104 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Bu projenin hedefi, çok önemli bir sehir kurumu olan tekkelerin mekânsal ölçekteki rolünü yeni soru ve yöntemlerle ortaya koymak ve bu kurumların Osmanlı sehirlerine, sehir içi/ sehirlerarası aglar çerçevesinde yaptıgı katkıları anlamaktır. Tekkelerin hem diger tekkeler hem de Osmanlı sehirlerinde bulunan cami, mescit, medrese, han, hamam, çarsı ve mahalle gibi mekânsal organizasyonlar arasındaki konumunu ve iliski aglarını tespit etmektir. Amacı ise, böyle bir hedefin yapılabilir oldugunu görmek ve göstermek için 19. Yüzyıl Istanbul tekkelerine dair bir pilot çalısma gerçeklestirmektir. Bu proje bir ön çalısma olmustur; daha kapsamlı ve uzun dönemli olarak düsünülen bir projenin pilot çalısması olarak düsünülmüstür. Bu hedef çerçevesinde elinizdeki bu pilot çalısmanın kapsamı 1850-1880 yılları arası Istanbul tekkeleri olacaktır. Böylece 1866 yılında kurulmus olan Meclis-i Mesâyih?in hem karar ve uygulamaları çalısmanın degerlendirme kapsamına alınabilecek hem de bu kurumun bize bıraktıgı kaynaklar çalısmanın daha fazla detaya inme ve yapılabilirlik düzeyini artıracaktır. Proje bahsi geçen 30 yıllık dönemde Istanbul?da özellikle bugünkü Suriçi bölgesinde bulunan tekkelerin envanteri, mekânsal konumları, sehirdeki dagılımları, çesitli kurumlarla ibadethane, medrese, sehir kurumları, devlet müesseseleri ve diger tekkelerle olan iliski aglarını arsiv kaynakları ile cografi bilgi sistemleri uygulamalarını kullanarak ve sosyal-mekansal bir yaklasımla ilk kez ortaya çıkaracaktır. Böylece proje, bundan önce yapılmıs olan çalısmaları sehir arastırmaları açısından zenginlestirecek, bundan sonra yapılacak tekke ve sehir arastırmalarına da yeni bir bakıs açısı ve arastırma gündemi kazandıracaktır.
Dünyanın birçok ülkesinde 1920?lerden itibaren uygulanan arabuluculuk kurumu Türkiye?de 22.06.2012 tarihli Resmi Gazete?de yayımlanan 6325 sayılı ?Hukuk Uyusmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu? ile uygulanmaya baslanmıstır. Arabuluculuk, konu olan uyusmazlıga tarafsız üçüncü bir kisinin katılarak çözüme iliskin yardım esasına dayanmaktadır. Bu kapsamda T.C. Adalet Bakanlıgı tarafından arabuluculuk uygulamasının yaygınlasması ve mahkemelerin is yükünün hafiflemesi, yargılamanın hızlanması için önemli çalısmalar yapılmaktadır. Ülkemizde Adalet Bakanlıgı, Arabuluculuk Daire Baskanlıgı siciline kayıtlı ve kayıtlı olmayan 13 439 arabulucu oldugu ve sayının hızlı bir sekilde arttıgı görülmektedir. Türkiye?de Arabuluculuk kurumunun isleyisine iliskin ampirik çalısmaların ve bilimsel analizlerin eksikligi literatürde dikkat çekmektedir. Bu kapsamda, proje bireylerin arabuluculuk kurumuna iliskin tutum ve görüslerini çok boyutlu analiz ederken; arabulucuların arabuluculuk kurumuna iliskin görüslerini de ele alaccaktır. Arastırmanın teorik çerçevesinden hareketle iki farklı saha çalısmasına dayalı kisisel bildirim formları uygulanacaktır.Proje arabuluculuk sürecini iki farklı boyutta ele almaktadır. Proje ilk olarak, dalete erisim kuramı ile alternatif uyusmazlık çözüm yöntemlerinin bir baslık haline gelmesinden yola çıkarak, Türk toplumunun arabuluculuk kurumuna ikliskin bilgi düzeyleri, tutum ve görüsleri belirlenecektir. Arabuluculuk kurumuna iliskin bireylerin tutumları, bireylerin adalete erisimi, kurumlara güveni, çözüm yolu olarak hukuk yollarına basvurma egilimi ve Türk hukuk sistemine iliskin tutumları kapsamında ele alınacaktır. Bu kapsamda uygulanacak kisisel bildirim formları projenin amaçlarına uygun olarak yapılandırılmıs, yedi bölüm 65 sorudan olusan 5?li Likert ölçeginin kullanıldıgı sorulardan olusmaktadır. Diger yandan; es zamanlı olarak arabulucuların arabuluculuk süreçlerine iliskin deneyim, farkındalık ve arabuluculuk kurumlarına iliskin tutum ve görüsleri incelenecektir.Arabuluculara uygulanacak saha çalısmasında 5?li Likert ve açık uçlu sorulardan olusan 36 soruyu içeren görüsme formu uygulanacaktır. Proje amacı bakımından arabuluculuk kurumu ile ilgili pratikte karsılasılan sorunları tespit etmek ve arabuluculuk kurumunu ülkemizde daha yaygın hale getirmek için yapılması gerekenlere odaklanılacaktır. Proje hem arabuluculuk kurumuna iliskin tutumu hem de arabuluculuk süreçlerinde karsılasılan sorunları tespit etmesi bakımından dünya ve Türkiye kriminoloji literatürüne özgün bir katkıda bulunmus olacaktır.
Türkiye?de Ulus-devlet İnşası Sürecinde Tek Parti Dönemi Nüfus Sayımlarının Basın Üzerinden Değerlendirilmesi başlıklı araştırma projesi 1927, 1935, 1935 ve 1945 Genel Nüfus Sayımlarının Türkiye?de ulus-devlet ideolojisinin inşasına katkısını dönemin gazetelerine dayalı olarak incelemektedir. Dönemin Türkçe gazetelerinin yanı sıra gayrımüslüm cemaatlerin konuyu ele alışlarını da incelemek amacı ile Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerine ait Rumca, Ermenice ve Ladido-Fransızca gazeteler seçilmiştir. Proje kapsamında seçilen gazetelerin sayım yıllarında, sayım öncesi Eylül ayı, sayımın yapıldığı Ekim ayı ve sayım sonrası Kasım ayında yayınlanmış tüm sayılarda yer almış sayım konulu malzeme incelenmiştir. Türkiye?de Ulus-devlet İnşası Sürecinde Tek Parti Dönemi Nüfus Sayımlarının Basın Üzerinden Değerlendirilmesi başlıklı araştırma projesi Türkiye?de ulusdevlet ideolojisinin inşasında 1927, 1935, 1935 ve 1945 Genel Nüfus Sayımlarının taşıdığı işlevi dönemin gazetelerinde yer alan ilanlar, haberler, köşe yazıları, fıkra ve karikatürlere dayalı olarak incelemektedir. Bu kapsamda Türkçe gazetelerinin yanı sıra gayrımüslüm cemaatlerin konuyu ele alışlarını da değerlendirerek için Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerine ait Rumca, Ermenice ve Ladido-Fransızca gazeteler seçilmiştir. Farklı sayım yıllarında yayınlanan ve arşivlerde bulunabilen Türkçe Akşam, Cumhuriyet, Ulus, Tan, Son Posta gazeteleri; Rumca Apoyevmatini, Dimokratia ve Metapolitefsis gazeteleri; Ermenice Aztarar, Jamanak Nor Lur ve Nor Marmara gazeteleri ile Ladino El Tiempo, Fransızca Le Journal d?orient ve La Boz de Türkiye gazeteleri incelenmiştir. Proje kapsamında seçilen gazetelerin sayım yıllarında, sayım öncesi Eylül ayı, sayımın yapıldığı Ekim ayı ve sayım sonrası Kasım ayında yayınlanmış tüm sayılarda yer almış sayım konulu malzeme belgelenmiş, farklı dillerde olan malzeme Türkçe?ye tercüme edilmiştir. Yürütülen araştırma ve incelenen basılı malzeme projenin temel varsayımına uyumlu olarak, Türkiye?de ulus-devlet inşasında nüfus sayımlarına büyük bir önem verildiğini; sayımlara artan nüfusu bilimsel olarak ortaya koyma ve dini-etnik açıdan giderek homojenleşen bir ulus fikrinin öne çıktığını göstermiştir. Yine varsayımlarımıza uygun şekilde Tek Parti Sürecinde gazetelerin iktidarın ?rıza yaratma? kanalı olarak gücü belirgin şekilde ortaya konmuştur. Ancak gerek Türkçe gazetelerde gerekse gayrimüslüm cemaatlerin gazetelerinde muhalif bir söylemin, hükümete yönelik hiçbir eleştirinin yer almadığı, sayımlara ilişkin az sayıda eleştirel yazıda bazı vatandaşların sayımın uygulaması sırasında neden olduğu aksaklıklar üzerinde durulduğu görülmektedir. Türkçe ve azınlık dillerinde yayınlanan haber ve köşe yazılarında belirgin farklılık Türkçe gazetelerin Türklük çevresindeki diline karşılık azınlık gazetelerinin Türkiye vatandaşlığı çevresinde kurmuş olduğu dilden kaynaklanmaktadır. Proje TÜBİTAK 1001 programı kapsamında 1 Mart 2018-1 Mart 2020 tarihleri arasında desteklenmiştir.
Bu araştırmada, iki temel problem sorusuna cevap aranmıştır. Araştırmanın birinci temel probleminde, evli bireylerin ilişkisel yılmazlık ve evlilikte öz yetkinlik düzeyleri, demografik değişkenlere göre incelenmiştir. Araştırmanın ikinci temel probleminde ise evli bireylerde çocukluk dönemi örselenme yaşantılarının ilişkisel yılmazlık ve evlilikte öz yetkinlik arasındaki ilişkide, bağlanma stillerinin aracı rolü incelenmiştir. Araştırmaya, 531 evli birey katılmıştır. Araştırmada, ?Çocukluk Örselenme Yaşantıları Ölçeği?, ?Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri II?, ?İlişkisel Yılmazlık Ölçeği?, ?Evlilikte Yetkinlik Ölçeği? ile ?Kişisel Bilgi Formu? kullanılmıştır. Verilerin analizinde, birinci basamakta Bağımsız Gruplarda t Testi, Tek Yönlü Varyans Analizi, Mann Whitney U ve Kruskal Wallis; ikinci basamakta, Pearson Momentler Çarpım Korelasyon Katsayısı ve Yapısal Eşitlik Analizi kullanılmıştır. Araştırmanın birinci temel probleminin incelenmesi sonucunda elde edilen bulgular şöyledir: Çocuğu olmayan katılımcıların evlilik yetkinliği sıra ortalamaları en yüksek çıkmıştır. Ancak, evli bireylerin cinsiyet, yaş, evlilik süresi, evlilik şekli, meslek, eğitim düzeyi ve gelir düzeylerine göre ilişkisel yılmazlık ve evlilik yetkinliği puan/sıra ortalamaları arasında; çocuk sayısına göre evli bireylerin ilişkisel yılmazlık sıra ortalamaları arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Araştırmanın ikinci temel probleminin incelenmesi sonucunda elde edilen bulgular şöyledir: Çocukluk dönemi örselenme yaşantılarının, kaygılı ve kaçınmacı bağlanmayı pozitif yönde yordadığı;kaygılı bağlanma stilinin ise ilişkisel yılmazlığı yordamadığı bulunmuştur. Kaçınmacı bağlanma stilinin ve çocukluk dönemi örselenme yaşantılarının, ilişkisel yılmazlığı negatif yönde yordadığı bulunmuştur. Bu durumda kaygılı bağlanma stili, çocukluk dönemi örselenme yaşantıları ile ilişkisel yılmazlık arasında aracılık etkisi göstermemekte; kaçınmacı bağlanma stilinin, çocukluk dönemi örselenme yaşantıları ve ilişkisel yılmazlık arasında kısmi aracı rolü gösterdiği bulunmuştur. Ayrıca araştırmanın sonucunda, kaygılı ve kaçınmacı bağlanma ile çocukluk dönemi örselenme yaşantılarının, evlilikte öz yetkinliği negatif yönde yordadığı bulunmuştur. Bu durumda, kaygılı ve kaçınmacı bağlanma stillerinin, çocukluk dönemi örselenme yaşantıları ile evlilikte öz yetkinlik arasında kısmi aracılık etkisi gösterdiği bulunmuştur. Araştırmanın bulguları, ilgili alanyazın ışığında tartışılmış ve öneriler sunulmuştur
İstanbul Üniversitesi Türkiye'nin ilk ve en uzun maziye sahip üniversitesi olarak OsmanlıTürkiye tarihine tanıklık etmiştir. Üniversite özellikle Cumhuriyet döneminde siyasal, sosyal, iktisadi ve bilimsel yaşamda yönlendirici olarak merkezi bir role sahip olmuştur. Bu proje İstanbul Üniversitesi'nin kadın akademisyenlerinin tarihsel rollerinden biri olan Türkiye akademisinde toplumsal cinsiyet ilişkilerinin inşası ve dönüşümü sürecindeki aktif rolünü analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti yükseköğrenim ve bilim tarihine kadın akademisyenlerin katkısını değerlendirmeyi ve kadın akademisyen kimliğinin inşasında üniversitenin sosyal, siyasi ve yönetimsel dengelerinin de etkisini gözlemlemeyi hedeflemektedir. Kadın akademisyenlerin karşılaştıkları sorunları, bunların arkasındaki kültürel ve sosyal nedenleri ve kadın akademisyenlerin bu sorunlarla baş etme stratejilerini anlamak bu projenin temel amaçlarından birini oluşturmaktadır. Bu amaçla kadın akademisyenlerin gündelik hayatlarıyla ilgili ayrıntılı bilgi ve veri sağlayacak sözlü tarih uygulaması bu araştırmanın temel yöntemidir. Çalışmada emekli olmuş 25 kadın kademisyenle yüz yüze derinlemesine mülakat tekniği ile yapılmış ve video kaydı alınmış görüşmelere dayanmaktadır. Sözlü tarih görüşmeleri kadın öğretim üyelerinin yaşadıkları ve algılarını etkileyen, formel-enformel, resmi-gayrı resmi faktörleri ortaya çıkarmayı mümkün kılacaktır. Bu sorulara ilk ağızdan cevaplar alabilmek, farklı tarihsel dönemlerde verilen cevapları kıyaslayabilmek ve tüm olguları tarihsel siyasi ve sosyal koşullar ile birlikte değerlendirebilmek Türkiye akademisinde kadın akademisyenlerin tarihsel rolünü farklı boyutlarıyla belirlemeyi sağlayacaktır. Sözlü tarih yönteminin tercih edilmesinin temel nedeni ise yazılı kaynaklarda ulaşılamayacak kapsamlı yaşam hikâyelerine ulaşmak için en iyi yöntem olmasıdır. Kadın tarihi üzerine yapılan çalışmalarda karşılaşılan temel sorunlardan biri yeterli tarihsel belgeye ulaşamamaktır. Dolayısıyla, şimdiye kadar üretilmiş bilimsel araştırmalarda mevcut veriler kadar araştırmacının yorum gücüne de dayanmak neredeyse bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak sözlü tarih çalışmaları bu zorunluluğu en aza indirmek gibi bir avantajı da beraberinde getirmektedir.
Suriye'deki iç savaş sebebiyle, Türkiye dört milyona yakın Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Suriye'deki iç savaşın devam ettiğini göz önünde bulundurursak, hemen hemen tüm saha çalışmaları, Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin geçici koruma altındaki mülteci statüsünden uzun süre kalışa ve hatta kalıcı göçmenlik konumuna doğru evirilmeye başladığını göstermektedir. Elbette, Suriye'ye geri dönüş ya da üçüncü bir ülkeye de gitme seçenek ve arzuları da Suriyeliler için gündemde kalmaktadır. Öte yandan birçok Suriyeli Türkiye'de geleceklerini inşa etmek amacıyla planlar yapmaktadır. Bu araştırmanın odak noktasında Suriyeli mülteci nüfusu içindeki en hassas gruplardan birisi olan, gelecekleri, özellikle eğitim süreci içindeki konumları ile derinden etkilenen gençler vardır. 18 yaş altı nüfus, toplam mülteci nüfusunun yaklaşık yarısını (%47) oluşturmakta, 18-30 yaş grubu ise toplam Suriyeli nüfusunun dörtte birinden fazladır. Bu araştırmanın odaklandığı yaş grubu 18-30 yaş aralığında olan Suriyeliler olmuştur. Bu yaş grubundaki genç Suriyeliler, aldıkları kararlar, davranışları ve etkinlikleriyle yalnızca kendi yaşam döngülerini değil, kendi yakın çevrelerinin, ailelerinin yaşam döngülerini de belirleyecek güce sahiptirler. Böylece projenin hedef grubu geleceğini planlama yetisine sahip, eğitim hayatının önemli bir aşamasında bulunan, eğitim hayatından iş hayatına geçiş aşamasında olan, evlilik içerisinde veya aile kurma planları yapma çağına gelen Suriyeli gençlerdir. Bu gençlerin çoğunluğu eğer Suriye?de kalmış olsalar idi, orada üniversite eğitimine ve profesyonel iş hayatına başlamış olacaklardı. Bu araştırma, Türkiye'deki Suriyeli gençlerin eğitim seviyelerini ve becerilerini, eğitime ve iş piyasasına erişimlerini, ilgili ihtiyaçlarını ve geleceğe dair vizyonlarını tespit etmeye yönelik kurgulanmıştır. Bu çalışma, karma bir yöntem kullanarak, Türkiye'deki Suriyeli gençlerin hem eğitim hem iş hayatındaki konumlarını hem nicel hem de nitel veri toplayarak irdelemiştir. Bu verilerin analizi sonucunda, Suriyeli gençlerin Türkiye'de iyi eğitim ve çalışma koşullarına erişebilmeleri ve hem kendi hem de Türkiye'deki refah düzeyine katkıda bulunacak bir düzeye gelebilmeleri için gerekli politika düzenlemelerine de işaret edecektir. Bu çerçevede, en önemli araştırma bulguları Suriyeli gençlerin 'geçicilik' ve 'kalıcılık' duygusu içinde kalmaları ve bir belirsizlik ve güvensizlik ortamını hissetmeleridir. Birçoğu yeniden Türkiye'deki eğitim sisteminin içine girmekte zorlanmaktadırlar. Bu aşamada eğitim düzeylerinin belirlenmesi ve yeni bir eğitim kurumunda eğitime devam etmeye başlamaları süreci zor olmaktadır. Bu noktadan başlayarak dil bilgileri önemli bir konu olarak belirmektedir.
Kimlik ekonomisi yaklaşımından hareketle Romanların iktisadi yaşamını araştıran bu proje, NUTS-2 alt bölgelerinden seçilen ve Romanların en fazla oranda yaşadığı 12 ilde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın saha kısmı anket, derinlemesine mülakat ve odak grup çalışmalarına dayanmıştır. Toplam 1568 hanede anket uygulanmış, 120 kişiyle derinlemesine mülakat yapılmış ve 26 odak grup çalışması gerçekleştirilmiştir. Araştırmada 1568 hanenin yanı sıra bu hanelerde yaşayan toplam 6645 kişiyle ilgili veriler derlenmiştir. Araştırmada ulaşılan tespitlere göre, Romanlar Türkiye?nin her yerinde belirli mesleklerde yoğunlaşmış durumdadırlar. Romanların bu tür mesleklerde yoğunlaşmasının iki ana nedeni bulunmaktadır: Bunlardan biri Romanların kendisinden kaynaklanmaktadır. Romanların önemli bir kısmı, kültürel olarak sıkı çalışma disiplinine alışkın olmadığı için düzenliliği ve istikrarı gerektiren formel (maaşlı ve sigortalı) işlerde uzun erimli olarak çalışmak istememektedirler. Bu da onların daha çok geçici informel işlerde yoğunlaşmasıyla sonuçlanmaktadır. Diğeri ise Romanlara karşı yapılan ayrımcılığın sonucunda ortaya çıkmaktadır. Yaygın olarak uygulanan ayrımcılığın sonucunda, Romanlar belli mahallelerde kendi içlerinde kapalı bir topluluk olarak yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Araştırmanın bulgularına göre, Romanların yaşadığı iki temel sorun, Roman çocuklarındaki okullaşma oranının düşüklüğü ile erken yaşta gerçekleşen evliliklerdir. Roman çocukları 12 yıllık zorunlu eğitime rağmen, karşılaştıkları ayrımcılık, yaşadıkları yoksulluk veya sıkı disipline alışkın olmama gibi nedenlerden dolayı okulu yarıda bırakıp erken yaşta hayata atılmaktadırlar. Bu da onların niteliksiz geçici işlerde yoğunlaşmalarına (etnik niş) neden olduğu gibi, kendini yeniden üreten bir yoksulluk sarmalıyla karşı karşıya kalmalarına yol açmaktadır. Romanların gelir, servet, yaşanan konut ve tüketim kalıpları bakımından toplumun en alt seviyesinde yer almalarının temelinde bu gerçek yatmaktadır.
19. yüzyıldan itibaren özellikle Avrupa?da gelişen feminist bilinç, kadınların bağımlı bir cinsiyet grubu olmalarından hareketle ikinci cins konumuna indirgenmelerinin fark edilmesi ve bu durumun doğal nedenlere dayanmayıp kültürel gerekçelerle inşa edildiği noktasında bir tespite yönelinmesi sonucunu doğurmuştur. Bu bağlamda akademi dünyasında kullanılan ?toplumsal cinsiyet? terimi, biyolojik cinsiyetten farklı, sosyokültürel olarak belirlenen ve dolayısıyla içeriği toplumdan topluma olduğu kadar tarihsel olarak da değişebilen cinsiyet konumu ya da cins kimliğidir. Projenin temel araştırma konusu, doğumdan itibaren başlayan insanın kültürlenme sürecinde ortaya çıkan toplumsal cinsiyetin inşasında kadınların üretmiş olduğu veya kadına özgü hale gelen folklor ürünlerinin rolünün tespit edilmesi ve incelenmesidir. Bu çalışma, farklı toplumsal ve kurumsal yapılarda yer alan kadın bireylere özgü halk kültürünün ve bu kültüre bağlı gelişen kategorik cinsel kimliklerin sosyokültürel yaşam ve toplumsal yapıların şekillenmesine ve böylece toplumun temel dinamiklerinin sürdürülmesine nasıl etki etmektedir, sorusuna cevap aramıştır. Projenin folklor ve cinsiyet ilişkisini problemleştirmesi, Batı ülkelerinde 1970?li yıllardan beri yapılan kadın folkloru çalışmalarında öne çıkan feminist kurama bağlı analiz yöntemlerine bağlı kalması, projeye özgün değer katmaktadır. Projeyle, kadın folkloru araştırmalarının içeriğiyle uyumlu biçimde ritüeller, inanış ve kabuller; geleneksel dünya görüşünün yansımaları olan halk hekimliği, zamanın bölümlenmesi, halk mutfağı vb. halk bilimi kadroları; sözlü ve sözsüz iletişim biçimleri (kadın jargonu), bireysel anlatılar, manzum ve mensur karakterli sözlü edebiyat ürünleri, kadının sosyalleşme ortamları, etnografik mahiyet taşıyan ev eşyaları, giyim kuşam ve süslenme araçları, halk ekonomisi ve gündelik hayatları gibi folklor konuları, alan araştırması yöntemleri (gözlem ve mülakat çeşitleri) kullanılarak kayıt altına alınmıştır. Ardından bu verilerin geleneksel yapılarda ortaya çıkan toplumsal cinsiyet inşasındaki rolü tartışılmış ve feminist kurama bağlı geliştirilen toplumsal cinsiyet merkezli çözümleme yöntemleri ile toplumun yapısal parçalar halinde örgütlendiği yaklaşımından hareket eden yapısal-işlevselci yöntemle bu veriler yorumlanmaya çalışılmıştır. Konu, evren ve örneklem grubu açısından Balıkesir?le sınırlı tutulmuştur. Çünkü Balıkesir ili, Balkan ve Kafkas göçmenlerinden Yörük ve Manav gibi yerli topluluklara, Alevi, Sünni gibi dinsel cemaatlerden muhafazakâr ve seküler siyasal tercihlere sahip kitlelere kadar köylü/kentli ve cemaat/cemiyet çelişkileri taşıyan farklı toplumsal grupları içinde barındırmakta, bu yönüyle de Anadolu Türk nüfusunun bir örneklemi olabilecek özelliklere sahip görünmektedir. Ayrıca denize kıyı yerleşimlerden orman içi köylere kadar farklı yerleşim yeri tipolojisine sahip olan Balıkesir, coğrafya ve kültür etkileşimini göstermesi bakımından da spesifik bir ildir. Projede örnekleme yoluyla genellemelere gidilmiş, hipotezlerin doğrulanması koşuluyla konuyla ilgili kavramsallaştırmalar gerçekleştirilmiştir. Türkiye'nin de taraf olduğu UNESCO?nun Somut Olmayan Kültürel Miras Sözleşmesi temelinde BM?nin dezavantajlı gruplara özgü kültürel öğelerin korunmasına yönelik yaklaşımı projenin amaçlarıyla örtüşmektedir. Proje, insanlığın ürettiği evrensel değerlerin aksi olgular olan cinsiyetler arası ayrımcılık, cinsel dokunulmazlıkların ve bedensel bütünlüğün ihlali, çocuk gelinler, namus kodlarıyla ilişkili kadın cinayetleri gibi geleneksel toplumun ürettiği birey özgürlüğünü kısıtlayıcı hususlarla mücadele noktasında olumsuz koşulların kültürel arkaplanlarının anlaşılmasına bilimsel anlamda katkı sağlayacaktır. Böylelikle proje, BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve CEDAW gibi kararlar doğrultusunda cinsel ayrımcılıkla mücadele çerçevesinde daha doğru politikaların uygulanmasında olumlu bir farkındalık yaratacaktır.
Bu proje kentsel dönüşüm ve yaşlılık olgusunun birlikte ve metropol örneğinde ele alınması ihtiyacından hareketle tasarlanmıştır. Projenin amacı kentsel dönüşümün metropollerde yaşayan yaşlılar üzerindeki etkilerini ve yaşlıların yaşadıkları kentsel dönüşüm tecrübesine tepkilerini analiz etmek ve kentsel dönüşüm uygulamalarında yaşlıların talep ve ihtiyaçlarını merkeze alarak kamu politika ve imar düzenlemeleri için bir rehber oluşturmaktır. Projenin hedef kitlesi İstanbul?da yaşayan ve kentsel dönüşümle muhatap olan 65 yaş üzeri nüfustur. Projenin temel ilgisi iki yönlüdür: Birincisi kentsel dönüşümün yaşlılar üzerine koyduğu çok boyutlu baskıları, kısıtlamaları ve etkileri sistematik şekilde analiz etmektir. Bu bağlamda yaşlıların fiziksel-sosyal-ekonomik ve yönetsel boyutta bu dönüşümü nasıl deneyimledikleri ve algıladıkları, mekânsal habitusları ve genel olarak beklenti ve ihtiyaçları araştırılmıştır. İkincisi, yaşlıların bu hızlı değişime tepkilerindeki çeşitlenme ve farklılaşmayı ortaya koymaktır. Bu bağlamda yaşlıların tepkilerinin ve tutumlarının a) sosyoekonomik statüleri, b) kentsel dönüşümün niteliği (bireysel kararların toplamı ya da devlet odaklı) ve pozisyonları (yerinden edilen ve kalan), c) konut ve mülkiyet tipine göre çeşitleneceği varsayılmıştır. Projenin bir diğer amacı da yönetişim, sosyal dışlanma, tasarım ve imar gibi alanları kapsayacak şekilde kentsel dönüşüm ve yaşlılık ilişkisine dair bütüncül bir kamu politikası rehberi oluşturmaktır. Projenin ilk aşamasında yaşlılık ve kentsel dönüşüm üzerine ulusal ve uluslararası literatür taraması yapılmış, yasal düzenleme ve kanunlar incelenmiştir. Ardından soru formlarının hazırlanması sürecinde rehber olması amacıyla ön saha araştırması gerçekleştirilmiş, bu kapsamda ilgili mahalle muhtarlarıyla, mahalle derneklerinde ve ilçe belediyelerinde konuyla doğrudan ilişkili yetkililerle toplamda 59 derinlemesine mülakat yapılmıştır. Sonraki süreçte ise önce nicel araştırma, sonra çalıştay, sonra nitel araştırma gerçekleştirilerek kapsamlı bir veri seti elde edilmiştir. Bir başka deyişle nicel ve nitel yöntemlerin kullanıldığı karma desenli bir araştırma yapılmıştır. Toplanan nicel ve nitel veri sayesinde projenin betimsel ve açıklayıcı olması planlanmıştır. Nicel araştırma kapsamında 65 yaş ve üzeri 1818 katılımcıya yüz yüze görüşme yoluyla ölçme aracı uygulanmıştır. Nicel araştırma sonrasında alanda uzman akademisyenler, kamu yetkilileri ve sivil toplum temsilcileri bir araya getirilerek araştırma bulgularının ve çözüm önerilerinin tartışmaya açıldığı disiplinler arası bir çalışma ortamı hedefiyle 12 Haziran 2019 tarihinde bir günlük çalıştay düzenlenmiştir. Çalıştayda nicel verinin alanda uzman isimlerle değerlendirilmesinin yanı sıra nitel veri toplama sürecine ilişkin de önemli katkılar alınmıştır. Bu aşamadan sonra nitel araştırma gerçekleştirilmiş, toplamda 30 kişiyle yarı yapılandırılmış derinlemesine mülakat yapılmıştır. Nicel verilerin analizinde SPSS Nicel Veri Analiz Programı, nitel verilerin analizinde MAXQDA Nitel Veri Analiz Programı kullanılmıştır. Araştırmalar sonucunda ortaya çıkan bilgi birikimi bir uluslararası iki ulusal konferansta sunulmuştur. Bunlar sırasıyla 22 Ağustos 2019 tarihinde Birleşik Krallık, Manchester?da; 21 Eylül 2019 tarihinde Ankara?da ve 19 Ekim 2019 tarihinde İzmir?de gerçekleştirilmiştir. Böylelikle projenin sonuçlarının geniş bir kitleye duyurulması sağlanmıştır. Projenin etkisini yaygınlaştırmak için temel basamaklardan bir diğeri ise yarım günlük bir programla 25 Eylül 2019 tarihinde gerçekleştirilen Tanıtım Toplantısı?dır. Toplantıda akademisyen ve kent yöneticileri başta olmak üzere sivil toplum kuruluşu temsilcileri, lisans ve lisansüstü öğrenciler ve mimarlık, şehircilik, sağlık bilimleri gibi alanlarda uzmanları içine alan geniş bir kesime hitap edilmiş, araştırma sonuçları ulusal medya ile de paylaşılmıştır.
Bu çalışmada Türkiye'deki büyük sanayi kuruluşlarının politik bağlantılarının iktidar değişikliği sonrasında nasıl dönüşeceği ve bu bağlantıların şirket performansı üzerindeki etkilerine ilişkin bir kuramsal çerçeve geliştirilmekte ve görgül araştırmayla sınanmaktadır. Çerçevede, politik bağlantı stratejileri hem bağlantının gücü hem de bileşimi dikkate alınarak sınıflandırılmakta ve belirlenen dokuz bağlantı stratejisinin her birinin iktidar değişikliği sonrasında dönüşme olasılığıyla değişiklik sonrası stratejilerin şirket performansına etkilerine dair dokuz hipotez önerilmektedir. Görgül araştırmada 2000 yılı İSO 500 listesinde bulunan şirketler ve 1999 ve 2007 yıllarında TBMM'de grubu bulunan iktidar ve muhalefet partileri arasındaki bağlantılar gazete, internet ve doküman taraması ile elde edilmiştir. Hipotezler, 1999 yılındaki bağlantıların 2000-2002 dönemindeki şirket performanslarına etkisiyle 2007 yılındaki bağlantıların 2008-2010 yıllarındaki performanslara etkileri karşılaştırılarak boylamsal olarak incelenmiştir. Araştırmanın sonuçları, hipotezlerin bağlantıların performansa etkisine ilişkin yanını desteklemiş, bağlantıların iktidar değişikliğine bağlı olarak değişmesine ilişkin yanını ise kısmen desteklenmiştir. Bulgularımız, şirketlerin büyük çoğunluğunun siyasi partilerle bağlantı kurmaktan kaçındığını, bağlantı kurduğunda da iktidar partilerini tercih ettiklerini göstermiştir. Bu tercih 2007 yılında daha yoğun gözlenmektedir. Şirketlerin siyasi bağlantılarını iktidar değişikliği karşısında uyumlama kapasitesine sahip oldukları tespit edilmiştir. Şirketler önceki dönemde iktidar veya muhalefetle kurdukları bağlantıları izleyen dönemde partilerin gücü tersine de dönse iktidar veya muhalefetle bağlara dönüştürülebilmektedirler. Ancak bağları dönüştürürken yapısal kilitlenme ve itibar kaybı kısıtlarıyla karşılaşmaktadır. Araştırma sonuçları ayrıca, 2000-2002 döneminde iktidarla kişisel bağlantıların performansı olumlu, muhalefetle kişisel bağlantıların ise olumsuz etkilediğini göstermiştir. İktidarla kurumsal bağlantılar ise performansı olumsuz etkilemektedir. Bağlantı türlerinin performansa etkisi 2008-2010 döneminde anlamlı değildir. Bu çalışmada geliştirilen süreçsel çerçeveyle, ilgili yazına hem bağlantı stratejilerinin dönüşümünün altında yatan mekanizmaları belirginleştirerek hem de politik bağlantı sorununu yazında betimlenenlerden farklı özellikler gösteren Türkiye bağlamında ele alarak katkıda bulunulmaktadır. Çalışmada ayrıca bulgulara dayalı olarak uygulayıcılara siyasi bağlantılarının nasıl yönetebileceklerine ve gelecekte yapılabilecek araştırmalara dair öneriler sunulmaktadır.
Bu saha çalışması, bu bakımdan Türkiye?deki kadın habercilerin ulusal ve yerel/bölgesel ölçekte çalışma koşullarını ortaya koyan ilk kapsamlı araştırmadır. Araştırma toplumsal cinsiyet farkının Türkiye'de medya sektöründe bu karşılığın ne olduğunu sergilemeyi ve sorgulamayı sorunlaştırmakta ve birden çok amacı bulunmaktadır: 1- Türkiye?de kadın habercilerin çalışma koşullarının ve mesleğe bakış açılarının ortaya konması 2- Ulusal ve yerel/bölgesel ölçekteki medyada gazetecilik/habercilik faaliyetlerinde beliren ve cinsiyet eşitliği açısından sorun oluşturan habercilik pratiklerinin ortaya konulmasını; Araştırmada birden fazla karşılaştırma ekseni kurulmuştur: 1- Üç farklı habercilik mecrasında karşılaştırma yapılması: Televizyon, gazeteler ve internet portalları toplumsal cinsiyet eşitliği meselesi üzerinden çalışılmaktadır. 2- İki farklı habercilik üretimi bağlamlarında karşılaştırma yapılması: Ulusal ve yerel habercilik kurumlarında kadın gazetecilerin güncel durumları ve karşılaştıkları zorluklar saptanmaktadır. 3- Karma Yönteme Dayanması: Araştırmada anket veya görüşme tekniklerin birlikte kullanılmaktadır. Anket ile veri toplama tekniğinin yanıt veremediği derinliğin mülakatlarla desteklenmesi amaçlanmaktadır. Bu kapsamlı saha çalışması için yedi farklı coğrafi bölgeden 8 ulusal (Atv, Show Tv, Fox Tv, TRT, Kanal D, CNNTürk, HaberTürk, NTV) ve 14 yerel/bölgesel kanalda toplam 68 farklı kadın haberci ile görüşme ve anket yapılarak veri toplama süreci tamamlanmıştır. Gazetelerde ise Hürriyet, Milliyet, Sabah, Habertürk, Türkiye, Sözcü ve Posta gazeteleri ile 15 yerel gazetede toplam 84 farklı kadın gazeteci ile görüşme ve anket gerçekleştirilmiştir. Araştırma iki temel bölümde örgütlenmiştir. İlk bölüm verileri ulusal ve yerel televizyon kanallarındaki güncel durumu gözler önüne sermektedir. İkinci ana bölüm ise gazeteler ve internet portallarındaki durumu serimlemektedir. Sonuç bölümünde ise televizyon, gazete ve internet portallarında geçerli olan koşullar ve kadın habercilerin görüşleri karşılaştırmalı sunulmaktadır. Araştırmanın bulguları, televizyon sektörü ile basın sektörünün kadın haberciler açısından farklı zorlayıcı yönleri olduğunu; ancak aile/özel yaşam ve iş yaşamı dengesinin sağlanması açısından her iki sektörün de kadın haberciler için dezavantajlı olduğunu ortaya koymaktadır. Kadın habercilerin çoğu, meslek yaşantılarının aile/ özel yaşam dengesine olumsuz etkileri olduğunu ifade ederken; aile ve özel hayatlarının iş yaşamına ve gazetecilik faaliyetine olumsuz bir etkide bulunmadığını düşünmektedir. Her iki sektörde de kadın haberciler, özellikle gönderildikleri haberler, yönlendirildikleri haber türleri ve kaynaklarla ilişkiler açısından cinsiyet farkından kaynaklanan farklı yönlendirmelerle hem yerel ve hem de ulusal medyada karşılaştıklarını söylemektedirler. Her iki sektörde çalışan gazeteciler, kurumlarında karşılaştıkları mesleki zorlukların, mesleklerinin rekabetçi ve güvencesiz çalışma koşullarından kaynaklandığını düşünmekte; bu sorunların toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı boyutları olabileceğini kavramakta zorlanmaktadırlar. Mesleğin en olumu yanı olarak sosyal ilişkileri geliştirerek tanınırlık sağlamayı görürlerken olumsuz yanını da ücretler ve iş güvencesizliği olarak belirtmektedirler. Gazetecilik meslek kuruluşlarının cinsiyet eşitsizliğine dayalı sorunları aşmak açısından yetersiz bulmakta ve çalıştıkları kurumlardaki idarecileriyle mevcut sorunlarına kişisel çözümler geliştirmeyi tercih etmektedirler.
Bu projede Türkiye'de fakirlik ve eşitsizliklerin boyutları değişik gruplar itibarıyla incelenmiş, son yıllarda Türkiye'nin yapmış olduğu sosyal yardım ve hizmet harcamalarının farklı kesimlere göre hanehalkı geliri, fakirlik seviyeleri ve eşitsizlikleri nasıl etkilediği mikrosimulasyon modelleri geliştirilerek ortaya konulmuş ve Türkiye?de fakirlik ve eşitsizliklerin boyutları gelir dışındaki refah göstergeleri kullanılarak analiz edilmiştir.
Türkiye, öğrenci başarısı ve toplumsal sınıf bağlantısının en güçlü olduğu ülkelerdendir. Bu araştırma düşük, orta ve üst sosyoekonomik kökenden velilerin çoçuklarının okul başarılarını artırma stratejilerini incelemektedir. Çalışma farklı sosyoekonomik kökenden öğrencilerin devam ettiği okulları hedef alarak bu okullarda üç yıl boyunca aynı veli ve öğrencileri takip etmiş ve buna ek olarak öğretmen görüşmeleri gerçekleştirmiştir. Araştırmanın bulguları velilerin sınıfsal pozisyonlarına bağlı olarak merkezi sınavlara hazırlık süreçlerini farklı deneyimlediği ve dolayısıyla çocuklarının okul başarısını artırmak için farklı stratejiler geliştirdiklerini ortaya koymaktadır. Üst sosyoekonomik kökenden veliler ve çocukları merkezi sınav korkusunu çok az yaşamakta ve kültürel sermaye aktarımını ekonomik güçleri ile okula devretmektedir. Orta sınıfsan veliler eğitimin stratejik önemini kavramakta ancak ekonomik sınırlılıklar dahilinde çocuklarının başarısını ?iyi? semtlere taşınarak, buradaki kamu okullarını ?ele geçirerek? ve onları düzenli bağış ve destek dönüştürerek artırmaya çalışmaktadır. Alt sınıftan veliler ise eğitime söylemsel bir önem atfetmekte ancak bu süreçte tek kaynak devşirebilecekleri yer olan okul ve öğretmenlerden kültürel sermayelerinin okul ile etkin iletişime izin vememesi sebebiyle yeterince faydalanamaktadır. Araştırmanın bulguları merkezi sınav süreç ve endişelerinin sınıfsal karakterine dikkat çekmektedi
Lise başarısı, öğrencinin sadece kendilik gelişimini ve gelecekteki yaşamını değil aynı zamanda hali hazırdaki iyilik halini ve uyumunu da belirlemektedir. Fakat niçin bazı ergenler okulda daha başarılı olmak ve daha iyi hissetmek için çaba harcarken (okulda daha iyi notlar almak, üniversitede ilk tercihine yerleşmek vb.) diğerleri bunu yapmada başarısız olurlar? Bunun nedeni bazılarının diğerlerinden daha iyi güdülenmiş olması mı yoksa sınıftaki öğrenme ortamı, ailenin refah düzeyi ya da ebeveyn-ergen ilişkisinin niteliği gibi sosyal bağlamsal konular mıdır? Görünüşe bakılırsa birden fazla faktör rol oynamaktadır, ancak bunların her birinin önem derecesi ve aralarında nasıl bir ilişki olduğu büyük ölçüde bilinmemektedir. Literatürdeki bu boşluğun doldurulmasının ve yüksek oranda genç nüfusa sahip olan Türkiye için de bu konunun incelenmesinin özellikle yerinde ve önemli olduğu düşünülmektedir. Türkiye?de %16,6 olan genç nüfus oranının Avrupa ülkeleri arasında en yüksek olduğu (TÜİK, 2014) ve bu genç nüfus için akademik başarının (okulla ilgili başarıların) gencin geleceğini belirlemede önemli bir paya sahip olduğu bilinmektedir. Vurgulanan bu noktalar, sunulan boylamsal çalışmanın planlanmasındaki ana nedendir. Bu çalışma, ergenlerin akademik başarısı ve uyumu üzerinde ileriye dönük olarak çoklu faktörlerin etkisini bir arada ele alması nedeniyle özgün ve Türkiye?deki ilk çalışmadır. Onaylanan Bütçe: Bu üç yıllık boylamsal çalışmada geniş bir örneklemde lise öğrencilerinin 10. sınıftan başlayarak üniversiteye giriş sınavlarının yapıldığı 12. sınıfın sonuna kadar izlenmesi amaçlanmaktadır. Çoklu ölçüm dalgaları (her okul yılında iki kez) ve çoklu bilgi kaynaklarını (ergenler ile ebeveynleri ve Türkçe ve Matematik öğretmenleri) kullanarak psikolojik iyilik, uyum, çalışma stratejileri ve okul başarısı gibi konularda ergenlerin yol aldığı farklı yörüngeleri (ya da bir dönemden diğerine dalgalanmaları) yordayan anahtar faktörlerin ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Daha açık olarak belirtmek gerekirse şu konular üzerine odaklanacağız: (a) öğrencilerin motivasyonunun temel özellikleri, (b) Matematik ve Türkçe derslerindeki sınıf ortamı, (c) ergen-ebeveyn ilişkisinin niteliği ve (d) ailenin sosyo-ekonomik düzeyi. Bu amacı gerçekleştirmek için ergenlere de uygulanabilecek geniş kabul gören ve çok ses getiren bazı çağdaş kuramlara (örn., Kendini Belirleme Kuramı, Başarı Hedefi bakışaçısı gibi) dayandık. Bu araştırma amacımıza ulaşmak için aynı zamanda çok güçlü analiz tekniklerinden (örn., çok düzeyli modelleme) yararlandık. Bu araştırmanın önemli bir başka amacı da elde ettiğimiz bilgiyi topluma yayma hedefimizdir. Ergenlerin optimal işlevselliğinde her bir faktörün oynadığı rol hakkında ana babaların, öğretmenlerin, rehberlik uzmanlarının ve eğitim politikalarını geliştirenlerin bilgilendirilmesi hedeflenmektedir. Bu şekilde, ilgili alanların uzmanlarının özellikle dezavantajlı ergenler için planlanmış etkili müdahale programları geliştirmelerine yardımcı olmayı amaçlamaktayız.
Yaşam tarzı medyası, benliklerini ve yaşamlarını aktif olarak şekillendirmeye, yönetmeye ve geliştirmeye çalışan bireylere kılavuzluk etme iddiası taşır ve kişisel gelişim kitaplarından, televizyon programlarına ve bloglara kadar, benlik pratikleri, beğeniler ve gündelik yaşam seçimleri hususunda tavsiyeler üreten çok çeşitli mecrayı kapsar. Bu proje, bir sosyal ağ olarak Facebook'un, yaşam tarzı medyası olarak işlerliği üzerine odaklanmaktadır ve Facebook?un benlik ve yaşam tarzı pratikleri ile olan ilişkisini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Facebook özelinde sosyal ağları gündelik yaşam dünyalarının önemli bir parçası olarak ele alan bu projede, Facebook pratiklerinin, benliklerin ve yaşam tarzlarının ifade edilmesi, muhakeme edilmesi, dönüştürülmesi ve inşa edilmesi süreçlerinde oynadığı roller tartışılmaktadır. Bu proje, internet ile ilişkili etnografik yöntem kullanılarak, katılımcı ve pasif gözlem, derinlemesine görüşmeler ve odak grup çalışması ile yürütülen bir saha araştırmasına dayanmaktadır. Bu projenin bulgularına göre, Facebook?ta ağlaşmış bir şekilde yer alan `iyi yaşam' tahayyülleri ve pratikleri, bireylere, benliklerini ve yaşamlarını muhakeme etme, dönüştürme ve inşa etme yönünde öneriler sunan ya da dayatmalar getiren, geniş bir yaşam tarzı repertuarı yaratmaktadır. Facebook, bu repertuar dolayımıyla, gündelik yaşamda bir yaşam tarzı medyası olarak işlerlik kazanmakta ve bireylerin benlik ve yaşam projelerinde önemli bir rol oynamaktadır. Bireysel ve toplumsal olarak anlamlandırılarak değerli bulunan ve ulaşılmaya çalışılan yaşam tarzı idealleri, toplumsal farklılıklar ve ayrımları, hem aşan, hem de yeniden üreten normlar olarak işlemektedir. Facebook ile ilişkili benlik ve yaşam tarzı pratikleri, bir taraftan bireyselliğin yükselişine işaret ederken, bir taraftan da sosyal ağların katılımcı ve paylaşımcı iletişim ortamında gelişen müştereklik ilişkilerine dayanmaktadır. Bu bağlamda, bir yaşam tarzı medyası olarak Facebook, bireysel, özel ve duygusal gündelik yaşam alanlarının müşterek, kamusal ve politik alanlarla iç içe geçtiği bir iletişim ortamı oluşturmaktadır.
Diğer devlet kurumlarında olduğu gibi yargıya duyulan güven düzeyi, tümden siyasal sisteme (devlete) duyulan güven üzerinde de belirleyicidir. Yargının üçüncü bir devlet kuvveti olarak yasama ve yürütme karşısındaki ?hakem? rolü söz konusu belirleyiciliğin önemini daha da arttırmaktadır. Türkiye?de yargıya yönelik toplumsal güven düzeyine ilişkin güncel tartışmalar zaman zaman alevlenmektedir. Ancak bu tartışmaların hiçbiri güçlü bir akademik arka plana dayanmamakta, konjonktürel gelişmelere dayalı olarak gerçekleştirilen kamuoyu araştırmaları ile sınırlı kalmaktadır. Önerilen bu projenin başlıca amacı ?Türkiye?de yargı kurumunun toplum nezdindeki destek düzeyini güven unsuru ile ölçmeye yönelik geçerli ve güvenilir bir araç (ölçek) geliştirmektir. Bu çerçevede nicel bir araştırma yöntemi tercih edilmiştir. Bu kapsamda öncelikle bir literatür taraması yapılmış, yargıya güveni etkileyen/belirleyen faktörlerin teorik arka planı tespit edilerek bunlar bir madde havuzuna dönüştürülmüştür. 9 kişiden oluşan bir uzman paneli söz konusu maddeleri değerlendirmiş ve uygun görülen 38 madde listelenmiştir. Yapılan pilot çalışma sonrası madde listesinin güvenilirlik ve geçerliliği değerlendirilmiş ve revize maddelerden meydana gelen ölçek 35 maddelik bir soru formu ile 12 ilde 2139 kişiye uygulanmıştır. Elde edilen verilerle yapılan analizler sonrasında ?Türkiye?de yargı kurumuna ilişkin güven algısını etkileyen faktörler? ölçeği, ?siyasal güven?, ?yargının şeffaflığı ve hesap verebilirliği?, ?sosyal güven?, ?adalete erişim?, ?yargının bilinirliği / farkındalığı? biçiminde isimlendirilen 5 boyut altında yer alan 30 maddeden meydana gelmektedir.
Suriye krizinin Türkiye?ye yansımaları çok boyutlu olmuştur. Güvenlik boyutunun insani ve sınır güvenliği konularını da kapsadığından sadece krizin askeri ve devletler arası boyutlarıyla kısıtlı kalmamıştır, bu yüzden krizin Türkiye?ye yansımalarını inceleyen bir çalışma daha geniş güvenlik kavramlarını da içermelidir. Bunların içinde toplumsal güvenlik algılamaları ve topluma olan sosyo-ekonomik yansımaları da incelenmelidir. Ayrıca bu genişlemiş güvenlik kavramının yanı sıra krizin kurumsal ve yasal yansımaları da bulunmaktadır. Bu krizin getirdiği sorunları hem bilimsel olarak inceleyen hem de bulgularıyla ulusal ve uluslararası kurumlara faydalı bilgi birikimi aktarabilecek nitelikteki bir araştırmanın da disiplinler arası (interdisipliner) ve çok boyutlu olması gerekir.
Bu çalışma, genel olarak hastanelerde yürütülen manevi bakım hizmetini farklı yönleriyle birlikte ampirik bir temele oturtma amacıyla geliştirimiştir. Daha özelde amaç hastanelerde yürütülmekte olan manevi bakım hizmetinin gerekçelerini (hasta hasta yakını ve hastane personeli gibi farklı örneklemlere göre ihtiyaç olup olmadığını), MB hizmetine yönelik tutumları, hizmeti gerçekleştiren MB görevlilerinin yeterliliklerini, kişilik özelliklerini, yaşadıkları sorunları ve donanımlarını belirlemek ve yürütülecek manevi bakım için yeni bir çalışma ve eğitim modeli önerisini sunmak amacıyla yürütülmüştür. Çalışmada kapsamlı bir literatür çalışmasının ardından nicel ve nitel araştırma deseni kullanılmıştır. Nicel çalışmada rastsal olmayan toplam 758 kişiden oluşan 6 örneklem grubuna (hasta, hasta yakını, hastane personeli, hastane yönetimi, MB görevlisi, ve kontrol grubuna) ulaşılmıştır. Bunun dışında 10 MB görevlisiyle görüşmeler yürütülmüş, yapılan görüşmeler çözümlenmiş ve iki araştırmacı tarafından analiz edilmiştir. Verilerin analizi sonucunda hastaların ve hasta yakınlarının özellikle kontrol grubuna göre daha fazla kaygı yaşadıkları belirlenmiştir. Yine hasta yakınlarının ve hastane personelinin kontrol grubuna göre daha fazla manevi bakım gerektirecek duygu durumunda oldukları ve manevi iyilik hali içerisinde oldukları belirlenmiştir. Bu durum hastane personelinin gözlemleri tarafından da doğrulanmıştır. Diğer taraftan MB görevlilerinden az kaygılı, dışadönük, geçimli ve sorumlu kişilik özelliği yüksek olanların diğerlerine göre daha fazla mesleki doyum yaşadıkları belirlenmiştir. Çalışmanın sonunda mevcut bulgular ışığında bir hastane manevi bakım çalışma modeli, ona uygun bir eğitim programı ve çıktıları öneri olarak ortaya konmuştur.
Türkiye'de kadına yönelik aileiçi şiddetle daha etkin mücadele amacıyla 1998 yılında çıkarılan 4320 sayılı yasa 2012 yılında yeniden gözden geçirilmiş, İstanbul Sözleşmesinin gerekleri kapsamında 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa olarak çıkarılmıştır. Yasayla aileiçi şiddetle mücadelede tek adım sistemi olan Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) kurulması kararlaştırılmıştır. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve izlenmesi için destek hizmetlerinin sunumunda ve koordinasyonunda 'tek kapı' prensibi içinde çalışmalar yürütmesi ve tüm Türkiye'de yaygınlaştırılması öngörülmüştür. Şuan 49 ilde faaliyet gösteren ŞÖNİM'ler kadına yönelik şiddetle mücadelede tek kapı sistemi ile hizmetlerini sunmaktadır. Bu araştırma, Türkiye'nin kadına yönelik aileiçi şiddeti önleme ve mücadelede geliştirdiği yasal-kurumsal-uygulama pratiklerini bir arada gözleyebilme ve mevcut durum hakkında tespitler yapabilme olanağı sunması açısından ŞÖNİM uygulamasını odağına almaktadır. Türkiye'de kadına yönelik aile içi şiddetin önlenmesi ve 6284 sayılı yasanın etkin bir şekilde uygulanmasında, ŞÖNİM'ler ile işbirliği içerisinde bulunması gereken kurumlar, kolluk kuvvetleri, kadın sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, barolar, adli kurumlar ve sağlık kuruluşlarıdır. Araştırmada, ayrıca, şiddetle mücadelede sorumluluk alan bu kurumların ŞÖNİM ile olan işbirliği süreci ve yasanın gerekliliklerini nasıl yerine getirdikleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
Kültür bir topluma kimlik veren, onu diğer topluluklardan ayıran belirleyici unsurdur. Tarihin en eski ve güçlü kültürlerinden birisi olan Türk kültürü, hem içerisinde barındırdığı çeşitlilik hem de yayıldığı coğrafya açısından dünyanın sayılı kültürlerinden birisidir. Türk kültürünün ve bu kültürü inşa eden boyların kadim zamanlardan beri tabakalaştığı coğrafyalardan biri de Akdeniz bölgesidir. Bu anlamda Silifke, bölgenin önemli ve tarihi yerleşim yerlerinden birisidir. Bölge antik çağlardan beri Anadolu ve Orta Doğu ekseninde etkin olmak isteyen bütün siyasal güçlerin ilgi sahası içerisinde olmuştur. Doğu-Batı ekseninde geçiş bölgesi olması, yerleşim için uygun bir iklime sahip olması, tarım için verimli toprakları olması ve hayvancılık için uçsuz bucaksız Toros Dağları?na sahip olması gibi sebeplerle bölge kısa sürede Türklerin de başlıca yerleşim yerlerinden birisi olmuştur. Özellikle Toroslarda hayvancılık yaparak geçimini sağlayan Türk boyları yörede kısa sürede büyük yerleşim merkezleri kurmuşlardır. Temel geçim kaynağı hayvancılık olan bölge halkı, keçi koyun, deve gibi hayvanların kılından ve yününden oturdukları çadırdan, altlarına serdikleri çula, eşyalarını koydukları çuvallara kadar her şeyi kendileri dokumuşlardır. Bu dokumaları yaptıkları araç gereçler ve dokuma teknikleri de tamamen kendilerine ait özgün yöntemlerdir. Bu dokumalar ve kullanılan yöntemler, nitel araştırma metodları ile sahadan derlenerek bilimsel incelemeye tabi tutulmuştur. Proje sonucunda Silifke yöresinde, ana geçim kaynağının hayvancılık olduğu dönemlerde keçi ve koyunlardan elde edilen çadırdan, çula kadar pek çok dokuma çeşidi olduğu, bu dokumalarda, Türk kültürüne özgü motif ve teknikler kullanıldığı tespit edilmiştir. Günümüzdeki durum ise geçim kaynaklarının değişmesi, hayvancılığın eski önem ve yaygınlığını kaybetmesi, insanların kıl dokumalar yerine halı, kilim türü dokumalar kullanmaya başlaması gibi sebeplerle artık kıl ve yün dokumacılığı bitme noktasına gelmiştir. Günümüzden 20 yıl öncesinde hemen her evde çul dokunurken artık çul dokunan ev nerdeyse kalmamıştır. Bu sebeple yeni yetişen nesil artık kıl ve yünlü dokumalar yapmayı bilmemektedir. Yani yörede dokumacılık geleneği yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çünkü artık nesiller arasında gelenek aktarımı yapılmamaktadır.
SOBAG 1001 Kodu ile Türkiyede Orman Köyleri Üzerine Sosyal Antropolojik Araştırma? başlıklı projemiz Türkiye?de orman köylerinde yaşanan sosyal değişimi, günümüzde bu köylerin özelliklerini, yaşam biçimlerini ve sorunlarını anlamaya yönelik, toplam 194 000 TL?lik bütçesi olan; önce 24 ay süre tanınmış olan; ek süre dahil olmak üzere toplam süresi 33 aylık bir projedir. Projede ek süre istenmesine sebep, Türkiye?de son yıllarda yaşanan güvenlik sorunlarının bire bir orman köylerini ve bu köylerde yapılması istenen araştırmaları ve köy ziyaretlerini etkilemiş olmasıdır. 15 Temmuz 2016 sonrasında TÜBİTAK nezdinde proje bütçelerinin sevk edilmelerinde yaşanan gecikmeler, 2015 yılında Proje Yürütücüsünün kurum değişikliği yapması da ek süreye ihtiyaç duyulmasında etkili olmuştur. Proje, sadece bir bölgeyi değil, Türkiye genelinde orman köyleri üzerine bir neticeye varmak istemiştir. Orman köylülerinin bir kısmının ülkenin en yoksul dilimi arasında yer alması; ayrıca küresel iklim değişikliği ile ormanların özel bir anlam kazanmış olmaları bu projenin önemini arttıran faktörler arasındadır. Ormanlarla en iç içe yaşayan kesim orman köylüleridir. Projenin güncel öneminin yanında, proje kapsamında, geleceğe dönük ekolojik politikalar üretilebilmesine de katkı sağlayabilecek bilgi ve deneyim birikmiştir. Üzerinden yürünebilecek uygun sosyo-kültürel izler derlemiş ve kayıt altına almıştır. Türkiye orman varlığı açısından zengindir. Ormanların %99?u devlete aittir. Orman varlığının nasıl kullanılacağı ve suiistimal edilmemesi için katı kanunlar bulunmaktadır. Makta payı ile ağaç kesim hakkının orman köylülerine veriliyor olması; ORKÖY gibi kuruluşlar aracılığı ile devletin bu köylere ulaşma yöntemi, bu köyleri ülke genelinde birleştiren özelliklerdir. Proje kapsamında İBBS-NUTS 1 sınıflandırılmasına göre Türkiye genelinde her bölgeden orman köyü olarak nitelendirilmiş bir orman köyü seçilmiş, köylerin her birinde yaklaşık üç aya varan antropolojik alan çalışması gerçekleştirilmiştir. Bu süre zarfında katılarak gözlem tekniği ile elde edilen verilere dayanarak her köyle ilgili birer rapor yazılmıştır. Ayrıca, her köyde muhtarlarla mülakatlar gerçekleştirilmiş, hane halkı görüşmeleri yapılmıştır. 12 köyden toplam 330 hane halkı mülakatı ve hane nüfus tespit formu gerçekleştirilmiştir. Projenin bir diğer amacına uygun olarak, köydeki yaşamı, orman varlığını konu edinen 1000?den fazla fotoğraf ve video elde edilmiştir. Haziran 2015- Ağustos 2017 arasında bu köylere araştırmacı ekibi ziyaretleri gerçekleştirilmiştir Köyler ortak özellikler taşımakla birlikte, köyü çevreleyen ormanın niteliği, köydeki hane ve nüfus sayısı, ormana bakış açıları, ormandan elde ettikleri gelir, köyü etkileyen farklı sosyal, kültürel ve ekonomik faktörler gibi konularda birbirlerinden farklılıklar sergilemişlerdir. ?Orman bizim her şeyimiz? diyen köyler olduğu gibi, ?Biz orman köyü değiliz, ormanımız yok? diyen köyler de çıkmıştır. 12 Köy genelinde 330 hane ile görüşülerek alınan sonuçlarda görüşülenlerin önemli bir bölümü (%41) kendilerini emekli olarak tanımlamıştır. Ormancılık geliri tüm köylerde bir yan gelir olarak belirmektedir. Projenin nihai raporu henüz yazılmamış olduğu için burada sadece birkaç ön görüş paylaşmak adına, doğal varlıklar açısından zengin, güzel mekânlar arzeden bu köylerin üretim açısından potansiyellerinin altında kaldığı görülmüştür. Kooperatifleşme süreçlerine ve köyde üretimi arttırıcı liderlik yapacak insan gücüne gereksinim duyulmaktadır. Çocukların orman varlığının korunması ve geliştirilmesi için geçmiş kuşakların orman, su, hava ve toprağa ilişkin ekolojik bilgilerinin yeni kuşağa aktarmaları önemlidir. Tüm köylerde ormanların içinde aşırı derecede çöplerin atılmış olduğu, ancak bunun önemli sorun olarak görülmediği anlaşılmıştır. Orman varlığı ile ilgili yapıcı duyarlılıkların geliştirilmesinde yarar bulunmaktadır
Özünde siyaset ve değer ilişkisine odaklanan bu çalışma, siyasal aktörlerin söylemlerine gömülü olan değerleri belirlemeyi ve bunların insanlardaki karşılığını değerler açısından anlamayı amaçlamaktadır. Bu çerçevede Schwartz Değer Ölçeği’nde yer alan değerlerin analiz kategorileri olarak kullanıldığı bir içerik analizi gerçekleştirilmiştir. 2000’ler Türkiye siyasetinde hakim olan değer önceliklerini belirlemek amacıyla, 3 Kasım 2002, 22 Temmuz 2007 ve 12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde siyasal aktörlerin medyaya yansıyan söylemleri incelenmiştir. Böylece siyasal aktörlerin seçmeni ikna etmek için hangi beklenti ve değerlere seslendikleri, siyasetin değişen ve değişmeyen değer öncelikleri ve Türkiye siyasetinin değer öncelikleri belirlenmiştir. Ardında siyaset söylemine egemen olan bu değer önceliklerine yönelik sokaktaki insanın tutumunu ölçmek üzere bir ölçek çalışması yapılmış ve Türkiye temsili örneklemine uygulanmıştır. Analizler sonucunda Türkiye’de siyasal söylemin ortak bir siyasal popüler kültürden beslendiği, kazanan/kaybeden parti farkı olmaksızın benzer değerlere yaslanan söylemlerle seçmene seslenildiği bulgulanmıştır. Sıradan politik kültürün ortak iyisini temsil eden ve siyasette söylemsel önceliğe sahip olan bu temel değerler; yardımseverlik, kendini yönetme, güç, güvenlik ve başarıdır. Türkiye’de siyasal söylemin karşıt kutuplarda yer alan kendini geliştirme ve kendini aşmışlık üst düzey değerleri üzerine kurulu olduğu, bu karşıtlığın da popülist söylemleri beslediği gözlenmiştir. Siyasal aktörlerin medyadaki popülist söylemlerinin değerler açısından betimlenmesinin ardından, bu siyasi değerlerin toplumun siyasal tercihlerindeki karşılığını bulmak ve demografik değişkenler üzerinden haritasını çıkarmak amacıyla alan araştırması yapılmıştır. Araştırma sonucunda siyasetteki değerlerin toplumda üç boyutta karşılık bulduğu saptanmıştır. Bu boyutlar anlamlandırıldığında, Türkiye toplumunda siyasal tercihlerinde hakim olan değer alanlarının, istikrar ve düzen odaklı güçlü iktidar beklentisi; kalkındırmacı, dürüst, çözüm odaklı siyaset beklentisi; güçlü liderlik beklentisi olduğu görülmüştür. Toplumun oy verme davranışında, gündelik hayatı kolaylaştırmaya, yaşadıkları sorunlara çözüm bulmaya, refah beklentisini karşılamaya yönelik değerlerin toplandığı kalkındırmacı, dürüst, çözüm odaklı siyaset beklentisi boyutunun belirleyici olduğu saptanmıştır. Schwartz Değer Ölçeği’ndeki farklı ve çatışan güdü, motivasyon ve beklentilere denk gelen değer ifadelerinin toplandığı bu boyut, ayrıca “Popüler Siyasal Kültür Değer Ölçeği” olarak adlandırılmıştır.
Bu projenin amacı nitelikli Türk göçmenlerin Amerika ve Almanya’dan geriye göçüne odaklanmak ve bu iki ülkeden geriye dönen kişileri karşılaştırmaktır. Projede üç temel soruya cevap aranmaktadır. Birincisi, iyi eğitim almış ve işgücü piyasasında değer verilen özelliklere sahip nitelikli Türk göçmenlerin hangi koşullar altında ve hangi sebeplerle Türkiye’ye geri döndükleri sorusudur. İkinci temel soru, geriye göçten sonra dönenlerin ne ölçüde ve hangi şekillerde tekrar adapte oldukları ve uyum sağladıklarıdır. Üçüncü soru ise bu kişilerin göç ettikleri ülkeyle olan bağlantılarını döndükten sonra ne ölçüde devam ettirdikleridir. İki ayrı ülkede yaşamış ve daha sonra Türkiye’ye geri dönmüş göçmenlerin deneyimleri karşılaştırılarak bu iki ülkeden geriye dönme kararlarının arkasındaki nedenlerin ne ölçüde farklı olduğu ve bu farkların neden kaynaklandığı açıklanmaktadır. Geriye göç kararının arkasındaki, bulundukları ülkeyle ilgili ve geldikleri ülke olan Türkiye’yle ilgili iten ve çeken faktörlerin (push-pull factors) belirlenmesi de projenin amaçlarından biridir. Böylece, hem Amerika ve Almanya bağlamlarının göçmenler için ne tip fırsat ve sınırlamalar içerdiği hem de göç-veren ülke olan Türkiye’yle ilgili hangi özellik ya da fırsatların göçmenlerin geri dönme kararında etkili olduğu açığa çıkarılmaktadır. Ayrıca döndükten sonra Türkiye’deki hayata tekrar adapte olup olamadıkları ya da ne ölçüde adapte oldukları ve son olarak da ulusaşırı bağlantılarını devam ettirip ettirmedikleri de bu projenin cevaplamaya çalıştığı önemli sorulardır.Proje için kalitatif (niteliksel) bir araştırma yürütülmüşür. Araştırma kapsamında Almanya ve Amerika’dan geri dönmüş kişilerle yarı-yapılandırılmış, derinlemesine mülakatlar gerçekleştirilmiştir. Her iki ülkeden geri dönmüş olan 40’ar kişiyle mülakat yapılmıştır. Mülakatlara ek olarak Almanya ve Amerika’dan dönmüş kişilerle odak grup çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Almanya ve Amerika’dan geriye göç gerçekleştirmiş kişilerin yazdıkları internet sayfaları ve bloglarının içerik analizi yapılmıştır. Beyin göçü ve beyin yeniden kazanımı tartışmalarını referans alan bu proje, geriye göçün hangi durum ve koşullarda gerçekleştiğini açıklamakta ve Türkiye'nin ekonomik ve sosyal kalkınmasına olumlu ve olumsuz etkilerine ışık tutmaktadır. Dolayısıyla, proje, beyin göçü tartışmalarını tamamlayıcı bir niteliğe sahiptir.
Tübitak desteği ile yürütülen “Kır Mekânının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Dönüşümü: Modernleşen ve Kaybolan Geleneksel Mekânlar ve Anlamlar” adlı araştırma projesi kapsamında Türkiye genelinde İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflaması, Düzey-2 bazında, 30 köyde kadın ve erkeklerle ayrı ayrı toplam 60 odak grup görüşmesi ve 1222 kır hanesi ile yüz yüze anket çalışması ve 201 köyde köy bilgi anketi uygulaması yapılmıştır. İlaveten TÜİK ve TODAİE kaynaklarından tarım ve köylere ait çeşitli veriler düzenlenerek araştırmada kullanılmıştır. Sahadan ve resmi kurumlardan toplanan verilerle, basit frekans ve çapraz tablo analizleri yapılmış, kır gelir dağılımı için Lorenz eğrisi, kır sosyal sınıfları için faktör analizi, köylere ait veriler için çeşitli istatistik ve ekonometrik analiz yöntemleri ve modeller kullanılarak analiz edilmiştir. Araştırmanın tarıma ilişkin bulguları, belirsiz ve dalgalanan tarım gelirlerinin çiftçileri alternatif faaliyet ve gelir kaynakları bulma arayışına ittiğini; bunu başaran çiftçilerin kırda yaşama ve tarım yapma potansiyelinin daha yüksek olduğunu; bu çerçevede emeklilik hakkı elde etmenin stratejik bir önem kazandığını ve kır hanelerinin toplam gelirleri içinde tarım dışı gelirlerin payının arttığını göstermektedir. Kır yerleşimleri bir yandan göç ile nüfus kaybetmeye devam ederken, diğer yandan tersine göç ve kırlarda yapılan yatırımlar ile nüfus kazanmaktadır; köysüzleşme ve köylerin yeniden oluşumsu birlikte yaşanmaktadır. Öte yandan köylerin ilçe ve mahalle haline gelerek köy olmaktan çıkması da söz konusudur. Köyler ulusal ve uluslararası düzeylerde dünya ile yoğun bir etkileşim içindedirler. Buna bağlı olarak ekonomik faaliyetlerde olduğu gibi, kültürel olarak da kır ve kent arasındaki farklar azalmakta, geçmişten farklı bir kültür ve kır yaşam pratiği oluşmaktadır. Köylerin ve tarımın mevcut durumu şiddetli bir değişime işaret etmektedir; ikili hayatlar, farklılaşan gelir kaynakları, kültürel benzeşmeler, tersine göç, tarım-gıda alanındaki gelişmeler, tarımın ve köyün geçmişten farklılaşmakta olduğunu ve bu sürecin devam ettiğini göstermektedir. Tarım ve kır sosyal yapısı üzerinde ulusal ve uluslararası gelişmeler belirleyici önemdedir ve gelecekte tarım ve kırın nasıl bir yapıya kavuşacağı daha çok bu gelişmelerce belirlenecektir.
Bu projenin amacı 1980 sonrası dönemde Türkiye’deki refah devleti uygulamalarının nitelik ve kapsamını uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan nitel ve nicel verileri üretmek, bu verilere dayanan temel göstergeler (sosyal harcamalar, cömertlik endeksi, dekomodifikasyon endeksi) yardımıyla ölçmek, Türkiye’deki refah devletinin dünyadaki diğer refah rejimleri içerisindeki konumunu tespit etmek ve gelişmiş sanayi ülkelerindeki refah devletleri ile Türk refah devletinin benzeşen ve ayrışan yönlerini ortaya koymaktır. Bu bağlamda projenin konusu, uluslararası refah devleti rejimleri arasında Türkiye’nin yerini belirlemektir. Gerek veri eksikliği, gerekse karşılaştırmalı refah devleti yazının gelişmiş sanayi ülkeleri üzerinde odaklanması sonucu Türkiye’nin yerinin belirlenmesi bugüne kadar mümkün olmamıştır. Bu çalışmayla beraber hem akademik yazında, hem de siyasa yapıcıları tarafından kullanılan veri ve endeksler Türkiye için oluşturularak, nitel vaka analizi sayesinde Türkiye’nin refah devletinin son 30 yılda geçirdiği dönüşüm ortaya konulmaktadır. Karşılaştırmalı refah devleti literatüründe son yıllarda yapılan çalışmaların birçoğu refah devletlerini hem sosyal harcamaların büyüklüğüne, hem de nitel ve nicel değişkenleri aynı anda kapsayan bileşik göstergelere dayanarak kıyaslama yoluna gitmektedir. Bu sayede nitel yöntemlerin geçerlilik avantajları ile nicel yöntemlerin tutarlılık avantajlarından aynı anda yararlanmak mümkün hale gelmektedir. Bu literatüre katkıda bulunmayı amaçlayan proje, refah devletlerinin niteliksel ve kurumsal özelliklerini haritalandırmak ve kıyaslamak için ortaya atılan kuramsal yaklaşımı tüm boyutlarıyla Türkiye’ye ilk kez uygulayarak Türkiye’deki refah devletinin bütüncül bir haritalandırılması yapmaktadır. Projede kullanılan veriler (sosyal harcamalar ve sosyal hakları temsil eden nicel veriler ve kurumsal yapı, kapsam, performans ve program ağırlığını içeren nitel veriler), yaklaşım ve yöntemler (merkezi eğilim ve dağılım istatistikleri, kümeleme analizi, karşılaştırmalı-tarihsel araştırma yöntemleri, tipoloji oluşturma) ve teknikler (nicel analiz çerçevesinde kullanılacak hiyerarşik kümeleme analizi ile birlikte kullanılan kortalamalar kümeleme analizi (HCA-KCA) teknikleri ve nitel analiz çerçevesinde takip edilecek tarihsel anlatılar ve dahili karşılaştırmalar teknikleri) bu temel amaca yönelik seçilmiştir. Projenin temel bulgusu Türkiye’deki refah devleti uygulamalarının uzun dönemde giderek Avrupa’daki refah devlet uygulamalarına yaklaşmasıdır. Hem sosyal güvenlik sisteminin kapsamının genişlemesi, hem de kurulan yeni programlar, gerçekleştirilen bir takım daraltıcı reformların etkilerini telafi etmektedir. Türkiye’deki refah devleti uygulamalarının Avrupa’daki refah devlet uygulamalarına yakınsamasına rağmen, 2010’li yıllara gelindiğinde Türk sosyal devletinin kurumsal özelliklerinin henüz Avrupa’daki örneklerine göre gerisinde kaldığını tespit edilmiştir. Buna ek olarak, projede geleneksel ölçümlerin yakalayamadığı özellikler de gözler önüne serilmektedir.
Bu proje, yeni kavramsallaştırmalar ve gelişmiş istatistiksel yöntemler ışığında Türkiye’deki refah devleti çalışmalarına disiplinler arası bakış açısıyla özgün bir yaklaşım getirmeyi hedefler. Bu çalışmada, devlet, aile, piyasa ve yerel aktörler olmak üzere dört temel aktörün refahın dağıtımındaki rolleri, bireylerinin yaş, sınıf, toplumsal cinsiyet ve etnisite gibi temel özellikleri göz önünde bulundurularak incelenmiştir. Projenin konusu, yukarıda sayılan dört refah kurumundan hareketle Türkiye’de refahın dağıtımıdır. Bu konunun seçilmesinin temel sebebi, her ne kadar genç bir nüfusa sahip olsa da Türkiye’nin yakın gelecekte diğer Avrupa ülkeleri gibi demografik yaşlanma evresine gireceği ve bu süreçte refahın dağıtımı ve sosyal politika konularının akademik ve siyasi tartışmaları artarak etkileyeceği düşüncesidir. Diğer taraftan hayat standartlarındaki yükselme ve ekonomik büyüme farklı toplumsal sınıflarda aynı oranda hissedilmemekte ve dolayısıyla sosyal eşitsizlikler artabilmektedir. Bu sorun da Türkiye’de refahın dağıtımını anlamamızı gerekli kılmaktadır. Bu çalışma hem nicel hem de nitel veri toplama yöntemlerine dayanır. Odak-grup çalışması ve mülakatlarla refahın farklı kurumlar tarafından nasıl dağıtıldığı, sosyal politika konularında vatandaş ve yürütücülerin algıları derinlemesine incelenecektir. Türkiye genelinde 1630 kişi ile anket çalışması yapılarak, refah kurumlarının farklı bireylerin refahındaki önemi istatistiksel yöntemlerle analiz edilmiştir. Bu çalışmanın amacını gerçekleştirebilmek için üç temel hedef öne çıkmaktadır. İlk olarak, kapsamlı bir saha çalışması yoluyla Türkiye’de dört farklı refah kurumu (devlet, aile, piyasa ve yerel aktörler) tarafından refahın nasıl dağıtıldığını ve bu süreçte bireyin cinsiyet, yaş, sınıf ve etnisite gibi kişisel özelliklerinin bu dağıtımı nasıl etkilediğini anlamaktır. İkinci hedef ise, vatandaşların refahın dağıtımı ve refah kurumlarıyla ilgili algılarını inceleyerek bu çerçevede sosyal politika beklentilerini ortaya koymaktır. Son olarak, araştırma projesi sonuçları akademisyenler, siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları gibi toplumun farklı kesimlerinin sosyal politika uygulamalarında oldukça bilgilendirici olacaktır.
Günümüz dünyası, geçmişe oranla daha hızlı ve yaygın bir şekilde kültürel ve sosyal olarak içiçe geçmekte, farklı kültürden gelen ve farklı etniklik ve dini kimliğe sahip olan insanlar bir arada yaşama durumuyla karşı karşıya kalmaktadır. Birçok farklı etno kültürel ve dini grupları içerisinde barındıran Türkiye ise kendine özgü birtakım şartlarda bu değişimleri tecrübe etmektedir. Bu projenin amacı Türkiye’de yaşayan farklı etnik, dini, mezhebi ve siyasi kimliklere sahip bireylerin kendi aralarında hangi düzeylerde ne kadar sosyal mesafe koyduklarını ölçmek ve “farklı” olana ilişkin tutum ve tavır alışlarını görmeye çalışmaktır. Proje de bu tür verilerin, izlenimlerin ötesine geçerek belirlenmiş bir nüfusun tümü hakkında (belli hata payları içinde) bir sonuca varmayı sağlayacak şekilde toplayabilmek için ilk aşamada nitel araştırma tekniklerinden derinlemesine mülakat ve nicel araştırma tekniği başka bir değişle “survey” metodu birarada kullanılmıştır. Uygulamada farklı gruplara olan sosyal mesafeyi ölçmek için geliştirilen ve bu çalışmada ilave bilgiler eklenerek geliştirilen Bogardus Sosyal Mesafe Ölçeği kullanılmıştır. Proje sonucunda elde edilen bulgular kapsamında Türkiye’nin bölgeler bazında farklı etnik dini, mezhep ve siyasi kimlik taşıyan fertlerine yönelik “sosyal mesafe haritaları” çıkartılmıştır. Bu kapsamda sosyal mesafenin en düşük olduğu dolayısıyla farklı gruplar arasında etkileşim düzeyinin en yaygın olduğu bölgelerin göç alan metropol şehirlerin ağırlıklı olduğu İç Anadolu, Ege, Marmara bölgesi olduğu gözlenmiştir. Buna karşılık yoğun göç veren benzer etno kültürel gruplardan oluşan bölge olan Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesinde sosyal mesafe düzeyi oldukça yüksek olduğu dikkat çekmektedir. Genel olarak bakıldığında Türk toplumunun birlikte yaşama açısından farklılığın temellerini ve sosyal mesafe düzeyini belirleyen unsurun din ve cinsel yönelim olduğu görülmektedir. İkinci olarak sırasıyla farklı mezhep ve etnik kökene mensup olma durumu sosyal mesafeyi belirleyen etkenlerdir. Siyasi kimliğin ise oldukça düşük düzeyde sosyal mesafeyi belirleyici bir etken olduğu görülmektedir. Katılımcıların demografik bilgilerine bağlı olarak yapılan analizlerde Türkiye’de cinsiyet hariç yaş ve gelir pozitif yönde; eğitim ve medeni durum sosyal mesafe düzeyini belirlemede negatif yönde etkili olduğu saptanmıştır.
Bu çalışma Aleviliğin ortak referanslarını belirlemeyi hedeflemektedir. Projenin yaslandığı teorik çerçeve Aleviliğin son yarım yüzyılda geçirdiği köklü dönüşümü göz önünde bulundurarak geleneksel Alevilik ile modern Aleviliğin ayrı ayrı çalışılması gerektiğini kabul etmektedir. Burada araştırma konusu edilen geleneksel Aleviliktir. Ana gövdesi sözlü kültür içinde korunup aktarılan geleneksel Alevilik bilgisini belirlemek amacıyla kapsamlı bir saha çalışması yürütülmüştür. Amasya-Tokat-Çorum-Sivas bölgesi ile sınırlandırılan çalışma kapsamında geleneksel bilginin taşıyıcısı olarak kabul edilen moderniteden en az etkilenmiş kişilerle yüz yüze, derinlemesine, yapılandırılmamış görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Kaynak kişiler seçilirken geleneksel Alevilik bilgisine vakıf olması, köylü karakterini koruması, modern ideolojilere kapalı olması, mümkünse okur-yazar olmaması gibi parametrelere bakılmıştır. Sahadan derlenen bu görüşme kayıtları daha sonra deşifre edilmiş, sistematik bir şekilde işlenip-tasnif edilmiş ve benzer olanlar bir araya getirilerek bölgede halen yaşayan Alevilik bilgisinin ana bileşenleri ortaya konulmuştur. Ayrıca araştırma bölgesinde tespit edilen el yazması eserlerin açıklamalı bir katalogu hazırlanarak Aleviliğin yazılı kaynakları kendi iç hiyerarşilerine göre tespit edilmiştir.
Araştırmanın temel hedefi, Twitter’daki kamusallığın özgünlüklerini ortaya koyarak Twitter’ın farklı kimlikler arası etkileşime ve tartışma kültürüne etkisini anlamaktır. Araştırma, niteliksel ve niceliksel araştırma yöntemlerini bir arada kullanan karma araştırma dizaynına sahiptir. Araştırmanın niteliksel safhasında aktif Twitter kullanıcısı 51 kişiyle derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Ayrıca, kullanıcıların kendi görüşlerine yakın veya uzak olanlarla temas etme ve etkileşim biçimlerini hem niceliksel hem niteliksel olarak analiz etmeyi mümkün kılan bir sanal etnografi (Netnografi) çalışması yapılmıştır. Niceliksel safhada ise Türkiye’deki Twitter kullanıcıları ile 2016 Şubat – 2016 Mart arasında İstanbul, Ankara ve İzmir’de, toplam 978 kişiyle yüz yüze anket uygulaması gerçekleştirilmiştir. Araştırma bulgularına göre Twitter’ın kullanıcı profilini çoğunlukla gençler ve yüksek eğitimli kişiler oluşturmaktadır. Genç ve yüksek eğitimlilerin Twitter’daki halleri ve eğilimleri diğer kategorilere göre farklılaşmaktadır. Ek olarak Twitter kullanıcıları arasında, CHP’li seçmenler ve sekülerler de toplumdaki oranlarına göre daha fazla yer almaktadırlar. Kullanıcıların, Twitter’da varsaydıkları bir izleyici kitlesine yönelik bir tür performans sergiledikleri gözlemlenmiştir. Bu performansta Twitter kullanıcılarının çevreleri (takipçileri ve takip ettikleri kişiler) tanıdıklarından ve siyasi görüşüne yakın kimselerden oluşmaktadır. Kullanıcıların kendi dünya görüşüne uzak gördüğü kimlikten bireyler ile teması ve etkileşimi son derece düşüktür. Kullanıcılar Facebook’a göre Twitter’da tanımadığı kimseler ile daha fazla karşılaşmakta, ancak kendine benzemeyenlerle daha az etkileşime girmektedir. Aslında kullanıcılar, karşıt fikirleri tanımaya ve gözetlemeye motivelerdir. Ne var ki kullanıcıların karşıt fikirlerle temas etme çabasının uzun sürmemesi etkileşimden kaçınma davranışını da beraberinde getirmektedir. Kendine benzemeyen ile etkileşime giren, onu anlamaya çalışan, düşmanlık çerçevesinde şekillenmeyen demokratik tartışmalar, Twitter’da oldukça sınırlıdır. Twitter’da etkileşimlerdeki gerilimler siyasi pozisyonlardaki farklılıklardan beslenmektedir. Dolayısıyla Twitter kullanıcıları arasında kutuplaşma ve homofili (kendine benzeyenlerle sınırlanma ve kendine benzemeyenleri yok sayma) yaygındır. Homofili ile tanıdık olmayana mesafe arasında anlamlı pozitif ilişki bulunmaktadır. Twitter’da bir “eko-chamber” (yankı odası) etkisi vardır. Fikirler genellikle zor kırılıp bükülmektedir. Öte yandan temas ve etkileşimin dönüştürücü etkisi az da olsa mevcuttur. Özellikle internette ve Twitter’da daha aktif olan kullanıcılar, sınırlı da olsa kendine benzemeyen ile iletişim kurmakta ve müzakereci bir tartışma etkileşimine girmektedirler.
Aydın İlinin sahip olduğu ekonomik, sosyal, kültürel ve tarihi değerleri ve birikimleri, ulusal ve uluslararası rekabet gücünü, Ar-Ge ve yenilik kapasitesini kullanarak, ekonomik ve sosyal faydaya dönüştürmek amacıyla 2012 yılında Aydın İl Yenilik Platformu çalışmaları başlatılmıştır. Proje bir yönetimsel mekanizmayı oluşturmayı kapsamaktadır. Kalıcı, canlı, tabandan tavana doğru taleplerin yönlendirildiği, ?Benim bir fikrim var? diyenlerin başvurabileceği, bilgilendirme, danışmanlık, yönlendirme, geliştirme, değerlendirme sistemidir. Aydın?daki sektör-üniversite-kamu -sivil toplum kuruluşları-halk birlikteliğinin geliştirilmesinde etkili olabilecek bir araç olarak geliştirilmiştir. Çalışma 42 ay sürmüştür. Yönetim şemasının çalıştırılması, katılımcı kuruluşların aktiflenmesi, dış uzmanlık alanlarının netleştirilmesi, danışmanların bir araya getirilmesi, çeşitlendirilmesi, nakti ve ayni katkıların temin edilmesi amacıyla iş-zaman çizelgesi temel alınmıştır. Temel faaliyetler ve altı iş paketine ait çıktıların gerçekleştirilmesi ve bu sırada beklenen risklerin B planları ile ortadan kaldırılması için çalışmalar planlanmıştır. Platformun farkına varılması, oluşan güven atmosferi, eğitimler, toplantılar ve etkinliklerle artan fikir sahibi talepleri, kurum ve kuruluşların Platforma kurumsal bir bakış açısı getirmesi saha çalışmalarına zemin hazırlamıştır. Aydın?ın yeniliğe olan ihtiyacı saptanmıştır. 135000 kişiye ulaşan evreni temsil eden örneklerle, araştırmacılar tarafından geliştirilen 10 farklı soru kağıdı, toplam 375 soru ile toplam 1869 görüşme; röportaj, literatür taraması, birebir görüşmeler vb. araçlarla yenilik profili ortaya çıkarılmıştır. Analizler sonucunda Aydın İlinin strateji ve eylem planı çerçeve dokümanı hazırlanmıştır. Platform, konusunda yapılan ilk geniş ölçekli yönetim-araştırma-eğitim-interaktif iletişim örneğidir. Sosyal inovasyon alanında bir kapı aralamıştır. Faaliyetlerin gerçekleşme oranı %91,24?dür. Çıktıların %89,00?una ulaşılmıştır. Proje %71,00 oranında herhangi bir riskle karşılaşmadan tamamlanmıştır. Aydın İl Yenilik Stratejisi ve Eylem Planı?nda 2015-2025 dönemini kapsayan dokuz temel hedef altında stratejiler ve eylemler tanımlanmıştır. Sürdürülebilirlik kanıtı toplam 750 metrekare alana sahip, Aydın İli Strateji Geliştirme ve Yenilik Merkezi (AİSYEM)?dir. Güney Ege Kalkınma Ajansı tarafından desteklenen Merkez 4 Eylül 2014 tarihinde başlamış 18 ayda tamamlanacaktır. AİSYEM bünyesinde mevcut durum ara değerlendirmeleri yapılarak, hedefler, stratejiler ve eylemler revize edilecektir.
Çözülebilir hazcı koalisyon oluşum oyunları tanım bölgesinde Çekirdek Çözümünün temel karakterizasyonu koalisyonel oybirliği ve Maskin monotonluk özellikleri ile yapılmıştır. Çözülebilir hazcı koalisyon oluşum oyunları tanım bölgesinde Çekirdek Çözümünün oybirliği, Maskin monotonluk, ve rekabet duyarlılığı ya da kaynak duyarlılığı özellikleri ile karakterize edildiği gösterilmiştir. Ayrıca, oda arkadaşlığı problemlerinin aksine, çözülebilir hazcı koalisyon oluşum oyunları tanım bölgesinde koalisyonel oybirliği, tutarlılık, rekabet duyarlılığı ve kaynak duyarlılığı özelliklerini sağlayan ve Çekirdek Çözümüne eşit olmayan bir çözümün varlığı gösterilmiştir.
Bu araştırma projesinin amacı, Türkiye'de kadın belediye başkanlarının kadına yönelik şiddeti çözmeye ve önlemeye yönelik söylemlerini ve faaliyetlerini, 2004 ve 2009 yerel seçimlerinde seçilmiş kadın belediye başkanları örneğinde incelemektir. Bu hedef doğrultusunda proje, 2004 ve 2009 yerel seçimlerinde farklı partilerden ve farklı bölgelerden seçilmiş kadın belediye başkanları ile derinlemesine mülakata ve seçildikleri belediyelerin faaliyetlerine yönelik web sayfası incelemesi ve faaliyet raporları, varsa stratejik planları ve toplu iş sözleşmeleri taramasına dayanan nitel bir çalışmadır. Projenin bulguları çerçevesinde; a) kadın belediye başkanlarının, kadına yönelik şiddetle mücadelede etkin rol oynadıklarını, b) hem kadın bir yerel yönetici olarak bireysel hem de kadına yönelik şiddetin topyekün bir toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele gerektirdiği düşüncesinden hareketle, toplumsal cinsiyet duyarlı toplu iş sözleşmesi ve bütçe uygulamaları, bilinçlendirme, farkındalık yaratma ve zihniyet dönüştürmek için kadın merkezlerinin, kadın meclislerinin ve kadın konseylerinin teşvik edilmesi gibi kurumsal çabalarıyla katkı sağladıkları görülmüştür. Ortaya çıkardığı bulgular ve içerdiği analiz ile böylesi bir çalışmanın, Türkiye'de hem yerel yönetim ve yerel siyaset hem de toplumsal cinsiyet çalışmalarına, iki yönde katkı sağladığı düşünülmektedir. Birinci katkı, araştırmanın kapsamındaki (hem kapsadığı dönem hem de belediyeler açısından), belediyeler özelinde, yerel yönetimlerin kadına yönelik şiddetle mücadele özelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle ilgili ne tür hizmetler sunduğunu ve bu hizmetlerin gerçekleştirilmesinin önündeki engelleri ortaya çıkararak yerel mekanizmaların yürütmesi gereken faaliyetlerin ve siyasaların neler olabileceğine dair yol haritası çıkarmaktır. İkinci katkı ise, bu araştırma, kadın belediye başkanlarının bir kadın temsilci olarak kadına yönelik şiddeti nasıl algıladıklarını ve bu sorunun çözümüne yönelik neler yaptıklarını ve yapmayı planladıklarını ortaya koyarak, belediyelerde kadın temsilci sayısını arttırmanın kadınların diğer sorunlarını çözmek ve çıkarlarını savunmak konusunda etkisinin ve katkısının olup olmayacağı yönündeki (seçimlerde kota uygulanması gibi) tartışmalara ışık tutmasıdır. Anahtar Kelimeler: Kadına Yönelik Şiddet, Kadın Belediye Başkanı, Yerel Yönetim, Yerel Siyaset, Belediye, Kadın Temsili, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Kentsel yoksulların medya kullanımına odaklanan bu uzun erimli projede, yoksul aile bireylerinin geleneksel ve yeni medya içeriklerini kültürel olarak nasıl tükettiklerini inceledik. Medyanın yoksul ailelerin günlük yaĢamında ve hane ortamında üstlendiği rolü, hane üyelerinin toplumsal cinsiyet, yaĢ, kültür, etnik köken, siyasal görüĢ ve mezhep gibi kimlik farklılıklarını dikkate alarak araĢtırdık. Çoklu yönteme baĢvurduğumuz çalıĢmamızda, EskiĢehir merkezinin görece yoksul iki mahallesinde (Yıldıztepe ve Gültepe) yaĢayan 208 aileye (546 kiĢi) anket uyguladık ve toplam 15 ailenin hane ortamında altı ay süreyle katılımlı gözlem gerçekleĢtirdik. Anket yöntemiyle elde ettiğimiz nicel veriler yoluyla, katılımcıların sosyo-demografik özellikleri, hanelerin eğitim ve gelir/yoksulluk düzeyleri, beyaz eĢya ve medya sahiplikleri ile medya içeriği tercihleri hakkında genel bilgi edindik. Etnografik yöntem aracılığıyla ise yoksul aile bireylerinin medya içerikleriyle nasıl iletiĢime geçtiklerini yaĢamlarına katılarak, içerden gözlemleme Ģansı bulduk. Süresi ve kapsamı göz önüne alındığında, Türkiye‟de medya etnografisi yönteminin bu düzeyde uygulandığı ilk proje niteliğindeki çalıĢmamızda, geleneksel (televizyon, gazete, radyo) ve yeni (Ġnternet, mobil telefon) medyanın yoksul bireyin yaĢamındaki yansımalarına iliĢkin zengin ve ayrıntılı verilere ulaĢtık. Proje süresince elde ettiğimiz alan notları, çok sayıda derinlemesine görüĢme ve sahadan edindiğimiz diğer etnografik verilerin analizi sonucunda, kentsel yoksulların medyayı kullanma ve anlamlandırma pratiklerine iliĢkin tematik kategorilere ulaĢtık. Yoksulluğun diğer kimlik bileĢenleri arasında öne çıktığı ve bütün kimlikleri doğrusal olarak kestiği hanelerde, günlük yaĢamın karmaĢık örgüsüne sızan, aile üyelerinin bireysel yaĢamları kadar, birbirleriyle iliĢkilerine ve genel olarak hane atmosferine hâkim olan medyanın merkezi önemine dair pek çok farklı sonuca ulaĢtık.
-
-
-
Karma öğ renme; yüzyüze e ğitimle online ö ğrenmenin birle şiminden meydana gelmektedir. Karma öğ renmenin hedefi öğrenme ortamlarını birleştirerek, etkili ve verimli ö ğrenme ortamlar ı sağlamaktır. Ara ştırmanın amacı; e ğitim yöneticilerinin liderlik becerilerinin geli ştirilmesinde b- Öğrenme yaklaşımının etkisini ortaya koymaktır. Eğitim yöneticilerinin liderlik becerileri ile ilgili ihtiyaç duyduklar ı ve öğrenmek istedikleri konular ı belirlemek amac ıyla Ankara iline bağlı 11 ilçeden seçilen 33 ilkö ğretim okulunda görevli 82 eğitim yöneticisine ihtiyaç analizi anket formu uygulanmıştır. Anket sonuçları na göre en fazla ihtiyaç duyulan konuları içeren bir eğitim programı hazırlanmıştır. Eğitim yöneticileri; Bilgisayar Destekli Ö ğrenme (25 ki şi), Karma Ö ğrenme (23 ki şi) ve Geleneksel Ö ğrenme (24 kişi) grubu şeklinde üçe ayrı larak, bu gruplara üç farklı öğretim yöntemi ile eğitim programına uygun şekilde öğretim yapılmıştır. Karma öğ renme grubunun ön test, son test ve baş arı puan ortalamaları nın geleneksel ve bilgisayar destekli öğretim yöntemi uygulanan gruplara göre daha yüksek çıktığı görülmüştür. Bu ara ştırma sonucunda; zaman, maliyet ve etkililik açısından karma ö ğrenme yakla şımının diğer yaklaşımlara göre daha etkili olduğu görülmüştür.
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Kurumsal sosyal sorumluluk (KSS) konusu günümüzde en popüler araş tırma konularından birisi olmakla birlikte, KOB İ’lerde kurumsal sosyal sorumluluk konusu literatürde az çal ışılan konulardan birisidir. Bu çal ışmada KOBİ ’lerde kurumsal sosyal sorumluluk kavramı çeşitli boyutlar aç ısından incelenmiştir. İlk olarak, ODTÜ Teknokent’te yer alan KOB İ’ler örneklem gurubu olarak al ınarak, firma sahip/yöneticilerinin i şletme ile ilgili karar verirken, ekonomik, hukuki, et ik ve ihtiyari soru mluluklar boyutları çerçevesinde dikkate al ınmasını gerekli gördükleri sorumluluklar ile ilgili tutumları incelenmiştir. İkinci olarak ise, seçilen örneklem gurubunda sosyal sorumluluk kavram ının örgüt etkilili ği açısından rolü konusundaki alg ılamalar araştırılmıştır. Sosyal sorumluluğun karlılık, uzun ve kısa vadede firma etkilili ği aç ısından getirileri olmak üzere üç boyutta yöneticilerin algılamaları ölçülmüştür. Son olarak, bu alg ı ve tutumların KOB İ’lerin çeşitli paydaşlarıyla (müşteri, çalışan, sermayedar, rakip, tedarikçi, toplum ve devlet, finansör kurumlar ve çevre gibi) ilgili ahlaki uygulamalarına etkisi incelenerek elde edilen sonuçlar ışığında önerilerde bulunulmuştur.
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Bu araştırma, günümüzde küresel boyut kazanan dini kullanan terör hareketlerinin, Türkiye’de, ülkenin kendine özgü şartlarına bağlı olarak, daha ziyade toplumsal yapı ve sosyal faktörlere duyarlı bir görünüm arz ettiği varsayımından hareketle yürütülmüştür. Konunun kendine özgü sınırlılıkları sebebiyle, günümüze kadar bu alanda kayda değer bir çalışma yapılmamıştır. Dolayısıyla, ilk defa bu çalışma ile, dini kullanan teröre yönelik bir sosyal araştırma yapılmış olmaktadır. Araştırma kapsamında, dini kullanan terör potansiyeli açısından dikkat çeken Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden (4) ilde ve yine bu bölgeden aldığı göç ile büyük kentlerdeki çarpık kentleşme ve varoşların şiddet eğilimlerine vasat oluşturmasına örnek olmak üzere İstanbul İli’nde araştırmalar yapılmıştır. Bu bağlamda, Şanlıurfa, Batman, Mardin, Diyarbakır ve İstanbul illerinde, terör örgütleri ile ilgili olarak haklarında yasal işlem yapılan şahıslar ve yakın aile çevreleri ve yaşadıkları sosyal ve kültürel ortam üzerinden yapılmış olan araştırmalarla, bu şahısların yönelimlerine etki eden sosyal faktörlerin belirlenmesine çalışılmıştır. Araştırmada; anket, katılımsız gözlem ve mülakat teknikleri kullanılmış ve bu yolla derlenen bilgiler Sosyal Bilimlerin ve özellikle Din Sosyolojisi bilim alanının teorik tespitleri ışığında değerlendirildikten sonra; Türkiye’ye özel sosyal şartların belirlenmesi ve terör eğilimleri açısından potansiyeli yüksek olan (5) ildeki eğilimlere etki eden sosyal faktörlerin açığa çıkartılmasına çalışılmıştır. Araştırma sonucu yapılan tespitlerin; öncelikle Türkiye açısından terörle mücadele alanında yürütülmekte olan uygulamalara ışık tutacağı gibi, Dünya genelinde dini kullanan teröre karşı yürütülecek mücadeleye de önemli katkılar sağlayacağı umulmaktadır.
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Bu çalı şmanın amacı, Bat ıgün ve Şahin (2003)’in intihar olasılığı ile ili şkili olarak önerdikleri modelin geçerlili ğinin sınanmasıdır. “Gençlerde aynı anda öfke ile dürtüselli ğin yüksek, problem çözme becerilerini n de yetersiz olarak alg ılanması, intihar olas ılığının yüksekliğinin göstergesi olabilir mi?” sorusuna yan ıt aranmıştır. Çe şitli üniversite ve liselerde okumakta olan 15-25 yaş arasındaki 2343 ö ğrenci örneklem grubunu olu şturmuştur. Bu öğrencilerin intihar olas ılıkları, problem çözme becerileri, dürtüsellik ve öfke düzeyleri, daha önce geçerlik ve güvenirlikleri pek çok kez kan ıtlanmış olan bir dizi ölçek ile belirlenmiştir. Araştırmanın amacı doğrultusunda hem modelde önerilen şekilde (aynı anda öfke ile dürtüselliğin yüksek, problem çözme becerileri dü şük), hem de İntihar Olasılığı Ölçeği’nden alınan puanlar göz önünde bul undurularak risk gruplar ı oluşturulmuş ve bir dizi analiz yapılmıştır. Yap ılan tüm bu analizler sonucun da modelin intihar olas ılığı yüksek olan grubu doğru tahmin gücünün %56.7 oldu ğu belirlenmiştir. Ayr ıca modelin yanlı ş tahmin olas ılığı da %0 olarak saptanm ıştır. Ayr ıca yapılan diskriminant analizi sonucunda da İntihar Olas ılığı Ölçeği’ne göre belirlenen düşük riskli grubun %90.2, yüksek riskli grubun ise %87.3 gibi yüksek bir oranla doğru olarak sınıflandırıldığı görülmüştür. Sonuç olarak, s ınanan bu modelde, bu güne dek uluslar arası literatürde tek tek ele alınarak intihar davranışı ile ilişkisi gösterilen değişkenler toplu olarak ele alınmış ve intihar için risk gruplarının belirlenmesinde kullanılabileceği gösterilmiştir. Böylece, bu model kullanılarak belirlenecek olan risk gruplar ına uygulanabilecek koruyucu/önleyici müdahaleler için de bir yol açıldığı söylenebilir.
-
-
Bu çalı şma siyasi yönetim biçimleri ile ölüm ve hastal ıklılık oranlar ını arasındaki ili şkiyi inceleyen ülkeler aras ı nicel bir çal ışmadır. Sağlığın siyasal belirleyicisi olarak sorumlu tutulabilirlik etkisi üzerine yo ğunlaşan mevcut yaz ının aksine bu çalı şmada demokrasinin sağlık üzerindeki olumlu etkisinin yaln ızca bu etki ile s ınırlanamayacağı öne sürülmektedir. Demokrasi teorisi ve epidemiyoloji alanında yapılmış araştırmalar temel alınarak demokratik yönetimin şu üç mekanizmayla sağlık üzerinde belirgin bir pozitif etkisi olabileceği hipotezini öne sürülmektedir: i) Sorumlu tutulabilirlik etkisi ii) Bireysel otonominin korunmas ı iii) Toplumsal sermaye yarat ılması. Bu hipotezin s ınanabilmesi için kişi ba şına düş en gelir ve kamu harcamalarının kontrol edildi ği bir nicel model olu şturulmuştur. 1975-2000 yı lları ve 112 ülkeyi kapsayan panel veri analizi sonuçlarına göre, birincisi, yaşam beklentisi ile ölçülen sağlığın belirleyicisi olarak yönetim biçimi, kişi baş ına düş en gelirden daha önemli bir belirleyicisidir. İkincisi, demokrasilerin sa ğlığı arttırıcı etkiler yerle şik demokrasilerde genç demokrasilere göre daha büyüktür. Üçüncüsü, kamu harcamaları kontrol edildi ğinde bile demokratik yönetimin sa ğlık üzerinde önemli ölçüde pozitif etkisi bulunmaktadır. Sorumlu tutulabilirlik etkisi göz önüne al ınmadığında bile, 1960 y ılından bu yana demokratik olan ülkenin vatandaşının yaşam beklentisi otokratik olan bir ülke vatandaşının yaşam beklentisine göre yaklaşık olarak 5 yıl daha uzundur. Bu sonuç, demokrasinin, sorumlu tutulabilirlik etkisi yoluyla olu şan etk isinden bağı msız olarak sağlık üzerinde olumlu etkileri oldu ğunu göstermektedir.
-
Eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması, ülkenin her köşesine eşit eğitim olanağı sunmak ile mümkündür. Ö ğrencilerin hizmetine sunulan e ğitim olanakları sadece okul, ö ğretmen ve derslik ile sı nırlı değildir. Okulda bulunan ve ö ğrencilerin kullanımına sunulan bilgisayarlar, fizik, kimya, biyoloji laboratuar ı, meslek laboratuarlar ı, yabanc ı dil laboratuarlar ı, kütüphaneler, yanı sıra ilçede bulunan dershane imkanları, hanelerin ve eğitim kurumları nın eğitim amaçlı yaptıkları harcamalar birer eğitim olanağıdır. Bu çalışmada, ilçedeki eğitim olanakları böylesi geniş çerçevede ele alınmış ve 2006- 2007 öğretim y ılında MEB’n ın okullardan derledi ği e ğitim verileri kullanılarak ilçelerin eğitim olanaklarına göre geli şmişlik düzeyleri belirlenmiştir. Aynı gelişmişlik düzeylerine sahip ilçeler kümelenerek, gelişmişlik grupları oluşturulmuştur. Resmi ve özel eğitim-öğretim kurumlarının eğitim olanakları arasında farklılık olup olmadığı incelenmiş, farklılıkların hangi eğitim olanaklarından kaynakland ığı belirlenmiştir. Ö ğretmen, derslik, laboratuar, bilgisayar ve kütüphane imkanları için Türkiye ortalaması değerlerine ulaşmak hedef kabul edilerek, her ilçenin e ğitim olanaklar ı açığı tahmin edilmiştir. Tahmin sürecinde baz ı ilçelerin belirtilen eğitim olanaklarında önemli eksikleri bulunurken, bazı ilçelerin ise Türkiye ortalamasının çok üzerinde e ğitim olanağına sahip oldukları görülmüştür. Böylece, e ğitim konusundaki otoritelere yön vermek amacıyla, e ğitim ihtiyaçları öncelikle giderilmesi gereken ilçeler belirlenmiştir. Çalışmada, ayr ıca, hiç geli şmemiş bölgedeki 62 İlçe Milli E ğitim Müdürlerine birer anket çal ışması uygulanmış ve di ğer ilçeler içinde en dü şük e ğitim olana ğına sahip bu ilçelerin e ğitim alanında ya şadıkları sorunlar daha detayl ı olarak ortaya konmuştur. Bu araştırma ile özellikle yaşanan eğitim sorunlar ı daha net ortaya konm uş ve böylece sorunlara yönelik daha somut önerilerde bulunmak mümkün olmuştur.
-
Bu çalı şmanın ana hedefi; tarı msal faaliyette yer alan kişilerin g ıda güvenli ği ve kalitesi ile ilgili bilinç düzeyle rini ve toplumsal cinsiyet farkl ılıklarını belirlemek ve ayn ı zamanda tüketici olarak tüketim kararlarında gıda güvenliği ve sağlıklı beslenme konusundaki algılarını ortaya koymaktır. Çalışma ile Türkiye genelinde uygun örnekleme tekniği ile seçilen 800 i şletmede gıda güvenliğine farklı cinsiyetlerin üretici ve tüketici olarak bakış açısı belirlenmiş, gı da üretiminde kad ın ve erkeğin sorumlulukları ortaya konulmuştur. Ayr ıca, ailelerin sosyo- demografik bilgileri ile işletme bilgilerine de yer verilmiş ve tar ım sektörü için önemli bir süreç olan AB’ye üyelik tart ışılmıştır. Ankete kat ılan ailelerden beşinden al ınan sonuçlar eksik oldu ğu için de ğerlendirme d ışında b ırakılmış ve analizler geriye kalan 795 iş letmenin her birinde birer kad ın ve erkek bireyle gerçekle ştirilen toplam 1.590 anket üzerinden yapılmıştır. Buna göre; ortalama hane halkı genişliği 4,7’dir. Ortalama eğitim süresi, kadında 5,4; erkekte ise 5,9 y ıl olarak belirlenmi ştir. İşletmelerin %57,1’i he m bitkisel hem de hayvansal üretim alanında faaliyet göstermektedir ve ortalama işletme genişliği 44,2 dekardır. İşletmelerin %43,5’i tar ımsal faaliyetlerinde herhangi bir dan ışmanlık hizmeti almamaktadır. Kadınlar en fazla hayvan bak ımında çalı şmaktadır. G ıda güvenli ğine ilişkin alg ılarında ise kadın ve erkekler aras ında bazı farklılıklar gözlenm ektedir. Her iki grupta da ço ğunlukla hormon ve ilaç kal ıntısının zarar verdiği görü şü hakim iken, kullan ılan kimyasal kutu ve ambalajlarının da gı da güvenli ğini tehdit eden unsurlar olarak görüldü ğü anla şılmıştır. Kadınların yörelerine gelecek kurslara kat ılım gönüllülüğü yüksek anacak e şlerinin bu konudaki duyarl ılığı düşük bulunmuş tur. Araş tırmaya kat ılan ailelerde geleneklere ba ğlılık nedeni ile baz ı alışkanlıkların de ğişiminde zorluklar ya şanabileceği ve baz ı beslenme bilgilerinin yanlış yerleşmiş olduğu belirlenmiştir. Kad ınların %22,6’s ı; erkeklerin ise %50,2si AB’ye üyeliği onaylamakta ve üyelik sonucunda tarım ürünleri için daha kolay pazar bulunacağını savunurken ithal ürünlerin artması ile yerli üretimin de azalacağını düşünmektedir. Özellikle kad ın çiftçiler üyelik sonucunda Avrupa ülkelerinde i şçi olma şanslarının artaca ğı görüşünü onaylamaktadır. Ayr ıca, her iki grupta da üyelik ile tar ım ürünlerinde kalitenin artacağı düşünülmektedir.
-

/ 2
2 / 2