186 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Amaç: Preoperatif dönemde çocuklar kaygı yaşarlar. Çocukların uygulanan prosedürlere uyumunun artırılabilmesi için preoperatif dönemdeki kaygının azaltılması gerekmektedir. Bu sistematik derleme, çocuklara uygulanan tıbbi palyaço girişiminin preoperatif dönemdeki kaygı düzeyine etkisini belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Bu araştırma sistematik derleme niteliğindedir. Bu amaçla “preoperative, non-pharmacological methods, child, anxiety ve clown” anahtar kelimeleri eşleştirilerek PubMed, MEDLINE, Google Scholar, Science Direct ve Cochrane olmak üzere beş veri tabanı 2005-2021 yıllarını kapsayacak şekilde taranmıştır. Bulgular: Bu araştırmada veri tabanlarının taraması sonucunda toplam 1207 yayına ulaşılmıştır. Araştırmaya dâhil edilme kriterlerine uygun olan toplam 10 (N=1506) yayın araştırma kapsamına alınmış ve sonuçlar açısından değerlendirilmiştir. Araştırma kapsamında 2-16 yaş arasında olan çocuklara pediatri servisi, ameliyathaneye transfer süreci, anestezi indüksiyonu sırasında ve ameliyattan sonraki dönemde tıbbi palyaço, sanat terapi, midazolam, hidroksizin ve ebeveyn varlığı ile müdahaleler yapılmıştır. Çocukların kaygı düzeyleri “Durumluk-Süreklik Kaygı Envanteri” veya “Modifiye Yale Preoperatif Kaygı Skalası” ile değerlendirilmiştir. Sonuç: Çocuklara uygulanan tıbbi palyaço müdahalesinin preoperatif dönemdeki kaygıyı azaltmada etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Objective: This phenomenological study was performed to thoroughly examine the experiences of healthy pregnant women during COVID-19. Method: The sample consisted of 20 pregnant women who were older than 18 years, could use remote access applications such as video conferencing applications, had no communication problems and voluntarily agreed to participate. Each interview lasted approximately 45 minutes. A semi-structured interview form was used to collect information about the sociodemographic and obstetric characteristics of pregnant women and their feelings and thoughts about pregnancy during the pandemic process. Results: The pregnant women were found to experience intense sorrow, stress, and fear. The uncertainty regarding the diagnosis, treatment of the disease and when the pandemic would end concerned all pregnant women. The results indicated that the support of partners, family and friends had a key role in coping with the intense concerns and fears that were experienced. Conclusion: Most pregnant women stated that they paid great importance to the measures they took against COVID-19 and that these measures adversely effected their mental health and the mental health of their families.
Amaç: Bu çalışmanın amacı, Türkiye’de hemşirelik alanında ventrogluteal bölgeye intramüsküler enjeksiyon uygulaması ile ilgili yapılmış lisansüstü tezlerin incelenmesidir. Yöntem: Araştırmanın evrenini, Türkiye Ulusal Tez Veri Tabanı’nda arşivlenen ve hemşirelik alanında yapılan lisansüstü tezler oluşturmuştur. Tezlerin çalışmaya dâhil edilme kriterleri, hemşirelik alanında yapılmış olması, tam metne ulaşılması ve başlığında ventrogluteal kelimesinin yer almasıdır. Çalışmaya 14 tez dâhil edilmiştir. Veri toplamada “Tez Değerlendirme Formu” kullanılmıştır. Bulgular: Konu ile ilgili tezlerin 2012-2021 tarihleri arasında yapıldığı, çoğunluğunun yüksek lisans tezi olduğu ve yarı deneysel (n=8) türde olduğu belirlenmiştir. Tezlerde VG bölgeye enjeksiyon ile ilgili olarak hemşirelere verilen eğitimlerin etkinliği (n=7), dorsogluteal bölge ile karşılaştırma (n=4), bölge tespiti için araç geliştirme (n=1), aspirasyon gerekliliği (n=1) ve hemşirelerin bilgi düzeyleri (n=1) ele alınmıştır. Sonuç: Yapılan tezlerde eğitimin hemşirelerin konu ile ilgili bilgi düzeyini arttırdığı, VG bölgeye uygulanan IM enjeksiyonlarda ağrı, kanama ve hematom oluşumunun DG bölgeye göre daha az görüldüğü, enjeksiyon alanını belirlemek amacıyla geliştirilen aracın geçerli ve güvenilir olduğu, VG bölgeden yapılan IM enjeksiyonlarda aspirasyon uygulamasına gerek olmadığı ve hemşirelerin konu ile ilgili orta düzeyde bilgiye sahip olduğu sonucuna varılmıştır.
Objective: The purpose of this research was to evaluate knowledge and behaviours of university students about Human Papillomavirüs (HPV) infection and the HPV vaccine. Method: This descriptive study was carried out between 05.04.2020 and 25.07.2020. The population of the research consisted of 267 international students studying in the law and engineering faculties of Near East University, and the sample group consisted of 213 international students. The data were collected through an online questionnaire developed by the researcher based on the literature review and consisting of four parts: demographic criteria, characteristics, behaviors of students regarding HPV infection and vaccine, information about HPV infection, and information about HPV vaccine. The data were analyzed using the SPSS 22.0 program and the analysis results were interpreted at the p<0.05 significance level. Results: The average age of the participants in our study was 22.05±2.31 and 19.2% of them were vaccinated against the Human Papilloma Virus. 62% of the participants were sexually active and 34.3% had heard of Human Papilloma Virus before. The knowledge score about the virus was affected by sexual activity, early sexual intercourse, class level, economic status, and marital status. Conclusions: The poor knowledge of students about the risks factor of HPV infection and vaccine is reflected in their risky behaviour. Promoting and providing universal access to the HPV vaccination may encourage international students to get the vaccine, leading to fewer new cases of HPV infection.
Amaç: Kronik hastalığı olan veya cerrahi girişim geçirmiş olan hastaların evde bakımlarını üstlenecek olan bakım vericilerinin, koronavirüs pandemi dönemindeki kaygı düzeylerinin bilgi/ beceri düzeylerine olan etkisinin değerlendirilmesidir. Yöntem: Tanımlayıcı kesitsel olarak planlanan araştırma Mayıs -Ağustos 2021 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Veriler bir Devlet Hastanesi’nin dahiliye ve cerrahi kliniklerinde bakım almış hastalara evde bakım veren 458 bireyden toplanmıştır. Veri toplamada ‘Hastaların Tanımlayıcı Özellikleri Formu’, ‘Hastalara Bakım Verecek Olan Aile Üyelerinin/Bireylerinin Tanıtıcı Özellikleri ve Bilgi- Beceri Düzeyleri Formu’ ve ‘Koronavirüs Kaygı Ölçeği’ kullanılmıştır. Veri analizinde tanımlayıcı istatistiklerden (sayı, yüzde, ortalama, standart sapma) yararlanılmış, bakım veren bireylerin koronavirüs kaygı düzeyinin karşılaştırılmasında t-testi ve ANOVA testi kullanılmıştır. Bulgular: Bakım vericilerin Koronavirüs Kaygı Ölçeği puan ortalamalarının 19.02±4.51 yüksek olduğu bulunmuştur. Kaygı düzeyleri puan ortalamaları ile bakım vericilerin sosyodemografik özellikleri ve bilgi-beceri düzeyleri arasında kadın cinsiyet, çalışan olmak, anne/babaya bakım vermek, bakım vermeyi istememe, manevi/psikolojik destek almama, hastaların ilaçlarına dair bilgisi sahibi olmama değişkenlerinin istatistiksel olarak anlamlılığa neden olarak bakım vericilerin koronavirüs kaygılarını artırdığı saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Taburcu edilmiş hastaların ve evde bu hastaların bakımına devam edecek olan aile üyelerinin/bireylerin koronavirüs pandemisi konusunda detaylı bilgilendirilerek, bakım vericilerin bilgi beceri düzeylerinin belirlenmesi önemlidir.
Amaç: Bu çalışma hemşirelik öğrencilerinin yaşadığı stres kaynakları ile algıladıkları sosyal destek arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu çalışma, 6 Mayıs-24 Haziran 2019 tarihleri arasında İç Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan iki üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, 2018-2019 öğretim yılı bahar döneminde okuyan tüm hemşirelik öğrencileri (N=1117) oluşturmuştur. Çalışma, katılmayı kabul eden toplam 860 (%76.9) öğrenci ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, “Öğrenci Kişisel Bilgi Formu” (ÖKBF), “Öğrenci Stresör Ölçeği” (ÖSÖ) ve “Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği” (ÇBASDÖ) kullanılarak edinilmiştir. Verilerin analizinde Mann-Whitney U testi, Kruskal Wallis-H testi ve Spearman korelasyon uygulanmıştır. Bulgular: Öğrencilerin ÖSÖ toplam puan ortalaması 33.58±7.60 iken, ÇBASDÖ toplam puan ortalaması 60.68±14.02 olarak bulunmuştur. Hemşirelik öğrencilerinden ailesinin gelir durumu iyi olanlarda ve sorunlar karşısında ailesinden destek alanlarda ÖSÖ puan ortalaması anlamlı derecede daha düşük, ÇBASDÖ puan ortalaması ise anlamlı derecede daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Kişilik yapısını sinirli/agresif olarak tanımlayanlarda ÖSÖ, özgüvenli olarak tanımlayanlarda ÇBASDÖ puan ortalamasının anlamlı derecede daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Öğrencilerin ÖSÖ ve ÇBASDÖ puanları arasında ilişki bulunmamıştır (p=0.912, r=-0.004). Sonuç: Bu çalışmada hemşirelik öğrencilerinin hem stres kaynaklarının hem de algıladıkları sosyal desteğin ortalamanın üzerinde olduğu saptanmıştır. Hemşirelik öğrencilerinin yaşadığı stres kaynakları ile algıladıkları sosyal destek arasında ilişki saptanmamıştır.
Amaç: Bu araştırma, hemşirelik öğrencilerinin tükenmişlik düzeyi ile psikolojik iyi oluşları arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı türde planlanmıştır. Yöntem: Araştırmanın çalışma grubunu 462 hemşirelik öğrencisi oluşturmuştur. Veriler ‘Tanıtıcı Bilgi Formu’, ‘Psikolojik İyi Oluş Ölçeği’ ve “Maslach Tükenmişlik Envanteri- Öğrenci Formu” ile toplanmıştır. Bulgular: Katılımcıların Maslach Tükenmişlik Envanteri-Öğrenci Formu ve Psikolojik iyi oluş ölçeği puan ortalamalarının orta düzey olduğu belirlenmiştir. Psikolojik İyi Oluş Ölçeği ile Maslach Tükenmişlik Envanteri-Öğrenci Formuna ait “tükenme” ve “duyarsızlaşma” alt boyutları arasında zayıf ve negatif yönde; “yetkinlik” alt boyutu arasında ise zayıf ve pozitif yönde ilişki olduğu belirlenmiştir. Psikolojik iyi oluş üzerinde “tükenme” ve “yetkinlik” alt boyutlarının anlamlı düzeyde etkili olduğu; “duyarsızlaşma” alt boyutunun ise anlamlı düzeyde bir etkisinin olmadığı belirlenmiştir. Ayrıca, bu değişkenlerin (“tükenme”, “duyarsızlaşma” ve “yetkinlik”) psikolojik iyi oluştaki varyansın %22’sini açıkladığı saptanmıştır. Sonuç: Çalışmamızda katılımcıların tükenmişlik düzeylerinin psikolojik iyi oluşları üzerinde negatif yönde ve önemli oranda (%22) etkili olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin psikolojik iyi oluşunu koruma ve güçlendirme açısından yaşadıkları tükenmişlik düzeylerini azaltmaya yönelik çalışmalar yapılması önerilmektedir.
Amaç: Bu çalışmada, lise öğrencilerinin bilişsel esneklik ile problem çözme becerilerinin ve aralarındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı türdeki araştırmanın örneklemini İç Anadolu Bölgesinde bulunan bir Sosyal Bilimler Lisesi'nde öğrenim gören 382 öğrenci oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında, Öğrenci Bilgi Formu, Bilişsel Esneklik Ölçeği ve Problem Çözme Envanteri kullanılmıştır. Mann Whitney U ve Kruskal Wallis testleri ile karşılaştırmalar yapılmıştır. Spearman Korelasyon testi ile değişkenler arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin bilişsel esneklik ölçeği puan ortalaması 51.45±8.51’dir. Problem çözme envanteri toplam puan ortalaması 96.43±19.92 olup problem çözme yeteneğine güven boyutu puan ortalaması 31.28±8.84, yaklaşma kaçınma boyutu puan ortalaması 48.29±11.37 ve kişisel kontrol boyutu puan ortalaması 16.85±3.51’dir. Bilişsel esneklik ile problem çözme arasında orta düzeyde ve negatif yönde bir ilişki vardır (r = -0.490, p < 0.01). Sonuç: Öğrencilerin bilişsel esneklik düzeyleri arttıkça problem çözme becerileri de artmıştır. Bu nedenle lise öğrencilerinin hem bilişsel esneklik düzeylerini hem de problem çözme becerilerini geliştirmek için müdahale programları planlanmalı ve uygulanmalıdır.
Amaç: Türkiye’de hemşirelik eğitimi alan öğrenciler için kanıta dayalı hemşireliğin önemi ve kullanımına yönelik tutumları belirlemede kullanılabilecek bir ölçme aracı geliştirmektir. Yöntem: Metodolojik tipte olan çalışmaya, 2021-2022 eğitim öğretim yılı bahar döneminde Sağlık Bilimleri Fakültesi hemşirelik bölümüne kayıtlı olan, 3. ve 4. sınıfta öğrenim gören 222 öğrenci dahil edilmiştir. Veriler Kasım 2021-Haziran 2022 tarihleri arasında toplanmıştır. Geçerlilik analizleri için kapsam geçerliliği, açıklayıcı faktör analizi ve bilinen gruplar geçerliliği yapılmıştır. Ayırt edici geçerlilik Pearson korelasyon analizi ile değerlendirilmiştir. Güvenirlik analizleri için Cronbach alpha, Spearman-Brown korelasyon testleri ve test-tekrar test güvenirliliği hesaplanmıştır. Bulgular: Geliştirilen ölçek beşli likert tipinde, 18 madde ve iki faktör yapısına sahiptir. Açıklanan toplam varyansın %64.8 olduğu ölçeğin iki alt boyutu “Kanıta Dayalı Hemşireliğin Önemi” ve “Kanıta Dayalı Hemşireliğin Kullanımı” olarak isimlendirilmiştir. Bu araştırmada ölçeğin Cronbach alfa değeri 0.942 olarak, test-tekrar test güvenirlik katsayısı 0.737 bulunmuştur. Sonuç: Bu çalışmada ülkemizdeki hemşirelik öğrencileri için geliştirilen ölçeğin geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu bulunmuştur.
Bu çalışmada, Türkiye’de hemşirelik alanında 2012-2023 yılları arasında yayımlanan oral kemoterapi konulu makalelerin incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırma literatüre dayalı retrospektif tipte tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Türkçe ve İngilizce olarak “oral kemoterapi”, “hemşirelik” anahtar kelimeleri kullanılarak Google Akademik, Türk Medline ve Pubmed veri tabanlarından araştırılmıştır. 2012-2023 yılları arasında yayımlanan ve dahil edilme kriterlerini karşılayan 11 makale incelenmiştir. Makalelerin %81.8’i araştırma makalesi ve %18.2’sinin derleme olduğu saptanmıştır. Makalelerin %54.5’i ulusal, %45.5’i ise uluslararası dergilerde ve %63.6’sı İngilizce olarak yayımlanmıştır. Araştırmaların %45.5’i oral kemoterapi de ilaç uyumunu incelemiştir. Araştırmaların %100’ü hastalar ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmalarda örneklem popülasyonu olarak sağlık profesyonelleri ve hastalara bakım veren aile üyeleriyle yapılan çalışmalara ulaşılamamıştır. Hasta bakım kalitesi açısından bu grupların farkındalıkları, bilgi düzeyleri, klinik uygulamaları ve destek ihtiyaçlarının saptanmasının kanıt temelli çalışmalara yol gösterici olacağı düşünülmektedir.
Amaç: Jinekolojik kanserler içinde mortalite oranı yüksek olan over kanserinin tedavisinin her aşamasında hemşirelik bakımı önemlidir. Bu olguda over kanseri tanısıyla ameliyat olan hastanın Orem’in Öz Bakım Eksikliği Teorisi kapsamında ameliyat sonrası yaşadığı sorunların tanımlanması ve kurama dayalı hemşirelik bakım yönetiminin açıklanması amaçlanmıştır. Olgu: 57 yaşında olan hasta E.H. batında serbest sıvı şüphesi görülmesi üzerine kuruma yönlendirilmiştir. Over kanseri tanısı konulan hasta ameliyat olmuş ve post op 8. gününde hastaneden taburcu edilmiştir. Ameliyat sonrası bakım sürecinde “kanama, enfeksiyon, solunum fonksiyonunda bozulma, akut ağrı, bulantı, konstipasyon, aktivite intoleransı, özbakım eksikliği, sıvı volüm dengesizliği, bilgi eksikliği, tromboemboli riski ve düşme riski” hemşirelik tanıları konulmuştur. Sonuç: Uygulanan hemşirelik bakımının sonucunda hastanın öz bakım gücünün olumlu yönde etkilendiği görülmüştür. Hastanın bağımsız olarak yapabildiği uygulamalar artmıştır. Bu çalışmanın jinekolojik onkoloji alanında çalışan hemşirelerin bakım uygulamalarında örnek oluşturabileceği düşünülmektedir.
Amaç: Çalışma, kadın hastalıkları ve doğum kliniklerinde çalışan ebe ve hemşirelerin araştırma sonuçlarını kullanma engellerini kolaylaştırıcılarını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte olan çalışma, Türkiye’nin güneyindeki bir eğitim araştırma hastanesinin kadın hastalıkları-doğum klinikleri ve polikliniklerinde görev yapan 85 ebe ve hemşire ile yapılmıştır. Veriler, Haziran-Aralık 2020 tarihleri arasında, Kişisel Bilgi Formu ve Araştırma Kullanım Engelleri Ölçeği (AKEÖ) kullanılarak toplanmıştır. Veriler ebelerin ve hemşirelerin özbildirimine dayalı olarak toplanmıştır. Veriler, tanımlayıcı istatistikler, Kolmogorov-Smirnov normal dağlım testi, Kruskall-Wallis H test ve Mann-Whitney U testi kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Ebe ve hemşirelerin AKEÖ puan ortalamasının (91.22±15.30) yüksek olduğu belirlenmiştir. Araştırma kullanımı ile ilgili en yüksek engel algısının “Kurum” ve “Hemşire” alt boyutlarına, en düşük engel algısının “Araştırma” ve “Sunum” alt boyutlarına ait olduğu saptanmıştır. Ebe ve hemşirelerin %33’ü, kaynaklara ulaşımın sağlanmasının araştırma kullanımında en önemli kolaylaştırıcı faktör olduğunu belirtmişlerdir. Ebe ve hemşirelerin AKEÖ toplam puan ortalamasıyla eğitim durumu hariç diğer tüm tanıtıcı özellikler arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olmadığı bulunmuştur. Sonuç: Araştırmada kadın hastalıkları ve doğum alanında çalışan ebe ve hemşirelerin araştırma sonuçlarını kullanım engel algısının yüksek olduğu belirlenmiştir. Ebe ve hemşirelerin araştırma sonuçlarına ulaşmasını ve uygulamada kullanılmasını kolaylaştıracak (kaynak, internet erişimi vb.) stratejiler geliştirilmelidir. Buna yönelik kadın hastalıkları ve doğum alanında araştırma ve kanıta dayalı uygulama kültürü oluşturma konusunda kurum içi faaliyetler yapılmalıdır. Bu bağlamda üniversite-hastane işbirliğinin sağlanması önemlidir.
Amaç: Bu araştırma, öğrenci hemşirelerin psikiyatri hemşireliği uygulaması kapsamında genel kliniklerde bakım verdikleri hastalara ilişkin belirledikleri hemşirelik tanılarının incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Retrospektif tanımlayıcı tipte gerçekleştirilen bu araştırmanın evrenini bir devlet üniversitesinin Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik bölümü 2021-2022 eğitim öğretim döneminde, psikiyatri hemşireliği uygulaması dersini alan 75 öğrenci, örneklemi ise uygulama sonunda bakım planı dosyası teslim eden 72 öğrenci oluşturmuştur. Veriler, öğrencilerin uygulama dersi sonunda teslim ettikleri bakım planları incelenerek toplanmıştır. Hemşirelik tanıları, Gordon’un Fonksiyonel Sağlık Örüntülerine göre sınıflandırılmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmada Gordon’un Fonksiyonel Sağlık Örüntüleri ’ne göre “2015-2017 Kuzey Amerika Hemşirelik Tanıları Birliği (NANDA) hemşirelik tanıları incelendiğinde, 11 örüntüde 49 farklı olmak üzere toplam 495 hemşirelik tanısı saptanmıştır. Gordon’un Fonksiyonel Sağlık Örüntülerine göre, öğrencilerin %20.4’ü “beslenme-metabolik durum”, %19.6’si “kendini algılama” ve %13.7’si “bilişsel algılama” alanlarında tanı belirlemiştir. Öğrencilerin “inanç ve değerler” alanında hiç tanı belirlemediği saptanmıştır. Öğrencilerin, belirledikleri en yaygın NANDA hemşirelik tanılarının, enfeksiyon riski (%10.3), uyku örüntüsünde bozulma (%8.7), akut ağrı (%8.7), anksiyete (%8.5), düşme riski (%7.7) olduğu saptanmıştır. Sonuç: Öğrencilerin sıklıkla belirledikleri tanıların bakım verdikleri bireyin fizyolojik alanına ilişkin olduğu, bütüncül hemşirelik bakımı sağlayacak yeterlikte tanı belirleyemedikleri saptanmıştır. Psikiyatri hemşireliği uygulaması kapsamında konsültasyon ve liyezon psikiyatrisi uygulaması yapan öğrencilerin hastaları bütüncül değerlendirebilmeleri açısında vaka çalışmalarının arttırılmasının faydalı olacağı düşünülmektedir.
Objective: This study was aimed to determine the effect of privacy consciousness of nursing students on their attitudes towards registration and preservation of personal health data. Method: The study was conducted as a descriptive and correlational research with 255 nursing students. The data were collected by using the Student Information Form, the Registration and Preservation of the Personal Health Data Attitude Scale and the Privacy Consciousness Scale. The data were evaluated in the IBM SPSS Statistics 21.0 program. Mann Whitney U and Kruskall Wallis test were used to analyze the mean scores of the scale in terms of descriptive characteristics. Multiple linear regression analysis was performed to determine the predictor of the Registration and Preservation of the Personal Health Data Attitude scores. Results: The total mean score of the students' the Registration and Preservation of the Personal Health Data Attitude Scale was 4.15±0.43 and the mean total score of the Privacy Consciousness Scale was 4.48±0.48. It was determined that the Registration and Preservation of the Personal Health Data Attitude Scale total score averages of those who received training on the preservation of personal health data were statistically significantly higher than those who did not receive any training (p<0.05). There was a moderately significant positive correlation between the Registration and Preservation of the Personal Health Data Attitude Scale and the Privacy Consciousness Scale total scores (p<0.01). It was determined that the students' Privacy Consciousness Scale scores and status of receiving training on the preservation of personal health data explained 18.9% of the Registration and Preservation of the Personal Health Data Attitude Scale scores. Conclusion: As the privacy level of students increases, their attitudes towards registration and preservation of personal health data are positively affected. The fact that students have positive attitudes towards the protection of patient records and have raised their privacy consciousness is important in terms of the sensitivity of future nurses to patient rights. Improving the privacy perception of nursing students will also be very effective in the process of preserving the personal health data of the individuals they care for. For this reason, it will be important to educate nursing students on privacy and the recording and protection of personal health data throughout their undergraduate education.
Objective: The aim of this study was to determine the knowledge and attitudes of nurses working in surgical and internal medicine clinics on pain management. Methods: This study is descriptive and cross-sectional. A total of 140 nurses working in surgical and internal clinics in a hospital participated in the study. The data were obtained by questionnaire form and Nursing’s Knowledge and Attitudes Survey Regarding Pain (NKASRP). Data were analyzed by using SPSS 22.0 software. In the evaluation of the data; ANOVA, Mann Whitney U, Kruskal Wallis significance test, and logistic regression analysis were used. Results: The mean score of the NKASRP scale of the nurses was 17.72±3.72. It was found that working for more than ten years, receiving graduate education and frequent encounters with painful patients were associated with a high level of knowledge. The probability of having sufficient knowledge of nurses working in surgical clinics was found to be 1.12 times higher (95% CI: 1.02-1.24) than nurses working in internal medicine clinics. Conclusions: Effective pain management requires the nurse's correct knowledge, attitude and assessment related to pain. The present study determined that nurses had a lack of knowledge and misconceptions about pain assessment and pain medication use, which are the main obstacles to effective pain management.
Amaç: Araştırma yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşirelerin hasta mahremiyetini koruma ve sürdürme durumlarını değerlendirilmek amacıyla yapıldı. Yöntem: Tanımlayıcı-kesitsel tipteki araştırma Eylül-Aralık 2020 tarihlerinde bir üniversite hastanesinin yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşireler ile (n=202) yapıldı. Veriler “Hemşire Tanıtım Formu” ve “Hasta Mahremiyet Ölçeği (HMÖ)” kullanılarak toplandı. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler, Kruskal-Wallis H test ve Mann-Whitney U testi kullanıldı. Bulgular: Araştırmaya katılan hemşirelerin yaş ortalaması 27.50±4.01, çoğu kadın (%78.2), bekar (%71.8) ve lisans mezunu (%63.4)’dur. Hemşirelerin %56.4’ü dahili yoğun bakım ünitelerinde görevli ve, %55.4’ü 1-4 yıldır yoğun bakım hemşiresi olarak çalışmaktadır. Hemşirelerin tamamına yakını hasta mahremiyetini kişisel bilgilerin gizliliği (%91.4) ve beden gizliği (%92.4) olarak değerlendirmektedir. Çalıştığı yoğun bakım ünitesinde hasta mahremiyetinin ihlal edildiğini düşünenlerin oranı %90.1’dir. Hemşirelerin HMÖ toplam puan ortalaması 4.48±0.53 olup, eğitim düzeylerine göre HMÖ puanları arasında anlamlı fark saptanmıştır (p0.05) Sonuç: Yoğun bakım hemşireleri hasta mahremiyetinin korunma ve sürdürülmesine yüksek düzeyde özen göstermektedir. Yoğun bakım ünitelerinde hasta mahremiyetinin gözetilmesini arttırmak amacıyla hizmet içi eğitimler düzenlenmesi önerilmektedir.
Amaç: Bu araştırmanın amacı, adölesanların menstruasyon döneminde karşılanmamış sağlık hizmeti gereksinimlerini ve ilişkili faktörleri incelemektir. Yöntem: Araştırma kesitsel tiptedir. Araştırmanın evrenini, Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşayan ve 12-19 yaş arasındaki kadın adölesanlar oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemi bilgisayar ortamında 0.2 etki büyüklüğü, %80 güç ve %95 güven düzeyinde 202 olarak hesaplanmıştır. Araştırmanın verileri literatürden yararlanılarak hazırlanan anket formu ile toplanmıştır. Veriler sosyal medya hesapları üzerinden gönderilen link yoluyla 27 Eylül-6 Kasım 2021 tarihleri arasında toplanmıştır. Bulgular: Adölesanların %16.3’ünün menstruasyon döneminde karşılanmamış en az bir sağlık hizmeti gereksinimi vardır. Adölesanların en çok acil durumlarda sağlık hizmetine erişemediği, yaklaşık beşte birinin de hijyenik pede erişemediği belirlenmiştir. Karşılanmamış sağlık hizmeti gereksiniminin en sık rastlanan nedenleri; sosyal güvencenin olmaması ve doktor korkusudur. Geniş ailede yaşayan, menstruasyonun en yoğun gününde ped değiştirme sıklığı az olan, pedi evde kendi kendine yapan, menstruasyon nedeniyle okula devamsızlık yapanlarda karşılanmamış sağlık hizmeti gereksiniminin daha fazla olduğu belirlenmiştir (p
Objective: The aim of the study was to determine father-infant attachment levels and the affecting factors. Methods: Descriptive study included 118 fathers of infants between the ages of 6-12 months. Data were collected using the Descriptive Information Form and the Paternal-Infant Attachment Scale (PIAS). Descriptive statistics, independent sample t-tests, Mann-Whitney U test, the Kruskal Wallis test, and Backward Stepwise Regression were used. Results: The PIAS score average of fathers was 75.22. Fathers with social security and good marital relationships had significantly higher PIAS scores. Changed diapers, bathed, and messaged obtained significantly higher attachment scores than those who did not (p<0.01), and 10.4 % attachment scores of those who put their baby to sleep increased. Conclusion: In the current study, the attachment scores of fathers who changed their babies' diapers, put them to sleep, bathe and massage them were higher than those who did not.
Amaç: Doğum sonrası dönemde emzirmenin başlatılması, sürdürülmesinde eş desteği önemlidir. Bu sistematik derlemenin amacı, emzirme desteğinde babaların eğitimine yönelik randomize kontrollü çalışmaların bulgularının sistematik incelenmesidir. Yöntem: Sistematik derleme niteliğinde olan bu çalışmada, PubMed, Science Direct, Web of Science, Cochrane ve Scopus veri tabanlarından 24.06.2022-01.08.2022 tarihleri arasında tarama yapıldı. Taramada “education of fathers OR breastfeeding”, “education of fathers AND breastfeeding” anahtar kelimeleri kullanıldı. Sistematik derlemeye, alınma kriterlerine uyan 7 randomize kontrollü çalışma dahil edildi. Sistematik derlemenin raporlamasında PRISMA kılavuzundan yararlanıldı. Bulgular: Çalışmada toplam 401 çalışmaya ulaşılmış ve analiz sonucunda 7 randomize kontrollü çalışma alındı. Babalara verilen emzirme danışmanlığı eğitimlerinin, baba odaklı doğum öncesi emzirme sınıfının ve anne-babalara birlikte verilen emzirme eğitimlerinin emzirme öz yeterlilik, bilgi ve tutumlarında olumlu etkileri olduğu bulundu, ancak anne ve babalara verilen oral stimülasyon programının emzirme süresine etkisi olmadığı saptandı. Sonuç: Babalara verilen emzirme eğitimlerinin, babaların emzirme öz yeterlilik, bilgi ve tutumlarında olumlu etkilerinin olduğu, prenatal ve postnatal eğitimlere anneler ile birlikte babaların dahil edilmesinin emzirmeyi başlatma ve sürdürmede etkili olacağı sonucuna varıldı. Bununla birlikte, bu konuda daha fazla çalışma yapılması önerilir.
Amaç: Bu çalışma, hemşirelik öğrencilerinin hemşirelik tanılarını algılama düzeyleri ile klinik performanslarına ilişkin öz yeterliklerini belirlemek amacıyla yürütülmüştür. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte olan bu araştırma bir devlet üniversitesinin sağlık bilimleri fakültesinde öğrenim gören 212 hemşirelik bölümü öğrencisi ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın verileri tanıtıcı bilgi formu, Hemşirelik Tanılarını Algılama Ölçeği ve Klinik Performansta Öz-Yeterlilik Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Hemşirelik öğrencilerinin %83.5’inin hemşirelik tanılarını gerekli bulduğu, %56.1’inin hemşirelik tanısı belirleme sürecinde sorun yaşadığı, Hemşirelik Tanılarını Algılama Ölçeği puan ortalamasının 2.54±0.68; Klinik Performansta Öz-Yeterlilik Ölçeği puan ortalamasının 70.36±16.31 olduğu belirlenmiştir. Hemşirelik Tanılarını Algılama Ölçeği ile Klinik Performansta Öz-Yeterlilik Ölçeği puan ortalamaları arasında negatif yönde düşük düzeyde anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır (r=.182, p=0.008). Sonuç: Bu çalışmada öğrencilerin hemşirelik tanılarını algılama düzeylerinin orta; klinik performanslarına ilişkin öz yeterlik algılarının ise %70 oranında yeterli olduğu tespit edilmiştir. Hemşirelik Tanılarını Algılama Ölçeği ile Klinik Performansta Öz-Yeterlilik Ölçeği toplam puan ortalamaları arasında negatif yönde düşük düzeyde anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Öğrencilerin hemşirelik tanılarını algılama düzeyini cinsiyet ve öğrenim görülen sınıf değişkenlerinin etkilediği belirlenmiştir. Öğrencilerin klinik performans öz yeterlik düzeylerini ise cinsiyet, hemşirelik bölümünde öğrenim görmekten memnun olma durumu, hemşirelik tanılarını gerekli bulma durumu ve hemşirelik tanısı belirleme sürecinde sorun yaşama durumu değişkenlerinin etkilediği bulunmuştur. Öğrencilerin tanılama becerilerinin ve klinik uygulamalardaki öz yeterliklerinin gelişimini desteklemek için lisans eğitimleri esnasında hemşirelik sürecine ayrılan sürenin artırılması ve öğretim elemanlarının farklı öğretim yöntemlerini kullanmaları önerilir.

/ 10
2 / 10