12.294 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Bu çalışmada erkek kobaylardan izole edilen papillar kaslar kullanılarak ryanodin'in monensin zehirlenmesini gidermedeki etkinliği araştırıldı. Papillar kasların kasılma şiddeti (KŞ), kasılma hızı (KH) ve gevşeme hızı (GH) monensin veya monensin+ryanodin tatbikinden bir saat sonra ölçüldü. Monensin'in, tatbikinden bir saat sonra KŞ ve KH'yı artırtığı ancak GH'yı değiştirmediği saptandı. Ancak monensin+ryanodin tatbik edilen kasların KŞ'si ve KH'sının sadece monensin tatbik edilenlerden daha düşük olduğu bulundu. Bu bulgular ışığı altında, ryanodinin hücre içerisindeki kalsiyum konsantrasyonunda oluşturduğu bu azalmadan dolayı monensin zehirlenmesini gidermede kullanılabileceği sonucuna varıldı.
Bu araştırma, Van'da tüketime sunulan fermente sucuklarda halk sağlığı yönünden önemli olan bakterilerin bulunma düzeylerini saptamak, fiziksel, kimyasal ve organoleptik kalite niteliklerini tespit etmek ve elde edilen sonuçların ilgili standartlar ile Gıda Maddeleri Tüzüğüne uygunluğunu belirlemek amacıyla yapıldı. Araştırmada, Van piyasasından toplanan 50 adet fermente sucuk numunesi mikrobiyolojik, fiziksel, kimyasal ve duyusal yönlerden incelendi. Fermente sucukların mikrobiyolojik analizleri sonucunda ortalama genel koloni, koliform, E.coli, fekal streptokok, stafilokok, koagulaz pozitif stafilokok, Cl. perfringens ve maya-küf sayıları sırasıyla; 3.3x108/gr., 5.2x103/gr., 4.6x103/gr., 5.1x103/gr.,6.7x104/gr., 1.9x103/gr., 1.7x103/gr. ve 7.3x105/gr. olarak saptandı. Numunelerin hiçbirinde salmonella grubu mikroorganizma belirlenemedi. Kimyasal ve fiziksel analizler sonucunda numunelerin ortalama rutubet, yağ, tuz, kül ve protein miktarları sırasıyla; %38.57, %36.13, %4.12, %3.99 ve %16.43; pH değeri 5.50; Su aktivitesi (Aw) değeri 0.91 olarak bulundu. Numunelerin duyusal analizleri sonucunda %16'sının 1.sınıf, %24'ünün 2. sınıf olduğu belirlendi, %60'ının ise mevcut sınıflandırmaya girmediği görüldü. Van piyasasında tüketime sunulan fermente sucukların mikrobiyolojik açıdan E.coli gözönüne alındığında %36'sının, kimyasal açıdan rutubet, protein, tuz ve pH değerine göre sırasıyla %34, %60, %14 ve %74'ünün standart ve Gıda Maddeleri Tüzüğü'ne uygun olmadığı tespit edildi. Sonuç olarak; kontrol edilen fermente sucuk numunelerinin mikrobiyolojik, fiziksel, kimyasal ve duyusal nitelikleri yönünden oldukça düşük kalitede olduğu ve büyük bir kısmının standart ve Gıda Maddeleri Tüzüğü'ne uygun olmadığı görüldü.
Van'da çeşitli satış yerlerinde tüketime sunulan 20 piliç but ve 20 piliç göğüs olmak üzere toplam 40 numune gene! koloni, koliform grubu mikroorganizmalar, E.coli, toplam stafilokok, koagulaz pozitif stafilokok ve fekal streptokoklar yönünden incelendi. İncelenen örneklerde ortalama olarak genel koloni sayısı; butlarda 1.4x106/gr., göğüslerde 1.0x107/gr., koHform grubu mikroorganizmalar; butlarda 9.6x102/gr., göğüslerde 1.4x103/gr., E.coli; butlarda 7.2x102/gr., göğüslerde, 1.3x103/gr., toplam stafilokok; butlarda 1.3x104/gr., göğüslerde 2.9x104/gr., koagulaz pozitif stafilokok; butlarda 3.6x102/gr., göğüslerde 5.0x102/gr., fekal streptokok sayısı ise; butlarda 1.3x104/gr., göğüslerde 2.0x105/gr. olarak bulundu.Sonuç olarak, incelenen örneklerin hijyenik kalitelerinin iyi olmadığı, ancak gıda zehirlenmesine sebep olabilecek düzeylerde de mikroorganizma içermedikleri tespit edildi.
Bu çalışmada, farklı aldehit kombinasyonlarının, paratiroid hücrelerinin ince yapısı üzerine etkisi incelendi. Sıçan paratiroid bezleri, sodyum fosfat tamponu varlığında farklı aldehit kombinasyonları kullanılarak perfüzyon-fiksasyon metodu ile ön tespite, osmik asit kullanımı ile de ikinci tespite tabi tutuldular. Elektron mikroskobik incelemelerde; % 2.5 glutaraldehit ile tespit edilen doku örneklerinde paratiroid dokusu parankimal hücrelerinin uniform hücre yapısında olduğu görüldü. Bu hücrelerde, intersellüler mesafenin oldukça geniş, hücre zarının katlantılı, sitoplazmik matriksin yoğun, granüllü endoplazmik retikulumun hafif dilate, büyük ve küçük Golgi kompleksleri ile çok sayıda mitokondriyon ve az sayıda salgı granüllerinin varlığı dikkati çekti. Paraformaldehitin %4'lük solüsyonu ile tespit edilen paratiroid dokusunun intermediyer hücrelerden oluştuğu ve bu hücrelerde sitoplazmik matriksin açık, granüllü endoplazmik retikulumun şiddetli dilate, büyük ve küçük Golgi kompleksleri ile az sayıda mitokondriyon ve salgı granüllerinin varlığı belirlendi. %1 GA-%2 FA ile tespit edilen doku örneklerinde ise, paratiroid dokusunun sadece açık hücrelerden oluştuğu ve bu hücrelerde sitoplazmik matriksin oldukça açık, granüllü endoplazmik retikulum ve Golgi kompleksi membranlarının parçalanmış olduğu gözlendi. Bu çalışmada, paratiroid hücre çeşitliliğinin, yetersiz immersiyon -veya perfüzyon- fiksasyon esnasında oluşmuş olabileceği ve farklı aldehit kombinasyonlarının bu hücre çeşitliliğinde önemli rol oynadığı sonucuna varıldı.
Bu deneysel çalışma, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Bilim Dalı Kliniği'nde değişik ırk, yaş ve cinsiyette 10 adet köpek üzerinde gerçekleştirildi. Olguların 5'inde sol, 5'inde de sağ tibia'da diafizin 1/3 distal bölgesinde transversal osteotomi yapılarak kırık oluşturuldu. Oluşturulan bu kırıkların operatif sağaltım tekniğinde özel olarak yaptırılan Duralumin (ETAL-174) alaşımlı İlizarov'un Sirküler Eksternal Fiksatör modeli uygulandı. Olgular postoperatif 1, 3, 5, 7, 9, 11 ve 13. haftalarda klinik ve radyolojik muayenelere tabi tutuldular. Ekstremitesini kullanması, ağrı durumu, genu ve tarsal eklemlerin hareketleri, quadriceps kasının durumu, nöyral ve vasküler bozukluklar, redüksiyonun devamlılığı, kallus oluşumu, pin gevşemesi ve pinlerin uygulandığı dokuların enfeksiyon durumları gibi kriterler yönünden değerlendirildiler. Üç olguda (4, 6 ve 8) postoperatif 8. günde pin'in uygulandığı dokuların enfeksiyonu görüldü. Bu enfeksiyonlar ortalama 21. günde sağaltılarak ortadan kalktı. Yedi olguda postoperatif dönemde redüksiyonda devamlılık, düzenli kallus oluşumu ve iyi bir ekstremite fonksiyonu izlenirken, üç olgudan(Olgu no 2, 4 ve 5) birinde (Olgu no 2) pinlerin gevşediği ve psöydoarthroz oluştuğu, iki olguda (Olgu no 4 ve 5) ise birer transfiksiyon pinlerinin eğildiği ve angulasyon şekillendiği görüldü. Bu olgularda ikinci bir operasyona gerek duyuldu ve operasyonları sonrası olgu no 5 dışında her iki olgu (Olgu no 2 ve 4) sonuç itibariyle iyi olarak değerlendirildiler. İlizarov'un Sirküler Eksternal Fiksatör'ü (SEF), teknik açıdan diğer klasik yöntemlere göre daha az doku hasarı yapması, daha fazla rijid fikzasyon ve tam anatomik redüksiyon sağlaması, minimal implantasyon materyali gerektirmesi bakımından çok avantajlıdır. Bunun yanı sıra apareyin pahalı olması, uygulamada teknik deneyimin gerekliliği, nöyral ve vasküler yıkımlanma, pin yolu enfeksiyonu, pin gevşemesi, tekrar kırık şekillenmesi, nonunion oluşum riskleri yönünden bazı dezavantajları da bulunmaktadır. Bu çalışmanın sonucunda, yöntemin ve Duralumin (ETAL-174) alaşımından yaptırılan İlizarov'un Sirküler Eksternal Fiksatör modelinin, iri yapılı köpek ırklarında tibia'nın diafizer bölge kırıklarında apareye ait fiziki ve ekstremiteye ait biyolojik bir sorun yaratmadan güvenle kullanılabileceği kanısına varılmıştır.
Bu çalışmada, Van Merkez ve Gürpınar ilçesi köylerindeki kuzularda Beyaz Kas Hastalığı ve Enzootik Ataksi'nin aynı zamanda ortaya çıkıp çıkmadığının belirlenmesi amacıyla yapıldı. Araştırmada 3-56 günlük 26 Akkaraman kuzusu kullanıldı. Beyaz Kas Hastalığı ve Enzootik Ataksi'nin tanısında, klinik bulgular ile hematolojik ve serum biyokimyasal paremetreler değerlendirildi. Serum kreatin kinaz (CK), aspartat aminotransferaz (AST) ve laktat dehidrogenaz (LDH) aktiviteleri Beyaz Kas Hastalığı'nın, serum Bakır konsantrasyonu (Cu) Enzootik Ataksi'nin belirlenmesinde dikkate alındı. Ayrıca Hematokrit değer (İHtc) ve hemoglobin konsantrasyonu (Hb) aneminin, serum demir (Fe) konsantrasyonu latent demir noksanlığının olabilirliğini saptamak amacıyla ölçüldü. Ölçümler 18 kuzuda 3, 10, 17, 24, 31 ve 42. yaşam günlerinde, klinik hasta 8 kuzuda (4-8 haftalık) sağaltım öncesi günde gerçekleştirildi. Vitamin E+selenyum uygulanan kuzularda, serum CK, AST ve LDH aktivite ölçümleri tekrarlandı. Hematolojik ve serum biyokimyasal parametreler 3.-42. günlük 8 kuzuda normal sınırlarda bulundu. 17-31. günlerde artan serum CK, AST ve LDH aktiviteleri 8 kuzuda subklinik, klinik bulgular ve yüksek enzim değerleri 10 kuzuda klinik Beyaz Kas Hastalığı olduğunu gösterdi. Subklinik ve klinik Beyaz Kas hastalıklı kuzularda, 1 mg selenyum+300 I.Ü. vitamin E uygulamasından sonra enzim aktivitelerinde önemli azalma ve bir hafta içinde normal değerlere dönüş belirlendi. Subklinik ve klinik Beyaz Kas hastalıklı kuzularda, bir bakır noksanlığı (marjinal veya fonksiyonel), anemi ve latent demir noksanlığı olmadığını, bu kuzuların Cu, Htc, Hb ve Fe değerlerinin, sağlıklı kuzuların değerlerinden farklı olmaması gösterdi. , Sonuç olarak, Van merkez ve Gürpınar ilçesi köylerindeki kuzularda Beyaz Kas Hastalığı'nın görüldüğü ve hastalığa bir bakır [ noksanlığının eşlik etmediği saptandı. Etkin ve rasyonel profilaksi ve sağaltımın sağlanması için bu durum dikkate alınmalıdır.
Bu çalışmada, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Kliniğine 1.1.1992 - 31.12.1995 tarihleri arasında getirilen buzağılarda saptanan göbek lezyonlarının toplu bir değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Adı geçen dört yılık süre içerisinde toplam 112 göbek lezyonu saptanmıştır. Bunların içerisinde en fazla karşılaşılan göbek lezyonunun 45 olgu ile omphalitis olduğu ; bunları hernia umbilicalis (30 olgu), hernia umbilicalis + omphalitis (16 olgu), göbek apsesi (12 olgu), omphaloarterophlebourachitis (5 olgu) ve urachus fistülü (4 olgu) olgularının takip ettiği gözlenmiştir. Buzağıların ırklara göre dağılımı, Holstein (33 olgu), Yerli ve Melez (30 olgu), Montofon (26 olgu) ve Simmental (23 olgu) olarak tespit edilmiştir. Buzağıların 66'sı erkek, 46'sı dişi olarak belirlenmiştir. Lezyonların 86'sı 0 - 3 ay; 20'si 3 - 6 ay ve 6'sı 6 ay ve daha yukarı yaş gruplarında gözlenmiştir. Sonuç olarak, 1992 ve 1995 yılları içerisinde kliniğe gelen tüm hastaların % 15.2'sinin buzağı hastalıkları, buzağı hastalıklarının da. % 58.63'ünün göbek lezyonları olduğu anlaşılmıştır. Elde edilen bulgulara göre; süt inekçiliğinin gelişimine parelel olarak kliniklere gelen hasta buzağı sayısında da bir artış dikkati çekmiştir. Keza, kültür ırkı sığırların bölgeye adaptasyonda problem gösterdikleri; yetersiz doğum hijyeni ve bakım, kolostrumun verilmemesine ilişkin olarak göbek lezyonlarının gözlendiği anlaşılmıştır.
Bu arştırma Morkaraman kuzularında farklı dönemlerde sütten kesmenin, kuzularda büyümeye etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın materyalini 300 baş Morkaraman kuzu oluşturmuştur. Materyal, cinsiyete göre eşit sayıda kuzu içerecek şekilde beş gruba ayrılmıştır. Kuzuların sütten kesimi 1., 2., 3., 4. ve 5. gruplarda sırası ile 45., 60., 75., 90. ve 150. günlerde olmuştur. Sütten kesimden sonra kuzulara ad libitum kuru yonca ve konsantre yem verilmiştir. Araştırmada 1., 2., 3., 4. ve 5. gruplarda 180. gündeki canlı ağırlık ortalamaları sırası ile 29.719, 31.526,33.216, 34.936 ve 36.424 kg olup, gruplar arasındaki farklılık önemli (F*< 0.01) bulunmuştur. Kuzuların 0-180. günler arasındaki günlük canlı ağırlık artışları da aynı sıra ile 142, 152, 161, 171 ve 179 g olup, genelde 161 g olmuştur. Farklı dönemde sütten kesmenin ve cinsiyetin kuzuların canlı ağırlıkları üzerine etkisi 60., 75., 90., 105., 120., 150. ve 180. günlerde önemli bulunmuştur.
Bu araştırma bazı faktörlerin Morkaraman koyunlarında döl verimi özellikleri, saf ve melez (Corriedale x Morkaraman) Morkaraman kuzularının doğum ağırlığı ve yaşama gücüne etkilerini incelemek amacıyla yapılmıştır. Materyal olarak değişik yaşlardan 150 baş Morkaraman koyun, 110 baş Morkaraman kuzu ve 45 baş Corriedale x Morkaraman (Fi ) melezi kuzu kullanılmıştır. Morkaraman koyunlarda gebelik süresine kuzunun genotipi, cinsiyeti ve doğum ağırlığının etkileri önemli, doğum tipi ve koyunun yaşının etkileri ise önemsiz bulunmuştur. Kuzuların doğum ağırlığına doğum tipi, genotip, anayaşı ve cinsiyetin etkileri önemli ( P<0.01) olmuştur. Doğuran koyun başına doğan kuzu sayısına ise incelenen faktörlerden genotip, cinsiyet ve anayaşının etkisi önemli olmamıştır. Elde edilen kuzuların yaşama gücüne doğum tipinin etkisi önemli ( P<0.01), genotip, cinsiyet ve anayaşının etkileri ise önemsiz bulunmuştur.
Bu araştırma Morkaraman ve Dorset Down x MorkaramanFi kuzularının yarı entansif şartlardaki büyüme ve yaşama gücünün tesbiti amacıyla yapılmıştır. Genotipin etkisi doğum, 15. (P<0.05), 75. ve 90. gün canlı ağırlıklarında (P<0.01) önemli, diğer dönemlerde ise önemsiz; cinsiyet ve ana yaşının etkisi doğum ağırlığında önemli (P<0.01), diğer dönemlerde önemsiz; doğum tipinin etkisi ise doğum, 15., 30., 75. ve 90. gün canlı ağırlıklarında (P<0.01) önemli bulunurken diğer dönemlerde önemsiz bulunmuştur. Morkaraman ve Dorset Down x Morkaraman Fi kuzularının doğum ağırlıkları sırasıyla 3.40,3.89 kg; sütten kesim ağırlıkları (90 günlük yaşta) 22.33,24.42 kg ve doğumdan süt kesimine kadar ki günlük canlı ağırlık artışları ise 210.228 g olarak belirlenmiştir. 150. güne kadar yaşama gücü Morkaraman kuzularda % 92.66, Dorset Down x Morkaraman Fi kuzularda % 95.65 olup; yaşama gücü ne doğum tipinin etkisi önemli (P<0.01); genotip, cinsiyet ve ana yaşının etkileri önemsiz bulunmuştur.
Bu araştırmada, bitkilerde büyüme hızlandırıcı olarak kullanılan yosun ekstraktırun yumurta tavuklarında yumurta verimi, yumurta ağırlığı, yem tüketimi, yemden yararlanma ve yumurta sarısı rengi üzerine etkileri incelendi. Çalışmada 280 adet 34 haftalık yaşta Babcock ticari yumurtacı tavuk kullanıldı. Tavuklar 4 gruba ve her grup kendi içerisinde 7' şer alt gruba ayrıldı. Gruplardan birine yosun ekstraktı içermeyen (kontrol) karma yem, diğerlerine sırasıyla % 0.01, % 0.05, ve % 0.1 düzeylerinde yosun ekstraktı içeren karma yemler verildi. Araştırma 75 gün sürdürüldü. Deneme boyunca kontrol, % 0.01,0.05 ve 0.1 Maxicrop içeren gruplarda yumurta verimi sırasıyla% 78.73,73.70,77.28 ve 82.29 (P<0.05); yumurta ağırlığı 59.28, 60.36, 59.95 ve 60.75 g (P<0.05); günlük yem tüketimi 118.82,120.59,112.07 ve 123.96 g (P<0.01); bir kg yumurta üretimi için tüketilen yem miktarı ise 2.83, 3.02, 2.73 ve 2.57 kg (P>0.05) olarak bulundu. Çalışma sonunda, bu yosun ekstraktının verimi artırmak amacı ile, yumurta tavuklarının karma yemlerine katılmasının faydalı olup olmadığını belirlemek için daha detaylı çalışmaların yapılması gerektiği kanaatine varıldı.
Bu araştırma, Doğu Anadolu Bölgesinde gerek ekolojik koşullara ve gerekse tüketici isteklerine uygun beyaz baş lahana ıslahı amacıyla yürütülmüştür. Bu amaçla 1992 yılında Kağızman, Van, İğdır, Erzurum, Ağrı, Bayburt, Muş, Gümüşhane ve Erzincan illerinde köy çeşidi olarak yetiştirilegelen 25 populasyon araştırmaya alınmıştır. Seçilen bitkiler tohum üretimi için 1993 yılında Erzurum ekolojik koşullarında yetiştirilerek grup içi tozlaşma sağlanmıştır. Çalışmanın süresi içerisinde ancak bir generasyon seleksiyon yapılabilmiştir. 19.94 yılında yapılan seleksiyon sonucu baş ağırlığı, baş çapı, baş tutma oranı ve erkencilik gibi" karekterler göz önüne alındığından, izleyen çalışmalarda 11 ekotipın kullanılmasına, diğerlerinin çalışma dışı bırakılmasına karar verilmiştir. Birinci seleksiyon sonunda baş ağırlığı bakımından 13 (iri), 11 (orta), 22 ve 23 (küçük); baş tutma oranı bakımından 9, erkencilik bakımından 23 nolu ekotipler ümitvar görülmektedir. Araştırmada her iki yılda da herbir ekotıpde üzerinde durulan karekterler arasındaki korelasyonlar da incelenmiştir.
Bu çalışmada, çift serbestlik dereceli Van Der Pol salınıcısı, Helmholtz salınıcısı, Kolmogorov-Spiegel-Sivashinsky, v. b., kaotik davranış gösteren dinamik sistemlerin dallanmalarını inceliyoruz. Rezonansların komşuluğunda daha basit dinamik sistemler elde etmek için normal form analizi, çoklu ölçekler yöntemi ve ikinci mertebe ortalama alma yöntemi kullanılmıştır. Örneğin asal rezonans civarında Helmholtz salınıcısının "cusp" katastrofu geçirdiği gösterilmiştir. Bu şekilde 'doğan periyodik yörüngelerin periyot çiftleme yoluyla kaos'a geçme öncesi altharmoniklere dallanmaktadır. Diğer sistemlerde "pitchfork", "fold" ve Hopf gibi çeşitli eşboyutu bir ve iki olan dallanmalar elde edilmiştir.
200-400 °C'de bulunan cam tabanları üzerinde $SnO_2$ , ZnO, CdO, CdS, $CuInSe_2$ ince filmleri tamamen püskürtmeyle, $Cu_2S$ ince filmleri ise Clevite işlemi ile CdS filmlerinin dönüşümünden elde edildi. Bu ince filmlerin yukarıda belirtilen sırada; 200-900 nm dalgaboyu aralığında optik geçirgenlikleri bazı dalgaboylarmda % 98, % 99, % 80, % 76, % 5, % 15, özdirençleri ise (1-60)x$10^{-2}$ $Omega$ cm, 12-143 $Omega$-cm, (0,02-3,0)x $10^{-3}$ $Omega$ cm, 19-800 $Omega$ cm,(0,8-1,3)x $10^{-3}$ $Omega$ -cm, 2,1-3,8 $Omega$ -cm, arasında bulundu. Anılan bu ince filmler arasında $Sn0_2/Cu_2S , ZnO/Cu_2S, CdO/Cu_2S, SnO_2/CuInSe_2, ZnO/CulnSe_2, CdO/CuInSe_2$ ince film güneş pilleri, cam tabanları üzerinde, oluşturularak bu ince film güneş pillerinin, yaklaşık 545 W/m2'Iik standart ışınım altında, açık devre gerilimleri ve kısa devre akımları ölçüldü. Yukarıda anılan sırada bu ince film güneş,pillerinin; açık devre gerilimleri 0,4-1,4 mV, 5-50 mV, 1-8 mV, 0,4-0,7 mV, 5-18 mV, 0,2-1,2 mV arasında, kısa devre akımları ise 1 $mu$ A'den daha küçük, 1 $mu$ A'den daha küçük, 1-4 $mu$ A arasında, 1 $mu$ A'den daha küçük, 1 $mu$A'den daha küçük, 1 $mu$A civarında, saptandı. Bulunan bu değerlerin çok küçük olması nedeniyle söz konusu bu ince film güneş pillerinin verimleri belirlenemedi.
-
Bu makalede, bir gastrik divertikül olgusu sun¬duk. Gastrik divertiküller genellikle tek ve sıklıkla mi¬denin parakardiyal bölgesinde oluşurlar. Bu nadir has¬talığın teşhis ve tedavisindeki güçlükler tartışıldı. Radyografi ve endoskopinin preoperatif tanıdaki önemi vurgulandı.
Familyal hiperkolesterolemili.heterozigot veya homozigot hastalar, özellikle ayak bileği^ dizler, el bileği ve proksimal interfalanjiyal eklemlerde tekrarlayıcı poliartrit veya tenosinovit atakları geçirebilirler. Yapılan bir çalışmada yetişkin heterozigot hastaların % 40'ında en az bir eklem atağı görülmüştür. Asil ağrısı veya tendonit % 29 hastada, oligaartiküler artrit % 7 hastada ve poliartiküler veya romatizmal ateş benzeri artrit % 40 oranında görülmüştür. Ateş, lökositoz ve yüksek ESR nadiren görülür. Antiinflamatuvar ilaçlar bu'atakların seyrini etkilemektedir. Sedimantasyon yüksekliği muhtemelen yüksek plazma LDL düzeyleriyle bağlantılıdır, Bu makalede hiperkolesteroleminin eşlik ettiği romatizmal ateş benzeri olgu klinik ve laboratuvar bulguları sunularak tartışıldı.
Dalak koruyucu cerrahi yöntemlerden splenik arter li¬gasyonu ve splenik ototrânsplantasyonun pnömokok sep¬sisi oluşumuna etkileri ve birbirlerine karşı üstünlüklerini ortaya koymak amacıyla deneysel bir çalışma plan¬lanmıştır. Bu amaçla ağırlıkları 162^270 gr arasında değişen genç ve dişi 40 Sprague-Dawley sıçan W'arli dört gruba bö¬lündü. 1. grup kontrol, 11. grup splenektomi, III. grup sple¬nik arter ligasyonu ve IV. grup ise splenik otot-ransplantasyon grubu olarak ayrıldı. Ameliyat sonrası 30. günde tüm deneklerin serum kompleman 3 ve 4 (C3-C4), immunglobulin M,G,A (lgM, IgG, IgA) ve fibronektin dü¬zeyleri bakıldı ve kan kültürleri alındı. Ameliyat sonrası 45. günde bütün deneklere intraperitoneal olarak "strep¬tococcus pneumoniae tip 25" enjekte edilerek .48 saat sonra aynı kan parametrelerinin düzeyleri incelendi ve hayvanlar sakrifiye edilerek akciğer doku kültürleri ya¬pıldı. Pnömokok enjeksiyonundan sonra grup II ve IV ara¬sında C3,1gM, fibronektin düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı, intraperitoneal pnö¬mokok enjeksiyonu ile oluşturulan sepsis indüksiyonu son¬rası akciğer doku kültürlerinde IH. gruhda %20, IV. grub-da ise %40 oranında üreme saptanmıştır. Grup II'ye göre grup III ve grup IV serum C3, IgM ve fibronektin dü¬zeylerinin yüksekliği istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.0I). Grup III ve Grup IV de kendi aralarında kı¬yaslandıklarında genel olarak grup Ill'deki değerlerin grup IV'e göre daha iyi olduğu ve bu farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu görüldü (p<0.0l).
Endokardial yastık defektleri; atrial septumun inferior kısmının, atriovertriküler valvlerin ve ventriküler septumun inflow parçasının tam olmayan gelişmesi sonucu çeşitli derecelerde malformasyonlardan oluşan kongenital defektlerdir. Temel defekt sol ventrikül girişini sağ atriumdan ayıran antrioventriküler septumun yetersizliğidir. Küçük bir ostium primum atrial septal defektten (ASD) komple atrioventriküler (AV) kanala kadar değişen anomalilere neden olur. Ventriküler septal defekt, mitral ve triküspit kapaklarda da defektler olabilir. Kapak deformiteleri olduğunda değişen büyüklükler de 5 veya 6 leafletten oluşan kapaklar olabildiği gibi kommisürelerde de yetersiz olabilir. Sıklıkla aspleni, polispleni sendromu, Down Sendromu, Ellis - van Creveld Sendromu gibi diğer kongenital anomaliler ile birlikte olabilir. İnkomplet vakalar komplike değil ise asemptomatikdirler, bu nedenle ileri yaşlarda tanı konur. Kliniğimize başvuran erişkin yaştaki iki hastaya fizik muayene ve ekokardiografi bulguları ile endokardial yastık defekti tanısı kondu ve yayınlanması uygun görüldü.
Bu çalışmada, Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi iç Hastalıkları Kliniğine kabul edilen 19 Tip 1 diabetes mellituslu (DM) hasta ve 15 sağ¬lıklı kişide kompleman (C3 ve C4) düzeyleri araştı¬rıldı. Diabetik hastalarda C3: 108.6 ±7.4 IVİmi, C4: 90.89 ± 6.6 IUlml bulundu. Kontrol grubuyla kompleman düzeyleri karşılaştırıldığında arada önemli fark olmadığı görüldü (p>0.05). Komplikasyonlu ve komplikasyonsuz diabetijc hastalarda C3 ve C4 düzeyleri sırasıyla; C3: 103.75 ± 8.7 IUlml, C4: 83.6 ± 8.2 IUlml ve C3: 113.1 ± 5.8 IUlml, C4: 96.27 ± 9.7 IUlml olarak bulundu. C3 ve C4 düzeyleri bakımından gruplar arası fark anlamsızdı (p>0.05). Yine diabet süresi¬nin kompleman düzeylerini etkileyip etkilemediğini araştırdığımızda, diabet süresinin kompleman dü¬zeylerini etkilemediği bulundu (p>0.05).

/ 615
613 / 615