49 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
Amaç: Bu çalışmanın amacı, İstanbul’da bir merkez laboratuvarında yaklaşık 15 yıllık bir dönemde saptanmış sıtma olgularınınincelenmesi, genel anlamda klinik yönden değerlendirilmesidir.Yöntemler: Aralık 2002-Haziran 2017 arası sıtma şüphesiyle kalın damla ve ince yayma preparatları incelenen hastalarınlaboratuvar kayıtları geriye dönük olarak incelenmiştir. Mikroskobik incelemeler sonrası sıtma tanısı alan olgular yaş, cinsiyet gibibireysel özellikleri, başvuru esnasındaki yakınma ve bulguları, klinik tablonun özellikleri ve yakın tarihli endemik bölgeye seyahatöyküsü açısından irdelenmiştir.Bulgular: Giemsa boyalı kan yaymaları incelenmiş 2271 kişinin 42’sinde Plasmodium spp. saptanmıştır. Olguların 19’ununPlasmodium falciparum, 1’inin Plasmodium ovale, geriye kalan 22’sinin ise Plasmodium vivax olduğu belirlenmiştir. Sıtma tanısıkonulan bu 42 hastadan 32’sine son beş yıl içinde tanı konulduğu, yine 32 hastanın enfeksiyonu Afrika seyahati sırasında aldığıtespit edilmiştir. Temmuz ayları en sık olguya rastlanan dönem olarak dikkati çekmiştir.Sonuç: Laboratuvarda saptanan sıtma olgularının hemen hemen tamamının beklenildiği gibi Plasmodium vivax ve Plasmodiumfalciparum’a bağlı importe olgular olduğu görülmektedir. Son yıllarda hekimlerce sıtma şüphesine bağlı kan inceleme talebinin vebuna paralel laboratuvarda saptanan sıtma olgu sayısının arttığı dikkat çekmektedir.
Jejunoileal diverticulosis (JID) is a rare condition with a reported incidence lower than 0.1%. The clinical presentation of JID varies widely; theincidence of complications requiring surgical intervention is reported as 10%. Surgery is the definitive treatment for JID and can be considered toimprove the patient’s quality of life and to prevent further severe symptoms. The first patient was a 77-year-old male with a history of JID that hadcaused intermittent abdominal pain for the last year. He underwent laparoscopic surgery without segmental resection, however, symptoms recurredand he underwent definitive robotic small bowel resection. Pathology revealed JID with true diverticula. The second patient was a 72-year-old malewho presented with rectal bleeding that caused hypotension. Jejunostomy was required initially and definitive open surgery was performed later toresect the bowel segment affected by JID. Pathology showed pseudodiverticular JID. JID patients may present with a pseudodiverticulum or a truediverticulum, with severe or mild symptoms and with perforation or minimal inflammation. Physicians treating this heterogeneous disease need toknow the complex underlying mechanisms as well as the multiple management options. We share our experience with two distinct cases and discussthe presentation and management approaches for JID to give an inclusive picture of the disease.
Yunus Emre XIII. yy. Anadolu sahası Türk edebiyatının en önemlişairlerinden biridir. Yunus Emrenin Tarihî hayatı hakkında kaynaklardayeterli yoktur. Halk muhayyilesinin zenginleştirdiği menkıbevî hayatıtarihi hayatının yerine geçtiği söylenebilir. Yunus Emrenin tarihîhayatına ilişkin ilk ve çok önemli bilgileri Fuat Köprülü vermiştir. Bukonuda yapılan çeşitli ilmî çalışmalar onun hayatı hakkındakibilinmeyenleri az da olsa aydınlatmıştır. Doğum tarihi ve doğum yerikonusunda çok çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Yunus Emre’nin nerededoğduğu kesin olarak belirlenememekle beraber, onun İç Anadolu ile BatıAnadolu arasında yaşamış olduğu kabul edilmiştir. Ayrıca Sivrihisar'ınSarıköy'ü, Bolu veya Karaman (Lârende) onun doğum yeri olarakgösterilen yerler olmuştur. Köprülü, Yunus'un yaşadığı yer olarakSivrihisar civarında yahut Bolu'nun Sakarya suyu civarındaki köylerdenbirisinin olduğunu ve orada yetişmiş olabileceğini kabul etmektedir.Ailesi ve çocukları konusunda kesin bilgilere rastlanmamaktadır. Ancakşiirlerindeki ifadelerden hareketle hem evlenmiş olduğunu hem deevlenmediğini kabul eden görüşler vardır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin nefesteklifine verdiği “ehli iyâlim var” sözünden evli olduğu anlaşılmaktadır.Eğitimi konusunda da yine şiirlerinden hareketle iki görüş vardır: Birkısım araştırmacılar onun ümmî olduğu fikrini benimserken; bir kısmıda Yunus’un ilim tahsil ettiğini kabul etmişlerdir. Genelde makbul vehâkim görüş de bu yöndedir. XIII. yüzyılda Selçuklu devletinin içinedüştüğü zor şartlar sebebiyle halk fakirleşmiş, hayat zorlaşmış, budurum da insanların geleceğe ilişkin kaygılarını arttırmıştı. Artankaygılarla birlikte azalan umutların, halkın yaşama sevincini bitirip,hayatla bağlarını zayıflattığını gören Yunus Emre halkı içine düştüğü bukaranlıktan çıkarmak için şiirleriyle onlara bir ışık, bir umut, manevi destekle moral ve motivasyonu arttıran halkın arasında gönüller yapanhalkın kahramanı bir şair olmuştur. Ateşe körükle gitmeyen Yunus EmreFizikî şartlardan bunalan insanlara, metafiziğin kapılarını açarak onlarakara günlerinde zorlukların aşılmasında yol gösterici olmuştur. Zorgünlerinde kendilerine yalnız bırakmayan, kendilerine ışık olan YunusEmre’yi halk ölümünden sonra da unutmamıştır. Onu dâimâ yanında veyakınında görmek isteyen Anadolu insanı, Yunus Emre’ye duyduğu sevgive saygının bir sonucu olarak ülkenin değişik yerlerinde pek çok medfenveya makamı Yunus’a ait olarak kabul etmiştir.
2014 Nisan-2016 Aralık döneminde gerçekleştirilen bu proje temelde Ba1-xSrxTiO3 tozlarının ve filmlerinin kimyasal çözeltilerden sentezi, yapısal, elektriksel ve optik özelliklerinin karakterizasyonunu konu etmektedir. Asetat taşıyıcılardan sentezlenen tozların hem saf hem de katkılı halde yapısal analizleri yapılmıştır ve bu tozların sentezinden elde edinilen deneyim ile ince filmlerin üretimi gerçekleştirilmiştir. Tozların Curie noktaları termal analiz ile tespit edilmiştir ve artan Sr elementi katkılandırması ile Curie sıcaklığının düştüğü yani ferroelektrik bileşimin arzulanan şekilde kontrol edilebildiği ortaya konmuştur. Sr iyon çapının Ba iyonuna göre daha düşük olması birim hücrenin hacmini küçültmekte ve latis yapısını kübik yapıya doğru kaydırmaktadır, dolayısı ile Curie noktası da düşük sıcaklıklara kaymaktadır. Saf BaTiO3 ve Sr katkılı Ba1-xSrxTiO3 bileşimlerin hemen hepsinde özellikle baskı gerinimleri oluşturan SrTiO3 altlıklar üzerinde ferroelektrik oldukları gözlemlenmiştir. Ba1-xSrxTiO3 ince filmler SrTiO3, MgO ve Nb katkılı SrTiO3 tek kristal altlıklar üzerinde büyütülmüştür. Pt/Si altlıklar da kullanılmıştır. SrTiO3 ve MgO altlıkların seçim sebebi her iki altlığın Ba1-xSrxTiO3 latisi üzerinde sırası ile basma ve çekme içgerilmeleri oluşturmasıdır. Pt/Si ve MgO altlıklar üzerinde büyütülen filmlerde çoklu kristal oluşumu gözlemlenmiştir ve buna bağlı olarak projenin esas odağı SrTiO3 ve Nb katkılı SrTiO3 (Nb:SrTiO3) üzerine kaymıştır. Özellikle Nb katkılı SrTiO3 altlıklar üzerinde büyütülen filmler elektriksel karakterizasyon için kullanılmışlardır. Elektriksel ölçümlerde yüksek kaçak akım değerleri tespit edilmiştir ve projenin seyri bunun mekanizmalarını aydınlatma yönüne kaymıştır. Özellikle polarizasyona bağlı artması beklenen kaçak akım Sr bileşimine göre incelenmiştir ve Sr katkısı ile bu akımlarda belirgin bir azalma tespit edilmiştir. Bu oluşumun sebebi detaylıca incelenmiştir. Ayrıca Nb-SrTiO3 / Ba1xSrxTiO3 / Pt yapısının bir diyot olarak davrandığı ve akım-voltaj eğrilerindeki asimetrinin kutuplaşma yönü ve şiddetine bağlı olduğu ortaya konmuştur. Bu yapının elektriksel özellikleri detaylı şekilde incelenmiş ve hangi arayüzeylerin Schottky türü ve/veya Ohmik olarak davrandığı tespit edilmiştir. Numunelerde son dönemde oldukça ilgi gören “dirence bağlı kutuplaşma dönmesi (resistive polarization switching)” gözlemlenmiştir ve detaylı şekilde ele alınmıştır.
Artvin'in Ardanuç ilçesi Aydın Köyü yakınlarında yürütülmüş olan bu araştırmada, orman üstü doğal mera alanlarında botanik kompozisyon, kuru ve yaş ot verimi, otlatma kapasiteleri ile bazı toprak parametrelerinin kısa mesafeli yükselti artışlarına bağlı olarak değişimleri irdelenmiştir. Bu amaçla; 1900, 2000 ve 2200 metre yükseltilerde tel kafesler yardımı ile her biri 1 m2 olan toplam 36 adet deneme parseli kurulmuştur. Kafeslerle ayrılan bu parsellerden alınan bitki örnekleri teşhis edildikten sonra botanik kompozisyonlarına ayrılarak yaş ve kuru ot verimleri ile otlatma kapasiteleri hesaplanmıştır. Ayrıca, 0-20 cm derinlikten alınan bozulmuş ve bozulmamış toplam 72 adet toprak örneği üzerinde geçirgenlik, hacim ağırlığı, iskelet içeriği, ince kısım ve kök miktarı, tekstür, tane yoğunluğu, gözenek hacmi, organik madde (OM), toprak reaksiyonu (pH) analizleri yapılmıştır. Yapılan hesaplama sonuçlarına göre meraların ortalama yaş ot verimi 647.22 kg/da, kuru ot verimi 196,67 kg/da olarak tespit edilmiştir. Botanik kompozisyonun ise %46.19 ile buğdaygillerden, %14.36 ile baklagillerden ve %39.45 ile diğer familyalardan oluştuğu belirlenmiş ve yükselti kademelerine göre bazı istatistiksel farklılıklar göstermiştir. Ayrıca, meraların toprak özellikleri içerisinde OM, hacim ağırlığı, ince kısım, iskelet içeriği ile gözenek hacmi değerlerinin yükselti kademeleri arasında önemli seviyede farklılıklar gösterdiği anlaşılmıştır. Son olarak, yapılan korelasyon analiz sonuçları, meralardaki botanik kompozisyonun şekillenmesi üzerinde bazı toprak özelliklerinin istatistiksel önem derecelerinde rol oynadığını ortaya çıkarmıştır.
İstem ( Sosyal )
Yıl: 2016 Cilt: 0 Sayı: 28 Sayfa: 413 - 427
Ahmet Saim Arıtan 30 Haziran 1951 tarihinde Konya'nın merkez KarakurtMahallesinde doğdu. Babası Hüseyin Ekrem Bey, annesi Şükriye Hanım, dedesiYılanlı Medrese müderrislerinden Ahmet Arıtan'dır. İlköğretimini Konya Necatibeyİlkokulunda (1958-1963), ortaöğrenimini Konya İmam Hatip Okulunda(1963-1970), yükseköğrenimini de Konya Yüksek İslam Enstitüsünde yaptı(1970-1974).Seydişehir Mahmut Esat Ortaokulu,Çumra İmam Hatip Lisesi, Konya Kız Ortaokulundaöğretmenlik ve idarecilik görevlerindebulundu. 1985 yılında Selçuk Üniversitesiİlahiyat Fakültesi İslâm Sanatlarıve Mimarisi Uzmanı kadrosuyla akademisyenliğegeçti. 1987 yılında Selçuk ÜniversitesiSosyal Bilimler Enstitüsü Sanat TarihiAna Bilim Dalında "Konya MüzelerindeBulunan Selçuklu Cildlerinin Özellikleri"adlı teziyle yüksek lisansını, 1992 yılındaise yine aynı anabilim dalında "Konya Dı-şındaki Müze ve Kütüphanelerde Bulunan Selçuklu ve Selçuklu Üslûbunu Taşı-yan Cild Kapakları" isimli teziyle doktorasını tamamladı. 1995 yılında SelçukÜniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk İslâm Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı'ndaYardımcı Doçent unvanını kazandı.Batılı sanat tarihçileri tarafından yok sayılan Türkiye (Anadolu) SelçuklularıCilt Sanatı ile ilgili araştırmalarını titiz bir bilim adamı ciddiyetiyle sürdürdü. Alanındatek olma özelliğine sahip olmakla birlikte, gerek ulusal, gerekse uluslararası sempozyum ve kongrelerde Türkiye Selçukluları cildinin varlığını duyurmaya çalıştı, bu dönem cildini bilim literatürüne sokmayı başardı. Yurtiçi veyurtdışında birçok kişisel ve karma sergiye katıldı. Konya Büyükşehir Belediyesitarafından düzenlenen klasik güzel sanatlar sergilerinde sergi yürütücülüğüyaptı. Kitapları yanında Türk cilt sanatı ve Türk ebru sanatı ile ilgili araştırmalarınıTürkiye'nin önde gelen ansiklopedilerinde yayımladı.Gelenekli sanatlarımız konusunda titiz çalışmalar yaptı ve bu alanlarda pekçok öğrencinin yetişmesine önderlik etti. Akademik çalışmalarının yanında İlahiyatFakültesi bünyesinde kurduğu atölye ile cild ve ebru sanatının tanınması,gelişmesi yönünde kurslar düzenledi, pratik alanda pek çok çalışmaya imza attı.Kültür, sanat, fikir ve yayın alanlarında cemiyet hayatının faal bir üyesi olarakçalıştı. 1961-1979 yılları arasında Türkiye'de İslâm'a dair sıkıntıları ve edinilendertleri paylaşma arzusuyla yayın yapan "İslam'ın İlk Emri Oku" dergisinde yayınkurulu üyesi ve genel yayın yönetmenliği yaptı. 1997 yılında merhum Prof.Dr. Fevzi Günüç, Ahmed Selahaddin Hidayetoğlu ve M. Sadreddin Özçimi ile birlikteDestegül Güzel Sanatlar Merkezi'ni kuruluşunda yer aldı. Bu dönemdeKonya'da Güzel Sanatlar Fakültesi ihtiyacı fikrinin yaygınlaşması ve Selçuk ÜniversitesiRektörlüğünün talebi üzerine merhum Prof. Dr. Fevzi Günüç ve M.Sadreddin Özçimi ile birlikte Güzel Sanatlar Fakültesinin kuruluşunda büyükgayretleri oldu. Selçuk Üniversitesinin kültür ve sanat hayatına katkılarındandolayı dönemin rektörleri tarafından "teşekkür belgeleri" ile ödüllendirildi.2002 yılında doçent, 2008 yılında profesör oldu. Uzun yıllar sürdürdüğüTürk İslâm Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanlığı'nın yanı sıra 2011-2014yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığı gö-revini yürüttü. İlahiyat Fakültesi'nin yenilenme çalışmalarında ziyadesiyle emeğigeçti. Dekanlığı döneminde yapılması düşünülen yeni fakülte binası için yoğunçalışmalar yürüttü ve proje safhasına kadar getirdi.İlahiyat Fakültesine başladığımız 1991 yılında tanıştığım Prof. Dr. AhmetSaim Arıtan hocamın Türk İslâm Sanatları Tarihi Ana Bilim Dalı'nda ilk yükseklisans ve doktora öğrencisi, ayrıca ilk ve tek doktora öğrencisi olarak elindencüppe giyme bahtiyarlığı da bize nasip oldu. Dostluğumuz hoca-talebe ilişkisindenziyade bir arkadaş/meslektaş yakınlığı ile devam etti.Kendisine herhangi bir konuda müracaat eden herkese elinden geldiğinceyardım etmeye çalışması, meseleleri en ince ayrıntısına kadar irdelemesi, akrabave geniş aile mefhumuna azami özen göstermesi en bariz özellikleri olarakhafızamızda kalan Ahmet Saim hocamız, yakalandığı şeker hastalığındanşikâyet etmeksizin yıllarca sabrederken, ani bir kalp rahatsızlığı neticesinde 08Temmuz 2016 tarihinde 65 yaşında dârı bekâya irtihal etti. Cenazesi, toplumunhemen her tabakasından yoğun bir katılımla 09 Temmuz Cumartesi günü HacıFettah Camii'nde kılınan öğle namazından sonra Hacı Fettah Mezarlığı'na defnedildi.
Amaç: Çalışmamızda, tiroid nodüllerinin boyut, iç yapı ve kontur özellikleri, vaskülarizasyonları, kalsifikasyon içerip içermemeleri ve kalsifikasyon içeriyorlarsa tipleri, ultrasonografi ve ince iğne aspirasyon biyopsisi sonuçları ile birlikte değerlendirilerek benign ve malign nodüllerin ayırt edilmesine katkı sağlayacak veriler elde etmek ve bu verilerle ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılacak en uygun nodülü saptamak amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda, hastanemizdeki çeşitli kliniklerden 30.09.2013-15.09.2014 tarihleri arasında radyoloji kliniğimize ultrasonografi eşliğinde ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılması için gönderilmiş 82'si (%90,1) kadın ve 9'u (%9,9) erkek, toplam 91 hastadaki 91 nodül değerlendirmeye alınmıştır. Hastaların yaş, cinsiyet, tiroid nodüllerine yönelik yapılmış ultrasonografi görüntüleri ve raporları ile ince iğne aspirasyon biyopsisi sonuçları retrospektif olarak değerlendirilmiştir.Bulgular: Yaş ve cinsiyetin tek başına maligniteyi belirlemede yetersiz kaldıkları görülmüştür. Genele (kadın ve erkek birlikte) yönelik yapılan incelemede; boyut, kontur, iç yapı, ekojenite ve kalsifikasyon çok değişkenli analize alınmıştır. Analiz sonucunda "kontur" özelliğinin tek başına malignite ile ilişkili en önemli parametre olduğu saptanmıştır. Ancak her ne kadar bu parametrenin malign nodüllerin saptanması üzerindeki spesifitesi yüksek (%98,7) olsa da sensitivitesinin düşük (%53) olmasından dolayı tek başına bir kriter olarak kullanılmasının yeterli olamayacağı düşünülmüştür.Sonuç: Tek başına hiçbir sonografik parametrenin kanser belirteci olarak kullanılmasının uygun olmayacağı, nodüllerdeki kanser risk derecesini belirlemek amacıyla birden çok sonografik parametrenin birlikte değerlendirildiği sınıflandırma sistemleri (ör. TI-RADS)'nin geliştirilmesi gerektiği ve bunun için de çok merkezli ve iyi bir şekilde kurgulanmış daha çok çalışmaya gereksinim duyulmakta olduğu görüşüne varılmıştır
Literatürde şimdiye kadar birçok kan hücre sayım çalışması gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmalarda genel olarak, impedans, radyo dalgaları ve ışık yayınımı yöntemlerinden biri kullanılmıştır. Bu çalışmalarda kan hücre tiplerinin tespit edilerek, sayılarının doğru sayılmasında karşılaşılan en önemli dezavantaj hücrelerin üst üste gelmesi ya da yapışık olması durumunda karşılaşılan hatalı hücre tanıma ve sayım sonuçlarının elde edilmesidir. Bu dezavantajları gidermek amacıyla, proje çalışmasında beyaz kan hücrelerinin (akyuvarların), kırmızı kan hücrelerinin ve trombositlerin mikroskop görüntüleri kullanılarak bu kan hücrelerinin otomatik tespiti ve sınıflandırılması yapılmıştır. Burada temel olarak, yapay zeka ve örüntü tanıma tabanlı bir kan sayım sistemi geliştirilmiştir. Bu sistem, donanım ve yazılım olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. Donanım kısmı, FPGA işlemci kiti, mikroskop, dijital kamera, servo motor sistemi, kamera ve FPGA işlemci arasındaki bağlantı kablosundan oluşmaktadır. Projenin yazılım kısmında, daha önceden kan hücrelerinin tanınması ve sayılması literatüründe kullanılmamış ve imgenin şekilsel detaylarını ortaya çıkaran ve gerekse piksel yoğunluklarını frekans domeninde en ince ayrıntılarına kadar tespit edip ayırt edici özellikleri ortaya koyan genetik algoritma tabanlı optimum dalgacık dönüşüm enerji ve entropi tekniği (GATODEE) kullanılmıştır. Bu proje çalışmasında önerilen GATODEE yöntemi kullanılarak, bu alanda kullanılan önceki eşikleme, kenar çıkarma, değişmez momentler gibi basit ve ayrıntılara önem vermeyen özellik çıkarım yöntemlerine göre daha iyi tanıma ve sayma başarımı elde edilmiştir. Daha sonra elde edilen bu optimum ayırt edici özellikler, sınıflandırılmak üzere yapay sinir ağları sınıflandırıcısının girişlerine verilmiştir. Bu yazılım işlemlerinin tamamı ise Xilinx System Generator yardımıyla oluşturularak, FPGA işlemcisine yüklenmiştir. Elde edilen sonuçlar, önerilen yöntemin yukarıda sayılan kan hücrelerinin doğru tanınması ve sayılması işleminde etkili sonuçlar verdiğini göstermiştir. Özellikle, üst üste binen veya yapışık durumda olan hücrelerin tanınması ve sayılmasında tekli hücrelerdeki gibi yüksek bir doğruluk oranı tespit edilmiştir. Bu önerilen genetik algoritma tabanlı optimum dalgacık dönüşüm enerji ve entropi tekniğinin ayrıntıları ve kan hücre görüntülerine uygulanmasından elde edilen sonuçlar detaylı bir şekilde bu raporda anlatılmıştır.
Amaç: Retrospektif çalışmamızda tiroid nodüllerinin sonomorfolojik ve Renkli Doppler Ultrasonografi özelliklerinin nodülün benign-malign ayırımındaki rolünün saptanması amaçlandı.Gereç ve Yöntemler: Kliniğimizde 205 tiroid nodülüne USG eşliğinde ince iğne aspirasyon biyopsisi uygulandı. Sitolojik tanılar benign, malignite şüpheli ve yetersiz olarak sınıflandırıldı. Tüm olguların yaş, cinsiyet, nodüllerin sonomorfolojik ve renkli doppler ultrasonografi özellikleri retrospektif olarak değerlendirildi.Bulgular: Sitolojik değerlendirme sonucu 136 nodül (%66,3) benign, 42 nodül (%20,4) malignite şüpheli ve 27 si ise (%13) yetersiz materyal olarak rapor edildi. Çalışmamızda nodüle ait düzensiz sınır özelliği, mikrokalsifikasyon varlığı ve vaskülarite artışı malignite riskini istatistiksel olarak anlamlı oranda artırdığı görüldü. Ancak hasta yaşı, cinsiyet, ve diğer sonografik özellikler açısından anlamlı fark saptanmadı.Sonuç: Nodülün düzensiz sınırlı olması, mikrokalsifikasyon varlığı ve hipervasküler olması malignite olasılığını belirgin artırmaktadır. Ancak kesin tanı için ultrasonografi eşlikli ince iğne aspirasyon biyopsisi gereklidir
Astımda fiziksel aktivite düzeyi konusundakibilgiler sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı, erişkinastımlı bireylerde fiziksel aktivite düzeyinin belirlenmesi ve fiziksel aktivite seviyesini etkileyen faktörlerin incelenmedir. Çalışmaya yaşları 18-65 yılarasında olan 45 astımlı birey (36 kadın, 9 erkek)alınmıştır. Olguların fiziksel ve demografik özellikleri kaydedilmiştir. Fiziksel aktivite düzeyi, Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ) ile değerlendirilmiştir. Solunum fonksiyon testi yapılmıştır. Egzersiz kapasitesi, altı dakika yürüme testi (6DYT) iledeğerlendirilmiştir. Test sırasında, kalp hızı, oksijensatürasyonu, nefes darlığı ve yorgunluk algılaması(modifiye Borg skalası) izlenmiştir. Kas kuvveti dinamometre ile belirlenmiştir. Bireylerin yaşam kalitesi Nottingham Sağlık Profili (NHP) ile ölçülmüştür.IPAQa göre astımlı bireylerin 17si (% 37.8) fizikselolarak hareketsiz, 26sı (% 57.8) yetersiz düzeyde aktif ve ikisi (% 4.4) sağlığın geliştirilmesini artıracakdüzeyde aktiftir. Regresyon analizi sonuçlarına göre,yaşın ve NHP uyku puanının, IPAQ toplam fiziksel aktivite puanını bağımsız olarak tahmin ettiği belirlenmiştir (R=0.522, R2=0.273, F(1-41)=7.315, p=0.002). Birincisaniyedeki zorlu ekspiratuar volümün ve test sırasın- da ulaşılan zirve kalp hızı değerinin sedanter yaşamıngöstergesi olan IPAQ oturma puanını bağımsız olarak tahmin ettiği bulunmuştur (R=0.526, R2=0.277, F(1-44)=8.051, p=0.001). Sonuç olarak, hava akımı kısıtlanması şiddetli olan, kas kuvveti zayıf olan, yaşamkalitesi düşük ve fonksiyonel performansı az olan ileri yaştaki astımlı bireylerin fiziksel aktivite düzeyleri azalmaktadır. Fiziksel aktivite, astım semptomlarıüzerindeki olumlu etkileri nedeni ile astım kontrolü vetedavisinin önemli bir komponentini oluşturur.
Giriş: Kist hidatiğin cerrahi tedavisinde en sık kullanılan skolosidal ajanlardan biri olan hipertonik saline bağlı intraoperativ hipernatremi gelişen olgumuzu sunmayı amaçlandık. Olgu: 22 yaşında, 62 kg, fizik durumu ASA I olan karaciğerde çok sayıda, dalakta ve sağ böbrekte birer adet kist hidatik lezyonu bulunan kadın hastaya rutin monitorizasyonu takiben T10-T11 seviyesinde epidural katater yerleştirildi. Anestezi indüksiyonu ve kas gevşemesi sonrası hasta entübe edildi.Cerrahi ekibin bol miktarda %20 hipertonik salin kullanacaklarını belirtmesi üzerine, intaoperatif sıvı replasmanı için %5 dekstroz başlandı. Splenektomi sonrası sağ böbrekteki ve karaciğerdeki 20 adet kist hidatik lezyonları içlerine %20 salin enjeksiyonu yapılarak boşaltıldı. Böbrekteki kist boşaltıldıktan sonra Na değeri 142 mEq/L ve kan şekeri 274 mg/dL olarak ölçüldü.Kristalize insülin infüzyonu başlandı. Karaciğerdeki kistler boşaltılmaya başlanmasının 60. dakikasında Na 154, 120. dakikasında 163 mEq/La yükselince nazogastrik sondadan 50 ml/saat musluk suyu verilmeye başlandı. 4 saatlik operasyon boyunca 2000 ml %20 salin kullanıldı. Entübe olarak yoğun bakıma alınan hastaya propofol sedasyonu başlandı. Postoperatif 1.saate Na 168 mEq/L olması üzerine hastanın uyutulmasına karar verildi. Hipernatremi sonucu 6200 ml olarak hesaplan sıvı açığının 100 ml/saat %5 dekstroz ve 50 ml/sa nazogastrikten musluk suyu ile 48 saat içinde replase edilmesi planlandı. Na değeri postopertaif 6. saate 163, 12. saatte 158 mEq/Ldı. 18. saatte 149 mEq/L olması üzerine nazogastrikten verilen musluk suyu kesildi. Postoperatif 24. saate Na 147 mEq/L olması nedeniyle sedasyonu kesilen hasta 26. saatte GKSu 15 olarak ekstübe edildi. Hasta postoperatif 3. günde yoğun bakımdan servise çıkarıldı ve 7. gün taburcu edildi. Sonuç: Kist hidatik cerrahisinda fazla miktarda hipertonik sıvı kullanılması planlanıyorsa, intraoperatif Na takibi yapılmalıdır. Gelişen hipernetreminin tedavisine intraoperatif başlanılmalı ve gerekirse yoğun bakımda takip edilmelidir.
Ege Denizindeki adalar yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Buhâkimiyet kurulduğu dönemin uluslararası hukuk kurallarına tamamen uygundur.Bugün Yunanistana ait olan adalar, Türk hâkimiyetinden uluslararası hukukauygun olarak egemenlik devri ya pılmış olan adalardır. Bu adalar iki gruptatoplanabilir. Birinci grupta, Yunanistanın bağımsızlığını elde ettiği 24 Nisan 1830ile Lozan Barış Antlaşmasının imzalandığı 24 Temmuz 1923 arasındaki dönemdeYunanistana bırakılan adalar bulunmaktadır. İkinci grupta ise, Lozan BarışAntlaşması ve 10 Şubat 1947 Paris İtalyan Barış Antlaşması ile gayri askerî statüdeolmaları kaydıyla Yunanistana bırakılan adalar bulunmaktadır. Bunların dışındakiada, adacık ve kayalıklar için egemenlik devri yapılmamıştır. Yunanistan,uluslararası alanda meydana gelen değişmelerin, antlaşmalarla kurulmuş olanstatüyü ortadan kaldırdığını ve Lozan Barış Antlaşmasında Türkiyeye bırakıldığıbelirtilmeyen kara parçalarının tamamının kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir.Buna karşılık Türkiye, antlaşmaların hükümlerinin geçerli olduğunu ve Lozan BarışAntlaşmasında haklarından feragat etmediği ada, adacık ve kayalıklarda egemenlikhaklarının devam ettiğini savunmaktadır.
AMAÇ Mezenter ven trombozu, akut mezenter iskemi olgularınınyaklaşık %5-15’inden sorumlu olan ve nadir görülen bir durumdur. Bu çalışmanın amacı, 34 hastalık tecrübemizi paylaşmak ve mezenter ven trombozuna yaklaşımı tartışmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM Ocak 2007 ve Ocak 2010 tarihleri arasında acil cerrahi servisimize mezenter iskemi tanısı ile başvuran 34 hasta geriyedönük olarak incelendi. Peritonit bulgusu mevcut olan hastalara, başvurularında tanısal laparokopi uygulandı. Ameliyatın bitirilmesine yakın, karın sol alt kadrana 10 mm laparoskopi trokarı yerleştirildi. Anastomoz yapılan olgulardaameliyat sonrası ilk 72 saatlik dönemde laparoskopik ikincil bakı yapıldı. Tüm hastalar günde iki kez subkutan 100 mg/ kg enoksaparin uygulandı. Ven rekanalizasyonu değerlendirilmesi amacıyla tüm hastalara, 6. ve 12. aylarda bilgisayarlıtomografi (BT) anjiyografi görüntüleme yapıldı. BULGULAR Bilgisayarlı tomografi anjiyografi ile 25 (%73) hastada superiyor mezenterik ven trombozu, 24 (%70) hastada portal ven trombozu ve 12 (%35) hastada splenik ven trombozu saptandı. Peritonit bulgusu olan 11 hastaya tanısal laparoskopi yapıldı. Bu hastaların 8 tanesine ince bağırsak rezeksiyonu ve anastomozu yapılarak ikincil bakı için trokar yerleştirildi. İkincil bakı yapılan hastalardan 2 tanesinde ince bağırsak iskemisi saptanarak re-rezeksiyon gerçekleştirildi. SONUÇ Mezenterik ven trombozunun tedavisinde BT anjiyografi ile erken tanı, cerrahi ya da cerrahi dışı yöntemlerle kan akımının sağlanması, uygun antikoagülan kullanımı ve yoğun bakım destek tedavileri, hastalığın başarılı bir şekilde yönetilmesinde hayati rol oynamaktadırlar.
Amaç: Bu çalışmada akut karın ağrısı nedeniyle cerrahioperasyon yapılmış ve ince barsak obstrüksiyonu (İBO)tanısı konmuş hastaların çok kesitli bilgisayarlı tomografi(ÇKBT) bulguları retrospektif olarak incelenerek bu gruphastalarda ÇKBT’nin tanıya katkısı değerlendirilmiştir.Gereç ve yöntem: Çalışmamıza Ocak 2012 ile Ekim 2012 tarihleri arasında hastanemize akut karın ağrısı şi- kayeti ile başvurmuş olup intestinal obstrüksiyon ön ta- nısıyla ÇKBT çekilmiş ve cerrahi tedavi uygulanmış 48 hasta dahil edildi. Hastalara ait ÇKBT görüntüleri, tüm kli- nik bilgileri ve cerrahi notları retrospektif olarak incelendi. Hastaların kesin tanıları cerrahi ve histopatolojik sonuçla- ra göre kondu. Penetran yada künt yaralanmalara bağlı opere edilen hastalar çalışma dışı bırakıldı. Bulgular: Toplam 48 hastadan, erkek hasta sayısı 26 (%54,1), kadın hasta sayısı 22 (%45,9) idi. Yaşları 25 ile 71 arasında değişen hastaların yaş ortalaması 52±5.4 yıl idi. Hastaların İBO nedenleri; 12 (%46,1) hastada adez- yonlar, 7 (%26,9) hastada tümörler, 5 (%19,2) hasta- da eksternal herniler, 1 (%3,9) hastada internal herni, 1 (%3,9) hastada invajinasyon olarak belirlendi. Kesin tanı- sı İBO olarak belirlenen 26 hastanın 23’üne radyolojik ola- rak İBO tanısı konmuş olup ÇKBT’nin sensitivitesi %88,5, spesifitesi %90 olarak saptandı. Sonuç: ÇKBT, multiplanar ve üç boyutlu reformat gö- rüntülerin de katkısı ile, akut karın ağrısına neden olan İBO’ların preoperatif tespitinde hızlı, etkin ve güvenilir bir görüntüleme yöntemidir.
Amaç: Talasemi hastalarında ince ve kırılgan kemikler çeşitli faktörlere bağlı olarak gelişir. En iyi tedavi koşullarında bile talasemi majör (TM) hastalarının büyük kısmında morbiditeye eşlik eden ciddi osteoporoz geliştiği bildirilmiştir. Bu çalışmada hastanemizde takip edilen TM’li çocuk hastaların kemik sağlığının biyokimyasal parametreler ve kemik mineral yoğunluğu (KMY) ile değerlendirilmesi, gelişebilecek osteoporoz yönünden erken tanı ve önleyici tedbirlerin alınmasının vurgulanması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya TM’li 18 yaş altı 13 çocuk (5 kız, 8 erkek) dahil edildi. Hastaların yaş, hastalık süresi, transfüzyon sıklığı, kullandığı şelatör ve ilaçlar sorgulanarak kaydedildi. Boy ve kiloları ölçüldü. Transfüzyon öncesi alınan kanlarından hemoglobin, açlık kan şekeri, ferritin, alanin aminotransferaz, aspartat aminotransferaz, kalsiyum, fosfor, alkalen fosfataz, tiroid stimülan hormon, serbest tiroksin, intakt paratiroid hormon değerlerine bakıldı. KMY dual enerji X-ray absorbsiyometri yöntemi (DXA) kullanılarak lomber vertebra ve femurdan ölçüldü. DXA Z-skoru <-2 olanlar osteoporoz olarak kabul edildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 7,85±3,17 yıl, VKİ 14,68±1,93 kg/m2 bulundu. Lomber KMY 0,464±0,108 g/cm2, total femur KMY 0,581±0,114 g/cm2, lomber DXA Z-skorları -2,44±1,60, total femur DXA Z-skorları -0,93±1,19 olarak hesaplandı. Osteoporoz oranı lomber vertebralarda %69, femur da %10 olarak saptandı. Lomber ve femoral KMY ile VKİ arasında anlamlı pozitif, femoral KMY ile iPTH arasında anlamlı negatif ilişki bulundu. Sonuç: Talasemi majörlü çocuk hastalarda düzenli transfüzyon ve şelasyon tedavisine rağmen osteoporoz oranı beklenenden yüksektir ve KMY’deki azalma çok erken yaşlarda başlayabilmektedir.
Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler (GİST), gastrointestinal sistemde nadir görülen mezenkimal/stromal hücrelerden köken alan tümörlerdir. Bu çalışmada, GİST tanısı alan olgularımızın klinik, patolojik ve yerleşim özelliklerinin tartışılması amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Toplam 18 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 10u erkek (%56) ve yaş ortalaması 54,2 (30-75) idi. Bulgular: Tümörlerin yerleşim yeri sıklık sırasıyla mide, periton, kolon, ince bağırsak, omentum ve özofagus idi. Hastaların en sık başvuru semptomu karın ağrısı idi. Olgularımızın %22,2sinde tanı anında uzak metastaz tespit edildi. Sonuç: Çalışmamızda GİST tanısı alan olgularımızın sıklıkla karın ağrısı yakınması ile başvurduğu ve tümörün en sık midede yerleştiği dikkati çekmiştir.
Amaç Spontan pnömotoraks (SP) klinik pratikte nispeten sıktır ve daha çok ince, uzun boylu erkeklerde ve sigara içenlerde görülür. Ancak eşzamanlı bilateral pnömotoraks (EBSP) önemli solunum sıntısı ile ortaya çıkan nadir bir klinik durumdur. Sıklıkla tehlikeli bir durum olduğundan acil olarak göğüs tüpü uygulanmalıdır. Bu çalışmada eş zamanlı bilateral spontan pnömotorakslı hastalar iki gruba ayrılarak yaş, cinsiyet, tanı yöntemleri, uygulanan tedavi yöntemleri ve sonuçları açısından geriye dönük olarak değerlendirildi. Gereç ve Yöntemler Ocak 2006 ile Mayıs 2009 tarihleri arasında EBSP nedeniyle tedavi edilen 11 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların yaşı, cinsiyeti, altta yatan pulmoner hastalık, sigara öyküsü, semptomlar, teşhisi, tedavi biçimi, cerrahi endikasyonlar, nüks, morbidite ve mortalite oranları ile göğüs tüpü kalış süresi ve postoperatif hastane yatış süreleri gözden geçirildi. Primer ve sekonder spontan pnömotrakslı olgularda arteriyal kan gazı değerleri (girişim öncesi ve sonrası) incelendi. Bulgular Olguların 7’si (%63.63) erkek, 4’ü (%36.37) bayan, ortalama yaşları 34,5±6.81 idi. Hastaların 4’ü (%36.37) primer SP’li, 7’si (%63.63) sekonder SP’li idi. Sekonder SP’li hastalarda kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) en sık sebepti. İki (%18.18) olgu rekürrens pnömotoraks idi. Sekiz (%72.72) olguda sigara öyküsü pozitifti. Her iki grupta da en sık saptanan belirti nefes darlığı idi. Acilen eşzamanlı olarak sağ ve sol toraksa ayrı ayrı tüp torakostomi uygulandı. Olguların tedavisinde tüp torakostomi, video yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS), aksiller torakotomi ve kimyasal plöredez uygulandı. Üç (%27.27) olguda postoperatif morbidite tespit edildi (1 olguda uzamış hava kaçağı, 1 olguda ampiyem ve 1 olguda pnömoni). Mortalite görülmedi. Bu seride üç (%27.27) olguda nüks gelişti. Sonuç Eşzamanlı bilateral SP’li hastalar acil ve etkili tedavi gerektirir. Tüp torakostomi EBSP’li hastalarda uygun ve etkili bir tedavi yöntemi olabilir. Bununla beraber tüp torakostominin başarısız olduğu ve/veya SP’nin nüks ettiği hastalarda cerrahi yöntemler güvenle ve düşük nüks oranları ile uygulanabilir.
Bu çalışmada, biyopsi ve prostatektomi örneklerinde gleason skoru (GS) uyumunu incelemeyi ve lokalize prostat kanseri (PK) tanısı konulmuş aktif izlem adayı olan hastalarda biyopsi sonucuna göre verilen bu tedavi kararının doğrululuğunu değerlendirmeyi amaçladık. Biyopsi sonrası PK nedeniyle radikal prostatektomi geçirmiş 118 hastanın biyopsi ve prostatektomi örneklerinin GS değerlendirildi. D’Amico ve arkadaşlarının sınıflamasına dayanarak, hastalar, rektal muayene, serum PSA düzeyine ve biyopsi GS’na göre, düşük, orta ve yüksek riskli prostat kanseri olarak gruplandırıldı (birinci değerlendirme). Aynı gruplandırma prostatektomi GS’nu kullanarak bir kez daha yapıldı (ikinci değerlendirme). Elli iki hastada (%44.06) biyopsi ve prostatektomi örneklerinde GS uyumlu iken, 66 hastada (%55.93) GS’nun uyumsuz olduğu gözlendi. Biyopside, hastaların 48’inde daha düşük, 18’inde daha yüksek derecelendirme saptandı. Birinci değerlendirmede, düşük riskli prostat kanseri olan 63 hastanın 16’sının (%25.39), ikinci değerlendirmede orta riskli prostat kanserine sahip olduğu saptandı. Çalışmamızda, biyopsi ile prostatektomi örnekleri arasında %56 oranında uyumsuzluk saptanırken, biyopside düşük derecelendirmenin daha fazla olduğu gözlendi. Sonuç olarak, düşük riskli hastaların %25’inin orta riskli olabileceği varsayımıyla, aktif izleme alınacak hastaların yetersiz tedavi riski ile karşı karşıya olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Kor triatriatum sinister nadir bir doğuştan kardiyak anomalidir. Fibromusküler bir membran tarafından sol atriyum iki bölüme ayrılmıştır. Hastalığın tanısı çoğunlukla çocukluk döneminde konmasına rağmen, erişkin döneme kadar ulaşan hastaların sayısı az değildir. On dokuz yaşında kadın hasta son bir yıldır artan nefes darlığı yakınmasıyla başvurdu. Fonksiyonel kapasitesi NYHA sınıf 2 olarak değerlendirildi. Öyküsünde daha önce benzer bir yakınması yoktu. Kalp seslerini dinlemekle apikal 2/6 dereceli diyastolik üfürüm duyuldu. Elektrokardiyografi ve teleradyografi bulguları normaldi. Transtorasik ekokardiyografide sol atriyumu ikiye bölen ince bir membran görüldü; ancak membrandan geçiş bölgesi görüntülenemedi. Transözofajiyal ekokardiyografide membrandan geçiş de gözlendi, ancak membran açıklığının derecesi görüntülenemedi. Kor triatriatum sinister tanısı konan hastaya uygulanan kardiyak kateterizasyonda pulmoner kapiller wedge basıncı-sol ventrikül diyastol sonu basınç gradiyenti 10 mmHg bulundu. Bu bulgularla hasta için ameliyat kararı verildi.
Uzay çalışmaları, her geçen gün artan ihtiyaçlar doğrultusunda disiplinler arası bir boyut kazanmakta ve tüm ülkeler için stratejik niteliği daha fazla ön plana çıkmaktadır. Öte yandan, uzay araştırmaları ülkelerin silahlı kuvvetlerinin etki alanının sınırlarını dahi aşarak tüm insanlığın hizmetine sunulmuştur. Bu kapsamda uzay çalışmaları başlangıçta savunma ve havacılık alanlarında araştırmacıların ilgisini çekerken, gelinen noktada dünya üzerinde tehdit kavramının değişimi ile ortak bir savunma ve güvenlik platformundaki araştırmalarla çeşitlilik kazanmıştır. Klasik güvenlik anlayışının yerini alan yeni güvenlik anlayışının tehditlerine karşı, mücadeleye yönelik olarak ülkeler, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde uzay-tabanlı sistemleri kullanma yolunu seçmektedirler. Uzay sistemlerinin etkin kullanılması sonucu, insan ve doğal kaynaklı tehditlere karşı önemli başarılar kazanılmaktadır. Ancak, ileri teknoloji ve yüksek maliyetler gerektiren uzay çalışmalarında, işgücü, kaynak ve zaman israfına tahammül bulunmamaktadır. Bu makale kapsamında; klasik ve yeni güvenlik ortamı, genel tehditler çerçevesinde ve ülkeler bazında karşılaştırmalı olarak ele alınmış, uzayın uygulama alanları, uzayın güvenlik sistemlerine etkisi ve ülkelerin izledikleri politikalar ile uzay-tabanlı güvenlik proje ve programları incelenmiş, ayrıca Türkiye’deki uzay çalışmaları özetlenmiş ve Türkiye için çıkarımlar değerlendirilmiştir.

/ 3
3 / 3