721 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Objective: The present study aimed to investigate the relationship between health literacy, self-efficacy, health perception, and perceived service quality in patients with chronic diseases who applied to primary healthcare services. Materials and Methods: Seven hundred and eighty-two (495 female, mean age; 55.39±18.39 years) participants with chronic diseases were included. Health literacy and health perception were evaluated using Turkish Health Literacy Scale-32 (THLS-32), and Health Perception Scale (HPS), respectively. Self-Efficacy Scale on Chronic Diseases (SESCD) was used to assess self-efficiency level and SERVPERF scale was assess the perceived service quality. Results: There were significant relationships between THLS-32, age, SERVPERF, and SESCD (p<0.05). HPS was significantly correlated with age, the number of chronic diseases, and SERVPERF (p<0.05). THLS-32, HPS, age, and the number of chronic diseases explained a significant amount of variance in all subscales of SESCD (p<0.05), describing 9.7% to 16.5% of the adjusted R2. Health literacy, health perception, age, and the number of chronic diseases explained a significant amount of variance in all subscales of SERVPERF (p<0.05), describing 4.4% to 8.1% of the adjusted R2. Conclusion: This study found that health literacy, age, and the number of chronic diseases were predictors of self- efficacy; in addition, health literacy, health perception, age, and the number of chronic diseases were predictors of perceived service quality in patients with chronic diseases. Age and number of chronic diseases are non-modifiable factors for the level of self-efficacy and perceived service quality whereas health literacy can be improved.
The aim of this study was to determine the effect of air pollutant particles on the cardiovascular disease burden (CVDALY) in Turkey. Particulate Matter 2.5 (PM 2.5) and Non-methane volatile organic compounds (NMVOC) were taken as the independent variable and CVDALY as the dependent variable. The variables were analyzed within the Panel Data Analysis and Machine Learning Approaches frame. Unidirectional Granger causality was determined from PM 2.5-NMVOC to CVDALY and revealed that they acted together in the long term. The regression analysis that was made using econometric and multivariate regression models revealed that generally 1 unit increase in PM 2.5 increased CVDALY by between 0.0021-0.0029 units; 1 unit increase in NMVOC increased CVDALY by between 0.00024-0.0004 units. In Machine Learning approach, it had been determined that if the PM 2.5 and NMVOC were reduced to 0.84- and 9.48 respectively; CVDALY would be decreased to 0.022. In other words, Machine Learning approaches results showed that reducing PM 2.5 by about 4.5 times and NMVOC by about 30% would be reduced CVDALY by about 39.6% from the current status of Turkey. The empirical results showed that PM 2.5 - NMVOC increased CVDALY in Turkey. From this perspective establishing and implementing policies to improve air quality in Turkey could be an important approach in reducing cardiovascular diseases.
Çalışmanın amacı, ilköğretim kurumlarındaki öğretmenlerin dijital okuryazarlık düzeyleri ile öğretmen liderliği rolleri arasındaki ilişki seviyesinin belirlenmesidir. Ayrıca öğretmenlerin dijital okuryazarlık düzeyleri ile öğretmen liderliği rolleri; cinsiyet, medeni durum, yaş, branş, mesleki kıdem ve eğitim durumları değişkenleri açısından da ele alınmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu İstanbul’un Bayrampaşa, Gaziosmanpaşa ve Fatih ilçelerindeki ilköğretim kurumlarında görev yapan ve “kolayda örnekleme” yoluyla belirlenen 306 öğretmen oluşturmaktadır. Çalışmadaki verilere “Dijital Okuryazarlık Ölçeği”, “Öğretmen Liderliği Ölçeği” ve “Kişisel Bilgi Formu” kullanılarak ulaşılmıştır. Analizler sonucunda elde edilen veriler normal dağılım gösterdiği için parametrik testler uygulanmıştır. Frekans, yüzde, korelasyon, bağımsız örneklem t-Testi, ANOVA ve LSD testi ile veriler analiz edilmiştir. Çalışma sonunda ilköğretim kurumlarındaki öğretmenlerin dijital okuryazarlık düzeyleri ile öğretmen liderliği rolleri arasında anlamlı bir ilişkiye ulaşılmıştır.
Modern koruma röleleri, akıllı şebeke işleyişini optimize etmede temel bileşenler olarak hizmet eder. Birçok besleyici ve enerji kaynağını entegre etmek, çift yönlü enerji akışını etkili bir şekilde yönetmek için verimli bir strateji gerektirir. Mevcut modern koruma röleleri, arıza çözme işlemini etkili bir şekilde koordine etme konusunda sınırlamalarla karşı karşıyadır, bu nedenle uyarlanabilir bir koruma rölesine ihtihaç duyulmaktadır. Bu proje'nin temel amacı, çift yönlü enerji akışının karmaşık teknik zorluklarını ele almak için çoklu ajan sistemine (MAS) dayalı bir adaptif koruma rölesi formüle etmek, tasarlamak, geliştirmek ve doğrulamaktır. Geliştirilen röle ayrıca elektrik alt istasyonundaki kaynakların veya yüklerin eklenmesi veya çıkarılması nedeniyle ağ yapılandırma değişiklikleri için otomatik yeniden yapılandırma özelliğine sahiptir.
Son yıllarda anonim şirketlerin sermaye artırımında, paysahibinin sermaye borcunun şirketten olan muaccel alacağıyla takas edilmesinin, sıkça rastlanan bir ödeme yöntemi olarak ortaya çıktığı görülmektedir. Şirkete karşı bir alacak mahsup edilerek sermaye artırımının yapılıp yapılamayacağı sorusu, pratikteki birçok sorun nedeniyle öğretide tartışmalara yol açmıştır. TTK’da sermaye artırımının düzenlendiği 456. maddede, mehaz İsvBK m. 650 hükmündeki gibi, kuruluşa ilişkin 343. maddeye atıf yapılmamış olması nedeniyle, mahkemelerin ortak sermaye artırımında alacağının varlığı ve geçerliliğinin bilirkişi tarafından bir raporla tespit edilme başvurularını reddedilmesi üzerine, sorunun çözümü hakkında İç Ticaret Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan 15.07.2013 tarihli Bakanlık görüşünde, söz konusu raporun şirketin atayacağı bir mali müşavirin veya şirketin bağımsız denetçisinin düzenleyebileceği belirtilmiştir. Ancak bu raporda paysahibinin alacağının varlığı ve geçerliliğini nasıl tespit edileceği belirsiz olduğundan, şirket sermayesinin tam olarak karşılanmaması riski söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla bu incelemede, pay sahibinin sermaye borcuna mahsup edildiği şirkete karşı olan talebinin geçerliliği, Türk Ticaret Kanunu'nun ilgili hükümleri ve vergi kanunları hükümleri dikkate alınarak tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca, konuyla ilgili İsviçre hukukunda son yasal düzenlemelerde yapılan değişiklikler de incelenmiştir.
Avrupa Birliği (AB) müktesebatında (acquis communautaire) ceza ve ceza muhakemesi hukuku sahasında, daha önceki Avrupa Birliği Antlaşmalarından farklı olarak 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Anlaşması’ndan itibaren önemli gelişmeler meydana gelmiştir. Lizbon Antlaşması ile ceza muhakemesi hukukunda uyumlaştırma faaliyetleri özellikle sanık ve mağdur hakları konusunda gerçekleştirmiştir. Bu alana öncelik verilmesinin nedeni, karşılıklı tanıma ilkesinin hayata geçirilebilmesi için üye devletler arasındaki güvenin güçlendirilmesi ihtiyacıdır. Bu bağlamda, Lizbon Anlaşması m. 82 hükmünde tanınan yetkiye dayanılarak ceza muhakemesinde uyumlaştırma amacıyla bir dizi Direktif kabul edilmiştir. Bu direktifler, tercüman yardımından yararlanma, bilgi edinme, avukat yardımından yararlanma hakkı ve masumiyet karinesine ilişkindir. Mağdur hakları ve çocuk yargılaması konusunda da birer Direktif kabul edilmiştir. Çalışmada direktiflerle getirilen düzenlemeler incelenerek, AB’nin ceza muhakemesi alanındaki işbirliğinden ulusal-üstü bir modele geçiş süreci değerlendirilmektedir.
Hardaliye is a traditional beverage produced by fermenting red grapes with mustard seeds and sour cherry leaves in the Thrace region of Turkey. There are few studies that have determined the microorganisms responsible for hardaliye fermentation, and these are limited to lactic acid bacteria (LAB) using culture-dependent techniques. The aim of this study was to determine the bacterial dynamics of hardaliye fermentation using a culture-independent approach, high-throughput sequencing of 16S rRNA amplicons. Hardaliye was produced using the traditional method, and samples were taken and analyzed on days 0, 2, 4, 6, and 10 of fermentation. During the fermentation period, pH decreased from 3.65 to 3.23. Amplicon sequencing showed that bacterial diversity was highest at 2 d, and lowest at 10 d, the final day. Although Enterobacteriaceae was the most dominant family at 0 and 2 d, Acetobacteriaceae, specifically Gluconobacter frateurii, became dominant with ~50% relative abundance at 4 d, and increased its abundance to >98% at 6 and 10 d. Although a slight increase in the relative abundance of ~1% (0 d) to ~5% (4 d) was observed in LAB, their presence was limited. This study showed that acetic acid bacteria should not be overlooked in hardaliye fermentation.
The aim of this study is to examine why individuals who watch pornographic content watch pornography and to explore the motivations underlying their watching behavior. The research was conducted based on phenomenological design which is one of the qualitative research methods. The research was determined by having semi-structured interviews with 8 participants (6 males and 2 females) who engage in problematic consumption of pornographic content and by purposive sampling method. In the study, researchers used a Personal Information Form and a semi-structured interview form as data collection tools. Semi-structured interview questions were posed to participants through online video conferencing using the “Zoom” program, and the responses given by the participants were recorded. These recordings were analyzed using the content analysis method. The data analyses of individuals who watch pornographic content were grouped under six themes named (1) watching motivations, (2) watching outcomes, (3) perspectives on content, (4) effects of content, (5) knowledge and (6) different pursuits. The study results indicate that curiosity and information-seeking, traumatic family life, role models and lack of social skills, emotional avoidance, stress, and boredom constitute the motivations for watching pornographic content. The participants were observed to report experiencing intense feelings of guilt, shame, and regret after watching pornographic content, and to have difficulties with adaptation to the work, school, or social environment in daily life. The research is thought to contribute to both experts and individuals interested in the research on providing psychological support for problematic consumption of pornographic content in the matter of deciding on which information can be used.
Kur’ân evrensel ve kıyamete kadar geçerliği devam edecek, Hz. Muhammed’e (s.a.v) Arap dili ile nazil olmuş ilahi bir kitaptır. Kur’ân’nın mesajın anlaşılmasına yönelik olarak onu ilk tefsîr eden kişi Hz. Peygamber’dir. Kur’ân’ı anlama ve yorumlama gayreti onunla başlamış ve ondan sonra ashaba ve tabiûna, onlardan da yaşadığımız zamana kadar devam etmiştir. Kur’ân’ın anlaşılması üzerine ilimler derli toplu bir şekilde tasnif edilerek ve alt dallara bölünerek gelişmiştir. Bu bakımdan Ulûmü’l-Kur’ân ilminin doğru bir yöntem takip ederek Kur’ân’ın nüzûlü, vahyin korunmuşluğu, tedvîni, cem‘i, istinsâhı (çoğaltılması), okunuş kaideleri, ezberlenmesi, yazıya aktarılması, anlam, yorum, üslubu ve Arap dilinin incelikleri gibi çeşitli meseleleri bir araya getirdiği anlaşılmaktadır. Kur’ân ilimlerinin konusu Mekkî- Medeni âyetler, sebeb-i nüzul, nâsih ile mensûh, muhkem ile müteşâbih, vücûh ile nezâir, mücmel ile mufassal ve hakikat ile mecâz anlam gibi Kur’ân ile alakalı olarak bilinmesi gereken pek çok hususlardan oluşmaktadır. Kur’ân ilimleriyle alakalı olarak oldukça fazla sayıda eserin telif edilmiş olduğu ve çağımızda bu alanla ilgili yapılan çalışmaların devam ettiği görülmektedir. Bu çalışmaların her biri kendisine ait birtakım özelliklere sahiptir. Bununla birlikte konuları ve amaçları Kur’ân’ın doğru anlaşılması olsa da yöntemlerinde farklılıklar gösterdikleri bilinen bir gerçektir. Yöntem farklılığı birçok ilim dalı ortaya çıkarmıştır. Ulûmü’l-Kur’ân veya Tefsir eserlerinin muhtevasının çoğunlukla Rasülüllâh’ın (s.a.v) yaşadığı döneme dayandığı anlaşılmaktadır. Özellikle “tefsîr usûlü” ile “Ulûmu’l-Kur’ân” birbirleri ile uyum içinde olduğu gibi her ikisi birbirinin yerine kullanılmaktadır. Diğer taraftan Ulûmü’l-Kur’ân alanında günümüzde yapılan çalışmalar genellikle amaç, içerik ve kapsam bakımından klasik eserlerin ekseninde devam edip yöntemleri takip edilerek kaleme alınmışlardır. Ulûmü’l-Kur’ân sahasında dokuzuncu yüzyılda Suyûtî’nin el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân ve on ikinci yüzyılda İbn Akîle’nin ez-Ziyâde ve’l-İhsân fî Ulûmi’l-Kur’ân Kur’ân ilimleri sahasında ansiklopedik tarzda yazılmış iki klasik eserdir. Bu makalede İbn Akîle’nin Suyûti’nin el-İtkân’ı üzerine yazmış olduğu ez-Ziyâde ve’l-İhsân fî Ulûmi’l-Kur’ân eserindeki bölümlerin değerlendirmesi yapılmıştır. Seksen bölümden oluşan el-İtkân Ulûmi’l-Kur’ân alanında usul açısından kaynak eser olmasının yanı sıra somut örnek üzerinden Kur’ân’ı açıklayan farklı bir yöntem getirmiş bir eserdir. Bu itibarla gerek bölümlerin kurgulanışı gerekse de tefsir, hadis ve rivayet yöntemlerini ele alama biçimi oldukça kapsamlıdır. Aynı yöntem ve usulü takip eden İbn Akîle ise ez-Ziyâde ve’l-İhsân’da el-İtkân’da incelenen konulara yeni bölümler ekleyerek bölüm sayını genişletmiştir. Makalemiz kapsamında yapılan incelemede İbn Akîle’nin aslında el-İtkân’da yer alan bazı konuları çok dikkat etmeden tekrar eklediği tespiti yapılmıştır. Yeni konular hakkındaki yanılgıları ve sebepleri makalemizde iki farklı bölümde açıklanmıştır. İbn Akile’nin yanılgısının olup olmadığını kapsamlı değerlendirmek için karşılaştırmalı bir yöntem takip edilmiştir. Örneğin “ilmü vahyi’l-kur’ân ve hakîkatü’l-vahyi”, “İlmü Evvelü Men Nezele bi’l-Kur’ân” ve “İlmü Zâhir ve’l-Bâtın ve’l- Haddi ve’l-Muttali li Külli Âyeti’m-mine’l-Kur’ân” gibi bölümlerde aslında el-İtkân’da olmasına rağmen İbn Akîle bunları dikkate almadan Suyûti’nin bunları zikretmediğini söylemiştir. İbn Akîle “İlmü Târihi’l-Enbiyâi’l-Mezkûrîne fi’l-Kur’ân” gibi el-İtkân’da tek bir başlık altında zikredilen bazı bölümleri de yok kabul ederek iki ayrı başlıkta incelemiştir. Bazı konuların işlendiği bölümler yanlış numaralandırılmıştır. Yaptığımız çalışma gerek el-İtkân ve gerekse de ez-Ziyâde ve’l-İhsân konusunda araştırma yapan araştırmacılara önemli bilgiler ve yöntem sunmaktadır. Bu yöntem Ulûmu’l-Kur’ân sahasındaki kaynak eserlerin gelişme sürecine ışık tutmaktadır. Geçmiş veya yakın dönemde yazılmış Ulûmu’l-Kur’ân ve tefsir usulü alanındaki eserlerinin de aynı yöntem takip edilerek mukayeseli bir şekilde incelenmesi bir yeni ilmi değerlendirmeye fırsat verecektir.
Bu araştırmanın amacı, öğretmen liderliği ile öğretmenlerin okul imajı algıları arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Araştırma nicel araştırma yöntemlerinden ilişkisel tarama modeli kullanılarak yapılmıştır. Araştırmanın çalışma grubu 2021-2022 eğitim öğretim yılı İstanbul ili Kartal ilçesinde Millî Eğitim Bakanlığına bağlı görev yapmakta olan, kolay ulaşılabilir örnekleme yöntemi kullanılarak seçilen 473 öğretmenden oluşmaktadır. Verilerin toplanmasında Demografik Bilgi Formu, Okul İmajı Ölçeği ve Öğretmen Liderliği Ölçeği kullanılmıştır. Araştırma sonucunda öğretmenlerin okul imajı ve öğretmen liderliği algılarının yüksek düzeyde olduğu bulunmuştur. Öğretmenlerin okul imajı algısının cinsiyete, görev yaptığı okul türüne ve bilimsel yayınları takip etme sıklığına göre anlamlı olarak farklılaştığı; medeni durum, yaş, eğitim durumu, kıdem, aynı okuldaki görev süresi ve mesleki eğitimlere katılma sıklığına göre anlamlı olarak farklılaşmadığı bulunmuştur. Öğretmenlerin öğretmen liderliği düzeyi, mesleki eğitimlere katılma sıklığı ve bilimsel yayınları takip etme değişkenlerine göre anlamlı olarak farklılaşırken; cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu, yaş, okul türü, mesleki kıdem ve aynı okuldaki görev süresi değişkenlerine göre anlamlı olarak farklılaşmamaktadır. Öğretmenler tarafından algılanan okul imajı ve okul liderliği arasında orta düzeyde ve pozitif anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Öğretmenler tarafından algılanan okul imajı öğretmen liderliğini pozitif ve anlamlı düzeyde etkilemektedir. Araştırma sonuçları tartışılmış, araştırmacı ve uygulayıcılara önerilerde bulunulmuştur.
Okul müdürlerinin okulda görev yapmakta olan personele ve ilişkili olunan personele ilişkin ötekileştirme davranışlarının belirlenebilmesi eğitim ve okul yönetimi açısından alana önemli katkı sağlayabilir. Bu gerekçeler doğrultusunda bu çalışmanın amacı, okul müdürlerinin ötekileştirme davranışlarını ölçmeye yarayan geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı geliştirmektir. 52 maddeden oluşan taslak ölçek Batman ilinde, 2020-2021 eğitim öğretim yılında görev yapan 475 öğretmen ile gerçekleştirilmiştir. Yapı geçerliği için Açımlayıcı Faktör Analizi (AFA) ve yapının doğrulanması için Doğrulayıcı Faktör Analizi (DFA) aynı veri ile yapılmıştır. Açımlayıcı faktör analizine göre ölçek, öz değeri birden büyük beş alt boyuttan oluşmaktadır. Toplam varyansın %68,445’ini açıklamaktadır. Doğrulayıcı faktör analizi sonuçlarına göre Ki-kare değeri kabul edilebilir, AGFI kabul edilebilir düzeydedir. GFI (iyilik uyum indeksi) kabul edilebilir, NFI kabul edilebilir, IFI kabul edilebilir ve RMR mükemmel uyum düzeyindedir. Modelin RMSEA değeri de kabul edilebilir düzeydedir. Bu sonuçlara göre, ölçeğin geçerli ve güvenilir bir ölçme aracı olduğunu söylenebilir.
It is observed that financing revenue generating awqaf projects to serve socio-economic development purposes requires considerations and provides opportunities that are different from those of typical development finance. Notably, the positive impact of these projects fully depends on their ability to generate revenue utilizable for social purposes, requiring minimization of the debt burden on such projects. Furthermore, the nature of awqaf projects provides an excellent avenue to attract legacy-conscious donors, looking for long-term impact. In light of these observations, the pertinent question that arises is: what is the impact of using Islamic blended financing to support revenue generating awqaf projects? The literature has been silent on this issue. The present study examines the extent to which this type of financing increases the positive impact of developing awqaf projects and how blending the various Islamic commercial contracts (mainly exchange and sharing contracts with contributory contracts) decreases the net financing burden and makes awqaf financing more concessional. The study is based on a qualitative review of two case studies from the Islamic Development Bank’s Awqaf Properties Investment Fund (APIF). This review leads to various policy recommendations that can be adopted by relevant stakeholders to enhance the impact of developing awqaf properties.
23 Kasım 1944’te yayın hayatına başlayan Yaratış, on beş günde bir yayımlanan İstanbul merkezli bir fikir, sanat ve edebiyat dergisidir. Derginin sahibi ve kurucusu Mürsel Kalyoncu, neşriyat müdürü Kenan Kutay, idare ve yazı işleri sorumlusu ise Salâhattin Hakkı Esatoğlu’dur. Yayın takvimindeki birtakım aksamalarla birlikte derginin dokuzuncu ve son sayısı 1 Mart 1946’da yayımlanabilmiştir. Böylelikle Yaratış’ın 1944-1946 arasına yayılan yaklaşık bir buçuk yıllık bir ömrü olmuştur. Dergide şiir başta olmak üzere hikâye, eleştiri, röportaj gibi edebiyatın hemen her türünden esere yer verilmiştir. Yaratış, dokuz sayılık ömrü boyunca 100’ün üstünde farklı imzaya yer vermesi dolayısıyla zengin bir yazar ve şair kadrosuna sahiptir. Makalenin amacı dergi hakkında genel bilgiler vermek, dergideki edebî ve kültürel faaliyetleri ortaya koymaktır. Ayrıca derginin sistematik indeksi hazırlanmış, araştırmacılara derginin muhtevasının eksiksiz bir şekilde sunulması hedeflenmiştir.
Bu araştırmada benlik saygısı ile ilişki bağımlılığı arasındaki ilişkide affetmenin çoklu aracılığı incelenmiştir. Araştırmanın katılımcıları 325’si kadın (% 65), 175’i erkek (%35) olmak üzere 520 kişiden oluşmaktadır. Araştırmada iki boyutlu benlik saygısı , affetme ve ilişki bağımlılığı ölçekleri kullanılmıştır. Bu araştırmada, bireylerin benlik alt ölçek puanları ile ilişki bağımlılığı arasındaki ilişkide affetme alt ölçek puanlarının aracılık rolü incelenmiştir. Araştırma ilişkisel tarama modeli ile gerçekleştirilmiştir. Yapısal eşitlik modeli yardımıyla değişkenler arasındaki nedensel ilişkiler saptanmaya çalışılmıştır Araştırma bulgularına göre kendini sevme ve öz yeterlilik ilişki bağımlılığını negatif yönde anlamlı bir şekilde yordamaktadır. Kendini sevme kendini affetmeyi pozitif yönde, başkalarını ve durumu affetmeyi negatif yönde anlamlı bir şekilde yordamaktadır. Öz yeterlilik ise kendini, başkalarını ve durumu affetmeyi pozitif yönde anlamlı bir şekilde yordamaktadır. Kendini sevme ve öz yeterliliğin ilişki bağımlılığı üzerindeki doğrudan etkileri anlamlıdır. Bununla birlikte kendini affetme, başkasını affetme ve durumu affetme aracı değişkenleri modele dahil edildiğinde bu ilişki anlamsızlaşmaktadır. Bu durum kendini affetme, başkasını affetme ve durumu affetmenin tam aracı rolünde olduğunu ortaya koymaktadır. Sonuç olarak ilişki bağımlılığının önlenmesinde benlik saygısının yükseltilmesinin ve bireylerde affetme becerilerinin kazandırılmasının oldukça önemli olduğu görülmektedir.
Faizsiz finans kuruluşlarının likidite yönetimlerinde önemli bir rol oynayan sukuk türlerinin ikincil piyasada işlem görebilme kabiliyeti bu kuruluşlar için hayati önem taşımaktadır. Sukuk sertifikalarının ikincil piyasalarda işlem görebilmesi için sukukun borca dayalı değil varlığa dayalı olarak ihraç edilmiş olması gerekir. İslami Finans Kuruluşları için Muhasebe ve Denetim Kurumu (AAOIFI), sukuk hakkında bir standart yayınlamış olup, bu standardın açıkça anlaşılması, sukuk ihraç eden ve likidite yönetiminde kullanan faizsiz finansal kurumlar için oldukça önemlidir. Bunun nedeni, borç satışının fıkhen yasak olması nedeniyle bu finansal kuruluşların bazı sukuk sertifikalarını ikincil piyasada alıp satmamaları ve likidite yönetiminde kullanmamaları gerekliliğidir. Makalenin yazılma amacı; çeşitli ülkelerin devlet kurumlarının ihraç ettikleri sukuk türlerini araştırarak, bu sukuk türlerinin AAOIFI sukuk standardına ve borç satışı (bay’al-dayn) yasağına göre ikincil piyasada alınıp satılmaya uygun olup olmadıklarını tespit etmektir. Makalede bu sukuk türlerinden bazılarının fıkhi açıdan ikincil piyasaya uygun olmadıkları halde likidite yönetimi amacıyla piyasaya sürüldükleri belirlenmiştir.
Açık ekonomilerde dış ticaret ve enflasyon arasındaki ilişki Keynesyen talep fonksiyonunda ihracattaki artışın yurtiçi gelirleri ve dolayısıyla toplam talebi artırıp fiyatların yükselmesine, ithalattaki artışın ise milli gelirin bir kısmının yurt dışına çıkmasına neden olarak toplam talebi azaltacağı ve enflasyonu düşüreceği şeklinde formüle edilmiştir. Türkiye'de dış ticaret ve enflasyon arasındaki ilişkiyi analiz eden geniş bir literatür olmasına rağmen, bildiğimiz kadarıyla bu çalışma iki değişken arasındaki ilişkiyi 1969q1-2022q4 dönemi için ARDL modelini kullanarak sektörel bazda inceleyen ilk çalışmadır. Yapılan analiz sonucunda kısa dönemde toplam ihracatın tüketici fiyatları üzerinde negatif ve anlamlı, toplam ithalatın ise pozitif ve anlamlı etki ettiği tespit edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre sektörel ithalat ve ihracatların enflasyon üzerinde etkileri farklılık arz etmekte, bu etkiler kısa ve uzun dönemde de ayrışmaktadır. Özellikle, tekstil ürünleri ithalat ve ihracatlarının hem kısa hem de uzun dönemde yurtiçi fiyatlara pozitif ve anlamlı etki ettiği görülmüştür. Ayrıca üç sektör ithalatlarının da (elektrik, gaz ve su, ormancılık ve tomrukçuluk ve başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat) kısa ve uzun dönemde yurtiçi fiyatlara pozitif ve anlamlı etki ettiği tespit edilmiştir.
Bu araştırmanın amacı sınıf öğretmenlerinin mobbing algılarının ne düzeyde olduğunu incelemek ve sınıf öğretmenlerinin mobbing algısının cinsiyet, yaş, bulunduğu okulda çalışma süresi, mesleki kıdem, medeni durum ve eğitim durumu değişkenlerine göre farklılaşma durumunu belirlemektir. Araştırmada tarama yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın evrenini İstanbul İli Bağcılar İlçesi’nde çalışmakta olan sınıf öğretmenleri oluştururken örneklem grubu ise bu evrenden seçilen kolayda örneklem yöntemi ile belirlenmiş 245 sınıf öğretmeninden meydana gelmektedir. Çalışmada araştırmacı tarafından oluşturulan demografik veri formu ve “Mobbing Ölçeği” kullanılmıştır. Veriler SPSS programı ile analiz edilmiştir. Veri analizi sonucunda sınıf öğretmenlerinin cinsiyet, okuldaki çalışma süresi ve mesleki kıdem değişkenleri açısından mobbing algılarında anlamlı farklılıklar olduğu görülmüştür. Yapılan analizler neticesinde sınıf öğretmenlerinden kadın olanlar ile meslekte yeni olanların mobbing düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca okulda çalışma süresi ve mesleki kıdem ile de mobbing düzeyi arasında farklılıklar olduğu görülmüştür. Özellikle mobbing ölçeği genel puanına bakıldığında daha az tecrübesi olan öğretmenlerin mobbing düzeylerinin daha yüksek olduğu görülmüştür. Bu hususta mobbinge maruz kalan öğretmenlerin hakları korunmalı ve desteklenmelidir. Okulda mobbingin önlenmesi için eğitimler düzenlenmelidir. Mobbingin cinsiyet, çalışma süresi ve mesleki kıdem gibi demografik unsurlara göre farklılıklar gösterdiği göz önünde bulundurularak, okullarda bu konuda hassasiyet gösterilmelidir. Öğretmenler, mobbing ile karşılaştıklarında sessiz kalmamalı ve bu durumu ilgili makamlara bildirmelidir.
1940’lı yılların sonunda Varlık dergisinde yayımlanan bir dizi deneme, genç bir köy öğretmeni olan Mahmut Makal’ı Türkiye’nin gündemine taşıdı. Makal, İç Anadolu’nun bir köyündeki gündelik yaşam izlenimleri nedeniyle İstanbul ve Ankara’daki entelektüel çevrelerin hemen ilgisini çekti. Gözlemleri daha sonra Bizim Köy adıyla 1950’de yayımlandı ve çeyrek yüzyıldan fazla bir süredir devam eden Tek Parti iktidarının sona ermesiyle sonuçlanan ilk şeffaf ulusal seçimlerin arifesine denk geldi. Burada hem sıradan bir İç Anadolu köyündeki yaşam koşullarına hem de erken Cumhuriyet döneminde Kemalizmin temsilcileri tarafından hedeflenen “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” idealine bakarak Türkiye’de demokratik düzene geçiş koşullarının bir değerlendirmesini sunmayı amaçlıyorum. Bu bağlamda, köylüler ve köy yaşamı ile çok-partili sisteme geçiş sürecinde karşılaşılan toplumsal sorunlar üzerine bazı değerlendirmelerde bulunarak Bizim Köy’ün ışığında cumhuriyetçilikle köylülük ve Türkiye’deki edebiyatla siyasetin ilişkisini göstermeye gayret ediyorum.
In Turkey, since 1948, the auxiliary resource books used in teachings of History of Islamic Arts and Architecture studies in higher education are the ones, prepared through summarised translations from certain European authors’ publications. The contents of these books provide very little information and visuals on important buildings of Early Muslim Architecture. In addition, the information given from the works of those authors on these buildings are conveyed as the only and the most accurate available in the market, without mentioning anything about the existence of alternative views of other researchers. Although K.A.C. Creswell presented substantial alternative information in his book titled Early Muslim Architecture which he revised and published as two volumes (three books) in 1969, but the valuable information he presented were not incorporated in the Turkish supplementary books. Insufficient information and visual materials in sources of Early Muslim Architecture sources in Turkiye, are analyzed in comparison to K.A.C. Creswell’s aforamentioned publicatiıns in this research article. Further more, it will be demonstrated that Creswell’s books contain a substantial amount of information and visual materials, sufficient to address many of the deficiencies present in Turkish educational resources.
Kentlerin yüzyıllar boyunca fiziksel, ekonomik, sosyo-ekonomik, demografik, sosyal ve kültürel olarak büyüyüp gelişmeleri doğal bir süreç olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte kentsel büyümenin çeşitli etkenlerden kaynaklanan tersi bir olgunun var olduğunu da görmekteyiz. ‘Kentsel Küçülme’ terimiyle adlandırılan bu olgu aslında yeni olmayıp çok boyutlu bir süreç olması nedeniyle kentlerin tarih boyunca gelişimindeki deneyimler sonucu bu yüzyılda belirginlik kazanmıştır. Şikago Okulundan beri şehirlerin ve şehir merkezlerinin gelişmesi ve küçülmesi ile oluşan kentsel dönüşümün bir yaşam döngüsünden kaynaklandığı doğal bir süreç olarak kabul edilmektedir. Özellikle ABD’ de bunun nedenleri ve oluşumlarını analiz eden çalışmalar bazı kentlerin kaçınılmaz bir küçülme içinde olduğunu göstermektedir. Çok boyutlu bir süreç olan şehirlerin küçülmesinin nedenlerine yönelik farklı görüşler ortaya atılmakla birlikte görüşlerin hem fikir olduğu iki temel faktör, demografik yapıdaki değişim ve endüstriyel dönüşüm olarak belirmektedir. Nüfusun banliyölere yerleşmesi ile kent merkezlerinde yer alan konut yerleşimlerinin boşalması sonucu canlılığını yitirmiş alanlar boşluk olarak ortaya çıkmıştır. Kent merkezlerinde boşluklar olarak beliren büyük alanların benzerleri, teknolojik gelişmeler ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle gelişen endüstriyel dönüşüm sonucunda meydana gelmektedir. Avrupa kentleri dünyanın diğer kıtalarında yer alan kentlere oranla ‘küçülme’ süreçlerini önceden deneyimlemiş ve küçülmeye karşı çözüm önerilerini geliştirme çalışmalarına daha önce başlamıştır. Bu çalışmada küçülen şehirlerde etken olan önemli iki faktörün fiziksel ve mekânsal yansıması olan ‘banliyöleşme’ ve ‘endüstriyel dönüşüm’ Liverpool kenti üzerinden ele alınmıştır. Liverpool’un küçülen şehirler kapsamından çıkmasını sağlayan ekonomik gelişim ve kentsel dönüşüm süreci incelenmiş ve yeniden canlandırılmasında rol oynayan parametreler ayrıntılı biçimde ortaya konulmuş olup bu tür kentler için model olabileceği varsayılmıştır.

/ 37
2 / 37