68 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Johanna Pink, who is mainly interested in modern Qur’anic exegesis and translations, attempts to draw a panorama of the different interpretations of the Qur’ān between 2000 and 2016 in her book Muslim Qur’ānic Interpreta- tion: Media, Genealogies and Interpretive Communities. She seeks to provide an outline of different interpretations from many regions of the Muslim world, extending from Indonesia to Egypt, from the United States to Iran, and from Turkey to Saudi Arabia. At first, Pink discusses the increasingly central position and function of Qur’anic exegesis in the contemporary pe- riod. The author underlines that exegesis had a more modest place in the hierarchy of classical religious sciences and manages to examine its position- ing in the classical period with much clarity. In the second chapter, Pink em- phasizes that the context-oriented approach of classical tafsir has undergone a text-centered transformation in line with that of Ibn Taymiyya’s approach. Thereafter, the author discusses the impact of this transformation in the con- temporary Arab world, especially through various abridgments and editions of Ibn Kathīr’s tafsīr.
İslam siyaset düşüncesi alan ında eser veren en velut akademisyenlerin başında gelen Muhammed Muhtâr e ş-Şınkītî, hâlihazırda Katar Hamed b. Halîfe Üniversitesi’nde siyaset ahlakı ve dinler tarihi alanında öğretim üyesi olarak çalışmakta olup yazılarında daha ziyade siyaset felsefesi ve dinî tecdit düşüncesi üzerine odaklanmaktadır. Siyasî düşünce alanında kaleme aldığı el-Hılâfâtü’s-siyâsiyye beyne’s-sahâbe: Risâle fî mekâneti’l-eşhâs ve kudsiyyetü’l- mebâdi’ [Sahabe Arasındaki Siyasi İhtilaflar: Kişilerin Konumu ve İlkelerin Yü- celiği] (Beyrut: eş-Şebeketü’l-Arabiyyetü li’l-ebhâsi ve’n-neşr, 2013) başlıklı kitabından sonra klasik ve çağdaş İslam siyaset düşüncesi meselelerini har- manlayarak telif ettiği el-Ezmetü’d-düstûriyye fi’l-hadârati’l-İslâmiyye: Mine’l- fitneti’l-kübrâ ile’r-rebîi’l-Arabî [İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz: Büyük Fitneden Arap Baharına] başlıklı kitabı 2018 yılında Katar’da yayımlanmıştır.
Bir dilde söylenen ya da yazılan kelimenin başka bir dile aktarılması bi- çiminde tanımlanan tercüme, insanlar aras ındaki iletişimi kolaylaştırması bakımından tarihin her döneminde ilgi gören u ğraşılardan biri olmuştur. Farklı dili konuşan insanlar genellikle dinî, siyasî, askerî, ticarî ve kültürel faaliyetlerin devamlılığını sağlayabilmek adına tercümeye ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç hangi sebeple olursa olsun temelinde anla şma ve anlaşılma kaygısı taşır. Tam da bu noktada tercüme, farklı dili konuşan insanlar arasında bir köprü vazifesi üstlenir.
Dünya üzerindeki en büyük Müslüman az ınlık gruplardan biri olan Çin’deki Müslümanlar, binyılı aşkın geçmişleriyle hem İslam tarihi hem de Çin tarihinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ancak Çin’deki Müslü- manların tarihi ço ğunlukla ihmal edilmiş olup bu alandaki araştırmaların genel olarak XX. yüzyıl itibariyle başladığı gözlemlenmektedir. Bu konudaki en erken çalışma 1910’lu yıllarda Marshall B. Broomhall öncülüğünde Batılı misyonerler tarafından haz ırlandı. 1940’larda yaşanan çalkantılı dönemler araştırmaları sekteye uğratmışsa da 1980’lerde Çin’in kapılarını dünyaya aç- masıyla alana dair ara ştırmalar yeniden filizlendi. Çin’in küresel bir aktör olarak öne çıkmaya başladığı 2000’li yıllardan itibaren belirli konulara odak- lanan mikro çalışmalarda yükseliş gözlemlenmektedir. Ancak mikro araştır- maların öne ç ıkmasıyla Çinli Müslümanların tarihini bütüncül bir şekilde değerlendiren kitapların yazımı geri planda kaldı. Çin’deki Müslümanların VII. yüzyıldan bugüne kadarki tarihini güncel veriler ışığında ve bütüncül bir perspektifle değerlendiren James D. Frankel’in Islam in China adlı eseri, alandaki bu boşluğu doldurma yönünde önemli bir katkı sunmaktadır.
Tefsir faaliyetinin başladığı zaman diliminden günümüze kadar geçen süreçte tefsire dair farklı tasniflerin ve ayırımların yapıldığı bilinmektedir. Klasik dönemde bazı emareleri görülse de özellikle çağdaş dönemde tefsir tarihine dair yapılan çalışmalarda tefsirler genel olarak “rivayet” ve “dirayet” şeklinde isimlendirilmektedir. Yapılan bu tanımlama ve kategorik bakış açısı tefsir tarihindeki eserlerin mahiyetini tam olarak yansıtamamakta, çalışma- ların hususiyetlerine yönelik eksik bir yaklaşımı beraberinde getirmektedir. Bilhassa “rivayet tefsiri” ifadesinin tefsir gelene ğinde nasıl bir alana tekabül ettiği, bunun tam olarak ne ifade ettiği hususu tartışmalı bir görünüm arz etmektedir. Bu çerçevede tefsirde “rivayet” kavramının ne anlama geldi ği, keyfiyetine dair ortaya çıkan yaklaşımları, tefsirde rivayetin değeri ve prob- lemli olduğu alanlar ı vb. meseleleri ayrıntılı ele alan bir çalışma Prof. Dr. Ali Karataş tarafından kaleme alınmıştır. Tefsir Geleneğinde Rivâyet adlı eser- de Karataş, genel tefsir müktesebatı bağlamında “rivayet” unsurunun bütün yönlerini ele almakta, tefsir çalışmaları için “rivayet”in merkezî bir konumda olup olmamasını araştırmakta, hadis ile tefsir sahasındaki “rivayet” algılarını incelemektedir.
من كانتو الإســلامي، الفكر في للجدل مثــارًا المســائل أكثــر إحــدى العبــاد أفعــال مســألة تُعتبــر لصلتها وذلك بينها، فيما والفروق الكلامية المذاهب تشــكل معالم حددت التي المســائل أبرز إحــدى كانــت كمــا الإلهيــة، والحكمــة العدالــة وʪلتــالي العبــاد، ومســؤولية ʪلتكليــف الوثيقــة عربي ابــن عنــد نجــده مــا للنظــر المُلفتــة النظــرʮت ومــن .وقــدره ﷲ قضــاء تفســير في المعضــلات مــن العبــاد عــن الجبــر ونفــي المســؤولية لتحقيــق محاولــة ٍ مــن تبعــه ومَــن (١٢٤٠م/٦٣٨ه .ت) مع يتوافق بما والقدر القضــاء وϦويل الماهيات، مجعوليــة بعــدم والقــول الثابتــة، الأعيــان خــلال .العالمين على ƅ “البالغــة الحجة”و “القدر ســر” التأويــل هــذا واعتبــار النظريــة، هــذه كتابــه علــى كيــزالتر مــع عــربي ابــن عنــد “الماهيــة اســتعدادات نظريــة” المقالــة هــذه في ســنتناول نضجــه فتــرة في ألفــه حيــث مؤلفاتــه؛ أواخــر مــن لكونــه وذلــك شــروحه؛ وأهــم الحكــم فصــوص ولكونه ϥفــكاره، فيه َّ حصــر الــذي مذهبــه خلاصــة يُمثِّــل هــذا كتابــه َّأن فضــلا ً والروحــي، العقلــي العباد أفعال ِ دراسة عند لنا َّبد ولا .الكتاب هذا في واضح بشكل المسألة هذه عن أفصح قد قضاء عــن يخــرج لا الكــون في مــا ُّكلإذ والقــدر؛ القضــاء مســألة تنــاول َ واختيــارِه حريتــه ومــدى معنى ببيان سنبدأ لذا القضاء، هذا من جزء ً إلا ليست الاختيارية وأفعاله والإنسان وقدره، ﷲ الأعيان معنى ســنبين ثم والفلاســفة، المتكلمين بتعريف ونقارنه عربي، ابن عند والقدر القضاء الحقائق إلا ليســت الكلية الأعيــان إذ الماهيــات؛ مجعوليــة في القــول ســنفصل َّثَــم ومــن الثابتــة، الجبر ونفي العبــد حريــة εثبــات وعلاقتهــا الماهيــة اســتعدادات نظريــة ســنتناول ثــم والماهيــات، للأقــوال موضوعــي تقييــم تقديــم ونحــاول النظريــة هــذه علــى للانتقــادات ســنعرض وأخيــرًا عنــه، .المســألة في
Prof.Dr. Recep Şentürk başkanlığında bir heyet tarafından hazırlanan Comparative Theories and Methods adlı kitap sosyal ve beşeri bilimler okuyan öğrencilere alanlarındaki çeşitli teorilerin ve metotların sistematik bir incelemesini sunmanın yanında alternatif bir teorik yaklaşım önermeyi de hedefleyen bir giriş kitabıdır. Kitabın alt başlığı olan Between Uniplexity and Multiplexity ifadesi eserde yer alan teorilerin ve metotların incelendiği çerçeveye işaret etmektedir. “Uniplexity” ve “multiplexity” kavramları sırasıyla “tek katmanlı/düzeyli” ve “çok katmanlı/düzeyli” olarak çevrilebilir. Katmandan veya düzeyden kastedilen, teorilerin ve metotların gerçekliği tek veya birden fazla farklı seviyede anlamlandıran, yorumlayan, açıklayan ve işleyen bir yapıda olmalarıdır. Multiplexity kavramı İslamî ilimler literatüründeki “merâtip” kavramını karşılayan bir terim olarak kullanılmıştır. Uniplexity ve multiplexity kavramları kitapta anlatılan bütün teoriler ve metotlar için bir tasnif kriteridir ve kitabın temel iddiası bu kavramlar etrafında şekillenmektedir.
Ebü’l-Hasan el-Havfî’nin (ö. 430/1039) el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân adlı eseri, kimi araştırmacılar tarafından “ulûmü’l-Kur’an” terkibini başlığında taşıyan ilk kapsamlı Kur’an ilimleri eseri olarak tanımlanırken, kimi araştırmacılar tarafından hacmi hakkındaki veriler sebebiyle tefsir kitabı olarak değerlendirilmiştir. Ancak bu türden bir niteleme ayrıntılı bir içerik incelemesini gerektirmektedir. el-Burhân incelendiğinde, eserde âyetlerin mushaf sırası gözetilerek kümelere ayrıldığı ve her âyet kümesi için önce dil bilimsel izahlara yer verildiği, ardından âyetlerin “el-kavl fi’l-kırâât”, “el-kavl fi’l-ma‘nâ ve’t-tefsîr” ve “el-kavl fi’l-vakf ve’t-temâm” başlıkları altında açıklandığı görülür. Müellif bu başlıklar arasında özellikle dil bilimsel izahlar, kıraat ve vakıf konularında özgün açıklamalarda bulunmaktadır. Ayrıca bu başlıklarda tefsir, bir alt disiplin olarak ele alınmaktadır. Bu sebeple Havfî’nin bu eserinde, hocası Ebû Bekir el-Üdfüvî (ö. 388/998) gibi tefsiri de dahil ettiği Kur’an ilimlerini tek tek âyetlere tatbik etmeyi amaçladığı söylenebilir. Ancak el-Burhân Kur’an ilimlerini tematik olarak ele almamaktadır. Eser, tefsir görünümü arzetmekte ve bir tefsir kitabından beklenen bilgileri içermektedir. Bunun yanı sıra tarih içerisinde de tefsir kitabiyatının ürünü olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Bu sebeple el-Burhân’ın tefsir ve Kur’an ilimleri kitabiyatı arasında bir telif olmakla birlikte tefsir literatürü içerisinde zikredilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Kısaca bu çalışmada Ebü’l-Hasan Ali b. İbrâhim b. Saîd b. Yûsuf el-Havfî’nin el-Burhân fî ulûmi’l-Kur’ân adlı eserinin araştırmacıların dikkatine sunulması ve dahil edileceği literatürün tespiti amaçlanmıştır. Somut bir örnek olması açısından Ek’te eserden bir kesit sunulmuştur.
Klasik kaside formlarının kullanıldığı eski Arap şiirinde sembollerin varlığı ve bunların simgelediği anlamlar hemen her dönemde çeşitli incelemelere konu olmuştur. Bunun en güzel örneklerinden biri Tuğrâî’nin (ö. 515/1121) Lâmiyyetü’l-Acem adlı kasidesidir. Bu makale Lâmiyyetü’l-Acem’de sembolik anlatımın varlığına dair ortaya atılan tezleri konu edinmekte ve Tuğrâî’nin yapıtlarında sembolik ifadelerin yer aldığının gösterilmesi amaçlanmaktadır. Bunu gerçekleştirmek için makalenin girişinde kasidedeki sembollerle yakından ilişkili olan Tuğrâî’nin hayatı incelenecek, sonrasında ise Lâmiyyetü’l-Acem hakkında bilgi verilecektir. Peşi sıra sembollerin varlığı ile ilgili öne sürülen iddialar değerlendirilecek ve sonuç olarak Lâmiyyetü’l-Acem’in semboller üzerinden yorumlanabileceği iddia edilecektir.
Bağdat Abbâsî halifelerinin ikincisi ve kurumsal anlamda devletin gerçek kurucusu kabul edilen Ebû Ca‘fer el-Mansûr (136-158/754-775) tarafından Dicle nehrinin batı kıyısında 145-149 (762-766) yılları arasında kurulmuştur. Biri diğerinin içine geçmiş iki daire şeklindeki surlarından dolayı “el-medînetü’l-müdevvere” adıyla anılan Bağdat’ın en erken yapısı, şehrin merkezine uzanan dört ana cadde ve bu caddelerin surlarla kesiştikleri noktalarda yer alan dört kapısıyla tipik bir Mezopotamya şehrini yansıtmaktadır. Bağdat, Abbâsî ihtilalinin Emevîler’e (41-132/661-750) karşı kesin zaferinin ardından inşa edilmesi ve bu zaferde Emevîler tarafından dışlanan mevalinin önemli bir rolünün bulunması yönüyle, Abbâsî halifelerinin siyaset-toplum ilişkisini yeniden kurgulama girişimini ve iddiasını yansıtmaktadır. Halifenin toplumun bütün kesimlerine eşit mesafede olduğu düşüncesi, eski Mezopotamya şehir mimarisinde yaygın şekilde uygulanmış olan dairevi şehir planıyla vurgulanmıştır. Dairevi şehir, hendeği, çift suru, birbirine eşit açı ve uzaklıktaki dört kapısı, dairenin tam merkezindeki yönetim sarayı ve camisi ile Mezopotamya şehir tipinin içinde İslam şehrinin temel unsurlarının yer aldığı yeni bir yorum olarak ortaya çıkmıştır.
1980 askeri darbesinden sonra Türkiye’de yüksek öğretim sistemi yeni bir düzenlemeye tâbi tutulmuş ve bu alanda yeni bir dönem başlamıştır. Bu çerçevede Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kurulmuş, farklı yüksek öğretim kurumları üniversiteye çevrilerek veya katılarak tek tip bir kurum haline getirilmiş (bunun bazı istisnaları vardır), üniversite sayısı ve buna bağlı olarak öğrenci sayısı artmıştır. Yeni dönemin bir başka yönü, ülkenin giderek dünyaya daha fazla açılmasının ve dünyadaki yeni siyasi (soğuk savaşın sona ermesi, Avrupa Birliği’nin [AB] kurulması gibi), iktisadi (başta Amerikan üniversitelerinde olmak üzere araştırma üniversitelerinin ve piyasa ilişkilerinin öne çıkması gibi) ve teknolojik (internet devrimi, e-kitap, dijital kaynaklar gibi) gelişmelerin yüksek öğretimin gelişmesine, yaygınlaşmasına ve dönüşmesine büyük bir katkı yapmış olmasıdır. Bütün bunlara bağlı olarak Türkiye’de de üniversiteye dair literatürde büyük bir artış ve çeşitlilik meydana gelmiştir. Bu artış ve çeşitlilik, nitelik olarak da yüksek öğretim ve üniversite tasavvurunda önemli bir gelişme kaydedildiğini göstermekle birlikte, 1990’lı ve 2000’li yılları başka askeri darbelerin gölgesinde harcayan ülkede, yüksek öğretim sisteminde ciddi bir sıçramanın ve dönüşümün olduğunu söylemek zordur. 1980 öncesi döneme dair yazdığım makalede Türkiye’de modern yüksek öğretim ve üniversite sistemi kurulurken, “Bir üniversite fikri var mıydı veya ciddi bir araştırma, değerlendirme yapıldı mı?” sorusunun cevabını aramıştım. Seksen sonrası dönemde de aynı soru etrafında literatürü inceleyeceğim. Literatürün genişliği sebebiyle bu makalede yüksek öğretim ve üniversite konulu tercüme eserleri ele aldım, telif eserlerle ilgili değerlendirmeyi ise bir başka çalışmaya bıraktım. Tercüme eserlerle ilgili buradaki değerlendirmeye, makale tercümeleri dahil edilmediği gibi belirli üniversiteleri veya belirli bir ülkenin yüksek öğretimini tanıtım amaçlı kitaplarla edebî eserler de alınmamıştır.
2010 yılında Paşanın Adamları: Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Ordu ve Modern Mısır adıyla tercümesi yapılmış çalışmasından sonra Mısırlı tarihçi Khaled Fahmy’nin (Hâlid Fehmî) ikinci eseri de Türkçe’ye kazandırılmış bulunuyor. Fahmy her iki kitabında da Kavalalı Mehmed Ali dönemine odaklanmakla birlikte ilkinde daha çok askeri modernleşme tartışmaları üzerinden Mısır’da yeni bir ordu inşası meselesini ele almakta ve Mısırlı milliyetçi anlatının Kavalalı etrafında oluşturmaya çalıştığı kurgu ve iddiaları eleştirmekteydi. Eleştirel tavrını korumakla birlikte (s. 140, 177-178), nispeten daha yüzeysel ve genel okuyucuya yönelik hazırlandığı hissedilen bu kitabında ise Kavalalı Mehmed Ali dönemini başından sonuna iktisadi, içtimai, askeri yönleriyle tahlil etmesinin yanı sıra daha çok siyasi açıdan ve Osmanlı bağlamında incelemeyi hedeflediği görülmektedir.
Büyük iktisat tarihçisi Mehmet Genç, 18 Mart 2021 Perşembe günü, bir buçuk yıldır akciğer kanseri tedavisi gördüğü Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde hayata veda etti ve ertesi gün cuma namazını müteakip Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından aynı caminin haziresinde defnedildi. Ömrünü Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Osmanlı iktisat tarihinin problemlerini çözmeye çalışarak geçiren ve tozlu belgelerle didişirken derin karamsarlıklar da yaşayan Mehmet Genç, bir problemi çözdüğü, bir sorunun cevabını bulduğu zaman yaşadığı bütün sıkıntıları bir anda unutan su katılmamış bir ilim adamı, ömrünü Devlet-i Aliyye’nin yapısını anlamaya vakfetmiş bir iktisat tarihçisi, bilgisini ve yıllar boyunca çalışarak biriktirdiklerini isteyen herkesle cömertçe paylaşan mütevazı bir hoca, son derece zeki, sempatik, hoşsohbet, nüktedan ve güzel yüzünden tebessümü eksik etmeyen dost canlısı bir entelektüeldi.
Pre-Islamic Arabic poetry has been analyzed from the perspectives of various modern critical literary theories. It has been subject to manifold critical applications that include oral poetry theories, structuralist and anthropological literary theories. Kemal Abu Deeb, Adnan Haydar and especially Suzanne Pinckney Stetkevych are among the leading representatives of this phenomenon. Abu Deeb and Haydar apply specific structuralist techniques of analysis to the ancient Bedouin poetry, while Stetkevych proposes the paradigm of the “rite of passage” as formulated by Arnold van Gennep as a more applicable method to understanding Jāhilī poetry. She further argues that the three parts of the qaṣīda; the nasīb, raḥīl, and fakhr correspond to the three stages of the rite of passage; separation, liminality, and reaggregation. This article questions the applicability of such western literary theories in translation and analysis of pre-Islamic Arabic poetry and its rhetorical elements. Concentrating on Stetkevych’s arguments in a more detailed fashion, the article elaborates peculiar characteristics of pre-Islamic Arabic poetry and interrogates the applications of such western literary theories in understanding of this traditional form of poetry. It indicates that arbitrary classification and comparison of pre-Islamic poetical elements may not serve for any purpose other than deteriorating their original meanings and introducing additional complexities. It makes references to a good number of examples from her writings to arrive at the conclusion that for the sake of making certain pre-Islamic literary conventions comparable to western literary elements she pushes rhetorical components of both traditions into unnecessary, incomprehensible and complicated directions. The article appreciates industrious scholarly attempts at trying to integrate Arabic literature into world literature, but it still invites critical attention to the reconsideration some of their conclusions and generalizations. It revisits these arguments by way of comparing them to classical interpretations by indigenous Arabic literary authorities, especially in the cases of the two classical qaṣidas, namely the Mu‘allaqa of Imru’ al-Qays and the Bānat Su‘ād of Ka‘b b. Zuhayr. The article also questions Stetkevych’s generalizations based on these qaṣīdas regarding the issue of condemnation of poetry in Islam and articulates the contextual and historical peculiarities of this subject-matter.
Almanca olarak ilk basıldığından itibaren İslam kültür tarihine yeni bir tartışma ekleyen Thomas Bauer’in eserinin Türkçe’ye çevrilmesi ile tartışmalar Türk okuru arasında da yayılmaya başladı. On bölümden oluşan eser, İslam tarihi, kelam, tefsir, İslam hukuku, dil bilimi, psikoloji ve siyaset bilimine varıncaya kadar çeşitli alanlara ait bütüncül bir tema sunuyor. Bu alanlar arasından Kur’an-ı Kerim ilimlerine ve tefsire ayrılan pay dikkat çekiyor. Nitekim Kur’an tarihi, kıraat, tefsir, dil çalışmaları, çağdaş yorum kuramları ve Kur’an’ın tercümesi gibi meselelerden bahsetmesi konu çeşitliliğine delalet ediyor. Bütün bu çeşitlilik kitap içerisinde kendisine geniş bir yer buluyor. Bu alanlar, birbirinden kopuk bilgi yığını halinde yahut maddeleştirilmiş ders notu hüviyetinde sunulmuyor. Hepsi “müphemlik” çatısı altında, müdellel bir şekilde bir araya getirilmiş. Zaman zaman bazı konuların, bu çatının altına zorla dahil edilmesi hususu tartışmaya açık olsa da konuların müphemlik kavramı aracılığı ile tek bir merkeze raptedildiği görülüyor.
-
-
-

/ 4
3 / 4