1.110 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Şehirlerin cadde ve sokak ağları insanların günlük faaliyetlerini ve yaşam kalitesini önemli derecede etkilemektedir. Bu çalışmada çizge teorisine dayanarak İzmir ve ilçelerinin sokak ve cadde ağının topolojik yapısı ve güvenilirliği incelenmiştir. İlçelerin sokak ve cadde ağları Open Street Map platformu aracıyla oluşturulup, çizge modeline dönüştürüldükten sonra düğüm derece dağılımı, çap ve yarıçap, dış merkezlilik, kümeleme katsayısı ve en küçük bağlı hakim küme gibi 17 farklı özellik hesaplanmıştır. Örneğin, İzmir ilçelerinin çıkmaz sokaklarının sayısı ve yoğunluğu, konumlar arası alternatif patikaların sayısı, en kısa patikaların uzunluğu, seçili konumlardan geçen en kısa yollar ve kritik caddeler ve kavşaklar gibi çeşitli veriler üretilmiştir. Bu veriler, ilçelerin gelişme durumunu değerlendirmek için alternatif ve somut ölçekler ortaya koyarak ilçeler arasında ve İzmir ile diğer şehirler arasında somut karşılaştırma olanaklarını sağlamaktadır. Yapılan hesaplamalara göre, İzmir’in ilçelerinde ortalama 4196.33 ve 6140.9 kenar bulunmaktadır. En çok düğüm ve kenara sahip Bornova ilçesinde 10223 düğüm ve 15772 kenar ve en az düğüm ve kenara sahip Beydağ ilçesinde 427 düğüm ve 557 kenar bulunmaktadır. Tüm ilçelerin ortalama düğüm derecesi 2.88, ortalama kritik düğüm sayısı 680.6, ortalama kritik kenar sayısı 808.56, çıkmaz sokakların ortalama sayısı ve oranı sırayla 657.26 ve %16.88, en küçük kapsayan ağaçların ortalama kenar sayısı 4195.33 ve bu ağaçların ortalama uzunluğu 591493.84 m olarak hesaplanmıştır. En az orana sahip Karabağlar ilçesinde kenarların %61.64’u en küçük kapsayan ağaçta kullanılırken en yüksek orana sahip Kiraz ilçesinde kenarların %78.49’u en küçük kapsayan ağacında kullanılmıştır. İlçelerinin sokak ve cadde ağında rastgele seçilen iki konum arasında ortalama 1.91 bağımsız patika bulunmaktadır.
Amaç: Çalışmada, meyveli süt ürünlerinde, sentetik boya varlığının tespit edilmesi, ayrıca anket çalışması ile ebeveynlerin süt ürünlerinde gıda boyası üzerinde tüketici tercihleri ve tutumlarının kıyaslanması amaçlanmıştır. Materyal ve Yöntem: Piyasadan 59 adet meyveli süt ürününde HPLC yöntemiyle suda çözünen sentetik boyaların tespiti ve miktar belirlenmesi yapılmıştır. İzmir ili merkez ilçelerinde yaşayan ebeveynlerin tüketici alışkanlıklarının belirlenmesi amacıyla kolayda örnekleme ve kartopu örneklemesi kullanılarak anket yapılmıştır. Ankette demografik özellikler, ebeveynlerin gıda ve beslenmeye yönelik eğitim ve bilgi düzeyleri, ebeveynlerin gıda boyası bulunan/bulunduğu düşünülen ürünlere yönelik tüketici alışkanlıklarını belirlemeye yönelik toplam 28 soru sorulmuştur. Toplanan veriler IBM SPSS 18 programında analiz edilmiştir. Analizde bağımsız örneklem t-testi analizleri gerçekleştirilmiştir. Araştırma Bulguları: 59 üründen 3 adet pastane dondurmasında sentetik boya tespit edilmiştir. Tespit edilen miktarlar ilgili yönetmeliğe göre yasal sınırlar içerisinde yer almaktadır. Eğitim alan ve almayan ebeveynlerin meyveli süt ürünü tercihleri farklılık göstermektedir. Ebeveynlerin %54’ü gıda boyası hakkında bilgiye sahip iken, %45’i ise gıda boyası hakkında bilgiye sahip değildir. Ebeveynlerin %98’i ürünlerin son tüketim tarihine bakmakta, %88’i ise etiket bilgilerini okumaktadır. Sonuç: Etiketli ürünlerde, etiketinde sentetik boya kullanmadığını beyan ettiği hiç bir üründe sentetik boya tespit edilmemiş, etiket bilgisine kolayca ulaşılamayan pastane ürünlerinin bazılarında ise sentetik boya tespit edilmiştir.
Objective: Objective: Medication-related osteonecrosis of the jaws (MRONJ), is often described as a side-effect of bisphosphonates within the dental school curriculum. However, as highlighted in the current literature, some antiresorptive and antiangiogenic drugs may also cause MRONJ. This study aimed to investigate the awareness and knowledge of post-graduate dental students (PDSs) from different specialty/doctoral programs towards MRONJ. Methods: An electronic questionnaire containing 28 questions in 3 different sections focusing on demographic characteristics, general information, and clinical attitude, was prepared. Two-thousand PDSs from 27 universities were invited to participate in the survey in December 2021. The obtained data were evaluated statistically using descriptive statistics and the Chi-Square test (p=.05). Results: The response rate of the survey was 10%. The number of PDSs showed a homogeneous distribution for each specialty, whereas the number of women participants was higher than that of men (p.05). PDSs had higher rates of correct answers to general information questions about antiresorptive drugs than for antiangiogenic drugs. 92% of participants stated that they obtained their knowledge about MRONJ from their undergraduate education. Conclusion: The findings of this study reveal the necessity of updating the dental school curriculum in line with the current literature on MRONJ, as well as including more postgraduate courses on MRONJ during the specialty/doctoral education period.
The aluminosilicate clay minerals (Al2Si2O5(OH)4·nH2O) known to exist in nature are called halloysite nanotubes (HNTs). HNTs, which are found in layered, spherical, flat and other forms, can be obtained naturally as well as synthetically. HNTs with an outer diameter of 50 nm and a length ranging from 500 to 1000 nm have a hollow and nanotube-shaped structure. It has natural deposits in Brazil, Turkey, New Zealand, China, the United States, Korea, Japan, and France, and it is a low-cost material that can be obtained through ore purification. Thanks to their high surface area, large pore volume, rheological properties, high interactions, and high binding capacities with biopolymers, HNTs are used in a wide range of areas. For example, HNTs have become a frequently used material in environmental applications such as wastewater treatment and removal of organic contaminants and dyes. It is also used in the production of nanoelectronics and nanocomposites, catalytic studies, flame retardants in make-up materials, forensic sciences and biomedical fields. The specific properties of HNT used in the biomedical field lead to numerous applications. In this review, it is aimed to present the advantages of HNTs for use in drug delivery systems, immune therapy, anti-infection applications, cancer therapy, bioimaging, biosensing applications, tissue engineering applications, implants and hygiene-cosmetics materials.
Osmanlı Devleti, tarih sahnesinde olduğu 1300-1922 arasında, Anadolu, Balkanlar, Doğu Avrupa, Kafkasya, Türkistan, Orta Doğu, Ege ve Akdeniz havzası gibi çok geniş coğrafi alanlarda hüküm sürmüş, daha sonra siyasi tarih sahnesinden çekilmiştir. Osmanlıların yüzyıllar boyunca hükmettiği coğrafyalara dair ürettikleri her türlü yazılı doküman, bilgi, belge ve kayıtlar ise arşivlerinde saklanmıştır. Yukarıda sayılan coğrafyalarda bugün yaşayan pek çok devlet, millet ve siyasi yapının 500-700 yıllık tarihlerinin belgelere dayalı bir şekilde yazılması, ancak bu arşivlerin incelenmesi ile mümkündür. Osmanlı Devleti'nin arşiv mirası olan Osmanlı Arşivleri, Hazine-i Evrak adıyla resmi olarak kurulduğu 1846 yılından günümüze, Türk ve dünya tarihçiliğinin ampirik malzeme bakımından ana merkezlerinden birisi olagelmiştir. Arşivlerin bağımsız bir kurum olarak Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde tesis edildiği 1846 yılında günümüze ise yine 177 yıllık kurumsal bir tarih oluşmuştur ve bu kurumsal tarihin incelenmesi, tarihçilik açısından önem arz etmektedir. Bu yazıda arşiv çalışmaları tarihi hakkında yakın dönemde yayımlanmış olan Arşivciliğimizin Yüz Yılı (1846-1945) isimli eser ele alınmış, kitabın genel olarak tarihçiliğe özel olarak da arşivcilik tarihi araştırmalarına katkısı incelenmiştir.
The goal of this article is to better grasp and interpret the elements for a specific term that influence Turkish-American bilateral affairs, which throughout the previous few years have experienced a roller coaster. Turkish foreign policy formerly followed a Western-based course in accordance with the state's goal of westernization. Turkish foreign policy, on the other hand, has changed gradually as it turned out to be evident that the protracted EU admission efforts would not come to a conclusion. Therefore, current foreign policy of Türkiye, which is less Western centric and intimately tied with the geography of the former Ottoman Empire, has had an impact on bilateral affairs with the United States. Common interests are the most essential element influencing bilateral ties between Türkiye and the United States. The article investigates how bilateral connections are sustained when two countries have mutual concerns, as well as the implications of this if the two states have opposing concerns. As a result of the research conducted for this study, the international organizations of which the two states are a part have been ineffective in changing the interest-oriented framework of the bilateral relationship.
Atasözleri; bir milletin binlerce yılın birikimi neticesinde oluşmuş olan, anonim karakter taşıyan, kısa, özlü ve kalıplaşmış nitelikte, öğüt verici ve yol gösterici sözlerdir. Bir milletin inançlarını, geleneklerini, olaylar karşısındaki tutumunu, dünyayı algılayış biçimini yansıtmaktadır. Ortak düşünce, kanı ve kabul içerdiğinden, hayat anlayışının ortak bir ifadesi, halk hikmeti, düşüncesi ve felsefesidir. Atasözlerini kültürel belleğin birer ürünü yaparak unutulmamalarını sağlayan etkileyici/çarpıcı bir dil ve üsluba sahip olmasıdır. Bu dil ve üslup yapısının en belirgin unsuru ise manzum olmaları, kafiye ve ölçü başta olmak üzere çeşitli edebi sanatlarla oluşturulmalarıdır. Atasözlerinde anlatımı etkili hale getiren söz sanatlarının biri de metafordur. “Metafor”, “bir sözcüğe kendi özel anlamının dışında bir anlam verilmesi” olarak tanımlamakta; atasözlerinde ise söz ekonomisi ve etkinin güçlendirilmesi amacıyla kullanılmaktadır. Fiziksel, sosyal ve kültürel deneyimlerden oluştuğundan, hayvancılıkla uğraşan bir toplumda hayvanlarla ilgili, tarımla uğraşan toplumda bitkiyle ilgili metaforlar kullanılması gibi, kültürden kültüre çeşitlilik gösterebilir. Bu bağlamda, halk felsefesini yansıtan işlenmiş kolektif metinler olarak bir toplumun sosyal ve fiziki çevresiyle kurduğu ilişki biçimleri ve davranış kodlarını oluşturan atasözleri için metaforik anlatım önem arz eder. Kendisiyle ve dış dünyayla ilgili algıları ilişkilendirmek suretiyle anlam vermeye çalışan birey olumlu ve/veya olumsuz anlam yükleyerek simgeleştirdiği unsurlarla bu sayede toplumun birer kültürel kimliğini oluşturur. Bu çalışmada, Kazan Tatarlarının kadınla ilgili metaforlu atasözlerinin anlam çözümlemeleri yapılarak Kazan Tatarlarında kadının toplumsal statüsünü örnek metinler üzerinden ortaya koymak amaçlanmıştır. Çalışmanın materyalini, Nekıy İsenbet’in Tatar Ḫalıḳ Mekallerě (Tatar Halkının Atasözleri) adlı üç ciltten oluşan serinin ikinci cildinden seçilen 237 metaforlu atasözü oluşturmuştur. İncelenen atasözlerinde “Tabiat Unsurları”, “Hayvanlar”, “Beden Unsurları”, “Nesneler”, “Renkler” ve “Diğer Metaforlar” olmak üzere altı ana grup metafor tespit edilmiştir. Bu atasözlerinde Kazan Tatarlarında kadının toplumdaki yeri, kadın cinsi latifinin genel özellikleri, cinsiyete bağlı sosyal rolleri, aile ve evlilikle ilgili ise eş seçmeye ve kadın- erkek ilişkilerine dair önemli veriler elde edilmiştir. Atasözlerinde anlatıma canlılık ve güç kazandıran metaforların anlam dünyası, Türk kültürünün ve mitolojisinin düşünce evreniyle paralellik göstermektedir. Atasözlerinde en geniş metafor grubunun tabiat unsurları ve hayvanlar olduğu tespit edilmiştir. Bunlar arasında ise çiçekler ve meyveler ile at, köpek ve kuşlar ön plana çıkmaktadır. Metaforlar üzerinden atasözlerinde çizilen kadın kimliğinde; konuşkan, nazlı, hileye yatkın ve değişken tabiatı öne çıkarılmış, bu nedenle kadınlara çok fazla güvenmemek ve her kadının tabiatına göre davranmak önerilmiştir. Atasözlerinde aile; soyun devamlılığını sağlaması yanında, insan yaşamını düzenlediği için önerilen önemli bir toplumsal yapıdır. Kadının en temel sosyal rolü ise annelik ve ev hanımlığıdır.
Kiraz, Türkiye’nin dış pazarda üstün olduğu ve dünya üretiminde ilk sırayı koruduğu bir üründür. Özellikle yetiştiği çoğu bölgede, diğer birçok ürüne göre nispeten yüksek getiriye sahip olması nedeniyle üreticiler için önemini korumaktadır. Bu çalışmada, Türkiye’de 2010-2021 yılları arasında kiraz üretim-tüketimi, dış ticareti, üretici-tüketici fiyatları ile girdi fiyatları incelenmiştir. İkincil verilerin kullanıldığı çalışmada bulgular, rakamların yanı sıra oran, indeks, trend analizi, pazarlama marjı, parite değişim yöntemleri aracılığıyla yorumlanmıştır. Bu kapsamda, Türkiye’de incelenen dönemde kiraz alanlarında, meyve veren ağaç sayısı, üretim miktarı ve verim ile tüketim miktarında artış olmuştur. Üretilen kirazın dışsatıma dönüşüm oranı ortalama %13,8 olarak gerçekleşmiştir. Kiraz üretim miktarı 5 yıllık yakın gelecek için tahmin edilmiş olup, üretim miktarının artış eğiliminin devam edeceği belirlenmiştir. Söz konusu dönem için kiraz üretici ve tüketici fiyatlarında dalgalanmalar gerçekleşmiştir. Üretici fiyatlarında ortalama dalgalanma oranı %11,1 iken, tüketici fiyatlarında %16,1 olmuştur. Cari kiraz fiyatları yaklaşık 4 kat artmışken, reel bazda %20,4 oranında azalmıştır. Hesaplanan pazarlama marjlarına göre çiftçi eline geçen oranlar düşük, aracıların eline geçen oranlar ise yüksektir. Son yıllarda tüketicilerin ödediği kiraz fiyatlarının %50’den fazlası aracılarda kalmıştır. Ayrıca kiraz fiyatları ile girdi fiyatları arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amacıyla incelenen parite değişimlerine göre; kiraz fiyatları, mazot fiyatları ile işgücü ücretlerinin altında kalmıştır.
Lisianthus, çiçeklerinin uzun süre canlı kalması, birbiri ardına tomurcuklarının çiçeklenmesi ve gösterişli çiçekleri nedeniyle tercih edilen bir kesme çiçekli süs bitkisidir. Tüm dünyada hızla sektöre giren bitkinin üretimi, ağırlıklı olarak hibrit çeşitlerin tohumlarından fide elde edilmesi ve bunların seralarda yetiştirilmesi yoluyla yapılmaktadır. Tohumlar ise yurt dışından ithal edilmektedir. Lisianthus türünde ıslah çalışmalarının başlatılması ve yerli ticari çeşitlerin geliştirilmesi önem taşımaktadır. In vitro çoğaltım teknikleri, ıslah döngülerini hızlandırmak için yardımcı olmaktadır. Lisianthus’ta in vitro mutasyon ve genetik transformasyon çalışmalarına zemin oluşturmak üzere doku kültürü yoluyla çoğaltım sistemini optimize etmek, bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Lisianthus tohumları aseptik koşullarda çimlendirilmiş, gelişen in vitro fidelerden yaprak eksplantları hazırlanarak 10 farklı bileşime sahip MS temel besin ortamına alınmıştır. Sitokinin olarak TDZ’nin 5 dozu (0,5; 1,0; 2,0; 3,0; 4,0 mg/L) tek başına veya 0,5 mg/L NAA ile kombine edilerek kullanılmıştır. Kontrol ortamı olarak bitki büyüme düzenleyici ilavesi yapılmayan MS ortamı kullanılmıştır. Kontrol ortamı hariç çalışmada yer alan diğer tüm ortam kombinasyonlarında organogenesis elde edilmiştir. Sadece TDZ veya TDZ + NAA içeren ortamlarda eksplant başına 7,7-15,2 arasında sürgün oluşumu saptanmış, 4 mg/L TDZ ortamı gelişim ve sürgün sayısı özellikleri bakımından dikkati çekmiştir. TDZ’nin 3 ve 4 mg/L dozunda kullanıldığı ortamlarda eksplant başına sırasıyla 14,3 ve 15,2 adet sürgün elde edilirken, en yüksek ortalama sürgün uzunluğu 0,5 mg/L TDZ içeren ortamda gözlemlenmiştir. Sürgünlerin köklendirilmesi ve dış koşullara aktarılması başarıyla gerçekleştirilmiştir. Hormonsuz MS ve 1/2MS ortamlarında köklenme %100 olmuştur. Bitkiciklerin torf ve perlit karışımındaki saksılara aktarılması ve aklimatizasyonu da %95-100 arasında sağlıklı bitki elde edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu çalışma ile lisianthus yaprak eksplantlarından mikroçoğaltım aşamaları başarıyla tamamlanmıştır. Optimizasyon sağlanan in vitro lisianthus üretimi, hızlı çoğaltım veya in vitro ıslah uygulamaları için kullanımına hazır hale getirilmiştir.
The objectives of the study are to determine the flea density in goat farms in the Bornova district of the province of Izmir, investigate the reasons, and develop remedies. This study is a situation determination to determine the flea problem in extensive goat farms. The research sample, which was carefully selected from the agricultural and livestock records kept by the Bornova District Directorate, consisted of 39 goat farms. According to research, 84.61% of sheep and goat farms experience flea problems, and 94.87% of those farms lose animals as a result of flea infestations. 33.33% of the body colours of animals with fleas are black. The most frequently infested animals by fleas were goats (28.21%) and young animals (33.33%). The main symptoms of a flea infestation are itching and hair loss (17.95% and 20.51%). Removing manure from the barn was the most widely used flea management technique (38.46%), followed by using pesticides (17.95%). Cats or dogs were reported to have flea issues in 89.74% of the farms. As a result, if flock management activities including hygiene and sanitation, animal welfare, and health-protection techniques are done well, the damage caused by ectoparasites will be reduced. To prevent potential financial losses in the flock, it is recommended to emphasise to goat producers the importance of flea infestations and to apply appropriate flea control methods.
Objective: The objective of this study was to determine the best-fitted regression model for estimating egg weight of Isa Brown laying chickens using external and internal egg parameters. Materials and Method: Data collected include: egg weight (EWT), egg length (EL), egg diameter (ED), shell thickness (ST), shell weight (SW), albumen height (AH), albumen weight (AW), yolk height (YH), yolk weight (YW) and yolk length (YL). Data were subjected to statistical analysis procedures of SPSS (version 23.0.0). Egg weight was regressed on external and internal egg parameters using forward, backward and full model regression procedures, to determine the combinations of egg parameters that explain variation in the dependent variable. Results: Results showed that the mean (±SE) of EWT, EL, ED, ST, SW, AH, AW, YH, YW and YL were 60.49±0.47, 4.23±0.03, 2.94±0.02, 1.37±0.01, 6.04±0.05, 1.20±0.01, 36.30±0.39, 1.22±0.02, 15.29±0.15 and 2.32±0.02 respectively. The models of EWT = 30.638+0.582AW+0.571YW and EWT = -14.991+8.779EL+5.493ED+3.686SW are the best fitted regression models for predicting egg weight of Isa Brown laying chickens. Conclusion: Conclusively, egg weight of Isa Brown laying chickens can be improved through selection for EL, ED, ST and SW trait
Serbest bölge uygulamaları, ülkelerin ticaret hacmini arttırmak ve dış ekonomi politikalarını geliştirmek adına uygulanan faaliyet alanlarıdır. Ülkelerin dış ticarette avantaj sağlamak için kurduğu bölgelerin pozitif etkilerinin olması beklenmektedir. Son yıllarda serbest bölge uygulamaları tüm dünyada olduğu gibi Türkiye ekonomisi açısından da gelişmeler göstererek önemini gün geçtikçe arttırmaktadır. Araştırmanın temel amacı; Türkiye’de yer alan serbest bölgelerin performanslarını değerlendirmektir. Araştırmada; Ekonomi Bakanlığı’nın belirttiği Serbest Bölgeler verileri kullanılmaktadır. Microsoft Excel programı yardımı ile CRITIC yöntemi ile ağırlıkları hesaplanarak WASPAS ve GIA yöntemleri ile sıralama analizi yapılmaktadır. Örneklem 2022 yılı verileri kapsamında ele alınmakta ve çalışma evreni on sekiz serbest bölgeden oluşmaktadır. Elde edilen bulgularda; ağırlıklı olarak serbest bölgeleri etkileyen faktörün ithalat değişkeni olduğu tespit edilmiştir. İhracat performansları açısından ilk sırada Ege Serbest Bölgesi yer alırken, Rize Serbest Bölgesi son sırada yer aldığı görülmektedir. Değerlendirme sonucu olarak, Türkiye’nin dış ticaretine serbest bölgelerin önemli katkılar sağladığı yönündedir.
Objective: Phytophagous thrips are among the important pests of ornamental plants. Unlike other studies, in this study, thrips species mostly in perennial arboreal and shrub plants were investigated in the Balcalı location of Adana province, Türkiye in 2019-2020. Materials and Methods: Thrips were collected from ornamental plants by shaking method, and the collected individuals were stored in 60% ethyl alcohol. Results and Conclusion: Eleven harmful and two beneficial thrips species were determined from 788 adult thrips individuals collected. The most common and abundant in dense numbers, respectively, Hot pepper thrips, Thrips hawaiiensis (Morgan, 1913), Western flower thrips, Frankliniella occidentalis (Pergande, 1895) that they are important pests, and Gold-tipped tubular thrips, Haplothrips gowdeyi (Franklin, 1908) were determined and constituted 58.6%, 27.5% and 4.0% of the total individuals, respectively.
Antik dönemin en önemli liman kentlerinden biri olan Knidos, Akdeniz ve Ege Denizinin ticari ağında aktif geçiş ve durak noktası olmuştur. Kazı ve Araştırmalar sonucu tespit edilen veriler Klasik Dönemden Geç Antik döneme kadar Doğu Akdeniz ve Ege Adaları arasındaki coğrafyasında seramiklerden amphoralar, kandiller, mutfak kapları ve kırmızı astarlı kaplardan oluşan geniş bir yelpazede kentin ticaret merkezi durumunda oluşmasını desteklemektedir. Erken dönemlerden itibaren gerek kendi üretimi kapları gerek ithal ürünleri dış piyasaya ulaştırma, uzak ve farklı bölgelere seramik gruplarını teminini kolaylaştıran Geç Roma döneminde Knidos’ta bu seramiklerin başında Kırmızı Astarlı seramikler gelmektedir. Geç Roma-Geç Antik dönemde coğrafi alanlarda, farklı formlarda üretilen ve yayılan Kırmızı Astarlı Seramikler, bölgenin ekonomik düzeyini, ticaret sistemini belirlemede kolaylık sağlama ve ticari rotalarını belirginleşmesine imkan sunmaktadır. Knidos Antik kentinde ve özellikle de Geç Antik dönem kontekst yapı/mekânlardan ele geçen kaplarla beraber Akdeniz ve Ege bölgelerindeki ticaret sistemi içerisinde bulunan farklı seramik gruplarının yayınlanması, kentin üretim, ithalat ve ihracatı hakkında detaylı veriler aktaracaktır. Makalenin konusunu oluşturan Kıbrıs Kırmızı Astarlı kaplarla Geç Antik dönemde de yoğunluğunu ve varlığını ortaya koyan deniz ticareti, Knidos özelinde devam ettirdiğini bu kaplar kanıtlamaktadır. Geç Roma merkezleriyle özellikle de Kıbrıs ile olan iletişim ve ticari ilişkileri üzerinde durulacaktır. Knidos’tan ele geçen Kıbrıs Kırmızı Astarlı kapların üretim kalitesi, form dağılımı ve kapların yerel veya bölgesel etkileşimi hakkında bilgi sunması amaçlanmıştır.
Tarih boyunca devletlerarası ilişkilerde hediye, nişan ve madalyalar önemli bir rol oynamıştır. Hediye verilmesi dostane ilişkileri sürdürmek amaçlı olabileceği gibi, diğer devletin üstünlüğünü kabul etmek veya barış sağlamak amaçlı da kullanılmıştır. Nişân verme geleneği daha geç dönemlerde ortaya çıkmış olsa da özellikle 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin dış ilişkilerinde öne çıkan bir diplomatik araç haline gelmiştir. Sultan II. Abdülhamit dış politikasında muhatap devletlere nişân ve hediye gönderme siyasetini etkili şekilde kullanmıştır. Romanya’nın bağımsızlığını kazanmasından sonra, Osmanlı Devleti ile Romanya arasında dostluk dönemi başlamıştır. Bu süreçte padişah ve kral arasında karşılıklı nişân erdikleri ve hediye gönderdikleri görülmektedir. Sultan II. Abdülhamit başta Romanya Kralı ve Kraliçesi olmak üzere birçok Romanya Devlet adamına nişân taltif etmiştir. Aynı şekilde Romanya Kralı I. Carol da Padişah ve birçok Osmanlı yöneticilerine nişân vermiştir. Ayrıca Sultan II. Abdülhamit, Romanya Kralı I. Carol’a iki cins Arap atını hediye olarak göndermiştir. Kral ise birkaç yıl sonra dokuz adet iyi cins çoban köpeğini İstanbul’a göndermiştir. Bu çalışmada II. Abdülhamit’in dış politikasında nişan ve hediyenin nasıl etkili bir şekilde kullanıldığını, Romanya örneği üzerinden ortaya çıkarmak amaçlanmıştır. Ayrıca Romanya kralına gönderilen bir hediyenin takdimi merasimi örneği incelenecektir.
Günümüzde gelişmekte olan yeni teknolojilerle birlikte asenkron makinelerin geleneksel kullanım alanlarına ek olarak motor ve generatör olarak kullanım alanları giderek genişlemektedir. Son yıllarda elektrikli taşıtlarda motor/generatör, rüzgar türbinlerinde ve mikro-hidroelektrik üretimi gibi alanlarda asenkron generatör olarak kullanımı yaygınlık kazanmıştır. Bu çalışmada dış rotorlu asenkron motor uygulamalarında ve tercihe bağlı olarak doğrudan tahrikli generatör olarak da kullanılabilecek, düşük devirli ve yüksek tork değerli dış rotorlu asenkron makine tasarımı amaçlanmıştır. 16 kutuplu, 50 Hz frekanslı, 375 rpm senkron hızlı, 1 kW gücünde dış rotorlu asenkron makine tasarımı, optimizasyonu ve elektromanyetik analizi yapılmıştır. Analizler için altı farklı model geliştirilmiştir. Stator tasarımlarında tek oluk tipi ve 72 oluk, rotor tasarımda 59 oluk ve üç farklı oluk tipi kullanılmıştır. Sincap kafesli rotor için Bakır ve Alüminyum malzeme tercih edilmiştir. Çalışma Ansys Maxwell elektromanyetik paket programı ile gerçekleştirilmiştir. Çalışmada Rmxprt-optimetrics modülü ile en yüksek verim hedeflenerek, makine temel büyüklükleri, hava aralığı ve oluk ölçüleri optimize edilmiştir. Sonrasında Sonlu Elemanlar Yöntemi ile elektromanyetik analizleri yapılmıştır. Makinenin motor çalışma bölgesi için yapılan analizler sonucunda IEC 6003430-1’e göre, IE2 ve IE3 sınıfında 1,1 kW gücünde 8 kutuplu iç rotorlu asenkron motorların veriminin üzerinde bir verim elde edilmiştir. Bu sonuca göre dış rotorlu, düşük devirli ve yüksek torklu asenkron makine üretilebileceği ve motor olarak kullanılabileceği görülmüştür.
Amaç: Kanser kök hücreleri; kendini yenileyebilen, farklılaşma kapasitesi yüksek ve uzun süreli proliferasyon ile normal dokuya invazyon kabiliyeti olan hücrelerdir. Bu yetenekleriyle geleneksel kanser tedavisine direnç oluşturarak tümör büyümesi ve metastazda rol oynar. Başarılı kanser tedavileri için kanser kök hücre mekanizmalarına yönelik araştırmalar yapmak önem taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı, insan diş pulpası kaynaklı mezenkimal kök hücrelerin meme kanseri kök hücreleri üzerine etkisinin hücre canlılığı, hücre döngüsü ve apoptoz yöntemleriyle araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Meme kanseri hücreleri (MCF7) akış sitometrisi ile CD44+ /CD24- boyaması yapılarak ayrılmıştır. CD44+ /CD24- popülasyonuna meme kanseri kök hücresi denilmiştir. Diş pulpasından izole edilen mezenkimal kök hücreler kültüre edilip karakterizasyonu yapılmıştır. Mezenkimal kök hücre grubu mCitrine, meme kanseri kök hücresi grubu ise mCherry ile plazmit transfeksiyonu yapılarak işaretlenmiştir. Bu hücreler 48 saat boyunca ko-kültüre edilmiş ve sonrasında hücre canlılığı, hücre döngüsü ve apoptoz analizleri yapılmıştır. Bulgular: Diş pulpası kaynaklı mezenkimal kök hücreler ile ko-kültüre edilen meme kanseri kök hücrelerinin kontrol grubuna göre hücre canlılığı, hücre döngüsü ve apoptoz değerlerinde zamana bağlı olarak istatistiksel anlamlı değişiklikler görülmüştür. Ko-kültüre grubu kontrole göre kıyaslandığında zamana bağlı olarak G0/G1 evresinde artış gözlenmiştir. Ko-kültüre edilen hücrelerin floresan mikroskop ile yapılan incelemesinde sarı floresan işaretli hibrit hücreler gözlenmiştir ve immüno-floresan Ki67 boyamasında hücre sayısında azalma gözlenmiştir. Sonuç: Ko-kültür sonrası diş pulpası kaynaklı mezenkimal kök hücrelerin meme kanser kök hücreleri üzerinde hücre proliferasyonunu inhibe edici etkileri olduğu ve apoptozu teşvik ettiği gözlenmiştir. Sonuç olarak, meme kanser kök hücreleri üzerinde diş pulpası kaynaklı mezenkimal kök hücrelerin tedaviye yönelik bir etkisi olabilir.
Bu çalışma, Ege ve Akdeniz bölgesinde bulunan gökkuşağı alabalığı (Oncorhynchus mykiss) çiftliklerinde Mart 2022 tarihinde mortaliteye neden olan hastalığın tanımlanması amacıyla yürütülmüştür. Enfekte alabalıkların dış incelemelerinde gözlerde bilateral ekzoftalmus, alt çenede kanama, dropsi, internal olarak karaciğerde anemi, sindirim sisteminde sarı eksüdat birikimi, yağ dokusunda ve anüs bölgesinde kanama, dalakta büyüme görüldü. Enfekte balıkların karaciğer ve ön böbreğinden Gram-pozitif bir bakteri olan Staphylococcus warneri izole edildi. S. warneri, morfolojik özellikleri, bazı geleneksel testler ve 16S rRNA ve sodA gen bölgeleri kullanılarak moleküler genetik yöntemler yardımıyla teşhis edildi. Histopatolojik incelemelerde enfekte balıkların karaciğer dokusunda infiltrasyon, dalak dokusunda hiperemi ve böbrek tübül epitelinde nekrotik değişiklikler saptandı. Disk difüzyon yöntemine göre S. warneri izolatının en duyarlı olduğu antibiyotiğin doxycycline olduğu belirlendi. Gökkuşağı alabalıklarında yapılan daha önceki çalışmalarda S. warneri türü izole edilmekle birlikte bu çalışma ile ilk kez S. warneri türünün organlardaki histopatolojik etkileri belirlenmiştir.
Aim: The aim of this study is to evaluate the effect of Ankaferd Blood Stopper (ABS) on the palatal donor site following free gingival graft (FGG) surgery. Materials and Methods: A total of 12 patients (24 palatal sites) were included in the study. In each patient, the donor sites were randomly divided into two groups. ABS+collagen pads were applied to the test group. Only collagen pads were applied to the control group. Donor sites were evaluated in terms of bleeding, complete epithelialization, sensitivity, pain score, analgesic usage, wound size, Landry, Turnbull, and Howley (LTH) index, and tissue thickness (TT). Results: Intraoperative bleeding was observed in significantly more patients (n=9) in the control group, while it was not observed in any of the patients in the test group (p=0.000). Although higher complete epithelialization (33.3%) was detected in the test group on day 14, there was no significant difference in epithelization between the groups. There was no significant difference in pain score, analgesic usage, wound size, LTH index, or TT between the groups. When the amount of change between the times was analyzed, only the change in TT between the 21st day and the 6th week was found to be statistically significant (p=0.028). Conclusion: In our study, it can be said that the use of ABS following FGG surgery has a positive effect on intraoperative bleeding, shortterm complete epithelialization, and long-term TT, but it cannot provide superiority compared to collagen sponge alone in terms of early wound healing, postoperative pain, and analgesic usage.
İnfluenza virüsüne bağlı gelişen otofajiye sıklıkla apoptoz eşlik eder ve virüs ile enfekte olan hücrelerde, hücre ölümüyle sonuçlanır. Otofajinin, enerji kaynaklarının ve dış uyarıcıların varlığına yanıtta önemli rol oynayan mTOR/PI3K/Akt yolağı tarafından modüle edildiği iyi bilinmektedir. Bu yol, hücre dışı ve hücre içi bileşenlere sahip olan ve metastaz ile kemoterapötik dirençte önemli bir rol oynayan müsin 1 (MUC1) tarafından modüle edilmektedir. Bu çalışmada, influenza virüsünün hücreye inokülasyonundan sonra MUC1’in eksprese olması ve buna bağlı olarak kanserli hücrelerde mTOR ve LC3B gibi otofaji belirteçlerindeki değişiklikleri gözlemlemek amaçlanmıştır. Bu çalışmada, adenokarsinom özelliğine sahip MCF-7, He-La ve A-549 hücre dizileri kullanılmıştır. Bu hücrelerde influenza virüs üremesini kontrol etmek için ise MDCK hücre dizisine ayrıca ekim yapılmıştır. Tüm deneylerde santrifüj ile güçlendirilmiş “shell vial” hücre kültürü yöntemi kullanılmıştır. Bu hücre dizilerine influenza A (H1N1) pdm09 suşu inoküle edilip, 48 saatlik inkübasyon süresi sonunda tüm hücrelerin süpernatanlarından alınan örneklerde kantitatif gerçek zamanlı revers transkripsiyon polimeraz zincir reaksiyonu [quantitative real-time reverse transcriptase polymerase chain reaction (qRT-PCR)] yöntemiyle viral RNA düzeyinin yanı sıra, MUC1, mTOR ve LC3B ilişkili genlerin ‘cycle threshold (Ct)’ değerleri de araştırılmıştır. Bu yapıların hücrelerde bulunup bulunmadıklarını araştırmak için ayrıca, hücrelerin tümü paraformaldehit ile geçirgenleştirildikten sonra, enfekte hücrelerle kaplı lameller MUC1, mTOR, LC3B ve influenza virüs antijenlerine karşı geliştirilmiş floresanla işaretli monoklonal antikorlarla boyanmıştır. İnfluenza virüs ekimi yapılan MCF-7, He-La, A-549 hücre dizilerinde; LC3B, mTOR ve MUC1 monoklonal antikor boyamaları sonucunda floresans veren hücreler saptanmıştır. İnfluenza virüs ekimi yapılmayan tüm hücre dizilerinde (MCF-7, He-La ve A-549) ise tüm boyamalar negatif bulunmuştur. İnfluenza virüsü inoküle edilen A-549 hücre dizisinde MUC1, LC3B ve mTOR ilişkili genlerin Ct değerleri daha düşük saptanmıştır. MCF-7 ve He-La hücre dizilerindeyse protein ekspresyonu gösterilmesine karşın otofaji yolağındaki genlerin 1/Ct değerlerinde bu yönde bir değişiklik saptanmamıştır. Sadece MCF-7 hücre dizisinde MUC1 ilişkili genin inokülasyon sonrası Ct değeri daha yüksek saptanmıştır. Sonuç olarak; adenokarsinom yapısındaki hücreler içinde sadece A-549 hücre dizisinde influenza virüsü kaynaklı otofaji için özgül ekspresyon paterninin oluştuğu gözlenmiştir. Bu ilişkinin, akciğer adenokarsinomu konusundaki ileri araştırmalarda bir veri oluşturabileceği düşünülmüştür. Ancak bu öngörülerin, gelecekte yapılacak olan çalışmalarda bu genlerin protein seviyesindeki ekspresyonlarının daha ileri testler kullanılarak tespit edilmesi, daha iyi karşılaştırma sonuçlarının elde edilmesini sağlayacaktır.

/ 56
2 / 56