3.056 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
: Ülkemiz Echinococcus granulosus'un neden olduğu Kist Hidatik olguları yönünden endemik bir bölgedir. Bu bildiride, Echinococcus alveolaris'in nadir yerleşim yerlerinden biri olan, femoral bölgede arteryal grefte komşu, kas içi yerleşimli bir Kist Hidatik olgusu sunuldu. Daha önce cross femoro-femoral bypass operasyonu yapılan olguda ameliyat sonrası 5. ayda rutin kontrolleri sırasında, sol femoral bölgede pulsatil kitle farkedildi. USG'de kistik yapı görülen olguya sol femoral eksplorasyon ve kist rezeksiyonu uygulandı. Histopatolojik tetkik sonucu Echinococcus granulosus saptandı. Medikal tedavi başlanan olgu poliklinik kontrolü altında takip edilmektedir.
İzole iliyak arter anevrizmaları oldukça nadirdir ve saptanması zordur. Rüptüre olma riskleri yüksektir. Bu yazıda başarıyla tedavi edilmiş dev izole iliyak arter anevrizması olan 76 yaşındaki bir olgu sunulmuştur. İliyak arter anevrizmalarında rüptür riski anevrizmanın boyutu ile ilgilidir. Cerrahi mortalite anevrizmanın büyüklüğüyle değil rüptürün varlığı ile ilgilidir.
Amaç: Serebellopontin köşe tümörleri genelde benign lezyonlar olup preoperatif doğru tanı manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile mümkündür. Bu lezyonlar ekstraaksiyel olup pons, serebellum ve petröz kemik arasında yerleşmektedirler. Preoperatif tanı konulması, akustik nörinom (AN) ve menenjiyom arasında ayırıcı tanı yapılabilmesi cerrahi yaklaşımın seçiminde, başarılı tümör rezeksiyonunda, fasial sinir ve işitmeyi koruyucu yaklaşımın seçiminde önemlidir. Bu çalışmada retrospektif olarak histopatolojik tanısı konulmuş serebellopontin köşe tümörü saptanan olgularda MRG bulgularımızı sunmayı amaçladık. Metod: Yaşları 21 ile 76 arasında değişen 20 hastada 21 köşe tümörünün MRG bulguları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Bu olgulardan 7'si menenjiyom, 9'u akustik nörinom, 2'si epidermoid kist, 2'si hemangioblastom, 1'i serebellar astrositom olgusuydu. Akustik nörinom ve menenjiyomlar en sık gördüğümüz serebellopontin köşe tümörleri idi. Olgular tümör boyutu, konturu, sinyal intensitesi, kontrast tutulumu ve çevre organ bası bulgularına göre değerlendirilmiştir. Sonuç: Serebellopontin köşe tümörlerinde ve özellikle akustik nörinom ile menenjiyom arasında ayırıcı tanı yapılması cerrahi tedavi, başarılı tümör eksizyonu ve koruyucu cerrahi açısından önemlidir. MRG diğer modalitelere oranla serebellopontin köşe ve internal akustik kanal içeriğini görüntülemede ve lezyonun karekterini tayinde en değerli inceleme yöntemidir
Amaç: Orta ve ileri yaştaki primer açık açılı glokom (PAAG) olgularında trabekülektomi ameliyatlarının sonuçlarını karşılaştırmak ve başarı oranının yaşla ilişkisini değerlendirmek. Metod: Şubat 1997 - Haziran 1999 tarihleri arasında, maksimum medikal tedaviye rağmen göz içi basıncı (GİB) kontrol altına alınamayan 32 olgunun 52 gözüne antimetabolit kullanılmaksızın trabekülektomi ameliyatı uygulandı. Olgular 60 yaş altı (1. grup) ve 60 yaş üstü (2. grup) olarak iki gruba ayrıldı. Yirmiiki göz 1. gruba, 30 göz de 2. gruba giriyordu. Ameliyat sonrası GİB'in ilaçsız olarak 21 mmHg'nın altında olması başarı olarak değerlendirildi. Olguların postoperatif 1. ve 2. hafta, 1., 2., 3. ve 6. aylarda kontrolleri yapıldı. Bulgular: Postoperatif altıncı aydaki muayenelerde 1. grupta ortalama GİB düşmesi miktarı 14.59±4.97 mmHg, 2. grupta ise 13.56 ±3.11 mmHg idi. Başarı oranı 1. grupta %91.32, 2. grupta %93.21 olarak bulundu. 'Pearson korelasyon coefficient testi' ile yapılan incelemede yaş ile GİB'deki düşme miktarı arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı (rp=-0.21, p=0.13). Sonuç: Komplike olmayan PAAG olgularında klasik trabekülektomi ameliyatı ile elde edilen sonuçların ve başarı oranının orta ve ileri yaş grubunda değişmediği kanaatine varıldı.
Amaç: Özofagus kanseri Van bölgesinde sık görülen gastrointestinal malignitelerden biridir. Bu çalışmada YYÜ Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalında ameliyat ettiğimiz özofagus kanserli olgular irdelendi. Metod: 1994- 2000 yılları arasında kliniğimizde 57 özofagus kanseri olgusu ameliyat edildi. Bulgular: Tümör 3 olguda servikal, 21olguda intratorasik ve 33 olguda ise distal özofagusa lokalize idi. Rezektabilite oranı % 91 olarak bulundu ve 52 olguya değişik cerrahi teknikler ile özofajektomi yapıldı. İntratorasik tümörlerde en sık uygulanan ameliyat tekniği % 43 oranı ile, laparotomi, sağ torakotomi ve servikal özofagogastrostomi, distal tümörlerde ise en sık uygulanan ameliyat tekniği % 36 oranı ile, laparotomi, sağ torakotomi, proksimal gastrektomi, distal özofajektomi ve intratorasik özofagogastrostomi olmuştur. Anastomoz 21 (%40.3) olguda sirküler stapler ile yapılmış, 31 olguda ise elle yapılmıştır. Stapler kullanılan olgularda anastomoz kaçağı oluşmamış, ancak elle anastomoz yapılan 4 olguda (% 7.7) anastomoz kaçağı oluşmuştur. Ameliyat sonrası toplam komplikasyon oranı % 56, hastane mortalitesi ise % 10.5 olarak bulunmuştur. Sonuç: Özofagus kanserinin cerrahi tedavisinde farklı cerrahi teknikler, tümör lokalizasyonu ve cerrahın tercihine bağlı olarak tercih edilebilir.
Amaç: Gastrointestinal sistem yabancı cisimleri, çocukluk çağında önemli bir sağlık problemi olmaya devam etmektedir. Retrospektif olarak yapılan bu klinik çalışmada, gastrointestinal yabancı cisimlerde, yabancı cismin tip ve lokalisazyonuna göre tedavi yaklaşımı ve başarısı incelendi. Metod: Haziran 1995 ile Şubat 2000 tarihleri arasında, gastrointestinal yabancı cisim tanısı almış yaşları 1 ay ile 15 yaş arasında değişen 74 hasta kliniğimizde tedavi edilmiştir. Bulgular: Yabancı cisimlerin 65' i (% 85.5) metaldi. En sık çıkarılan yabancı cisim madeni para olup sıklıkla özefagus 1. darlığa yerleşimliydi. Altmış bir hastada (%82.4), yabancı cisim endoskopik olarak çıkarılırken 2 hastada (%2.7) mideye itildi, dokuz hastada (%12.1) yabancı cisim defekasyonla çıktı. İki hastada (%2.7) ise cerrahi olarak alındı. Olgularımızda önemli komplikasyon izlenmezken mortalite gözlenmedi. Sonuç: Midedeki ve duodenumda keskin ve batıcı yabancı cisimlerin endoskopik olarak çıkarılması, midedeki künt ve barsaklardaki tüm yabancı cisimlerin konservatif takip edilmesi gerektiği görüşündeyiz. Peritoneal irritasyon bulguları varlığında veya yabancı cismin 48-72 saatten fazla aynı lokalizasyonda kalması halinde cerrahi girişim planlanmalıdır. Çocukluk çağı özefageal yabancı cisimlerin çıkarılmasında endoskopik yaklaşım, yüksek başarı oranı, emniyetli ve kolay uygulanabilirliği nedeniyle ilk tercih olmaya devam etmektedir.
Amaç-Metod: Süt fabrikasından çeşitli zaman dilimlerinde alınan süt örneklerinden 16 koagülaz pozitif stafilokok (KPS) ve 22 koagülaz negatif stafilokok (KNS) üretilmiştir. Bu stafilokokların sefalosporinlere (Sefradin:CE, Sefuroksim:CXM, Seftizoksime:ZOX) ve karbapenem grubundan imipeneme (IPM) duyarlılık-dirençlilik oranları araştırılmıştır. Bulgular: KPS ve KNS olmak üzere 38 suşun duyarlılık oranları CXM için %18.42, CE için %26.31, ZOX için %7.9 ve IPM için %13.16 bulunmuştur. Sonuç: Bu bulgu KPS ve KNS infeksiyonlarında antibiyogram sonuçlarına göre tedavi rejimlerinin seçilmesi gereğini yansıtmaktadır.
Özet: Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) olan hastalarda bozulmuş hücresel immünite tüberküloz (tb) için predispozan bir faktördür. Bu hastalarda insidans genel popülasyona göre yüksektir. Kliniğimizde takip edilerek (tb) tanısı konulan son dönem böbrek yetersizlikti üç hastanın ikisi ateş .öksürük, balgam ile birlikte PA Akciğer grafisinde pnömonik infiltrasyonlar, üçüncü hasta ise ateş ve asit ile prezente olmuşlardır. Tanı bir olguda bronş lavajından yapılan kültür ile doğrulanmış, diğer iki olguda ise klinik ve radyolojik olarak konulabilmiştir. Sonuç olarak SDBY olan hastalarda nedeni açıklanamayan ateş, akciğer infiltrasyonları, asit gibi bulguların varlığında detaylı tanısal incelemeler yapılmalı, kesin tanı konulamasa bile diğer olası hastalıklar ekarte edilerek antitüberküloz tedavi başlanmalı ve yanıt alınması halinde tb lehine değerlendirilmelidir.
Özet: Tiroidektominin en önemli komplikasyonlarından biri rekürren laringeal sinir (İnferior laringeal sinir) yaralanmasıdır. Rekürren sinirin anatomik seyri varyasyonlar göstermektedir. Nadiren inferior laringeal sinir non-rekurren olabilir. Sinirin anatomik seyrindeki farklılıklar nedeni ile, yaralanma olasılığını azaltmak için sinirin görülüp korunması önerilmektedir. Bu olgu sunumunda, benign tiroid patolojisi nedeni ile tiroidektomi yaptığımız bir olguda sinir eksplorasyonu esnasında saptadığımız, inferior laringeal sinirin non-reküren anomalisi sunulmuştur.
Bu olguda önce sağ kolesteatomlu kronik otitis nıediaya, üç yıl sonra ise sol kulakta kolesteatomasız kronik otitis mediaya bağlı olarak gelişen fasiyal paralizi tartışıldı.
Özet: Feokromositoma nadir görülen ancak tanı konmadığı taktirde çeşitli morbiditelere ve mortaliteye neden olabilen bir tümördür. %10 oranında malign özellikler gösterir. Tanıda idrarda vanil mandelik asit ve metanefrinlerin tayini en duyarlı testtir. Tümörün lokalizasyonunun belirlenmesinde bilgisayarlı tomografi, magnetik rezonans görüntüleme ve işaretli metaiyodobenzilguanidin-MIBG sintigrafisi kullanılabilir. Tedavide primer tümörün ve niümkün ise metastazların cerrahi rezeksiyonu gereklidir. Metastatik olgularda radyoterapi ve kemoterapi kısmen faydalı olabilir, genellikle palyatif yarar sağlanabilmektedir. Bu makalede klinik gidişleri birbirinden tamamen farklı olan biri benign ve diğeri malign iki feokromositomalı olgu nedeniyle literatür gözden geçirilmiştir.
Amaç: Iliofemoral ve popliteal ven trombozlarında postfilebitik sendrom ve pulmoner enıboli gelişmesini önlemek için heparinizasyon uygulanmaktadır. İnfrapopliteal derin ven trombozlarında ise heparinizasyon uygulanması tartışmalıdır. Amacımız İnfrapopliteal derin ven trombozu tanısı alan 50 hastada heparinize edilen ve edilmeyen gruplar arasında sonuçları karşılaştırmaktır. Metod: 1995-1999 Yılları arasında İnfrapopliteal derin ven trombozu tanısı konulan 50 hasta çalışma kapsamına alındı. Hastaların 30'u kadın (%60), 20'si erkek (%40) idi. Yaşları 24 ile 72 arasında değişmekte, ortalama yaş ise 52.+5.6 (ortalama+ SD) idi. 25 hastada antikoagulasyon tedavisi yapıldı (Group A). Kalan 25 hasta ise heparinize edilmedi (Group B). Hastalar l ile 5 yıl arasında takip edildi. Bulgular: Ortalama takip süresi ise 2.5 yıldı. Her iki grup arasında proksimal trombus yayılımı, pulmoner emboli, trombolizis,-rekanalizasyon ve reflü gelişimi bakımından karşılaştırma yapıldı. B grubundaki 2 hastada ilk 10 gün içinde proksimale doğru trombus uzanımı oldu. A grubunda 2 hasta dışında tümü semptomatikti. Bu iki hastanın hiç semptomları olmadığı halde daha önce pulmoner emboli geçirdikleri için emboli kaynağını araştırmak için yapılan dubleks scanning esnasında tanı kondu. İnfrapopliteal derin ven trombozu en sık sırayla peroneal ve posterior tibial vende en azda anterior tibial vende rastlandı. Hastaların %96'sınde 3 ay içinde trombolizis gelişerek rekanalizasyon oluştu. 4 olguda valvular reflü gelişti (%8). Hiçbir hastada ülserasyon gelişmedi. Yalnız l hastada ekstremitede şişlik, pigmentasyon ve varisler gelişti. Postflebitik sendrom ve reflü gelişmesi bakımından her iki grup arasında fark yoktu. B grubunda, ilk on gün içinde proksimale doğru trombus uzanımı gösteren 2 olgu daha önce derin ven trombozu geçirmiş idi. Sonuç: Antikoagulasyon yapılmayan olgularda daha önce derin ven trombozu geçirmiş ise en az ilk 10 gün dubleks scanning ve yakın takip ile değerlendirilmelidir.
Amaç: Bu çalışma Van ili kırsalında yaşayan annelerin bebek beslenmesi konusundaki alışkanlıklarını saptamak amacıyla yapıldı. Metod: 12-24 ay arasında çocuğu olan 200 anne ile görüşüldü. Bulgular: Ailelerin sosyo ekonomik düzeyi kötüydü, annelerin %51'i hiç okula gitmemişti. Çocukların %70'i 25 persantilin altında idi. Annelerin %66'sı bebeğini 6 aya kadar emzirebilmişti. En sık sütten kesme nedeni yeni gebelik ve sütün yetersizliği idi. En sık başlanan ek gıdaların inek sütü, pirinç unu ve meyve suyu olduğu saptandı. Çocuk beslenmesinde en sık yapılan hatalar, erken ek gıda başlamak (%43), sütten erken kesmek (%47), bisküvi ve ekmek gibi tahıllı gıdaları fazla vermek (%68) ve inek sütünü fazla kullanmak (%64) şeklinde idi, Sonuç: Sonuç olarak daha sağlıklı ve iyi gelişen çocuklar için bölgede ekonomik, sosyal ve kültürel alanda ciddi ve köklü kalkınma çabalarına gereksinim olduğu kanısına varılmıştır.
Amaç: Bu çalışmada böbrek parankim hastalığı olan çocuklarda ultrasonografi kılavuzluğunda yapılan kesici iğne biyopsilerinin sonuçları ve yöntemin etkinliği araştırıldı. Metod: Araştırmaya biyopsi endjkasyonu konulmuş yaşları 3-15 yıl (ört 10.7 ± 1.2 > arasında değişen 23'ü erkek, 14'ü kız toplam 37 çocuk alındı. Sedasyon, uygun saha temizliği ve lokal anesteziden sonra Ultrasonografi kılavuzluğunda sağ böbrek alt pol parankiminden kesici iğne biyopsisi yapıl.dı. İşlem sonrası böbrek ve perirenal alan olası komplikasyonlar bakımından renkli Doppler Ultrasonografi ile incelendi. Elde edilen doku histopatolojik olarak değerlendirildi. Tüm olgularda ortalama iki girişim uygulandı. Biri dışında tüm olgularda histopatolojik tanı için yeterli materyal elde edildi. Bulgular: Hastaların tamamında mikroskopik hematuri, 8 olguda (% 21.62) makroskopik hematuri görüldü. Ciddi komplikasyon hiçbir hastada gözlenmedi. Sonuç: Çocuk yaş grubunda böbrek parankim hastalıklarında yapılan kesici iğne biyopsilerini ucuz, güvenilir, tanı değeri yüksek, ciddi komplikasyon oranı düşük olan ultrasonografi kılavuzluğunda yapılmasını önermekteyiz.
Amaç: Üst gastrointestinal sistem (GİS) kanserleri ülkemizde ve tüm dünyada önemli morbidite ve mortalite nedenlerindendir. Ülkemizin doğusunda yeralan Van gölü havzasında üst GİS kanserlerinin prevalansını, lokalizasyonunu ve histopatolojik özelliklerini tespit etmek için bu çalışmayı planladık. Metod:Çalışmaya aralık 1994-Ocak 2000 tarihleri arasında endoskopi ünitemize müracaat eden 4763 hasta içinden endoskopik görünüm ve histopatolojik inceleme ile üst GİS kanseri tanısı almış 508 (%10.6) hasta dahil edildi. Bulgular: Vakaların 207 (%4.3)'si özofagus kanseri, 301(%6.3)'i mide kanseri idi. Her iki kanser grubunun en sık görüldüğü yaş 50-70 yaşlar arası idi. Mide kanseri, özofagus kanserine oranla 1,5 kat fazla olup, özofagus epidermoid kanseri kadınlarda, mide ve özofagus adenokanseri erkeklerde daha sık görülmekte idi. Sonuç: Sonuç olarak üst gastrointestinal sistem kanserlerinin, ülkemizin batı bölgeleri ile karşılaştırıldığında Van gölü ve çevresinde daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Yöremizde üst GİS kanserlerinin yüksek sıklıkta görülmesi nedeniyle epidemiyolojik faktörler ve insidensi belirlemek amacıyla daha geniş ve kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Florokinolon antibiyotiklerin santral sinir sistemi üzerine etkilerinin bulunup bulunmadığı ve bu sistemi etkileyen ilaçlarla (etomidat ve teofilin) birlikte kullanıldığında oluşabilecek etkileşimlerin ne yönde gelişebileceğinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Metod: Bu çalışma, 160 adet fare üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada, gerçekleştirilen nörofarmakolojik testlerde 31 kriter temel alınmış ve sonuçlar bu kriterlere göre değerlendirilmiştir. Bulgular: Nörofarmakolojik testlerden kulak kepçesi, kornea ve ipsilateral fleksor refleksleri, atiklik, görsel tanıma, hareketsiz kalamama, irritabilite, korkaklık, çevresel reaktivite, spontan aktivite, dokunmaya tepki, ağrıya tepki, ürkme cevabı, bacak tonusu, kavrama gücü bazında siprofloksasin teofilinin etkilerini önemli derecede artırmıştır (p<0.05). Ayrıca ağrıya tepkiye verilen cevapta, siprofloksasin grubu, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında önemli oranda düşük bulunmuştur (p<0.05). Ofloksasin, bacak tonusu, kavrama gücü, kulak kepçesi refleksi, kornea refleksi ve ipsilateral fleksor refleksi baz alındığında teofilinin etkilerini önemli oranda artırmış (p<0.05); ağrıya tepkide ise kontrole göre azalma meydana getirmiştir (p<0.05). Dokunmaya tepkide pefloksasin verilen hayvanların verdikleri cevaplar kontrole göre daha düşük çıkmıştır (p<0.05). Dokunmaya ve ağrıya tepkide, bacak tonusu, kavrama gücü ve ipsilateral fleksor refleks kriterlerinde pefloksasin, teofilinin etkilerini önemli oranda artırmıştır (p<0.05). Norfloksasin, irritabilite, dokunmaya tepki, ürkme cevabı, kavrama gücü ve ipsilateral fleksor refleksi bazında teofilinin etkilerini artırırken; hareketsiz kalamama, çevresel reaktivite ve bacak tonusu kriterleri açısından teofilinin etkilerini düşürmüştür (p<0.05). Sonuç: Bu ilaçların etomidatla etkileşimine dair önemli bir bulgu saptanamamış olmasına karşın, florokinolon antibiyotiğin çeşidine göre değişen derecelerde olmak üzere teofilinle etkileşim gösterdiği sonucuna varılmıştır.
Bu çalışma 1977- 1985 yılları arasında Antalya, Artvin, Adıyaman, Denizli, Diyarbakır, Erzurum, Izmir, Kars, Kastamonu, Kırklareli, K.Maraş, Tokat ve Van illerinden yakalanan 33 yarasada yürütülmüştür. Yarasalar ayrı plastik torbalarda Ankara'ya getirilmiştir. Her yarasadan tekniğine uygun olarak toplanan keneler, içinde %70'lik alkol bulunan şişelere konulmuştur. Kenelerin teşhisleri Reichert 10x4 büyütmeli stereo mikroskopta yapılmıştır. Yakalanan 33 yarasadan 12 (%36.4)'sinin Pipistrellus pipistrellus; 6 (%18.2)'sının Myotis emarginatus, 2 (%6.1)'sinin M. nattereri, 1' (%3)'inin M.blythi ve 1 (%3)'inin M.myotis; 4 (%12.1)'ünün Rhinolophus ferrum equinum, 3 (%9.1)'ünün S, hipposideros, 1 (%3)'inin R. mehelyi; 2 (%6.1)'sinin Miniopterus schreibersi; 1 (%3)'inin Plecotus auritus olduğu tespit edilmiştir. Bu yarasalardan 121 kene toplanmıştır. Bunlardan 76 (%63)'sının Argasidae, 45 (%37.1)'inin Ixodidae ailesinden olduğu saptanmıştır. Argasidae ailesinden yalmzca Argas soyuna bağlı larva ve nimfler bulunmuştur, Ixodidae ailesinden Ixodes soyuna ait larva, nimf olgunlar ile Haemaphysalis soyundan yalnızca larva tespit edilmiştir,
Kedilerin paraziter hastalıkları insan ve hayvan saglığı açısından önemlidir. İnsanlarla iç içe yaşaması nedeniyle zoonoz karekterli parazitlerin naklinde rol oynamaktadır. Bugune kadar bu hayvanların parazitlerine yönelik bir çalışmaya Van yöresinde rastlanmamıştır. Bu çalışma, Nisan 1999- Nisan 2000 tarihleri arasında Yüziincü Yıl Üniversitesine bağlı Van kedisi evinde yetiştirilen ve halk elinde bulunan toplam 51 Van kedisinin dışkısı ile Van kedisi evinde ölen bir kedinin otopsi bulgularına dayanılarak yapılmıştır. Dışkı muayene sonuçlarına göre kedilerin %78.43'ü bir veya birden fazla parazit türü ile enfekte bulunmuş, ve enfeksiyondan sorumlu parazitlerin Toxocara cati (%35.29), Toxascaris leonina (%23.53), Ancylostoma sp.(%15.67), Taenia sp. (% 7.84), Joyeuxiella pasqualei (%7.84) ve Isospora sp. (%19.61) olduğu gözlenmiştir. Otopsi muayenesinde ise ince bagırsaklarda bir adet Hydatigera taeniaeformis ile biri dişi ikisi de erkek toplam üç adet Toxocara cati, mide de ise 1 7 adet Ollulanus tricuspis bulunmuştur.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi kampüsü yolu üzerinde araba çarpması sonucu ölen bir dişi tilkiye otopsi yapılmış ve tüm iç organlar usulüne uygun olarak helmintolojik yönden muayene edilmiştir. Muayene sonucunda, ince bağırsakta 336 adet Mesocestoides lineatus scolexi ve bir adet bu parazitin larvası olan Tetrathyridium'a rastlanmıştır. Ayrıca biri dişi, sekizi erkek olmak üzere toplam dokuz adet Toxascaris leonina ve akciğerlerde bir adet dişi Crenosoma vulpis tespit edilmiştir. Mesocestoides lineatus, Crenosoma vulpis ve Toxascaris leonina Van ilinde karnivorlarda ilk bulgulardır.
Bu çalışma Haziran 1998 - Nisan 1999 tarihleri arasında Hakkari Meslek Yüksek Okulu öğrencilerinin ve çalışanlarının 1-15 yaş arası çocukları üzerinde yapıldı. 82' si kız ve 75' i erkek olmak üzere toplam 157 çocukta dışkı ve sellofan bant örnekleri alınarak helmintolojik yönden incelendi. Bir gün öncesinden verilen ve nasıl alınacağı açıklanan sellofan bantlar ve dışkı kapları bir gün sonra toplanarak ertesi gün yüzüncü yıl üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalına getirildi. Dışkı örnekleri santrifuj flotasyon yöntemiyle incelendi. Sellofan bant ve dışkı örneklerinin muayeneleri sonucunda 157 çocuğun 92' sinde (%58.60) bir veya birden fazla bağırsak paraziti saptandı, Sellofan bant yöntemiyle incelenen 157 çocuğun 46'sında (%29.30) Enterobius vermicularis gözlendi. Dışkı muayenesi ile incelenen 157 çocuğun 46' sında (%29.30) değişik türlerden oluşan enfeksiyonlar gözlendi. Enfeksiyondan sorumlu parazitlerin ise sırasıyla 25 çocukta (%15.92) Ascaris lumbricoides, 8 çocukta (%5.10) Hymenolepis nana ve 1 çocukta (%0,64) H.diminuta olduğu tespit edildi.Sonuç olarak Hakkari'de çocuklardaki helmint enfeksiyonlarının güncelliğini koruyan bir halk sağlığı problemi olduğu ve bu yörede sosyo-ekonomik düzeyi düşük olan diğer ailelerin çocuklarında bu sorunun daha da artacağı görüşü ortaya çıkmıştır.

/ 153
144 / 153