3.056 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Bu çalışmada, ergin, her iki cinsiyetten 20 adet evcil kedi ile ergin, her iki cinsiyetten 20 adet Beyaz Yeni Zelanda tavşanı'nın III. beyin siniri, karşılaştırmalı makro-anatomik ve subgros olarak incelendi. Çalışma materyalleri usulüne göre hazırlanıp, %5'lik formol solüsyonunda muhafaza edildi. Çalışmaya konu olan beyin sinirleri, pens bisturi, büyüteç ve diseksiyon mikroskopu yardımı ile hem medial'den lateral'e hem de lateral'den medial'e doğru diseke edildi. Ggl. ciliare'nin, kedilerde oval. 1.3-1.5 mm. çapında olduğu ve m. obliquas ventralis'i innerve eden sinir dalı üzerinde yer aldığı tespit edildi. Tavşanlarda ise yuvarlak, 0.3-0.5 mm. çapında olduğu ve n. oculomotorius'un r. ventralis üzerinde yer aldığı belirlendi. N n. ciliares breves'in. kedi ve tavşanda ggl. ciliare'den tek bir dal halinde çıktığı belirlendi N. lacrimalis'in, kedilerde r. zygomaticotemporalis'den, tavşanlarda ise n. opthalmicus'dan çıktığı görüldü.Her iki türde, n. nasocilioris 'den bir nn. ciliares longi 'nin çıktığı görüldü
Bu araştırma, Van kedilerinde ön kolun arterial beslenmesi makroanatomik olarak incelendi. Araştırmada değişik yaş ve cinsiyette altı adet Van kedisi materyal olarak kullanıldı. Araştırma amacıyla aorta abdominalis ' ten latex enjeksiyonundan yararlanıldı.On kolun arterial donanımı a. axillaris ve dalları tarafından sağlanır.A.subscapularis, omuz ekleminin flexor kısmında a. axillaris'ten orijin alır ve caudodorsal olarak ta a. thoracodorsalis'i verir. A.brachialis, a. axillaris'in devamıdır. For supracondyiaris'i geçtikten sonra a. transversa cubiti'yi, a. inlerosseous cranialis'i ve a. ulnaris ile a. interosseous caudalis'e ail ortak kökü verdikten sonra a.nıediana olarak devam eder.A.collateralis ulnaris, for.supracondylaris'in proximal'inde a. brachialis'i terk eder.A.reccurens ulnaris. a. brachialis'den orijin alır. Proximal ve distal iki dala ayrılır. Proximal dal a. collaterals ularıs ile anastomose olur. A.interosseous commımis yoktur A.ulnaris, carpus'un dorsolateral yüzü üzerinde a.antebrachii superficialis cranialis ile birlikte amis dorsalis superficialis'in oluşumuna katılır.Literatür verileriyle karşılaştırıldığında Van kedilerinde çok önemli bir farklılığın olmadığı görülmüştür.
Bu çalışmada, Van kedisinde kalbin arterial beslenmesi çalışıldı. Materyal olarak altı adet ergin Van kedisi kullanıldı. Materyallere latex enjeksiyon metodu uygulandı. A. coronaria sinistra ve a. coronaria dextra'nın, vaha aortae seviyesinde aorta'dan başlangıç aldığı görüldü. A. coronaria dextra'nın, a. coronaria sinistra 'dan daha güçlü olduğu belirlendi. A. coronaria sinistra 'nın, r. interventricularis paraconalis ve r. circumflexus sinister 'e ayrıldığı; a. coronaria dextra 'nın ise, sadece r. circiimflexus dexter 'den meydana geldiği tespit edildi. Bir materyalde, r. circiimflexus dexter 'den ayrılması gereken r. coni arteriosi 'nin aorta 'dan başlangıç aldığı belirlendi. R. interventricularis subsinuosus 'un, genelde, r. circumflexus dexter 'in devamından oluştuğu gözlendi. Bir materyalde, r. circumflexus dexter 'den ayrılan bir dalın tekrar r. circumflexus dexter ile anastomoz yaptığı tespit edildi.
Bu çalışmada alt solunum yolu hastalığı belirtileri gösteren köpeklerde arteriyel kan gazlarmdaki değişikliklerin belirlenmesi amaçlandı. Öksürük, mukoprulent burun akıntısı, beden sıcaklığı ve solunum frekansında artış, akciğer auskultasyonunda patolojik sesler alınması gibi alt solunum yolu hastalığı belirtileri gösteren 20 köpek 1. grubu, sağlıklı 15 köpek ise II. grubu (kontrol grubu) oluşturdu. Tüm köpeklerin klinik ve hematolojik muavenetleri yapıldı ve arteria femoralisden alınan arterivel kan örneklerinden kan gaz analizleri gerçekleştirildi, ikinci grupla karşılaştırıldığında, 1. grupta beden sıcaklığı (p<0.001), solunum (p<0.05) ve kalp (p<0.05) frekansı ile total lökosit sayısı (p<0.05) ve nötrofit oranının (p<0.05) daha yüksek olduğu: $PaO_2$(p<0.001) ve $O_2Sat$ (p<0.05) değerlerinin ise düşük olduğu gözlendi. Sonuç olarak, alt solunum yolu hastalığı olan köpeklerde arteriyel kan gaz analizlerinin özellikle hipokseminin varlığının ve şiddetinin belirlenmesinde faydalı olacağı kanısına varıldı.
Bu çalışmada, Salmonella gallinarum'un dış membranlanndan semipurifîve elde edilen protein ekstraktı aşı, Salmonella enteritidis'len hazırlanan bakterin aşı, her ikisinin kombine edilmesi ile elde edilen bivalan aşının immunojenik etkinlikleri ve eprüvasvonlara karşı koruyuculukları karşılaştırıldı. Denemelerde Babcock B380 yumurtacı tip kahverengi civcivlerden 300 adet kullanıldı. Hayvanlar 60'ar adetlik 3 gruba ve 40 adetlik kontrol grubuna avnlarak; 6, 10 m 16. haftalarda aşı uygulamaları yapıldı ve 1 kez. 2 kez ve 3 kez aşılananlar diye sınıflandırma yapıldı. Deneme gruplarına 10, 14, 18 ve 22. haftalarda önceden patojenitesi belirlenmiş S. gallinarum suşu ile eprüvasyon vapıldı. Çalışmanın sonuçlarına göre: protein ektraktı, bakterin ve bivalan aşıları deneysel S.gallinarum enfeksiyonlarına karşı hayvanları belli oranda korumasına rağmen, koruma 2.5-3 ay düzeyindedir. Bu aşıların tavuk tifosu enjeksiyonunu önlemede en az 2 defa ve aşılamayı 3 ayda bir tekrarlamak suretiyle kullanılabileceği kanaatine varıldı.
Bu çalışma Yüzüncü Yıl Üniversitesi mutfaklarında kullanılan sığır karkaslarının mikrobiyolojik kalitesini belirlemek amacıyla yapıldı. Bu amaçla Yüzüncü Yıl Üniversitesi mutfaklarına soğuk zincir uygulanmadan getirilen 100 adet sığır karkasının arka çeyreğinin 3 ayrı bölgesinden, ıslak-kuru swab yöntemiyle 40 $cm^2$ 'ilk alandan şablon yardımıyla alınan örnekler ilgili besi yerlerine damla plak yöntemiyle ekildi. Yapılan analizler sonucunda: aerob mezofil genel canlı, koliforın, stafilokok, Escherichia coli, fekal streptokok ve koagıılaz pozitif stafilokok ortalama sayıları sırasıyla 3.3x$10^4$, 3.0x$10^3$, 7.1x$10^3$, 1.4x$10^3$, 2.6x$10^3$ ve 2.4x$10^3$ kob/ $cm^2$ olarak tespit edildi. Aerob mezofil genel canlı, stafilokok ve koliforın grubu bakteriler örneklerin tamamında tespit edilirken, %23 'ünde E. coli, %3'ünde fekal streptokok, %27'sinde ise koagıılaz pozitif stafilokok izole edilemedi. Bu çalışmada elde edilen bulgular incelenen karkasların önemli derecede konlamine olduklarını ve mikrobiyolojik kalitelerinin yetersiz olduğunu ortaya koymuştur. Bu duruma kesim ve depolama koşulları ile personel hijyeninin iyi olmaması, ayrıca taşıma sırasında soğuk zincir uygulamasının yetersizliği önemli ölçüde etkili olmuştur.
Bu çalışmada 6 ay - 5 yaş arası, farklı ırk ve cinsiyette toplam 42 adet .sığır kullanıldı. Şunlardan 12 tanesi theileriozisli, 10 anaplazmozisli, 10 tanesi theileriozis ve anaplazmosisli, 10 tanesi ise klinikman sağlıklı hayvanlardan oluştu. Yapılan analizlerde kontrol grubundan elde edilen değerlere kıyasla, sialik asit miktarlarındaki artış tüm enfekte gruplarda önemli (p<0.001), lipid-bağlı sialik asit düzeylerinde ise theileriozis grubu hariç diğer gruplarda anlamlı (p<0.01) bulundu. Aneminin düzeyi theileriozis grubunda fazla olmasına rağmen, anaplazmanın bulunduğu hayvanlarda sialik asit ve lipid-bağlı sialik asit düzeyleri daha yüksek bulundu.
Bu çalışma Van Belediye Mezbahasında kesilen koyunlarda akciğer kılkurtlarmın yayılışını ve türlerin ide ntifikasy onunu belirlemek amacıyla yapılmıştır. Bu amaçla mezbahada kesilen 120 koyunun akciğerleri ile kesini öncesi 240 koyundan dışkı örneği alınarak incelenmiştir.Dışkı bakılarına göre enfeksiyonun koyıınlardaki vayılışı %85.21, akciğer bakılarına göre ise %55.33 oranında olduğu görülmüştür. Baennan-Wetzel yöntemi ile yapılan dışkı muayenesinde koyunlarda Cystocaulus ocrealus'a %17.4, Dictiyocaulus filaria' ya %11.2, Muellerius capillaris' e %3.5, Protostrongylus spp. 'ye % 1.0. Dictiyocaulus filaria + Cystocaulus ocreatus' a % 11.7, Cystocaulus ocreatus + Muellerius capillaris' e %15.8, Muellerius capillaris + Protostrongylus spp. ' ye %5.6, Dictiyocaulus filaria + Protostrogylus spp. ' ye %11.2, Dictiyocaulus filaria + Cystocaulus ocreatus + Muellerius capillaris' e %18.4, Dictiyocaulus filaria + Protostrongylus spp + Muellerius capillaris 'e %3.5 oranlarında rastlanılmıştır. Akciğerlerin muayenesinde ise Cystocaulus ocreatus' a %25.0, Dictiyocaulus filaria' ya %17.1, Muellerius capillaris' e %4.6, Protostrongylus spp. ' ye %1.5, Dictiyocaulus filaria + Cystocaulus ocreatus'a %15.6, Cystocaulus ocreatus + Muellerius capillaris' e %10.9, Muellerius capillaris + Protostrongylus spp' ye %1.5, Dictiyocaulus filaria + Protostrogylus spp' ye %4.6, Dictiyocaulus filaria + Cystocaulus ocreatus + Muellerus capillaris' e %12.5, Dictiyocaulus filaria + Protostrongylus spp. + Muellerius capillaris 'e %6.2 oranında rastlanılmıştır.
Bu çalışma, Kasım 1999-Mart 2000 tarihleri arasında yapılmıştır. Materyal Van belediye mezbahası, Edremit, Gürpınar ilçeleri ile Elmalı, Çayırbası ve Bakımlı köyleri olmak üzere 7 ayrı merkezde muayene edilen sığırlardan toplanmıştır. Bu bölgelerdeki 6 ay -2 yas ve üzerindeki toplam 183 dişi ve 97 erkek yerli ve melez sığır bit enfestasyonu yönünden muayene edilmiştir.B akısı yapılan 280 sığırın 131 'inde (%46.78) phthiriasis tespit edilmiştir. Enfestasyon oram yaş gruplarına göre altı ay ile bir yaş arasındakilerde % 54.8, 1-2 yaş arasındakilerde % 45.8, 2 yaş ve üzerindeki grupta ise % 44.79 oranlarında tespit edilmiş olup, enfestasyon oram dişilerde % 49.7, erkeklerde ise %41.2 oranında bulunmuştur. Van yöresinde sığırlarda bulunan bit türlerinin yaygınlığının ise sırası ile Bovicola bovis (%35.1), Linognathus vituli (%24.4), Haematopinus eurysternus (%21.3), Bovicola bovis+Linognathus vituli (%10.6), Bovicola bovis+Haematopinus eurysternus (%8.3) şeklinde olduğu görülmüştür.
Bu çalışma Kasım 1999-Mart 2000 tarihleri arasında yapılmıştır . Materyal Van Belediye Mezbahası, Edremit, Gürpınar, Özalp ve Gevaş ilçeleriyle Elmalı ve Çayırbaşı köylerinde muayene edilen koyun ve keçilerden toplanmıştır. Bu yörelerde muayene edilen 461 koyunun 195'inde (% 42.2) ve 152 keçinin 99'unda (% 65.1) bit enfestasvonu tespit edilmiştir. Van yöresi koyunlarında bulunan bit türlerinin yaygınlığı sırasıyla: Bovicola ovis (% 49.2), Linognathus ovillus (% 27.6), Linognathus pedalla (%I2.3), Linognathus africanus (%9.2), Bovicola ovis + Linognathus ovillus (%1.5), oranlarında bulunurken keçilerde bulunan bit türlerinin yaygınlığı ise sırasıyla; Bovicola caprae (%46.4), Linognathus africanus (%42.4), Bovicola caprae + Linognathus africanus (% 5.6) şeklinde olduğu belirlenmiştir.
Bu çalışma, Konya mezbahalarında kesilen sığırlarda böbrek bozukluklarının insidensini ve lezyonlarm makroskobik ve mikroskobik yapısını incelemek amacıyla yapılmıştır. Bu amaçla farklı ırklara ait 3643 adet sığırın böbrekleri muayene edilmiş ve bunların 237'sinde (%6,5) çeşitli patolojik değişiklikler saptanmıştır, incelenen sığırlardan 4'ünde (%1,68) infarktüs görülmüş ve bunların 2'sinin hemorajik, 1 'inin anemik ve 1 'inin de septik olduğu saptanmıştır. Sığırların 2'sinde korteks ve medullada, 3'ünde ise sadece medullada olmak üzere toplam 5 olguda (%2,1) diffuz amiloidozis görülmüştür. Glomerulonefritise 14 sığırda (%5,9) rastlanmış ve bunların hepsinin mezangiyoproliferatif glomerulonefritis olduğu belirlenmiştir. Tubulonefrozislerden hemosiderozis, 23 sığırda (%9,7) görülmüş ve böbreklerin açık kahveden, koyu kahve renge kadar değiştiği dikkati çekmiştir. Böbreklerin kahvemsi siyah renkte görüldüğü 3 sığırda (%1,26) hemoglobinürik nefrozis saptanmıştır. Ayrıca, sadece mikroskobik olarak 60 (%25,31) sığırda kal-sifikasyon görülmüştür. Sığırlardan 196'smda (%82,7) intersitisyel nefritis saptanmıştır. Bunların 146'sında (%61,6) fokal, 27'sinde (%11,39) diffuz olmak üzere toplam 173 (%72,99) sığırda irinsiz , 2'si (%0,89) diffuz ve 16'sı (%6,75) piyelonefritis olmak üzere toplam 18 sığırda (%7,59) irinli intersitisyel nefritis tespit edilmiştir. Ayrıca, 5 sığırda (%2,1) tüberkülozis ile ilgili olarak granülomatoz nefritis görülmüştür. İncelenen sığırların 24'ünde (%10,12) hidronefrozis saptanmıştır. Böbrek taşlarına (nefrolitiyazis) ise, 74 (%31,22) sığırda rastlanmış ve bunlardan 26'smda diffuz, 27'sinde fokal irinsiz intersitisyel nefritis, 14'ünde piyelonefritis ve 7'sinde de hidronefrozis belirlenmiştir.
Bu çalışma cevizde kabuk kalınlığının çimlenme ve çöğür gelişimi üzerine etkisini belirlemek amacıyla yürütülmüştür. Kabuk kalınlıkları farklı üç ceviz tipinden alınan tohumlar doğrudan araziye ekilmiştir. Ceviz tiplerinin kabuk kalınlıkları 0.17 cm (tip 1), 0.23 cm (tip 2) ve 0.28 cm (tip 3) dir. Ceviz tiplerinin çimlenme oranlan % 45 (tip 2), % 51 (tip 1) ve % 60 (tip 3) olarak saptanmıştır. Çimlenme oranları bakımından tipler arasında önemli bir istatistiksel fark bulunamamıştır. Çalışmada ayrıca, çöğür eni ve boyu gelişme periyodu süresince ölçülmüştür. Bir yetiştirme periyodu sonunda ortalama çöğür boyu 13.10 (tip 3) - 13.40 (tip 2) cm ve çöğür çapı 0.55 (tip 1) - 0.58 (tip 3) cm olarak ölçülmüştür.
Organik fosfor intoksikasyonları, gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde özellikle tarımla uğraşan ve kırsal bölgelerde sık görülmekte olup, önemli morbidite ve mortalite sebebidir. Bu çalışmada, 1997-1999 yılları arasında, Van ve çevre illerden organik fosfor zehirlenmesi tanısı ile Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahiliye servisinde takip ve tedavi edilen 34 olgu (23K, 11E) retrospektif olarak incelendi. Zehirlenmeler, kadınlarda ve genç populasyonda yaz aylarında daha sıklıkla gözlenmekteydi. Olguların çoğu kırsal kesimdendi (kırsal %61.7, merkez %39.3), gastrointestinal (GİS) yol ile %73 ve intihar amacıyla %64.7 tarım ilacı almışlardı. Klinik olarak sıklıkla muskarinik bulgular görüldü (myozis %82.4, bradikardi %64.7, hipersalivasyon %52.9, abdominal ağrı %52.9). Nikotinik bulgulardan ise en sık görüleni mekanik ventilasyon gerektiren solunum depresyonuydu (%20.5). Hastanede yatış süresi ortalama 6.7 (3-16) gün ve hastane mortalite oranı %5.8'di . Olguların %70'inde lökositoz, %5.8'inde lökopeni, %8.8'inde ALT ve AST değerlerinde yükseklik mevcuttu ve bu parametreler 3-4 gün içerisinde normalleşti. Olguların daha çok genç yaş grubunda olması, intihar amacıyla, GİS yol ile zehirlenmeleri ve kadınlarda sık görülmesi dikkate değer bulundu. Sonuç olarak özellikle kırsal ve tarımsal bölgede yaşayan genç ve kadın populasyon olmak üzere tüm bireylerin, kitle erişim araçları ile bu tür zehirlenmeler konusunda aydınlatılması, ilgili kurumlarca pestisidlerin satılması ve kullanılması ile ilgili denetimlerin yapılması gerektiği kanısına varıldı.
Ülkemizde ve tüm dünyada, çeşitli infeksiyonlara neden olan stafilokoklar, tıbbi yönü oldukça önemli bakteri grubunu oluşturmaktadır. Bu araştırmada Atatürk Orman Çiftliği Süt Fabrikası'ndan değişik zaman dilimlerinde sağlanan çiğ süt örneklerinde bakteriyolojik araştırma yapılmış ve 38 adet stafilokok üretilmiştir. Bu suşlarda gram boyanma, hemoliz, pigment oluşturma, koagülaz, katalaz, üreaz, mannitol ve novobiocin'e direnç testleri ve ayrıca sükroz, mannoz, maltoz, arginin testleri de uygulanmıştır. Bütün suşlarda katalaz pozitif bulunurken, beta veya nonhemolizler saptanmış, S.aureus' un sarı pigment oluşturması yanında, diğerlerinde pigment oluşumu izlenmemiştir. S.saprophyticus ve S.cohnii' nin novobiocin'e dirençli, diğerlerinin duyarlı olduğu gözlenmiştir. Bu verilere göre 38 izolasyondan 7'si S.aureus ve 31'i koagülaz negatif stafilokok (KNS) olarak (S.simulans, S.intermedius, S.epidermidis, S.cohnii ve diğerleri) değerlendirilmiştir. Stafilokokların ciddi klinik tablolar yapabilmesi nedeni ile süt pastörizasyonuna önem verilmesi ve pastörize süt ürünlerinin tüketilmesi gereği bu çalışma ile bir kez daha vurgulanmak istenmiştir.
Eritema infeksiyozum etkeni olarak bilinen Parvovirus B19 (PVB19), sıklıkla çocukluk yaş grubunda rastlanılmakta olup erişkin yaş grubundaki kişilerde artropati, kronik hemolitik anemili hastalarda geçici aplastik kriz, AIDS' li hastalarda ise kronik anemiye neden olabileceği belirtilmiştir(l). Bu çalışma, erişkin yaş grubunda görülen romatizmal şikayetlerin, bir viral ajan olan Parvovirus B19'a bağlı olarak oluşabileceğini kanıtlamak amacıyla ele alındı. Bu amaçla erişkin yaş grubunda romatoid faktör (RF)'ü negatif 100 hasta ele alınarak Parvovirus 579-IgM ELISA (IBL-Hamburg, Almanya) kitleri kullanıldı ve %6 oranında Parvovirus B19-lgM pozitifliği saptandı. Çalışmada saptanan %6'lık pozitiflik oranın, romatizmal şikayeti olan hastalar için önemli olabileceği düşünülmüştür.
Çalışmamızda çeşitli örneklerden izole edilen toplam 66 Salmonella serotipi üzerine, 14 antibiyotiğin etkileri araştırılmıştır. Alınan gaita, idrar, kan, abse ve BOS örneklerinden gerekli besiyerlerine ekimler yapılarak izole edilen bakteriler önce polivalan Salmonella antiserumları ile, daha sonra ise monovalan antiserumlarla karşılaştırılarak tiplendirilmiştir. Salmonella serotiplerinin 56(%84.9)'sı gaita, 4(%6.1)'ü idrar, 3(%4.5)'ü kan, 2(%3.0)'si apse, l(%1.5)'i ise BOS 'tan izole edilmiştir. İzole edilen Salmonella' ların serotip dağılımında ise 36(%54.5)'sının S. paratyphi B, 17(%25.8)'sinin S. paratyphi A, 9(%13.6)'unun S. typhimurium ve 4(%6.1)'ünün ise S. arizona olduğu saptanmıştır. Mikrodilüsyon yöntemi ile (Becton Dickinson-Sceptor) antimikrobiyal duyarlılık testi yapılarak 14 antibiyotiğin bakteriler üzerine etkisi araştırılmıştır. Salmonella serotiplerinin 2'sinde (%3) siprofloksasine, 5'inde (%7.6) kloramfenikol ve seftazidime, 8'inde (%12.1) imipeneme karşı direnç saptanmış olup, ayrıca diğer antibiyotiklere karşı % 10 ile % 33.3 arasındaki oranlarda direnç geliştiği gözlenmiştir.
Çalışmada son yıllarda Enterobacter' ler tarafından oluşturulan enfeksiyonların öneminin giderek artması nedeniyle, 2 yıllık bir süreçte Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı laboratuvarına gönderilen çeşitli klinik materyallerden ürettiğimiz 85 Enterobacter susunun retrospektif olarak incelenmesi amaçlanmıştır. 85 Enterobacter susunun; 38(%44.7)'i Pediatri, 11(%12.9)'i Üroloji, 7(%8.2)'si Ortopedi, 6(%7.1)'sı Göğüs Hastalıkları, 5(%5.9)'i KBB, 5(%5.9)'i Genel Cerrahi, 5(%5.9)'i Dahiliye, 4(%4.7)'ü Kadın Doğum, 3(%3.5)'ü FTR ve l(%1.2)'i Çocuk Cerrahisi klinik veya polikliniklerinden gönderilen materyallerden üretilmiştir. Suşların 55(%64.7)'ini E. cloacae, 14(%16.5)'ünü E.aerogenes, 11(%12.9)'ini E.agglomerans, 4(%4.7)'ünü E. sakazakii ve l(%1.2)'ini E. asburiae oluşturduğu, sistem olarak en fazla solunum ve üriner sistemlerde, daha sonra yara, kan, kulak ve batın içi materyalde, nadir olarak da BOS, göz ve vagende bulundukları tespit edilmiştir. Antimikrobiklere olan etkileri incelendiğinde; ampicillin ile sefalosporinlerin çoğuna dirençli oldukları, amikacin, imipenem, norfloxacin ve ciprofloxacine karşı genelde duyarlı oldukları saptanmıştır.
Derin ven trombozunda rekürenslerin ve postfilebitik sendromun önlenmesiyle antikoagülan tedavinin süresi arasındaki ilişkiler tartışma konusu olmuştur. Amacımız alt ekstremite derin ven trombozunda kısa süreli antikoagülan tedavinin uzun süreli tedavi kadar etkili olup olmayacağını tesbit etmektir. Alt ekstremite derin ven trombozu tanısı konulan 84 hasta çalışma kapsamına alındı. Tanıda venografi ve/veya dubleks ultrasonografi kullanıldı. 43 hastada (grup A) Uzun süreli antikoagülan tedavi uygulandı. Önce heparinizasyon yapılarak 4., 5. ve 6.günler coumadin tedavisi eklendi. 7. Günden itibaren heparin kesilerek yalnız coumadin ile tedaviye 3 ay devam edildi. 41 hastada ise kısa süreli antikoagülan tedavi uygulandı. Yine heparin ile tedaviye başlanarak 2.,3. ve 4. Günler tedaviye coumadin eklendi. 5. Günden itibaren yalnız coumadin ile tedaviye 45 gün devam edildi. İlk 3 ayda 45 gün aralıklarla sonrada 3 ay aralıklarla dubleks Doppler ultrasonografi incelemesi yapıldı.Her iki grup arasında risk faktörleri, lokalizasyon ve ortalama yaş bakımından anlamlı fark yoktu. A grubundaki hastaların yaşı 27 ile 73 arasında değişmekte ortalama yaş 50 ± 4,5 idi. B grubundakilerin ise 32 ile 80 arasında değişmekte ortalama yaş ise 52 ± 3 idi. A grubunda l olguda pulmoner emboli, 2 olguda aşırı kanama; B grubunda l olguda pulmoner emboli, l olguda aşırı kanama oldu. A grubunda 18 (%41,8), B grubundaysa 19 (%46) olguda postflebitik sekel gelişti. A Grubunda 9 (%22), B Grubunda 10 (%23) hastada rekürens gelişti. 45 günlük kısa süreli antikoagülasyon, uzun süreli antikoagülasyon kadar etkili olmakta, reflü, rekürens ve kanama gibi komplikasyonların gelişmesi bakımından her iki grup arasında anlamlı bir fark yoktur.
Akut apandisit, özellikle erken çocukluk çağı ve yaşlı populasyonda yüksek perforasyon oranı nedeni ile morbidite ve mortalite nedeni olabilmektedir. Çalışmamızda Genel Cerrahi ve Çocuk Cerrahisi Kliniklerinde ameliyat edilen akut apandisitli olgular, perforasyon, postoperatif komplikasyon, mortalite oranları ve hastanede yatış süreleri açısından karşılaştırıldı. Çalışma periyodunda çocuk cerrahisi kliniğinde ameliyat edilen 84 ve genel cerrahi kliniğinde ameliyat edilen 176 olgu retrospektif olarak incelendi. Onbeş yaş altı grupta perforasyon oranı % 50, 16 yaş üstü grupta ise % 41.5 olarak bulundu. Perforasyon oranı açısından gruplar arasında anlamlı farklılık yoktu. Yaş gruplarına göre perforasyon oranları incelendiğinde 0-4 yaş grubunda % 86, 60 yaş üstü grupta ise % 83 perforasyon oranı bulundu. Pediatrik gruptaki olgularda yedi günden uzun süren adinamik ileus, mekanik intestinal obstrüksiyon, intraabdominal apse ve sepsis komplikasyonları erişkin gruba göre anlamlı olarak yüksek bulundu. Erişkin grupta ise akciğer komplikasyonları anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Pediatrik grupta mortalite oranı (% 2.7) erişkin gruba göre (% 0.77) anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Hastanede yatış süresi 0-4 ve 60 yaş üstü gruplarında diğer alt gruplara göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu.
Van ili Edremit ilçesi Gölkarşı köyünde hayvancılıkla uğraşan 12 kişilik bir ailenin 5 bireyinde akut bruselloz saptanması ve aynı köyde benzer şikayetlere sahip hastalar bulunduğunun öğrenilmesi üzerine adı geçen köye gidilerek, ateş, terleme ve eklem ağrısı şikayetleri olan hastaların fizik muayeneleri ve daha sonra serolojik taramaları yapıldı. Brusellozla uyumlu şikayetleri olan 98 kişiden alınan kan örnekleri önce lam aglutinasyon metodu ile değerlendirilerek brucella aglııtinasyonu pozitif olanlar ayrıldı. Lam aglutinasyonu ile pozitif bulunan 12 serum örneğinin , 9'unda tüp aglutinasyonu ile 1/160 ile 1/2560 arasında değişen titrelerde pozitiflik saptandı. Tüp aglütinasyonunda 1/160'tan düşük sonuç veren 3 hastada aglutinasyon Coombs'lu olarak tekrarlandı, bruselloz kabul edilen 9 kişide hastalığın akut veya kronik seyirli olduğunu araştırmak için rivanollü tüp aglütinasyonları çalışıldı. Bruselloz olgularının bulunduğu ailelerin hayvanlarının da hasta olduğu ve bu hayvanlarda yavru atma olayının sık görüldüğü tespit edildi. Bölgemizde, sütün kaynatılmadan mayalanması ve elde edilen peynirin taze tüketilmesi yaygın bir gelenek olduğundan; olgularımızda infeksiyon kaynağının hasta hayvanlar; bulaş yolunun ise direkt temas yanında, infekte sütle hazırlanmış taze peynir ve yağ tüketimi olduğu düşünüldü.

/ 153
146 / 153