186 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Amaç: Bu çalışma, “Sosyal Medya ve Hemşirelik” dersinin, hemşirelik öğrencilerinin sosyal medyaya özgü epistemolojik inançları ile eleştirel düşünme motivasyonu ve eğilimleri üzerine etkisini belirlemek amacıyla planlanmıştır. Yöntem: Prospektif tipteki bu araştırmanın evrenini 2020 - 2021 eğitim-öğretim yılı bahar döneminde “Sosyal Medya ve Hemşirelik” dersini alan 93 hemşirelik bölümü 1. sınıf öğrencileri oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, “Sosyal Medya ve Hemşirelik” dersi kapsamında, Eleştirel Düşünme Motivasyonu Ölçeği, California Eleştirel Düşünme Eğilimi Ölçeği ve Sosyal Medyaya Özgü Epistemolojik İnançlar Ölçeği aracılığıyla dört defa tekrarlı ölçümler sonucunda toplanmıştır. Bulgular: Araştırma sonucuna göre, öğrencilerin, sosyal medyaya özgü epistemolojik inançlarının ve eleştirel düşünme motivasyonlarının dört ölçüm sonucuna göre yüksek düzeyde olduğu, eleştirel düşünme eğilimlerinin ise düşük düzeyde olduğu saptanmıştır. Sosyal medyaya özgü epistemolojik inançlar, eleştirel düşünme motivasyonu ve eleştirel düşünme eğiliminin 1. ve 4. ölçümleri arasında pozitif yönde anlamlı ilişki belirlenmiştir. Sonuç: Öğrencilere bilgiyi sorgulama, bilginin kaynağına ulaşma ve doğru bilgiyi seçme, eleştirel düşünme gibi becerileri kazandıracak seçimlik derslerin hemşirelik eğitim programlarına eklenmesi ve derslerde, öğrencileri düşünmeye ve sorgulamaya yönelten öğretim yöntemlerinin kullanımına daha fazla yer verilmesi önerilebilir.
Objective: This study was carried out to determine the relationship between the attitudes of midwifery students about euthanasia and their religious attitudes. Methods: The universe of this cross-sectional study consisted of students studying in the midwifery department of a university in eastern Türkiye. The study was carried out with 284 volunteer midwifery students between November and December 2021. Descriptive statistics such as frequency, percentage, mean and standard deviation values were used in the evaluation of the data. Independent samples t-test and one-way analysis of variance (ANOVA) were used for normally distributed variables, and Spearman correlation analysis was used for non-normally distributed variables. The study data were collected through Google Form. Participants were asked a consent question via the Google form to confirm whether they wanted to participate in the study. Results: The mean total Health Professional Euthanasia Attitude Scale (HPEAS) score of the participants was found as 83.04±16.07, while their mean total Ok-Religious Attitude Scale (ORASI) score was determined as 34.01±6.00. Accordingly, the participants had moderate attitudes about supporting euthanasia, while their religious attitudes were positive. Conclusions: As a result of this study, it was observed that most of the students had negative attitudes towards euthanasia, and one of the factors that affected these attitudes was religious belief.
Amaç: Üniversite öğrencilerinin cinsel mitlere inanma düzeyi ile kadına yönelik namus anlayışı arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı desene sahip çalışma Eylül- Kasım 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Örneklemini güç analizi sonucunda çalışmaya katılmaya gönüllü ve dahil edilme kriterlerini karşılayan 361 öğrenci oluşturmuştur. Çalışma verilerinin toplanmasında literatür doğrultusunda hazırlanan tanıtıcı bilgi formu, Kadına İlişkin Namus Anlayışı Tutum Ölçeği (KİNATÖ) ve Cinsel Mitler Ölçeği (CMÖ) kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin yaş ortalamaları 20.18±2.19 yıl olarak bulunmuştur. Öğrencilerin %85.3’ünün kadın olup %71.5’i cinsellik ile ilgili bilgi almıştır. Ayrıca %77.8’i cinsel deneyim yaşamamış olup %55.1’i evlilik öncesi cinsel deneyimin yaşanmaması gerektiğini düşünmektedir. Öğrencilerin CMÖ puan ortalamaları 57.48±15.31; KİNATÖ 108.19±14.22'dir. Evlilik öncesi cinsel deneyim yaşanabileceğini düşünen öğrencilerin KİNATÖ toplam puanları anlamlı olarak daha yüksek (p<0.001), CMÖ toplam puanı ise anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur (p<0.001). Korelasyon analizi sonucunda CMÖ ile KİNATÖ toplam puanı arasında güçlü düzeyde negatif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur (r =-0.70; p<0.001). Sonuç: Katılımcıların kadına ilişkin namus anlayışı ve tutum açısından eşitlikçi bir yaklaşıma sahip olduğu ve erkek öğrencilerde cinsel mitlerin daha yaygın olduğu saptanmıştır.
Amaç: Bu çalışma, hemşirelerin iş yerinde yaşadıkları psikolojik şiddet ile psikolojik sağlamlıkları arasındaki ilişkiyi değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: İlişki arayıcı tipteki bu çalışma, 15 Nisan-1 Mayıs 2021 tarihleri arasında, 236 hemşire ile yapılmıştır. Verilerin toplanmasında, “Kişisel Bilgi Formu”, “İş Yerinde Psikolojik Şiddet Davranışları Ölçeği” ve “Kısa Psikolojik Sağlamlık Ölçeği” kullanılmıştır. Verilerin analizinde sayı, yüzde dağılımı Ki-kare testi, Basit Doğrusal Regresyon Analizi kullanılmış, p<0.05 düzeyi istatistik olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Hemşirelerin %35.6'sının psikolojik şiddete maruz kaldığı belirlenmiştir. Bölüm değiştirme talebinde bulunanların bulunmayanlara, mesleğini sürdürmek istemeyenlerin mesleğini sürdürmek isteyenlere göre psikolojik şiddet puan ortalamasının daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Psikolojik şiddet ile psikolojik sağlamlık arasında negatif yönlü düşük düzey istatistiksel olarak anlamlı ilişki (r=-0.164) olduğu ve psikolojik şiddetin bir birim artmasının, psikolojik sağlamlığın 0.202 puan düşmesine neden olduğu (B=-0.202) belirlenmiştir. Sonuç: Yapılan değerlendirme sonucunda hemşirelerin psikolojik şiddet ile psikolojik sağlamlık düzeyleri arasında negatif bir ilişki olduğu, psikolojik şiddet arttıkça psikolojik sağlamlığın azalabileceği sonucuna ulaşılmıştır.
Amaç: Çalışmada, gebelerde evlilik doyumu ve prenatal bağlanmayı etkileyen faktörler ile evlilik doyumunun prenatal bağlanma üzerine etkisini incelemek amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma tanımlayıcı tipte yapılmıştır. Çalışmanın verileri 01 Nisan 2021- 30 Haziran 2021 tarihleri arasında örnekleme dâhil edilme kriterlerine uyan ve araştırmaya katılmayı kabul eden toplam 252 gebeden toplanmıştır. Veriler kişisel bilgi formu, Prenatal Bağlanma Envanteri (PBE) ve Evlilik Doyum Ölçeği (EDÖ) kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı ve yüzdelik dağılımlar, ortalama, non-parametrik testler (Kruskal Wallis, Mann Whitney-U) ile sürekli değişkenler arasındaki ilişkiyi incelemede Spearman korelasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Gebelerin ekonomik durumu (p=0.027), evlenme yaşı (p=0.030), eşi ile tanışma şekli (p=0.006), gebeliğin planlanma durumu (p=0.017), gravidite (p=0.003) ve gebelik trimesteri (p=0.033) prenatal bağlanmalarını etkilemektedir (p<0.05). İlde ikamet edenlerin köyde ikamet edenlere (p=0.019), eşi ile flört/arkadaşlık ederek tanışanların görücü usulü tanışanlara (p=0.002), eşi ile ilişkisini çok iyi olarak niteleyenlerin orta/kötü/çok kötü olarak niteleyenlere (p=0.004) göre EDÖ toplam puanlarının daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). Gebelerin PBE ile EDÖ toplam puanları arasında negatif yönde anlamlı (p<0.05) bir ilişki olduğu bulunmuştur. Sonuç: Araştırmada yer alan gebelerin prenatal bağlanma düzeyleri orta düzeydedir. Gebelikte, yaş ve gebelik sayısının prenatal bağlanmayı etkilediği bulunmuştur. Evlilik doyumunu; evlilik süresi, gebelik sayısı ve gebelik haftası olumsuz etkilemektedir. Çalışmada gebelerin prenatal bağlanma düzeyleri arttıkça evlilik doyumunun azaldığı sonucuna ulaşılmıştır.
Objective: The objective of this research is to determine the COVID-19 fear levels of pregnant women during the pandemic period and to reveal the factors that affect their fear levels. Methods: This descriptive and cross-sectional study was conducted with 440 married pregnant women between August 1st and December 31st, 2020. The research data were obtained using the COVID-19 Fear Scale and the demographic questionnaire prepared in line with the relevant literature. Results: The mean COVID-19 Fear Scale score of pregnant women was found as 22.25 ± 6.60 (min:7, max:35). COVID-19 fear was found to be higher among the pregnant women, who do not have a child, who stated that they needed psychological support, who were in the 4th-6th month of their pregnancy, who stated that they always feel fear whenever they go out, who restrict home visits, who are afraid of becoming infected by COVID-19, who are concerned about their babies getting harmed by COVID-19, who have had someone among their kith and kin that became infected by COVID-19, who are worried about giving birth in a health institution, who were not able to go to their prenatal check-ups, who are afraid of losing their babies, who are afraid of giving birth prematurely and who are afraid of giving birth to a baby that incurs a disability due to COVID-19. Conclusion: Up-to-date information should be shared with pregnant women during the pandemic period ensuring that their fear levels are alleviated.
Amaç: Bu araştırma, COVID-19 pandemi sürecinde yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların uyku kalitesini ve etkileyen faktörleri saptamak amacı ile gerçekleştirildi. Yöntem: Kesitsel türdeki araştırmanın evrenini, bir eğitim araştırma hastanesinin yoğun bakım ünitesinde yatan hastalar, örneklemini ise 198 hasta oluşturdu. Araştırma verileri toplanırken Hasta Bilgi Formu ve Richards Campbell Uyku Ölçeği kullanıldı. Bulgular: Hastaların %55.6’sı erkek, yaş ortalamaları 56.82±17.33 (min.-max.:16-95) yıl, %78.8’i evli, %24.7’si emekli ve %96.4’ü sağlık güvencesine sahipti. Yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların Richards Campbell Uyku Ölçeği toplam puan ortalamasının 44.71±14.88 ve %61.1’inin uyku kalitesinin kötü olduğu saptandı. Ev ortamında uykuya rahat geçen, uyku sorunu yaşamayan ve yoğun bakım ünitesi deneyimi olmayan, uykusunun etkilenmediğini ifade eden, uykuya geçiş için ilaç kullanan ve kendilerini huzursuz hissetmeyen hastaların Richards Campbell Uyku Ölçeği puan ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). Sonuç: Yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların uyku kalitelerinin kötü düzeyde olduğu ve hastaların bireysel özelliklerinin uyku kalitesini olumsuz yönde etkilediği görüldü. Bu kapsamda, yoğun bakım ünitesinde uyku kalitesini arttırmak için çevre düzenlemesinin yapılması ve hemşirelerin hizmet içi eğitim programlarına katılarak farkındalığının arttırılması önerilebilir.
Amaç: Bu çalışmada Geriatri Polikliniğine başvuran 65 yaş ve üzeri yaşlı hastaların yalnızlık ve yaşamın anlamına ilişkin görüşlerini belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma bir vakıf üniversitesi hastanesinde Ağustos 2019–Kasım 2019 tarihleri arasında geriatri polikliniğine ayaktan başvuru yapan 65 yaş üzeri olan 100 yaşlı hasta ile yürütülmüştür. Veriler, kişisel bilgi formu, Mini-mental durum değerlendirme testi, Yalnızlık Ölçeği ve Yaşamın Anlamı Ölçeği ile toplanmıştır. Bulgular: Çalışmamızda yaşlı hastaların yalnızlık ölçek puan ortalaması 8.89±5.48 ve yaşamın anlam ölçeği puan ortalaması 44.5±14.8’dir. Yalnızlık ve yaşamın anlamı ölçeği puan ortalamaları ile yaşlı hastaların sosyodemografik veriler arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Yaşlı hastaların yalnızlık hissi orta düzeyde bulunmuştur. Sonuç: Yaşlı hastaların arkadaşları ile görüşme sıklığı artıkça yalnızlık duyguları azaldığı belirlenmiştir. Yalnızlık duygusu artıkça yaşamdan anlam duygusunun azaldığı belirlenmiştir. Yaşlı hastaların sosyal desteğinin olması yalnızlığı önlemede önemli bir faktördür.
Amaç: Araştırma, hastaların ürodinami işlemine yönelik anksiyete, ağrı ve utanma düzeylerini belirlemek amacıyla planlandı. Yöntem: Tanımlayıcı-kesitsel türde planlanan araştırmanın örneklemini, bir şehir hastanesinin Üroloji Polikliniği’ne, Mayıs 2022-Ağustos 2022 tarihleri arasında başvuran, ürodinami işlemi planlanan 90 hasta oluşturdu. Veriler, hasta bilgi formu, ağrı, anksiyete ve utanma düzeylerinin değerlendirildiği Visual Analog Scale (VAS) ve Durumluk Kaygı Ölçeği (DKÖ) ile toplandı. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemler, ağrı, anksiyete, utanma düzeyleri ve DKÖ puan ortalamalarına göre demografik verilerin karşılaştırılmasında Bağımsız Örneklem t Testi, Kruskal- Wallis ve anlamlı sonuçların post-hoc analizi için Mann Whitney-U testi kullanıldı. Araştırmaya başlamadan önce etik kurul ve kurum izni alındı. Bulgular: Hastaların anksiyete düzeyi puan ortalamasının 4.50±3.42 ağrı düzeyi puan ortalamasının 3.87±3.01, utanma düzeyi puan ortalamalarının 5.40±3.71 olduğu; DKÖ puan ortalamasının 49.80±6.70 olduğu saptandı. Hastaların cinsiyet, medeni durum, çalışma durumu, sigara kullanma durumu, tanı, daha önce ürolojik girişim uygulanma durumu ve ürodinami işlemi ile ilgili bilgi aldığı kaynak ile anksiyete, ağrı, utanma düzeyleri ve DKÖ puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olduğu belirlendi (p<0.05). Sonuç: Ürodinami işlemine yönelik hastaların anksiyete, utanma ve kaygı durumlarının orta düzeyde, ağrılarının düşük düzeyde olduğu görüldü.
Amaç: Dahili kliniklerinde yatan hastaların bakım bağımlılıkları ve düşme risklerinin belirlenmesi, ilişkili faktörlerin saptanması, bakım bağımlılığı ile düşme riski arasındaki ilişkinin ortaya konulmasıdır. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı bir çalışmadır. Araştırma izinleri ve onamlar alınmıştır. Araştırmada Helsinki Deklerasyonu’na ve STROBE yazım standartlarına uyulmuştur. Veriler, Mayıs-Temmuz 2022 tarihleri arasında yüz yüze toplanmıştır. Örneklem, güç analizi ile belirlenmiştir (n: 148). Verilerin toplanmasında “Bakım Bağımlılığı Ölçeği” ve İtaki Düşme Riski Ölçeği” kullanılmıştır. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 56.41±16.38 hastanede yattığı gün ortalaması 8.44±16.276, beden kütle indeksi ortalaması 27.98±6.759, düşme riski puan ortalaması 9.55±6.138, bakım bağımlılığı puan ortalaması 77.81±12.09’dur. Yaş ile düşme riski puanı arasında pozitif yönde, bakım bağımlılığı puanı arasında negatif yönde bir korelasyon vardır. Düşme riski ve bakım bağımlılığı arasındaki negatif bir ilişki vardır. Sonuç: Cinsiyet, kronik hastalığın varlığı, bazı fiziksel engellerin varlığı gibi değişkenler ile bakım bağımlılığı ve düşme riski arasında ilişki vardır. Bu çalışmanın en önemli sonucu; bakım bağımlılığı arttıkça düşme riski azalmaktadır. Düşme riskini azaltmaya yönelik girişimlerle bu girişimlerin bakım bağımlılığına etkisinin değerlendirildiği yeni çalışmalar yapılması önerilebilir.
COVID-19 pandemisi cinsel şiddet, istenmeyen gebelik artışı gibi üreme sağlığı için önemli bir risk oluşturmaktadır. Üreme sağlığı ve aile planlaması hizmetleri pandemide öncelikli olarak tartışılmalı, doğum kontrolü ve kadınlara yönelik cinsel şiddeti önleme çalışmalarına sağlık hizmetlerinde yer verilmelidir. Pandemi sürecinde sağlık kaynaklarının pandemi ile mücadeleye yöneltilmesi aile planlaması hizmetlerine erişimin önüne engel olarak çıkmaktadır. Danışmanlık hizmetlerinin devamını sağlamak için yenilikçi stratejiler geliştirilerek bireylerin ihtiyaçlarına öncelik verilmelidir. Danışmanlık hizmeti sunulurken COVID-19 enfeksiyonunu önlemek için sağlık kuruluşu teması en aza indirilecek şekilde planlama yapılmalıdır. Çiftler, bireysel aile planlaması yöntemleri hakkında bilgilendirilmeli ve mevcut kullandıkları yöntemlerin kullanım süresi genişletilmelidir. Doğum ve kürtaj gibi sağlık teması gerektiren özel durumlardan sonra danışmanlık ve yöntem kullanımı için oluşan fırsat değerlendirilmelidir. Yüz yüze görüşülmesi gereken durumlarda yüz yüze hizmet sunulup geri kalan hizmetler uzaktan sağlık bilgi sistemi ile sunulmalıdır. COVID-19 ile enfekte olmuş bireylere aile planlaması danışmanlığının devamlılığı sağlanmalıdır. Tüm bireylere üreme sağlığı ve aile planlaması danışmanlık hizmetlerinin ulaştırılmasıyla, istenmeyen gebeliklerin önlenmesi dolayısıyla kadın sağlığının korunması ve geliştirilmesi mümkündür. Bu sebeple kadın ve çiftlerle en fazla etkileşim halinde olan hemşirelerin ve ebelerin pandemi sırasında ve sonrasında danışmanlık hizmetlerini sürdürmesi önemlidir.
Amaç: Bu çalışmada Türkiye’de pediatrik onkoloji hastalarının bakım verenlerine uygulanan psikososyal girişimlerin ruhsal semptomlara olan etkisini inceleyen araştırmaların incelenmesi hedeflenmiştir. Yöntem: Deneysel ve yarı deneysel araştırmalar PRISMA protokolü doğrultusunda dokuz veri tabanında; (Pubmed, Cochrane, MEDLINE, CINAHL, EMBASE, Google Akademik, Web of Science, Ulusal Tez Merkezi, ULAKBİM), Ocak 2010-2021 tarihleri arasında başlık ve özete göre tarandı. ‘Kanserli çocuk’ veya ‘pediatrik onkoloji, ‘psikososyal uygulamalar’, ‘hemşirelik’, ‘ruhsal semptomlar’, ‘bakım verenler’ veya ‘ebeveynler’ anahtar sözcükleri Türkçe ve İngilizce olarak kullanılarak veri tabanlarında arama yapıldı. Referans yönetimi için Endnote X9 kullanıldı. Araştırmaların kalite indeksi Joanna Briggs Enstitüsü’nün kontrol listeleri kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Derlemeye beş araştırma dahil edildi. Dahil edilen araştırmaların üçü doktora tezi, ikisi ise bireysel araştırmadır. Psikososyal girişim olarak teori temelli hemşirelik uygulaması, psikoeğitim programı, tedavi ve hastalığa uyuma yönelik eğitimlerin verildiği belirlendi. Psikososyal girişimlerin, bakım verenlerin hastalığa yönelik belirsizlik ve umutsuzluk algısı, kaygı düzeyi, bakım yükü, depresyon ve ruhsal sorunlarını azalttığı; yaşam doyumu ve stresle baş etme becerilerini arttırdığı belirlendi. Sonuç: Pediatrik onkoloji hastalarının bakım verenlerine uygulanan psikososyal girişimlerin bakım verenlerin ruhsal sorunlarını azaltma ve iyilik hallerini arttırmada olumlu etkiye sahip olduğu belirlendi. Bu müdahalelerin etkinliğini iyileştirmek ve potansiyel etkilerini yaygınlaştırmak amacıyla daha fazla çalışmaların yürütülmesi önerilmektedir.
Amaç: Plasenta Akreata Spektrumu (PAS) plasentanın patolojik invazyonu olup, maternal olumsuz sağlık sonuçlarına yol açabilir. Bu problemlerden birisi de histerektomidir. Bu olguda PAS tanılı gebeye, sezaryen cerrahisi ile birlikte histerektomi uygulanmıştır. Bu çalışmanın amacı Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri (FSÖ) Modeli kapsamında, olgunun hemşirelik sürecinin sistematik olarak incelenmesidir. Yöntem: Olgunun yazılı onamı alınmıştır. Veriler olguya göre geliştirilmiş perinatal dönem veri toplama formu ve Perinatal Anksiyete Tarama Ölçeği ile toplanmıştır. Olgu: Olgu 27 yaşındadır ve 29 haftalık gebedir. Hastaneye vajinal kanama, şiddetli kasık ağrısı şikâyetleri ile başvurmuştur. Hemoglobin değeri 13mg/dL’den 9.1mg/dL’ye düşmüş olup, tedavi olarak “1 ünite eritrosit süspansiyonu” ve “1gr Herajit” uygulanmıştır. Tokolitik tedavi başlanmıştır. Bu tedaviye rağmen kontraksiyonlarının devam etmesi üzerine, “Megamük Sezaryen, Plasenta Previa, Vajinal Kanama, PAS Orta-Yüksek Risk” endikasyonları ile “Sezaryen” ve “Total Abdominal Histerektomi” cerrahileri uygulanmıştır. FSÖ Modeli kapsamında olguya yönelik “akut ağrı, anksiyete, kanama riski, aile sürecinde değişiklik, aktivite intoleransı, cinsel disfonksiyonu riski” gibi hemşirelik tanıları belirlenmiştir. Olgunun cerrahi sonrası bakım ve izleminde kanamasının olmadığı, ağrısının azaldığı, günlük yaşam aktivitelerini gerçekleştirdiği gözlemlenmiştir. Aynı zamanda olgunun bebeğini görmesiyle ve bilgi ihtiyacının sağlanmasıyla anksiyetesinin azaldığı belirlenmiştir. Sonuç: Olgu sunumunda sezaryen-histerektomi sonrası yaşanılan sağlık sorunlarına ve hemşirelik sürecine FSÖ modeli örüntüleri ile sistematik ve bütüncül olarak yer verilmiştir. Bu olgunun sağlık bakım hizmetlerinin güçlendirilmesinde, yüksek riskli gebelere hizmet veren hemşirelere rehberlik edeceği ve literatüre katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Bu araştırmanın amacı, COVID-19 salgını sürecinde ebelik öğrencilerinin depresyon, anksiyete ve stres düzeylerinin belirlenmesidir. Yöntem: Bu araştırma tanımlayıcı ve kesitsel tiptedir. Araştırma 10 Mayıs-10 Haziran 2020 tarihleri arasında Samsun’da bir üniversitenin ebelik bölümünde eğitim gören 336 öğrenci ile online olarak gerçekleştirilmiştir. Veriler; kişisel bilgi formu ve Depresyon, Anksiyete, Stres Ölçeği-21 kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemler kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 20.62±2.24’dir ve tamamına yakını (%98.8) bekardır. Öğrencilerin %21.8’inde orta düzeyde orta düzeyde depresyon, %18.4’ünde hafif düzeyde anksiyete, %13.1’inde hafif düzeyde stres belirtileri saptanmıştır. Öğrencilerin depresyon, anksiyete ve stres alt boyut puanları ile yaş, sınıf, medeni durum, çalışma durumu, kronik hastalığa sahip olma değişkenleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yok iken (p>0.05), salgın öncesi ruhsal sorunlar için destek alma değişkeni, salgın sürecinde psikolojik desteğe ihtiyaç duyma değişkeni ve salgın sürecinde günlük ortalama COVID-19 hakkında haber izleme saat değişkeni arasında anlamlı düzeyde fark saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Öğrencilerin %48.6’sında depresyon, %30.7’sinde anksiyete ve %32.7’sinde stres belirtileri farklı düzeylerde saptanmıştır. Bu doğrultuda, öğrencilerin ulaşılabilir rehberlik hizmeti alabilmesi önerilmektedir. Özellikle, üniversite yönetimlerinin öğrencilere sunulan psikolojik destek ve danışmanlık sistemlerini COVID-19 pandemi süreci ve sonrasında artırması oldukça önemlidir.
Amaç: Bu çalışmanın amacı COVID-19 pandemisi sürecinde kadın doğum kliniklerinde uygulama yapan intörn hemşirelik öğrencilerinin deneyimlerinin incelenmesidir. Yöntem: Çalışma, Türkiye’nin kuzeyinde bir üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik bölümünde gerçekleştirilmiştir. “Kadın Hastalıkları ve Doğum Hemşireliği İntörn Uygulama Dersi” ni alan ve yaz döneminde kadın doğum kliniklerinde uygulama yapan son sınıf intörn öğrencileri ile fenomenolojik desenli, tanımlayıcı tipte niteliksel bir araştırma olarak yürütülmüştür. Araştırma verileri, Google Meet uygulaması üzerinden online video konferans şeklinde 31/08/2021 tarihinde tek odak grup görüşmesi yapılarak toplanmış ve betimsel analiz yöntemiyle değerlendirilmiştir. Bulgular: Elde edilen verilerin analizinde Öğrencilerin “klinik uygulama yapacaklarını ilk öğrendiklerinde hissettikleri” ve “klinik uygulama sırasında hissettikleri” olmak üzere iki ana tema ortaya çıkmıştır. “Klinik uygulama yapacaklarını öğrendiklerinde hissettikleri” temasında; “fırsat”, “korku ve belirsizlik” alt temaları; “klinik uygulama sırasında hissettikleri” temasında ise “korku”, “güven ve farkındalık”, “bakım bilinci” ve “ekip dayanışması” alt temaları belirlenmiştir. Sonuç: Araştırma sonucunda pandemi sürecinde intörn öğrenci hemşirelerin kadın doğum dersi kapsamında klinik uygulama yapabilmeyi fırsat olarak düşündükleri, uygulamaların mesleki gelişimlerini desteklediği, ancak enfeksiyonu bulaştırma korkusu ve pandemi sürecine ilişkin belirsizlik yaşadıkları ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda pandemi kaynaklı klinik uygulamalara ilişkin alternatif planlamaların ve telafilerin, öğrencilerin duygu, düşünceleri ve deneyimleri dikkate alınarak beceri gelişimini yeterli şekilde destekler nitelikte yapılması önerilmektedir.
Amaç: Araştırmanın amacı, hemşirelik öğrencilerinin acının dönüştürücü gücü kavramına ilişkin algılarını metafor analizi yöntemiyle incelemektir. Yöntem: Araştırmanın örneklemini 2020-2021 eğitim-öğretim yılı Ekim-Mart ayları arasında eğitim gören 103 hemşirelik öğrencisi oluşturmuştur. Araştırmada nitel ve nicel verilerin birlikte toplandığı karma yöntem desenlerinden yakınsak paralel karma desen kullanılmıştır. Araştırmanın nicel boyutunda öğrencilerin sosyodemografik ve ruhsal acı yaşama deneyimleri gibi değişkenler; nitel boyutunda metafor analizi yöntemi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin %76.7’sinin kadın, %43.7’sinin 4. Sınıf öğrencisi, %63.1’inin ruhsal acı yaşadığı görülmüştür. Çalışma sonucunda metaforların 8 kavramsal kategoride toplandığı ve öğrencilerin en sık hayvan, bitki ya da doğa unsurları kategorisine ilişkin metafor seçtikleri (%32) görülmüştür. İnsana ait bir duygu ya da duygusal davranış kategorisi ile çevresinde ruhsal acı yaşayan birey olma durumu arasında (p=0.005); Aile üyesi, arkadaş ya da danışılacak bir insan kategorisi ile de ruhsal acı veren olay türü (p=0.008) arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Diğer kategoriler ile sosyodemografik veriler arasında herhangi bir ilişki saptanmamıştır (p>0.05). Sonuç: Sonuç olarak hemşirelerin hastalık/durum hakkındaki algılarının bireye sunulan hemşirelik bakımını etkilediği düşünüldüğünde öğrencilerin ruhsal acı yaşayan bireye bakım vermeye ve bireyin değişip dönüşebilmesine ilişkin olumlu bir yargı geliştirdiği ve meslek hayatında bu yargıya yönelik hareket etme potansiyelinin olduğu söylenebilir.
Amaç: Bu araştırmada hemşirelik öğrencilerinde algılanan stres, stresle başetme ve merhamet yorgunluğunun ilişki ve etkileşim düzeylerinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayıcı tipteki araştırmaya 206 hemşirelik öğrencisi örnekleme dahil edilmiştir. Veriler online olarak hazırlanan “Kişisel Bilgi Formu”, “Merhamet Yorgunluğu-Kısa Ölçek”, “Stresle Başa Çıkma Ölçeği” ve “Algılanan Stres Ölçeği” ile toplanmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistiklerin (frekans, yüzde, ortalama, standart sapma) yanı sıra Spearman Korelasyon testi ve yapısal eşitlik modellemesi uygulanmıştır. Bulgular: Katılımcıların %88.3’ü kadın ve yaş ortalaması 22.14±5.69 yıldır. Merhamet yorgunluğunun stresle başa çıkma ile negatif yönde, algılanan stresle pozitif yönde ilişkisi olduğu saptanmıştır. Kurulan yapısal eşitlik modeli veriler tarafından desteklenmektedir. Hemşirelik öğrencilerinin merhamet yorgunluk düzeyleri algılanan stres ve stresle başetme düzeylerinden etkilenmektedir (p0.05). Sonuç: Sonuç olarak, bu bulgular doğrultusunda öğrencilerin merhamet yorgunluğu düzeyleri ve aracı etkiye sahip değişkenler üzerine araştırmaların yapılması önerilmektedir. Ayrıca stresle başetme becerilerinin artırılmasına yönelik eğitimlerin verilmesi hem stres hem de merhamet yorgunluk düzeyine olumlu etkilerinin olacağı düşünülmektedir.
Amaç: Doğum şeklinin belirlenmesinde, karar verme aşamasında ve doğum yaptırmada önemli yetkilere sahip olan ebe/hemşire ve hekimlerin doğum şekli ile ilgili görüşleri son derece önemlidir. Çalışmamız sağlık bilimleri fakültesinde okuyan hemşirelik öğrencilerinin doğum inançlarının doğum tercihine etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipte yapılan araştırmanın örneklemini 252 hemşirelik öğrencisi oluşturmuştur. Araştırma verileri, Kasım-Aralık 2020 tarihleri arasında online ortamda oluşturulan anketin öğrencilere ulaştırılması ile toplanmıştır. Araştırma verileri için, tanıtıcı bilgi formu, doğum şekli tercihlerine ilişkin sorular ve doğum inançları ölçeği kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %88.9’u anne ve fetüsün sağlık durumunun kadınların doğum tercihini etkilediğini belirtmiştir. Ayrıca, öğrencilerin doğal süreç inancı puanı açısından cinsiyet, sınıfı, Doğum, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği dersini alma durumu ve kadın doğum alanında intörn olma düşüncelerine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu (p<0.001) saptanmıştır. Öğrencilerin tıbbi süreç inancı puanı açısından ise sınıfı ile kadın doğum dersini alma durumlarına göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu (p<0.001) saptanmıştır. Sonuç: Öğrencilerin doğum şekli tercihleri hakkındaki görüşlerinin cinsiyete, sınıflara, Doğum, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği dersini almış olmalarına veya dersin stajını yapma durumlarına göre değişiklik gösterebildiği saptanmıştır. Hemşirelik öğrencilerinin doğum konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip olması açısından Doğum, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği dersi müfredatına önem verilmelidir.
Amaç: Bu çalışmanın amacı hemşirelik öğrencilerinin kadına yönelik şiddet hakkında tutumlarının incelenmesidir. Yöntem: Kesitsel olarak yürütülen bu araştırmanın evrenini 2018-2019 eğitim öğretim yılında Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi hemşirelik bölümünde kayıtlı olan öğrenciler oluşturmuştur (N=845). Araştırmanın minimum örneklemi Epi İnfo programı evreni bilinen formül kullanılarak %95 güven aralığı ve %5 sapma ile 544 kişi olarak belirlenmiştir. Bu çalışma 601 öğrenci tamamlanmıştır. Veriler 01.01.2019–31.12.2019 tarihleri arasında yüz yüze görüşme tekniği ile toplanmıştır. Bu araştırmada sosyodemografik soru formu ve İSKEBE Kadına Yönelik Şiddet Tutum Ölçeği kullanılmıştır. Bulgular: Bu çalışmada öğrencilerin yaş ortalaması 20.7±1.8 olup, %70.2’si 21 yaş ve altındadır. Araştırmada İSKEBE Kadına Yönelik Şiddet Tutum Ölçeği toplam puan ortalaması 133.4±15.1 (median: 138.0, min:69.0, maks:150), alt boyut puan ortalaması bedene yönelik tutumlar için 76.5±6.2 (median: 79.0, min:45.0, maks:80) ve kimliğe yönelik tutumlar için 53.1±9.3 (median: 55.0, min:16.0, maks:75) olarak bulunmuştur. Hemşirelik öğrencilerinin %8.8’i fiziksel şiddete maruz kaldığını ve %43.8’i kadına yönelik şiddete tanık olduğunu belirtmiştir. Öğrencilerin %31.3’ü kadına yönelik şiddete ilişkin eğitim aldıklarını, %90.2’si derslerinde kadına yönelik şiddete yer verilmesini istemektedir. Sonuç: Bu çalışmada 21 yaşın altında olan, il merkezinde doğan, parçalanmış aile yapısına sahip olan, geliri giderine eşit ve ailesi ile evde yaşayan öğrencilerin ölçek toplam puan ortalaması diğer gruplara göre istatistiksel anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.
Objective: It was aimed to evaluate the news of national television that revealed the ways people socialize during the first year of the pandemic in Turkey. Methods: According to the ethnographic qualitative research design, the news showed between 11 March 2020 and 11 March 2021 in the news of six national channels in Turkey and containing the forms of socialization were analyzed by content analysis. Results: Life did not fit at home, the form of socialization changed and this new form of socialization evolved in the direction of digitalization. Those who have kept up with the digital age have realized their socialization experiences by spending time on social media. Neighbors began communicating by gathering on balconies, rather than being guests in one another's homes. Society have made an effort to cope with uncertainty and obscurity by returning to localness and living its traditions. Coping with challenges in the belief that they would be resolved together has enabled Turkish society to cope more successfully with the pandemic process. Conclusions: This study will be a precursor to support multidisciplinary studies in community mental health studies in times of crisis, will provide important data for community mental health promotion practices.

/ 10
3 / 10