721 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Objective: Long term alcohol use results in varying degrees of deficits in cognitive functions. Although the neocortex, particularly the frontal lobe; limbic system and cerebellum are the brain regions most vulnerable to the toxic effects of alcohol, neural correlates of neuropsychological deficits have not been studied directly. Methods: This voxel based morphometric (VBM) study examined the effect of duration and amount of alcohol exposure on gray matter (GM) volume and the relation between GM volumes and neuropsychological deficits in patients with Alcohol Use Disorder (AUD). Results: Voxel-wise whole brain analysis showed extensive regional gray matter volume for AUD patients and GM volumes were inversely correlated to the amount of alcohol exposure. More importantly, there were statistically significant correlations between different indices of executive functioning and GM volumes. Conclusion: These results indicate that dose-dependent alcohol effect on prefrontostriatal and temporal circuitries appears to be directly related to neurocognitive deficits seen in these patients.
Amaç: Erişkin ayrılma anksiyetesi bozukluğu DSM-5'te anksiyete bozukluğu grubuna eklenmiştir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda (DEHB) yüksek oranda anksiyete bozukluğu eş tanısı görülmektedir. Bu çalışmada amaçlar erişkin DEHB grubunda erişkin ayrılma anksiyetesi bozukluğu yaygınlığını ile erişkin DEHB ve erişkin ayrılma anksiyetesi bozukluğu arasındaki ilişkiyi saptamaktır. Yöntem: Bir psikiyatrist tarafından DSM-IV'e göre DEHB tanısı konulmuş olan kişilere ve onlarla yaş, cinsiyet, medeni durum ve eğitim olarak eşleştirilmiş sağlıklı kontrollere ayrılma anksiyetesibelirtileri için yapılandırılmış klinik görüşme ölçeği, Yetişkin Ayrılma Anksiyetesi Anketi (YAAA) ve Ayrılma Anksiyetesi Belirti Ölçeğini (AABÖ) uyguladı. Bulgular: Bu çalışmada 30 erişkin DEHB hastası ve 26 sağlıklı kontrol alınmıştır. DEHB grubunda kontrol grubuna göre YAAA ve AABÖ puanları anlamlı olarak yüksekti. Ayrılma anksiyetesi belirtileri için yapılandırılmış klinik görüşmeye göre DEHB grubunun %53.3'ü, kontrol grubunun %11.5'i erişkinde ayrılma anksiyetesi bozukluğu ölçütlerini karşılarken, bu oranlar çocukluk ayrılma anksiyetesi bozukluğu için %63.3 ve %19.2'dir. DEHB grubundan üç hasta (%10) çocukluk ayrılma anksiyetesi bozukluğu tanı ölçütlerini karşılamazken, erişkin ayrılma anksiyetesi bozukluğu tanı ölçütlerini karşılamaktadır. DEHB grubundan altı hasta (%20) ve kontrol grubundan dört hasta (%15.4) çocukluk ayrılma anksiyetesi bozukluğu tanı ölçütlerini karşılarken, daha sonra iyileşme göstermiştir. Kontrol grubundan yalnız bir hastada kendiliğinden oluşan erişkin ayrılma anksiyetesi bozukluğu gelişmiştir. Biz erişkin DEHB'de yaşam boyu, çocukluk ve erişkin ayrılma anksiyetesi bozukluğu yaygınlığını yüksek saptadık. Tartışma: Bu çalışmada erişkin DEHB'ye yaşam boyu, çocukluk ve erişkin ayrılma anksiyetesi bozukluğunun yüksek oranda eşlik ettiği saptanmıştır. Ancak araştırmanın klinik örneklemde yapılmış olması nedeni ile, Türk toplumundaki erişkin ayrılma anksiyetesi bozukluğu yaygınlığını değerlendirecek toplum çalışmalarına da gereksinim vardır.
-
Objective: Obsessive-compulsive disorder (OCD) is known to frequently coexist with attention deficit hyperactivity disorder (ADHD). However, the two disorders are characterized by a variety of opposite clinical and biological features. We investigated whether different symptom dimensions of OCD might account for this intriguing comorbidity given the different phenomenological and neurobiological characteristics exhibited by patients with OCD. Methods: The sample of this study comprised one hundred and ninety-six patients with OCD who were classified according to their principal obsession or compulsion: (1) contamination and washing; (2) taboo thoughts (sexual, aggressive, or religious obsessions); and 3) symmetry, counting, repeating, or ordering (SCRO). Our study examined whether or not ADHD accompanies any of the abovementioned symptom dimensions. The prevalence of ADHD was assessed by using the DSM-IV criteria. The prevalence of tic disorders, smoking, and alcohol or substance use disorder (SUD) was also examined. The Yale-Brown Obsessive Compulsive Scale (Y-BOCS), 17-Item Hamilton Depression Rating Scale (HDRS-17), Beck Anxiety Inventory (BAI), and Barratt Impulsiveness Scale Version 11 (BIS-11) were administered. Results: The prevalence of ADHD in the following symptom dimensions was 11.6% (n=8) for washing, 20.4% (n=22) for taboo thoughts, and 26.3% (n=5) for SCRO. These differences, however, were not found to be significant. Additionally, neither the total BIS-11 scores nor its subscale scores concerning cognitive impulsiveness, motor impulsiveness, and non-planning differed significantly among the three symptom dimensions. Further, the scores of HDRS-17 and BAI and the prevalence of tic disorder, alcohol abuse, and SUDs were not significantly different among the symptom dimensions. On the other hand, the Y-BOCS scores including the scores of its subscales of obsession and compulsion were significantly higher in the washing symptoms group than the other two groups (p<0.0001), and the prevalence of smoking differed significantly among the three dimensions (p<0.004): 23.2% of the individuals with washing symptoms, 29.6% of the individuals with taboo thoughts, and 63.2% of those with SCRO symptoms were smokers. Conclusions: The prevalence of ADHD was approximately twice as high in individuals with taboo thoughts and about two and half times as high in individuals with SCRO symptoms compared to individuals with washing symptoms. However, this obvious difference did not reach significance, possibly because of the small sample size. Significant differences in the prevalence of smoking exhibited the same pattern of distribution as the prevalence of ADHD among the symptom dimensions, suggesting that the relationship between OCD symptom dimensions and various aspects of ADHD requires further investigation. In addition, similar levels of impulsiveness were observed among the three symptom dimensions, contributing to the peculiarities in the co-occurrence of OCD, ADHD, and addiction. Further research involving more participants should shed further light on ADHD as a comorbidity with the different symptom dimensions of OCD
Bu çalışmanın amacı, Türkiye'de yükseköğretim kurumlarının uluslararasılaşma derecelerine göre sıralanmasını sağlayan Türkiye'de Yükseköğretimin Uluslararasılaşma Endeksinin geçerlik ve güvenirliğini sınamaktır. Endeks gösterge ve alt göstergelerinin madde ayırt ediciliği, yapı geçerliği (açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizi) ve iç tutarlıkları 300 öğretim üyesinden elde edilen veriler kullanılarak test edilmiştir. Elde edilen bulgular endeksin, (i) üniversite araştırma performansı, (ii) eğitim programı yeterliği, (iii) uluslararası bağlantılar, (iv) öğrenci desteği ve (v) şehir yeterliği olmak üzere beş gösterge ve 33 alt göstergeden oluştuğunu, geçerli ve güvenilir olduğunu göstermiştir. Çalışmada daha sonra Delphi tekniği kullanılarak endeks gösterge ve alt göstergelerinin ağırlıkları belirlenmiştir. Sonuç olarak, Türkiye'de Yükseköğretimin Uluslararasılaşma Endeksi'nin yükseköğretim kurumlarının uluslararasılaşmalarına göre sıralanmasına yönelik olarak kullanılması için bir kanıt niteliğinde olduğu söylenebilir
İşletmenin içsel kapasitesinin önemli bir boyutunu oluşturan duygusal yetenek kavramı, bir işletmenin çalışanlarını nasıl cesaretlendireceğini, güçlendireceğini ve örgütsel bağlılıklarını sağlayacaklarını açıklamaktadır. Örgütsel etkileşimlerin sosyal ağı içerisine sinmiş bir yetenek olduğundan, taklit edilmesi zordur. Bu nedenle, işletmenin sürdürülebilir rekabet üstünlüğü elde etmesinde doğrudan bir etkiye sahiptir. Aynı zamanda, işletmenin temel yetkinlikleri üzerinden de performansını arttırmaktadır. Bu çalışmada, duygusal yetenek dinamikleri ile işletmenin temel yetkinliklerinden biri olan pazarlama yeteneği arasındaki ilişkiler ve işletme performansına etkileri araştırılmıştır. Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden 211 işletmenin 307 orta ve üst düzey yöneticisinden elde edilen veriler, öncelikle faktör ve güvenilirlik analizlerine tabi tutulmuştur. Hipotezleri test etmek üzere yapılan regresyon analizleri sonucunda ise, duygusal yetenek dinamiklerinin işletme performansını hem doğrudan hem de pazarlama yeteneği üzerinden olumlu yönde etkilediği bulgularına ulaşılmıştır.
Sanrı ve varsanı tiplerinin şizofreni ve şizoaffektif bozuklukta tedavi yanıtına etkisi. Amaç: Sanrı tiplerinin sosyodemografik ve kültürel ne gibi değişkenlerden etkilendiği konusunda fazla sayıda çalışma olmasına rağmen sanrı tipinin tedaviye yanıtına etkisi konusunda fazla sayıda çalışma bulunmamaktadır. Biz bu çalışmada sanrı ve varsanı tiplerinin şizofreni ve şizoaffektif bozukluk tanısı ile yatarak tedavi gören hastalarda, tedavi yanıtına etkisini araştırmayı amaçladık.Yöntem: Çalışmamıza şizofreni ve şizoaffektif bozukluk tanılarıyla ardışık olarak yatarak tedavi gören ve klinik görüşme sonucunda Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSM-IV-TR) tanı ölçütlerine göre şizofreni ve şizoaffektif bozukluk tanısı doğrulanan 116 hasta alındı. Sanrı tiplerini belirlemek amacıyla Gross ve arkadaşlarının sanrı sınıflandırma sistemi kullanıldı. Varsanılar işitsel, görsel, işitsel-görsel olarak kaydedildi. Hastaların tedavi yanıtı ise yatış ve çıkıştaki Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeği (PANSS) puanlarının farkı ve yatış süresi ile değerlendirildi.Bulgular: Sanrı tiplerinin tedavi yanıtına etkisi araştırıldığında; dini ve büyüklük sanrıları olan hastaların, olmayan hastalara göre yatış sürelerinin istatistiksel açıdan anlamlı derecede daha uzun olduğu saptandı. Ayrıca büyü yapılma sanrısı olan hastalarda yatış ve çıkıştaki PANSS puanları arasındaki fark daha azdı. Varsanıların tipi, PANSS puanları arasındaki farkı ve tedavi süresini değiştirmemekte idi. Sonuç: Çalışmamız büyüklük sanrıları, dini sanrılar ve büyü yapılması sanrılarının olumsuz tedavi yanıtı ile ilişkili olduğunu göstermektedir. Sanrı tiplerinin şizofreni spektrumunda hastanede yatış süresi ve tedavi yanıtı üzerine etkisi olduğu söylenebilir.
Giriş: Bipolar bozukluk sık görülen bir psikiyatrik bozukluk olmasına rağmen tanısı çoğunlukla atlanabilmektedir. Özellikle depresif ve hipomanik ataklarda yanlış tanı sıktır. Bu çalışmada poliklinikte majör depresyon tanısı konulmuş hastalarda Hipomani Soru Listesi-32 (HSL-32) kullanılarak tanısı atlanmış olası bipolar hastaları saptamayı amaçladık. Bu çalışmada ayrıca HSL-32'nin bipolarite/unipolarite lehine ayırt edici belirli maddeleri olup olmadığını görmeyi amaçladık ve ileride yapılacak geniş ölçekli çok merkezli bir çalışmanın pilot çalışması olarak planladık. Yöntem: Çalışmaya psikiyatri polikliniğine ilk başvurusunda majör depresyon tanısı koyulan 100 hasta alındı ve HSL-32 uygulandı. HSL-32 kesme puanı 14 olarak kabul edilerek hastalar bipolar ve unipolar olmak üzere iki gruba ayrıldı. İki grup arasında 'evet' yanıtı verilen soruların dağılımı incelendi. Bulgular: HSL-32'den 52 hasta 14'ün üzerinde puan aldı ve bipolar grup olarak değerlendirildi. Bipolar ve unipolar grup arasında sosyodemografik değişkenler açısından anlamlı ilişki saptanmadı. İki grup ölçek sorularına verdikleri yanıtlara göre karşılaştırıldığında bipolar grupta özgüven artışı, enerji artışı, psikomotor aktivasyon, amaca yönelik aktivite artışı, konuşkanlık artışı, yaratıcılık ve duygudurum yüksekliğini içeren sorulara 'evet' yanıtı verme oranı unipolar gruba göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Tartışma: Çalışmamıza katılan hastalarda bipolarite oranı %52 olarak hesaplandı. Literatürde daha düşük oranlar ve bizim bulduğumuz orana yakın yüksek oranlar vardır. Bu yüksek oranlara göre, HSL-32 bipolar bozukluk sıklığını belirlemede oldukça duyarlı olmakla birlikte, yeterince özgül olmayan bir tarama aracıdır. Özellikle bipolar I bozukluğu bipolar II bozukluk ve yineleyici majör depresif bozukluktan ayırt etmek gerektiğinde daha yüksek bir kesme puanına gerek duyulabileceği söylenebilir. Bipolar grupta HSL-32'nin özgüven artışı, enerji artışı, psikomotor aktivasyon, amaca yönelik aktivite artışı, konuşkanlık artışı, yaratıcılık ve duygudurum yüksekliğini içeren sorularına evet yanıtı verme oranı unipolar gruba göre anlamlı derecede yüksek bulundu. Bu sonuç klinik pratikte bipolarite şüphesi olan depresif hastaların muayenesinde özellikle bu alanlara odaklanılmasının faydalı olacağı bipolarite açısından ipucu olabileceği şeklinde yorumlanabilir. (Anadolu Psikiyatri Derg 2016; 17(1):12-17)
Bu çalışmanın amacı, (Dünya Sağlık Örgütü) WHO tarafından belirlenen temel sağlık harcaması göstergeleri çerçevesinde, Türkiye ve diğer AB üyesi-aday ülke konumundaki ülkelerin grafiksel düzlemde gösteriminin sağlanarak alt gruplara ayrılması, aralarında var olabilecek benzerlik ve farklılıkların ortaya konulması ve ülkemizin genel eğilime göre konumunun tespitinin yapılmasıdır. Dünya Sağlık Örgütü'nün açıklamış olduğu raporlardan ve istatistiklerden elde edilen veriler 28 ülke için toplanmış ve ilgili veriler Çok Boyutlu Ölçekleme (Multidimensional Scaling- MDS ) yöntemi ile analiz edilmiştir. MDS analizi sonucunda ülkelerin amaca uygun şekilde iki grup altında toplandıkları görülmüştür. Yapılan analiz sonucunda birinci boyutta Avusturya, Danimarka, Fransa, Almanya, Lüksemburg ve Hollanda analiz kapsamına alınan sağlık harcaması göstergeleri bakımından benzer ülkelerdir ve bir alt grup olarak düşünülebilirler. Ayrıca birinci boyutta Türkiye, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Polonya, Romanya ve Makedonya'nın benzer ülke olarak algılandıkları tespit edilmiştir. Sağlık harcamaları açısından Türkiye'nin en benzer olduğu ülkelerin Polonya ve Romanya olduğu görülmüştür. Yirmi sekiz Avrupa ülkesi arasında sağlık harcaması göstergeleri bakımından Hollanda ve Kıbrıs birbirine en benzemez ülkelerdir. Farklılık matrisine göre Türkiye'nin sağlık harcamaları açısından en farklı olduğu ülkelerin ise Avusturya, Belçika, Kıbrıs, Danimarka, Fransa, Almanya, İrlanda, İsveç olduğu tespit edilmiştir. Kişi başına toplam sağlık harcaması düzeyi, ulusal sağlık harcamasının Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)'daki payı, kişi başına toplam kamu sağlık harcaması düzeyi ve genel kamu harcamaları içinde kamu sağlık harcamalarının payı gibi göstergelerde Türkiye'nin gelişmiş Avrupa ülkelerinden geride olduğu görülmüştür.
Objective: Online game addiction also referred to as internet gaming disorder, a clinical condition that is not well-established, is not listed in psychiatric classification systems due to lack of adequate studies but expected to be added to the manual in near future. In Turkey neither a scale nor a study is present to evaluate online game addiction/ addicts. We aimed to evaluate the reliability and validity of "The Game Addiction Scale" that was developed by Lemmens in 2009 as an instrument to assess online game addiction in an online game players sample in Turkey and examine the game addiction levels in these players.Methods: For this purpose 726 "Travian" (a massively multiplayer online game) players were evaluated with the Young's Internet Addiction Test and the Lemmens's Game Addiction Scale to find out their game addiction levels. Individual properties of the participants reflecting their internet use and gaming habits were also examined. The study was performed using SurveyMonkey within three months between March 1 and May 31, 2013.Results: Both 21-item (Cronbach's ?=0.96) and 7-item versions (Cronbach's ?=0.88) of the Game Addiction Scale were found to be valid and reliable. Also using the monothetic format 11.1% of the participants was found to be online game addicts.Conclusion: Our findings indicates that there is a considerably high percentage of game addiction within this online gamers sample compared to other countries. Further studies with online gamers and general population are needed to see the whole picture in Turkey.
Amaç: Opiyaterjik sistem genetiği üzerine yürütülen çalışmalarda, ?-opioid reseptörlerini ifade eden OPRM1 geni polimorfizmleri ve alkol bağımlılığının (AB) çeşitli özellikleri ilişkilendirilmiştir. Bu çalışmada, Türkiye kökenli bir örneklemde, OPRM1 A118G (rs1799971) ve C17T (rs1799972) tek nükleotid polimorfizmlerinin, AB tanısı, alkol kullanım şiddeti, kullanılan alkol miktarı, ailede AB öyküsü varlığı gibi özellikler ile ilişkisi araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmaya AB tanısı konulan 121 hasta ve 117 sağlıklı erkek birey dâhil edilmiştir. OPRM1 A118G (Asn40Asp) ve C17T (Arg6Val) polimorfizmleri PCR-RFLP (polimeraz zincir reaksiyonu - restriksiyon fragman uzunluk polimorfizmi) yöntemi ile değerlendirilmiştir. Tek nükleotid polimorfizmleri ile AB tanısı, AB aile öyküsü, Michigan Alkolizm Tarama Testi (MATT) kullanılarak değerlendirilen AB şiddeti, günlük tüketilen ortalama ve maksimum alkol miktarı arasındaki ilişki incelenmiştir. Bulgular: AB ve kontrol grupları arasında OPRM1 A118G genotip dağılımı açısından anlamlı bir fark gözlenmemiştir. OPRM1 C17T polimorfizminde T alel sıklığı tüm örneklem değerlendirildiğinde, çok düşük düzeyde (0,006) saptanmıştır. MATT ile değerlendirilen alkol bağımlılığı şiddeti ve G118 aleli varlığı arasında anlamlı bir ilişki gözlenmiştir. Sonuç: Türkiye kökenli bir örneklem üzerinde opiyaterjik sistem genetiği üzerine yürütülen bu çalışmada, OPRM1 G118 alel varlığı daha şiddetli AB ile anlamlı düzeyde ilişkili bulunmuştur. OPRM1 C17T polimorfizmi T17 alel sıklığı diğer Avrupa toplumlarına benzer şekilde çok düşük düzeyde saptanmıştır.
-
Radyasyondan korunma ve uygun malzeme seçimi medikal ve endüstriyel radyasyonun kullanıldığı alanlarda başlıca araştırma konularından bir tanesi haline gelmiştir. Bu çalışmada, kurşun (Pb) içerisine nano boyutlarda barit (BaSO4) katkısı yapılarak kütle zayıflatma katsayısında meydana getirdiği artış incelenmiştir. Oluşturulan MCNPX simülasyon geometrisinin validasyonu önceki deneysel ve teorik ölçümler ile sağlanmıştır. Oluşturulan bu geometri nano BaSO4 parçacıklarının kurşun malzeme içerisine tanımlanmasında ve hesaplamalarda kullanılmıştır. Sonuç olarak nano boyutlarda kurşun içerisine katkılanan BaSO4 nanoparçacıklarıkurşunun kütle zayıflatma katsayısında bir artışa sebep olmuş, malzeme içerinde soğurulan radyasyon miktarı artmış ve malzemenin radyasyonun zayıflatma özelliklerini etkilemiştir. Bu çalışma ayrıca MCNPX kodunun nano boyutlardaki çalışmalarda etkili bir program olduğunu ve standartize edilen bu geometrinin gelecek çalışmalar için kullanılabilirliğini göstermiştir
Objective: The question of harmfulness of the psychiatric drugs creates a major dilemma for pregnant women. The risks associated with prenatal psychotropic drug exposure are often overestimated. It is unclear that psychotropic medication or disorders themselves increase the risk of adverse pregnancy outcomes. The purpose of this study is to generate data about the safety of psychotropic drugs in pregnancy and maternal characteristics of the pregnant women exposed to these drugs. Method: An observational cohort study was performed. Pregnancy outcomes of 135 pregnancies after psychotropic drug exposure are compared to a control group of 275 pregnancies. Results: There were no statistically significant differences in rates of major malformations, miscarriages, and preterm deliveries between the two groups. However, the rate of elective abortions was higher in the exposed group compared to the control group (11.1% vs. 5.1%, respectively; RR 2.18; 95% CI: 1.09-4.39), and most of them were nulliparous (45.2%). The majority of the pregnant women did not smoke cigarettes and no alcohol consumption was reported in both groups. Conclusion: Our study showed that there was a tendency to terminate pregnancy among women exposed to psychotropic drugs. An accurate risk assessment about drug safety and informing pregnant women would help to prevent unnecessary terminations of pregnancies
Objective: Impulsivity is an important neurobiological process that contributes to individual differences in substance use disorder vulnerability. Uric acid has been mentioned to be telated to some psychiatric disorders characterized by impulsivity. No other study has yet examined the relationship between UA plasma concentration and impulsivity in patients with substance use disorders.Methods: Eighty patients diagnosed with substance use disorders and eighty healthy controls were included. A protein-rich diet was given to all subjects for one week. Blood samples were obtained and plasma uric acid levels were recorded as in mg/dl after being centrifuged for 15 min at 3000 X g and kept at -80°C. Impulsivity was evaluated using the Turkish version of Barrat Impulsivity Scale (BIS). Results: The mean uric acid concentrations (t/?2=3.3; p<0.05) were significantly higher in the patients with substance use disorders compared to the healthy control group. Additionally, total BIS scores (t/?2=2.4; p<0.05), Attentional Impulsiveness scores (t/?2=2.1; p<0.05), and Motor Impulsiveness scores (t/?2=2.6; p<0.05) were statistically significantly higher in the patients with substance use disorder. There was a negative mild, statistically significant correlation between UA plasma levels in the patients with substance use disorder and total BIS scores (r=-0.278; p<0.05), and Motor Impulsiveness subscales scores (r=-0.302; p<0.01). Multiple linear regression analysis revealed that plasma UA levels were found to be statistically significantly associated with the Motor Impulsiveness scores in the patients with substance use disorder (p=0.007). Conclusions: This preliminary study is the first study that explores how uric acid levels were associated with impulsivity in patients with substance use disorder. Further studies with larger sample size are needed to tease out confounding factors and replicate our findings
-
Amaç: Şizofreni üzerine yapılan çalışmaların bir kısmı elektroensefalografide (EEG) kompleksitenin arttığını, bazı çalışmalar ise azaldığını göstermiştir. Bu çelişki hastalığın klinik özelliklerine veya kullanılan ölçüm yöntemlerine bağlı olabilir. Bunu giderebilmek için biz hastalık süresi ve belirti profili açısından benzer bir şizofreni hasta grubunu seçtik (kronik rezidüel şizofrenisi olanlar) ve iki farklı kompleksite ölçüm yöntemi uyguladık. Yöntem: Sağ elli kronik rezidüel şizofreni hastaları (10 erkek, 10 kadın) ve yaş ve cinsiyet aşısından eşleştirilmiş 20 sağlıklı kontrol çalışmaya alındı. Gözler kapalıyken yapılan çekime dayanarak her elektrot bölgesi için nicel EEG band aktiviteleri, log enerji entropi (LEE) ve Hurst eksponentleri (HE) ölçüldü. Sonuçlar: Prefrontal, frontal, temporal and pariyetal alanlarda LEE değerleri şizofreni hastalarında kontrollerle karşılaştırıldığında anlamlı derecede yüksekti. Şizofreni hastalarında sağ frontal alanda anlamlı derecede yüksek HE değerleri saptandı. Hasta grubunda prefrontal, frontal ve pariyetal delta aktivitesi; prefrontal, sol temporal ve sağ pariyetal teta aktivitesi ve sol temporal alfa aktivitesi yüksekti. Tartışma: Bu çalışmada, kronik rezidüel şizofrenide EEG'nin daha az kompleks ve daha 'düz' olduğunu bulduk. Hastaların EEG'lerinde, baskın olarak prefrontal ve frontotemporal alanlarda yavaşlama gözlemledik. EEG kompleksite ve frekans analizlerinin birlikte kullanımı şizofreni araştırmalarında yeni bir araç olabilir.
-
Water level control is a crucial step for steam generators (SG) which are widely used to control the temperature of nuclear power plants. The control process is therefore a challenging task to improve the performance of water level control system. The performance assessment is another consideration to underline. In this paper, in order to get better control of water level, the nonlinear process was first expressed in terms of a transfer function (TF), a proportional-integral-derivative (PID) controller was then attached to the model. The parameters of the PID controller was finally optimized using particle swarm optimization (PSO). Simulation results indicate that the proposed approach can make an effective tracking of a given level set or reference trajectory.
Obsesyon, kişinin zihninden uzaklaştıramadığı yineleyici düşlem, düşünce ve dürtülerdir. Literatürde çeşitli obsesyon ve kompulsiyon türleri tanımlanmıştır. Kompulsiyonun temel işlevi rahatsız edici bir düşünce veya dürtüden kurtulmaya yardımcı olmasıdır. Hastalar rahatsız edici düşünce ve durumlardan kaçınma amacıyla çaba harcayabilir. Obsesif kompulsif bozuklukta cinsel işlev sorunları ile sıklıkla karşılaşılır. Ejakülasyonu engelleme davranışı ejakülasyon sırasında penisin elle boğularak boşalmanın engellenmesidir. Böylelikle retrograd ejakülasyon meydana gelir. Ejakülat, üretra önündeki engel nedeniyle mesaneye dolar. Orgazm yaşanmasına rağmen eş zamanlı penisten sıvı çıkışı olmaz. Bu yazıda, suçluluk ve günahkarlık duygularından kaçınmak amacıyla ejakülasyonu engelleme davranışı uygulayan bir obsesif kompulsif bozukluk olgusu ele alınmıştır

/ 37
33 / 37