatik hipotansiyon (%55,3), psikojenik vertigo (%7,6), sinüzit/mastoidit/labirintit (%6,1),migren (%6,1) ve benign paroksismal vertigo (%6,1)’ydu. Baş dönmesine eşlik eden en sık şikayetler;baş ağrısı (%48,5), göz kararması (%40,9) ve senkoptu (%18,9). Hastaların %95'ine konsültasyonöncesi veya sonrası beyin manyetik rezonans görüntüleme yapılmıştı ve sadece %4,8'inde nörolojikhayatı tehdit eden durum saptandı. Olası yaşamı tehdit eden baş dönmesi nedenleri arasında;hidrosefali, serebral arteriyel enfarktüs ve kardiyojenik nedenler (aritmi ve koroner arter hastalığı)ikişer hastada tespit edildi. Hayatı tehdit eden nörojenik baş dönmesine sahip tüm hastalar ek nörolojikbelirti veya bulgulara sahipti.Sonuç: Baş dönmesi yakınması ile pediatrik nöroloji konsültasyonu sağlanan çocuklarda benignetiyolojik nedenler sıktır. Ancak ilişkili nörolojik ve kardiyolojik ek belirti ve bulguların varlığında,yaşamı tehdit eden durumların dışlanması ve gereksiz tetkikten kaçınılması gerekmektedir.
İki diş arasındaki boşluğu tanımlayan diastema, gömük dişler ve dişlerin boyut ve şekil farklılıkları sebebiyle oluşabilir. Bu olgu sunu-munun amacı, farklı diastema vakalarında ön diş estetiğinin direkt kom-pozit rezin restorasyonlarla sağlanmasıdır. Üst ön dişlerinin estetiğinden rahatsız üç hasta bu olgu sunumuna dâhil edildi. İntraoral ve radyografik incelemeler; birinci olgudaki diastemanın gömük daimi kaninin yerin-deki süt kaninden, ikinci olgudaki diastemanın üst ikinci kesici dişlerin konjenital eksikliğinden, üçüncü olgudakinin ise migrasyona uğramış sağüst birinci kesici dişten kaynaklandığını göstermekteydi. İlk seansta reh-ber silikon anahtarlarının oluşturulmasının ardından, dişlere herhangi bir preparasyon yapılmadan renk seçimi tamamlandı. İlgili mine yüzeyle-rine %37’lik fosforik asit ve adeziv rezin uygulandıktan sonra dişler kom-pozit rezinler ile restore edildi. Olguların altıncı ay kontrollerinde tüm restorasyonlar başarılı bulundu. Direkt kompozit rezin restorasyonlar; di-astema vakalarında uygulanabilecek, hasta memnuniyetini sağlayan, düşük maliyetli, konservatif tedavi seçeceği olarak düşünüldü.
Poly(ethylene glycol) bis(methylimidazolium) di[bis(trifluoromethylsulfonyl)imide] was synthesized as an ionicliquid and impregnated onto chitosan. The removal of uranium(VI) ions from aqueous solution was investigated withbatch sorption tests using ionic liquid impregnated chitosan. Response surface methodology based on 3 level Box–Behnken design was applied to analyze the effect of initial pH (4–6), initial concentration (20–60 mg $L^{-1}$), contact time(15–105 min), and temperature (30–50 °C) on the uptake capacity of uranium(VI). Main effect of initial concentration,quadratic effect of contact time, and dual effect of initial pH and contact time were found statistically significant basedon analysis of variance (ANOVA). Probability F-value (F = 1.49 ×$10^{-6}$) and correlation coefficient ($R^{2}$ = 0.96) pointout that the proposed model is compatible with experimental data. The maximum uptake capacity of uranium(VI) wasfound as 28.48 mg $g^{-1}$at initial pH 4, initial concentration 60 mg $L^{-1}$, contact time of 70 min, and a temperature of 50°C. Sorption kinetics followed a pseudo-second-order model and Freundlich model was obtained to fit the sorption data.The presence of competing ions slightly reduced uranium(VI) sorption and the selectivity order can be given as $UO_2^{2+}$ >$Zn^{2+}$ >$Ni{2+}$ .
Altınbilek Algül, Ç. 2011. Chipped stone industryof Yumuktepe: preliminary results from the EarlyNeolithic phase. Anatolia Antiqua XIX:13-25.Balkan-Atlı, N., Binder, D. 2012. Neolithic Obsidian workshop at Kömürcü-Kaletepe (Central Anatolia). In M. Özdoğan, N. Başgelen, P. Kuniholm, eds. The Neolithic in Turkey, vol.3, Istanbul:71-88.Balossi Restelli, F. 2006. The Development of “Cultural Regions” in the Neolithic of the Near East.The “Dark Faced Burnished Ware Horizon”, BAR int. series 1482, Oxford.Caneva, I. E. Jean, 2016. Mersin-Yumuktepe: une mise au point sur les derniers travaux. AnatoliaAntiqua XXIV:13-34.Caneva, I., G. Köroğlu, eds. 2010. Yumuktepe, dokuzbin yıllık yolculuk. Ege Yayınları, Istanbul. (3editions, Turkish, English and Italian).Caneva, I., Sevin, V., eds. 2004. Mersin-Yumuktepe: a Reappraisal. Congedo, Galatina (Lecce).Durkheim, É. 1893. De la division du travail social, Paris.Homans, G.C. 1961. Social behavior: its elementary forms, New York.Lévi-Strauss, C. 1949. Les structures élémentaires de la parenté, Paris.Malinowski, B. 1922. Argonauts of the Western Pacific, New York.Mauss, M. 1925. Essai sur le don: forme et raison de l’échange dans les sociétés arcaïques, “L’année sociologique”, I, pp. 30-186.Renfrew, C., J.E. Dixon and J.R. Cann 1966. Obsidian and early cultural contacy in the near east,Proceedings of the Prehistoric Society 32, pp. 30-72.Ulas B. 2014. Mersin Yumuktepe Höyüğü Arkeobotanik Çalışmaları, ANMED 2014-12.Ulaş B. (in press), “Oymaağaç-Nerik Arkeobotanik Araştırmaları”, 40. Uluslararası Kazı, Araştırmave Arkeometri Sempozyumu, 07-11 Mayıs 2018 Çanakkale, Türkiye.
BACKGROUND: Extension-block pinning is a popular treatment for mallet fractures, but it is associated with several pitfalls. Ofnote, transfixation Kirschner wires used to fix the distal interphalangeal (DIP) joint may cause iatrogenic nail bed injury, bone fragmentrotation, chondral damage, or osteoarthritis. The objective of this study was to determine whether a transfixation pin was necessaryfor extension-block pinning in the treatment of bony mallet fracture.METHODS: Patients were treated with a pin-orthosis extension-block technique if they had been diagnosed with a type IVB malletfracture according to Doyle’s classification. Radiological outcomes were evaluated based on postoperative X-ray results, and functionaloutcomes were evaluated using Crawford’s criteria.RESULTS: Thirteen patients (9 males and 4 females) with a mean age of 26 years were included. The mean time between the injuryand surgery was 3.3 days, and the mean follow-up period was 8.2 months (range: 4–12 months). Radiographic bone union was achievedin all patients within an average of 5.1 weeks (range: 5–6 weeks). At the final follow-up, the DIP joint had an average degree of flexionof 76.1° (range: 65°–80°) and an average extension deficit of 3.84° (range: 0°–15°). According to Crawford’s criteria, 8 patients hadexcellent results, 4 patients had good results, and 1 patient had a fair result. No patient reported pain at the final follow-up.CONCLUSION: Satisfactory clinical and radiological outcomes were obtained with the pin-orthosis extension-block technique.Future prospective and randomized studies are justified to confirm the efficacy of this technique.
Çalışmanın amacı, Karaburun Yarımadasının (Doğu Ege Denizi) güneyinde yer alan Sığacık Körfezi veDoğanbey Burnu deniz içi hidrotermal kaynakların deniz suyuna kimyasal ve fiziksel etkileriniaraştırmaktır. Kasım 2016 yılında beş istasyondan alınan yüzey ve dip su örneklerinin yerindesıcaklık ölçümü yapılmıştır. Yüzey ve dip su sıcaklıkları; K1 (84m): 19,00°C – 18,70°C, K2 (70m) :19,30°C – 19,00°C, K3 (63m): 19,55°C – 19,50°C, K4 (43m): 18,60°C – 18,30°C ve K5 (95m): 18,80°C– 18,40°C olarak ölçülmüştür. Su örneklerinin kimyasal özellikleri (Ca⁺², As, Na⁺², K⁺, Li⁺, B⁺³, Mg⁺²,Na⁺², Clˉ, 𝑆𝑂4−2, 𝐻𝐶𝑂3− ve 𝑆𝑖𝑂2) de analiz edilmiş olup; dip suların kimyasal özelliklerinin denizsuyu/yüzey suyu ile benzer özellikte olduğu belirlenmiştir. Bununla birlikte Nisan 2017 yılında altıistasyonda su kolonu içerisindeki sıcaklık, tuzluluk, iletkenlik ve yoğunluğun değişimi CTD cihazı ileölçülmüştür. CTD verilerine göre dip su sıcaklığı C1 (87m) – 16,64°C, C2 (21,8m) - 16,79°C, C3(36,5m) - 16,70°C, C4 (27,8m) - 16,72°C, C5 (51m) – 17,16°C ve C6 (51m) - 16,51°C ölçülmüştür.İstasyonlardaki sıcaklık profillerini karşılaştırdığımızda; C1 istasyonunun daha derin olmasınarağmen dip su sıcaklığının yüksek olduğu ve bunu takiben C2, C3 ve C4 istasyonlarının da C5 ve C6’yakıyasla daha yüksek sıcaklık değerlerine sahip olduğu gözlenmiştir. Bu durum, Doğanbey Burnuyakınlarındaki istasyonlarda dip suların deniz içi hidrotermal kaynakların etkisinde olduğu şeklindeyorumlanmıştır.
cis-Platin ve aren-M (M= Ru, Rh, Ir) dayalı antikanser ilaçları genellikle monometalik sistemlerdir. Organik sentezlerde ve antikanser ajan olarak polimetalik sistemlerin uygulaması son yıllarda ilgi çekmektedir. Çünkü polimetalik sistemler farklı aktif merkez olusturma, metaller arasında elektron alısverisi olması ve her bir aktif merkezin farklı özelliginden dolayı caziptir. Bugüne kadar elde edilen veriler cisplatin dirençliligi gelisirken birçok farklı degisimin birlikte gerçeklestigini göstermistir. Bu degisiklikler genellikle hücre büyümesini uyaran yolaklarda, apoptozda, gelisimsel yolaklarda, DNA hasarı tamirinde ve endositozda meydana gelmektedir. Genel olarak bakır metabolizmasının yanı sıra transkripsiyon yolaklarında rol oynayarak DNA hasarı tamirinin, hücre iskeletinin, hücre yüzey proteinlerinin sunulmasının ve epitel-mezensim geçis regülasyonunun degismesine yol açan birçok gen cisplatin-dirençli hücrelerde farklılık göstermektedir. Bununla birlikte cisplatin dirençlliginde meydan gelen en önemli özellik cisplatin birikiminin azalmasıdır. Bu durum özellikle hücre yüzey baglanma bölgelerinin ve cisplatin-tasıyıcılarının kaybına neden olan epigenetik ve genetik degisiklikler ile endositozun azalmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla hücre içerisine daha etkin bir sekilde girebilecek, düsük konsantrasyonlarda toksik etki gösterecek ve cisplatin dirençliliginin üstesinden gelerek etkili bir terapötik seçenek olusturacak yeni moleküllerin kesfedilmesi kanser tedavisinde önemli bir hedefi temsil etmektedir.Platin esaslı ilaçların kanser tedavisinde kullanımının doza baglı yan etkileri ve ilaç dirençli hastalıkların gelisimi gibi bilinen bazı sınırlamaları vardır ve bu sınırlamalardan dolayı yeni metal içerikli ilaçların arastırılmasına gereksinim duyulmaktadır. Geçis metalleri arasında rutenyumun en olası aday oldugu gözükmektedir. Çünkü rutenyum platinden daha az toksik özellik gösterir ve biyolojik çalısmalarda rutenyum komplekslerinin birkaç farklı yükseltgenme basamagında bulunma özelligi bilinmektedir yani rutenyumun redoks kimyası oldukça zengindir ve biyolojik ortamda çesitlilik saglar. Proje kapsamında farklı köprü yapısına sahip bimetalik rutenyum kompleksleri sentezlenmistir. karsılastırma amacıyla monometalik türevleri de hazırlanmıstır. mono ve bimetalik komplekslerin yapıları spektroskopik yöntemlerle aydınlatılmıstır. Bazı mono ve bimetalik komplekslerin anti bakteriyel ve anti kanserojen aktiviteleri incelenmistir.
Amaç: Çalışmada pediyatrik kalp cerrahisi geçiren hastalarda trankutanöz ve intraarteriyel kan gazı ölçümleri karşılaştırıldı.Gereç ve Yöntemler: Haziran 2014 – Kasım 2015 yılları arasında konjenital kalp hastalıkları nedeniyle opere edilen toplam 150 pediyatrik hasta çalışmaya dahil edildi. Pediyatrik kalp cerrahisi geçiren pediyatrik hastalarda oksijen ve karbondioksit basınçlarını ölçmek için transkutanöz non-invazif cihazın etkinliği değerlendirildi. Yüz elli pediyatrik hastada eşzamanlı transkutanöz ve konvansiyonel arteryel kan gazlarında parsiyel oksijen ve karbondioksit basınç değerleri ölçüldü.Bulgular: Opere edilen hastaların ortalama yaş ve kiloları sırasıyla 3.7±3.1 yıl (1 ay – 16 yaş) ve 11.7±15.1 kg (3.5 – 55 kg) aralığındaydı. Ölçülen parsiyel oksijen ve karbondioksit basınç değerleri ortalama farkları sırasıyla 8 mmHg (dağılım, 3 - 20 mmHg), 12 mmHg (dağılım, 7 - 25 mmHg)’di (p<0.05). Bu farklar istatistiksel olarak farklı olmakla birlikte sadece inotropik skoru 20’nin altında olan hastalar değerlendirildiğinde bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Bunun nedeni olarak da deri perfüzyonuna bağlı transkutanöz ölçümler nispeten normal kardiyovasküler fonksiyon gibi optimal şartlarda daha doğru ve güvenilir sonuçlar vermesi olarak gözlendi. Sonuç: Transkutanöz ölçümlerin doğruluğunun invazif metottan daha az olmasına rağmen optimal şartların sağlanabildiği yoğun bakım ünitelerinde kullanımı invazif arteryel girişim sayısını ve kan ile teması azaltması yanında devamlı monitörizasyon ile ventilasyon etkinliği değerlendirme olanağı sunmaktadır.
Bozcaada bağları ve şaraplarıyla ünlü, Ege denizinin kuzey-doğusunda ve Marmara bölgesinin güneybatısında yer alan bir Ege adasıdır. Türkiye'nin Gökçeada ve Marmara adasından sonra üçüncü büyük adasıdır.Ada’nın tarımsal ana ürününü üzüm ve az miktarda tahıl, baklagiller ve diğer meyve ağaçları oluşturur. Ada'yıbu kadar özel kılan terroir'dır. Fransızca bir kelime olan terroir, toprak, iklim ve topografik özelliklerin, insanetkisi ile birlikte bağcılığa ve ürün kalitesine etkisini incelemektedir. Yürütülen çalışma üç bölümdenoluşmaktadır. Çalışmanın I. bölümünde, Bozcaada’nın sadece iklim, jeoloji ve topoğrafik özellikleri,II.bölümünde toprak haritalaması ve toprak özellikleri, III. bölümünde ise terroir ve bağcılık açısındandeğerlendirilmesi incelenmiştir. Detaylı toprak etüd çalışması ile Bozcaada topraklarının seri düzeyinde ayrıntılıtoprak haritası hazırlanmıştır. Bu çalışma, detaylı toprak haritası ve çeşitli toprak özellikleri ile bağcılığa yönelikbir uygunluk değerlendirmesi olmak üzere iki ana sonuca sahiptir. Ancak, bu bölümde Bozcaada’nın iklim,jeolojik ve özellikle topografik ( eğim, yükseklik, bakı-yöney) özellikleri ile topoğrafik nemlilik indeksiincelenmiştir.
Bu araştırmanın amacı, öğretmen adaylarının meraklılık ve bilgi okuryazarlığı düzeylerini incelemek ve bunlar arasındaki ilişkiyi belirlemektir. İlişkisel tarama modelinde yürütülen araştırmanın çalışma grubunu Ankara’daki bir devlet üniversitesinde öğrenim gören 340 öğretmen adayı oluşturmuştur. Öğretmen adaylarına Erwin (1998) tarafından geliştirilen (Meraklılık İndeksi/3. Versiyon) ve Di ker-Coşkun (2009) tarafından Türkçe’ye uyarlanan “Meraklılık Ölçeği” uygulanarak meraklılık düzeyleri ortaya konmuştur. Öğretmen adaylarının bilgi okuryazarlık düzeyleri ise Adıgüzel (2011) tarafından geliştirilen “Bilgi Okuryazarlığı Ölçeği” ile tespit edilmiştir. Araştı rma sonucunda, öğretmen adaylarının meraklılık puanlarının ölçek orta puanının üzerinde olduğu görülmüştür. Cinsiyet değişkeni açısından kız öğrenciler lehine anlamlı bir farklılık olduğu tespit edilmiştir. Öğretmen adaylarının meraklılık düzeyleri, alan tür leri açısından TM puanı ile üniversiteye giren öğrenciler lehine farklılık göstermiştir. Meraklılık düzeyleri ile öğrencilerin akademik başarı ortalamaları arasında anlamlı bir farklılık olmadığı ortaya konmuştur. Öğretmen adaylarının bilgi okuryazarlığı p uanlarının ölçek orta puanının üzerinde olduğu görülmüş tür. Öğretmen adaylarının bilgi okuryazarlığı becerileri cinsiyete göre incelendiğinde, kız öğrenciler lehine anlamlı bir farklılık olduğu görülmüştür. Öğretmen adaylarının bilgi okuryazarlığı düzeyleri, alan türlerine göre incelendiğinde sınıf eğitimi ve okul öncesi eğitimi alanında (TM) öğrenim gören öğrencilerin bilgi okuryazarlığı puanlarının, dil ve MF puanı ile üniversiteye giren öğrencilerden anlamlı düze yde yüksek olduğu belirlenmiştir. Öğretmen adaylarının meraklılık düzeyleri ile bilgi okuryazarlığı be cerileri arasında pozitif yönlü, yüksek düzeyde bir ilişki saptanmıştır. Meraklılığın bilgi okuryazarlığını yordama gücü incelendiğinde ise, meraklılığın bilgi okuryazarlığının anlamlı bir yordayıcısı olduğu tespit edilmiştir.
Amaç: Bu çalışmanın amacı; Acil Tıp Kliniğine baş-vuran aort disseksiyonlu (AD) hastaların demografiközelliklerini, klinik bulgularını ve tanısal parametrele-rini değerlendirmektir.Materyal-Metod: Çalışmamız Ocak 2012-Aralık 2014tarihleri arasında Acil Tıp Kliniği’nde AD tanısı alan veverilerine tam olarak ulaşılan hastaların arşiv kayıtla-rının geriye dönük olarak incelenmesi ile yapıldı. Ana-lizler sonucunda tüm grupların yaş dağılımı arasındafark olup olmadığının anlaşılması için p<0.05 değerialındı. Analizlerde SPSS 22.0 programı kullanıldı.Bulgular: Çalışmaya 49 hasta dahil edildi. Çalışmayaalınan hastaların 34’ü (% 69)’sı erkek, 15’i (% 39,2)’ikadındı. Hastaların yaş ortalaması 59±13,9 olaraksaptandı. Hastaların mevsimlere, aylara ve saat di-limine göre dağılımı incelendiğinde en sık ilkbahar-da (n: 14, % 28,6) ve 08:00-18:00 saatleri (n: 27, %51) arasında başvurduğu saptandı. Hastaların en sıkbaşvuru şikayeti sırt ağrısı (n:30, % 61), göğüs ağrısı(n: 19, % 32) şikayeti ile başvurduğu saptandı. Eko-kardiyografi yapılan 28 hastanın sadece 8’inde (% 16)disseksiyon flebi tespit edilebildiği saptandı. Konrast-lı bilgisayarlı tomografi (BT) ile hastaların % 93.3’ünetanı konulduğu saptandı. Hastaların % 96’sında nabızdefisiti saptanmadı. Hastaların % 80’inde mediastengenişliği saptanmadı.Sonuç: AD özellikle 60’lı yaşlarda göğüs, sırt, karınağrısı ile başvuran erkek ve HT öyküsü olan hastalar-da daha sık görülmektedir. Bahar aylarında ve gün-düz saatlerinde diseksiyon hastalarına daha sıklıklarastlanılmaktadır. Bu dönemlerde tansiyon kontrolüoldukça önem arzetmektedir. Nabız defisiti ve me-diastinal genişlik gibi klasik destekleyici muayenebulguları da oldukça az görülmektedir. Bu bulgularınolmadığı hastalarda da tanı için ileri tetkik düşünül-melidir Tanı için önerilen yöntemin kontrastlı BT ol-duğu görülmektedir.
Amaç: Bu çalışmanın amacı hemodiyaliz tedavisi alan hastalarınyaşadıkları semptomların sıklığını ve şiddetini değerlendirmektir.Yöntemler: Kesitsel ve tanımlayıcı nitelikteki bu çalışma, Mayıs-Kasım 2015 tarihleri arasında 194 hasta ile yapıldı. Veriler, yüzyüze görüşme tekniği kullanılarak “Hasta Bilgi Formu” ve “Diya-liz Semptom İndeksi” ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesin-de sayı, yüzde, ortalama, standart sapma, t testi, Mann-WhitneyU testi ve One-Way ANOVA testi kullanıldı.Bulgular: Hemodiyaliz tedavisi alan hastalar en sık yorgunhissetme/enerjide azalma (%83,5; 3,77±1,03), kas krampları(%74,7; 3,19±0,90) ve kemik/eklem ağrısı (%73,7; 3,27±0,96)semptomlarını deneyimlemektedir. Cinsiyet, medeni durum,eğitim düzeyi, çalışma durumu, kronik böbrek hastalığına eşlikeden başka bir kronik hastalık varlığı, hemodiyaliz giriş yolu, sonbir ay içinde ek hemodiyaliz alma ve eritropoetin kullanımı, di-yaliz semptom indeksi puan ortalamalarını olumsuz etkilemek-tedir (p<0,05).Sonuç: HD tedavisi alan hastaların yaşadıkları semptomlarınsıklığı ve şiddeti düzenli olarak izlenmeli ve bu hastalara kronikböbrek hastalığı ve hemodiyaliz tedavisine ilişkin eğitimler dü-zenlenmelidir.
Objective: Ureterocutaneostomy (UCS) is a urinary diversion (UD) method which is used rarely in a carefully selected patient group. In this study, weaimed to present the data and long-term outcomes of patients who underwent UCS treatment in our clinic.Materials and Methods: A total of 36 patients who underwent UCS between January 2000 and December 2017 were included in the study. Allpatients had unilateral or bilateral ureteral-skin anastomosis. The demographic data, diagnoses, comorbidities, side of UCS (unilateral-bilateral),anesthesia method, operation time, and complications of the patients were recorded from the hospital registry system. The complications and survivalstatus of the patients until the study date were evaluated. The study data were presented as mean (minimum-maximum) and number (percent).Results: Mean follow-up time was 128.5 (8-192) months. The mean American Society of Anesthesiologists score was 3.25. The patients had significantcomorbidities, mainly hypertension, chronic obstructive pulmonary disease, and coronary artery disease. UCS was performed most frequently afterradical cystectomy due to muscle-invasive bladder tumour (75%) and was usually bilateral (75%). The most common indications for UCS weresignificant comorbidities (55%). Only 3 (8.33%) patients developed ureteral-skin anastomosis, 6 (16.66%) patients developed pyelonephritis, and 9patients died during the follow-up period.Conclusion: Although UCS is not a first-line UD method, it should still be kept in mind in the 21st century for patients unable to tolerate segmentexcision from the gastrointestinal tract and postoperative complications due to comorbidities.
Amaç: Araştırmanın amacı, alkol kullanım bozukluğu olan olgularda bağımlılık şiddetini değerlendirmek üzere, Tim Stockwell ve arkadaş-ları (1983) tarafından geliştirilen Alkol Bağımlılığı Şiddeti Ölçeği’nin (ABŞÖ) Türkçe uyarlamasının geçerlik ve güvenirliğini incelemektir.Yöntem: Araştırma Ege Üniversitesi Madde Bağımlılığı, Toksikoloji ve İlaç Bilimleri Enstitüsü’ne başvuran ve DSM-5’e (Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı - 5) göre alkol kullanım bozukluğu tanı-sı almış 200 kişinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Geçerlik ölçümleri için madde-toplam puan bağıntı katsayıları ve açımlayıcı faktör analizi yapılmıştır. Ölçeğin Michigan Alkolizm Tarama Testi (MATT) ile karşı-laştırılması yapılmıştır. Güvenirlik ölçümleri, iç tutarlılık hesaplanması ve test tekrar test ölçümleri ile gerçekleştirilmiştir.Bulgular: Ölçeğin güvenirliğini belirlemek için hesaplanan Cronbach alfa iç tutarlık katsayısı α=0.914 olarak bulunmuştur. Toplam puan korelasyonları 0,309-0,730 arasında değişmektedir (p<0,01). Ölçek ve alt boyutlarının test-tekrar test puan ortalamaları, bağımlı gruplarda t testi ile hesaplanmış, ortalamalar arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı saptanmıştır. Test-tekrar test korelasyon katsayısı 0,855 (p<0,01) bulunmuştur. Açımlayıcı faktör analizi, total varyansın %70,5’ini açıklamış ve ölçeğin dört faktörlü yapısı olduğunu göster-miştir. Elde edilen alt boyutların faktör yükleri 0,49-0,91 arasında sap-tanmıştır. ABŞÖ’nün, MATT ile arasındaki bağıntı istatistiksel olarak anlamlıdır (r=0,557; p<0,01).Sonuç: Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar ABŞÖ’nün dört faktörlü Türkçe versiyonunun alkol bağımlılığı şiddetinin değerlendirilmesinde geçerli ve güvenilir bir ölçüm aracı olduğunu göstermiştir.
Aim: Lower respiratory tract infections are an important reason for mortality and morbidity in children with congenital heart disease. This study aimed to evaluate 50 children who had congenital heart disease and were hospitalized with lower respiratory tract infection in the Ege University Faculty of Medicine Pediatrics Hospital. Materials and Methods: Fifty pediatric patients were taken into the study. Their clinical symptoms, acute phase reactants, chest X-rays, bacterial culture of transtracheal aspirate, respiratory virus panel (with multiplex polimerase chain reaction) from nasopharyngeal swab were examined. The groups were evaluated in terms of age, gender, enviromental smoke exposure, living with school-aged siblings, Respiratory Syncytial virus (RSV) prophylaxis, hospitalization time, causative pathogen, additional risk factors. Results: Of the 50 cases, 12 (24%) were cyanotic, 38 (76%) were acyanotic. There were 26 boys and 24 girls. The most common diagnosis in the acyanotic group was hemodynamically significant VSD (isolated or with other diagnoses) with 20 cases. The average age of the cyanotic group was 23.88±28.81, and the acyanotic group was 12.25±15.45 months old. Hospitalizations most frequently occured in winter. The most frequent viral agent was RSV, which was not seen in the cyanotic group. All of the RSV infected patients were under 12 months old. In 16.7% of cyanotic and 52.6% of acyanotic patients there were extra risk factors such as immune deficiency, Down syndrome, prematurity, Di George syndrome, cerebral palsy, postoperative early period. Three cases lost their lives due to severe respiratory failure. There was no statistically significant difference between the two groups when compared for demografic variables, risk factors, causative pathogens, hospitalization times. Conclusion: Lower respiratory tract infections and especifically RSV pneumonia are important causes of mortality and morbidity in patients diagnosed with congenital heart disease. To prevent risk factors, more studies must be done.
Amaç: Bu çalışmada, Olweus öğrenciler için akran zorbalığı (OÖAZ) anketinin Türkçe formunun geçerlilik ve güvenirliğinin incelenmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: İlk aşamada anket Türkçeye çevrildi. Araştırmacılar ve çevirmenler tarafından ortak formun oluşturulmasından sonra, form iki ana dili olan bir çevirmen tarafından İngilizceye çevrildi. Anket geçerlilik çalışması sırasında yüzey ve kapsam geçerliliği açısından uzman panelinde değerlendirildi ve gerekli görülen değişiklikler yapıldı. Pilot çalışmanın ardından, anket İzmir ili Bornova ilçesi Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı ilköğretim okulları altıncı ve yedinci sınıflarını temsil eden 405 öğrenciye uygulandı (%95 G.A., %7.6 prevalans ve %2.5 hata payı). Anketin güvenirliği Cronbach Alfa ve iki yarım test (Split Half) yöntemleriyle değerlendirildi. Bulgular: Uzman paneli anketin kavramsal yapıyı karşıladığı ve literatüre uygun biçimde akran zorbalığının temel alanlarını içerdiği görüşünde birleşti. Geçerlilik ve güvenirlik çalışması 2008 yılı Nisan ayında Bornova’da sekiz ilköğretim okulundaki 6. ve 7. sınıflarda gerçekleştirildi. Araştırmaya katılan 405 öğrenciden OÖAZ anketini dolduran 400 öğrenci veri tabanına alındı. Anketin tümünün Cronbach Alfa değeri .81’di. Tek, çift sıralaması içinde Spearman-Brown iki yarım test güvenirlik katsayısı .85 olarak bulundu. Sonuç: Çalışmanın bulguları, Olweus öğrenciler için akran zorbalığı anketinin Türkçe versiyonunun geçerlilik ve güvenirliğinin tatmin edici olduğunu göstermektedir. Anket akran zorbalığı araştırmalarında faydalı bir araç olarak kullanılabilir.
Amaç: Radyoaktif sinovektomi (RAS) uygulanmış hemofili dışı sinovit hastalarında memnuniyet düzeyinin ve bunuetkileyen etmenlerin değerlendirilmesiGereç ve Yöntem: 2002-2013 arasında RAS uygulanmış hemofili dışı sinovit hastalarından ulaşılabilen ve telefonanketine katılmayı kabul eden 21 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 16’sında romatizmal hastalık vardı; 21hastanın 25’i diz, ikisi dirsek ve üçü ayak bileği eklemi olmak üzere 30 eklemine 41 enjeksiyon yapılmıştı. Yirmi altıekleme cerrahi sinovektomi yapılmıştı. Telefon anketinde temel yakınma, her enjeksiyon için hastanın yararlanımalgısı, şişlikte gerileme ya da tekrarlama ve memnuniyetleri sorgulandı. Ağrı ve işlevsellik için telefonla dizdeğerlendirme formu dolduruldu.Bulgular: Temel yakınma eklemlerin 23 tanesinde (%76,7) şişlikti. Birinci enjeksiyon 14 eklemde (%46,7) yararlı, dörteklemde (%13,3) kısmen yararlı, 12 eklemdeyse (%40) faydasız olarak değerlendirildi. On dokuz eklemde (%63,3)şişlik tamamen, üç eklemde (%10) kısmen geriledi; 10 eklemdeyse (%33,3) tekrarladı. Hastalar, eklemlerin 20’sinin(%66,7) klinik sonucundan memnundu. Dizin ağrı ve işlev skorlarının medyan değeri 80’di; iki skor bakımındanmemnun olan ve olmayanlar arasında anlamlı fark saptanmadı. Spesifik bir romatizmal hastalığı olmayanlarda ağrıskoru anlamlı olarak daha iyi bulundu (p=0.031); bu hastalar uygulanan girişimden daha memnundu (p=0.045). Şişliğindevam etmesi, tekrarlaması ve yürüme güçlüğü olması hasta memnuniyetini olumsuz etkileyen etmenler olarakdeğerlendirildi.Sonuç: Romatizmal hastalığı olmayanlarda memnuniyet oranının daha yüksek olması, sistemik hastalığı olanlarda uzunsüreli tatminkar sonuç elde edebilmenin zorluğuyla ilişkili görünmektedir. Memnuniyet üzerinde en etkili faktörşişliktir. Yüksek nüks riski varlığında ve çok sayıda cerrahi girişimden kaçınmak için RAS uygun bir seçenektir.
AMAÇ: Uterin arter doppler bulguları ile alfa fetoprotein (AFP) / beta-human koryonik gonadotropin (β-hCG) de-ğerlerinin perinatal sonuçlarla ilişkisini araştırmak.GEREÇ VE YÖNTEM: Temmuz 2009’dan itibaren gebe polikliniğine başvuran, 18. gebelik haftasına girmemiş ilk elli gebe incelenmeye alındı. Çalışmaya 49 gebe dahil edildi ve prospektif olarak izlendi.Gebeliğin 16-18. haftaları arasında ölçülen AFP ve β-hCG düzeyleri ile 22-24. gebelik haftaları arasında suprapubik olarak bakılan uterin arter doppler değerleri kaydedildi. Dışlanma kriterleri olarak, gebelikten önce hipertansiyon olması veya önceki gebelikte preeklampsi-eklampsi öy-küsü, tekrarlayan gebelik kayıpları, düşük doğum ağırlıklı yenidoğan hikayesi, kalp ya da renal hastalık hikayesi, di-abetes mellitus, antikoagulan veya aspirin tedavisi belir-lendi. Verilerin karşılaştırılmasında nonparametrik özel-liklerinden dolayı ki-kare testi uygulandı.BULGULAR: Gebelerin yaşları 19 ile 35 yaş arasınday-dı. Ortalama gebelik sayısı 2.1; ortalama parite 1.6 ola-rak saptandı. Uterin arter dopler, uterin arter çentiği ve β-hCG değerleri ile perinatal sonuçlar arasında bir ilişki saptanamadı. AFP değeri yüksek olan hastaların tümün-de intrauterin gelişme geriliği tespit edildi. Ayrıca has-taların 4’ünde intrauterin gelişme geriliği, 9’unda erken doğum, 7’sinde gestasyonel diabet, 2’sinde preeklampsi, 2’sinde fetal distress ve 6’sında mekonyum saptandı. İnt-rauterin gelişme geriliği dışındaki perinatal sonuçlarla bir bağlantı tespit edilemedi.SONUÇ: Kötü obstetrik sonuçları öngörebilmek adına bir takım testler yapılmaktadır fakat faydaları sınırlıdır. Dola-yısıyla daha spesifik serum belirteçlerinin ve ultrasonog-rafik parametrelerin belirlenerek, gebeliğin seyri sırasın-da ne tür risklerle karşılaşılabileceğinin saptanması, hem koruyucu hekimlik hem de komplikasyonların tedavisi açısından çok faydalı olacaktır.
Introduction: The aim of this study was to retrospectively review patients who were diagnosed with cardiac injury and underwent an emergency surgery.Patients and Methods: Between January 2009 and December 2014, 37 patients diagnosed with cardiac injury were retrospectively evaluated. Patients were evaluated according to the demographics, mean time from admission to surgery, concurrent interventions, type and localization of cardiac injury, and preoperative mean arterial blood pressure.Results: Eight patients who suffered from cardiac arrest underwent emergency surgery by thoracotomy. On admission to emergency service (ES), 22 patients were in shock. In ES, because the hemodynamic situation of six patients worsened despite fluid therapy, they underwent surgery without performing additional tests or imaging. The localization of the injuries were the right ventricle in 19 patients, left ventricle in 15 patients, right atrium in 2 patients, and both the right and left ventricles in 1 patient. In 34 patients, the primary suturing technique was sufficient for repair but two patients were operated on using cardiopulmonary bypass. The mean time from admission to surgery was 3.16 ± 2.37 h. The mean duration of intensive care unit stay was2.37 ± 2.1 days. On an average, 5.16 ± 4.21 units of packed erythrocyte suspension were transfused. The mortality rate was 37.83% (n= 14).Conclusion: Improvements in emergency interventions, transportation, and availability of echocardiographyin the emergency departments have to be more appropriate and efficient for better outcome in the new series.
Amaç: Revo-S, ProTaper Next ve Twisted File Adaptif NiTi eğelerinin mandibuler keser di-şlerin kök kanallarının şekillendirilmesi sırasında dentin defekti oluşturma sıklıklarının kar-şılaştırılmasıdır. Gereç ve Yöntemler: Yüz yirmi adet kök ucu gelişimi tamamlanmış, düz köklümandibuler keser diş çalışmaya dâhil edildi. Otuz diş herhangi bir işlem yapılmadan negatif kontrolgrubu olarak ayrıldı. Doksan diş her bir grupta 30 adet olacak şekilde üç gruba ayrıldı; ProTaperNext (PTN), Revo-S ve TF Adaptif (TFA) kullanılarak kök kanalları prepare edildi. Örneklerdensu soğutması altında, dişin uzun aksına dik olacak şekilde apeksten 3, 6 ve 9 mm uzaklıkta üç adetkesit elde edildi. Elde edilen kesitler stereomikroskop altında x25 büyütme ile dentin defekti varlığıyönünden incelendi. Elde edilen veriler ki-kare testi kullanılarak istatistiksel olarak analiz edildi(p<0,05). Bulgular: Test edilen bütün NiTi eğe sistemlerinin kontrol grubuna göre istatistiksel olarakdaha fazla dentin defekti oluşturduğu saptanmıştır (p<0,05). TFA sisteminin PTN ve Revo-Sgrubuna göre istatistiksel olarak daha az dentin defekti oluşturduğu bulunmuştur (p<0,05). Farklıseviyelerden alınan kesitler ile dentin defekti miktarı arasında bir korelasyon saptanmamıştır(p>0,05). Sonuç: Çalışmamızda test edilen bütün NiTi eğelerin kök kanal dentininde defekte neden olduğu bulunmuştur. TFA sisteminin PTN ve Revo-S grubuna göre istatistiksel olarak daha az dentin defekti oluşturduğu bulunmuştur.

/ 7
3 / 7