1.112 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
1987 yılında “Brundtland” bir diğer adıyla “Ortak Geleceğimiz” Raporunun yayımlanmasının ardından yaygın bir kullanımı alanı bulan ve “bugünün ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin karşılayan kalkınma” biçiminde tanımlanan “sürdürülebilir kalkınma” kavramı iktisadi, sosyal ve çevresel boyutları içerisinde barındırmaktadır. Sürdürülebilir kalkınmaya ulaşılabilmesi amacıyla eşanlı önem verilmesi gereken iktisadi, çevresel ve sosyal boyutların kesişim kümesinde sağlık yer almaktadır. Sağlık kavramının söz konusu göstergelerin kesişim kümesinde bulunmasının yanı sıra, “Binyıl Kalkınma Hedefleri” arasında “Çocuk ölümlerini azaltmak”, “Anne sağlığını iyileştirmek” ve “HIV/AIDS, sıtma ve diğer salgın hastalıklarla mücadele etmek” ile “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları” arasında “Sağlıklı ve kaliteli yaşamı her yaşta güvence altına almak” ifadelerinin yer alması, sürdürülebilir kalkınmanın sağlığa ilişkin yönünü işaret etmektedir. Buradan hareketle bu çalışma, “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları” içerisindeki “Sağlıklı ve kaliteli yaşamı her yaşta güvence altına almak” amacı çerçevesinde belirlenen göstergelerin Türkiye’de bölgesel düzeydeki durumlarını karşılaştırmalı betimsel analiz yöntemi ile değerlendirerek sürdürülebilir kalkınmanın sağlığa ilişkin yönünü ortaya koymayı amaçlamaktadır. Söz konusu göstergelere ilişkin Türkiye’de “İstatistiki Bölge Sınıflandırması (İBBS)” Düzey 1’deki 12 bölgenin 2015 ve 2019 yıllarına ait verilerini inceleyen bu çalışmanın bulguları, Türkiye’de sürdürülebilir kalkınmanın sağlığa ilişkin yönü açısından bölgesel farklılıklar bulunduğunu ortaya koymaktadır. Buna göre Türkiye’de sürdürülebilir kalkınma bağlamında sağlık açısından “TR5 Batı Anadolu” ve “TR3 Ege” bölgeleri en avantajlı bölgeler iken diğer taraftan “TRB Ortadoğu Anadolu” bölgesi ise en dezavantajlı bölgedir. Bunun yanı sıra, 100.000 kişiye düşen doktor ve diş hekimi sayıları Türkiye geneline göre dezavantajlı bölge sayısının en yüksek olduğu göstergelerdir.
Amaç: Endometrium karsinomlarında son yıllardaki en önemli gelişme moleküler sınıflama olmuştur. Bu sınıflamada tümörler dört gruba ayrılmıştır: 1-POLE mutant grup, 2-Mikrosatellit instabil (MSİ) grup, 3-Yüksek kopya sayısı grubu (P53 mutasyonu), 4-Düşük kopya sayısı grubu. Bu gruplardan POLE ve MSİ grup daha iyi prognoza sahip olması ve immün-kontrol inhibitör tedavisinden fayda görebilme potansiyelleri ile öne çıkmaktadır. Çalışmamızda immünohistokimyasal (İHK) yöntemle MMR proteinlerinde (MLH-1, PMS-2, MSH-2, MSH-6) nükleer ekspresyon kaybı olan ve olmayan olguların prognostik paramaterelerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bölümümüzde 2017-2020 yılları arasında histerektomi materyalinde endometrium karsinomu tanısı almış ve İHK olarak MMR proteinlerinin değerlendirildiği 80 hasta çalışmaya alınmıştır. MMR kaybı olan ve olmayan olgular tümör boyutu, histolojik derece (HD), myometrial invazyon derinliği, lenfovasküler invazyon (LVİ) ve servikal tutulum açısından karşılaştırılmıştır. Bulgular: Olguların 37’sinde (%46,3) MMR proteinlerinin herhangi birinde kayıp mevcutken, 43’ünde (%53,7) kayıp izlenmemiştir. MMR protein nükleer ekspresyon kaybı açısından olgular karşılaştırıldığında, kayıp saptanan olguların %45,9'da (17/37), kayıp saptanmayan olguların ise %27,9'da (12/43) histolojik derece III'tü (p:0,03). Myometrium 1/2 dış invazyon, servikal stromal tutulum ve LVİ açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. Sonuç: Çalışmamızdaki olguların yaklaşık yarısında MMR proteinlerinin en az birinde kayıp saptanmıştır. En sık kayıp MLH-1 ve PMS-2 kaybı olarak ortaya çıkmıştır. MMR proteinlerinde nükleer ekspresyon kaybı izlenen olguların HD’si kayıp saptanmayan olgulara göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek olma eğilimindedir.
Objective: Maxillary molars may be challenging for root canal treatment due to their complex canal anatomy and additional root canals, especially in the mesiobuccal root. The current study aimed to investigate the prevalence of root and root canal numbers of maxillary molar in a selected Turkish population. Materials and Methods: A total of 905 first and second maxillary molars were evaluated using cone-beam computed tomography (CBCT) images. The number of roots and canals was recorded and the mesiobuccal canal was further evaluated with the Vertucci classification. Results: A total of 394 teeth had a second mesiobuccal (MB2) canal (43.5%). While 90.4% of all maxillary molars had three roots, 44% had four root canals. The most common root canal anatomy of mesiobuccal root canals was Type II (42.6%) followed by Type IV (31.5%) and Type III (22.1%). Conclusions: It is clear that the second mesial root canal in permanent maxillary molars should be carefully searched for the long-term success of root canal treatments. It is seen that CBCT sections will be beneficial in diagnosis and treatment in better understanding the anatomical structure of the teeth and determining possible anatomical deviations.
Bu çalıĢmada, 2003-2019 döneminde bireysel krediler ile dıĢ ticaret açıkları arasındaki iliĢki diğer kontrol değiĢkenlerinin de varlığı altında ekonometrik analiz yöntemleri kullanılarak çeyreklik veriler ile incelenmiĢtir. DeğiĢkenler ARDL sınır testine tabi tutulmuĢ ve dıĢ ticaret açıklarının bireysel kredi hacmine olan duyarlılığı uzun ve kısa dönemde test edilmiĢtir. Bulgularımız, bireysel kredi toplamındaki artıĢların uzun dönemde dıĢ ticaret açığını arttırdığını, ticari kredilerdeki artıĢın ise açığı azalttığını göstermektedir. Bireysel kredilere ait alt ürünler bazında ise ihtiyaç ve taĢıt kredilerindeki artıĢın dıĢ ticaret açığını uzun dönemde arttırdığı sonucuna ulaĢılmıĢtır. Konut kredileri ve kredi kartı artıĢının ise dıĢ ticaret açığı üzerinde istatistiki olarak anlamlı bir etkisi tespit edilmemiĢtir.
Respiratory tract infections are common in Down syndrome. A 24-year-old male patient with Down syndrome with concurrent diabetes mellitus underwent antibiotic treatment with a diagnosis of lung abscess in an external center with complaints of fever and vomiting, but was referred to us after his symptoms did not regress. Despite the improvement in the lung abscess noted in a radiological examination, the patient was identified with a brain abscess upon an examination due to the continuation of fever, vomiting and the onset of headache. Particular attention should be paid to additional abscess foci such as brain abscess in cases with lung abscess with an underlying comorbidity.
Resmî Gazete’de 30 Mart 2005 tarihinde yayımlanan, 5324 sayılı Kozmetik Kanunu’na göre; vücudun dış bölgelerine (saçlar, epiderma, kıllar, tırnaklar, dudaklar, ağız mukozası, dişler ve dış genital organlar gibi) uygulanan, temel amacı bu vücut kısımlarının temizlenmesi, görünümünün değiştirilmesi veya düzeltilmesi, vücut kokularının giderilmesi olan preparatlar kozmetik ürün olarak tanımlanmaktadır. Kozmesötik terimi ya da kozmesötik içeren ürün ise kozmetik ve farmasötik terimlerinin kombinasyonu sonucu üretilmiş olan, ilaca benzer etkileri olduğu iddia edilen ve biyolojik olarak aktif bileşenlere sahip kozmetik ürünler olarak tanımlanmaktadır. Dermakozmetik ürün veya kozmesötik; özellikle deri ve deri uzantısı olan saç, tırnak gibi vücudun çeşitli bölgelerinin görünümünü değiştirmek, düzenlemek, var olan kusurların iyileştirilmesi ve sağlıklı görünümün elde edilmesi adına kullanılan, dermatolojik ve kozmetik işlevi bulunan tüm madde ve preparatlardır. Bu alanda eğitim almış ve yetkinliğe sahip eczacılar; akneli, hassas, çok kuru, atopiye eğilimli, kırışık ve lekeli deri için hastalara uygun dermakozmetik ürün önerilmesinde önemli role sahiptir. Eczacı tarafından hastaların dermatolojik problemleri ve cilt tipi profilleri göz önüne alınarak uygun bakım rutinleri oluşturulmaktadır. Bakım rutinleri içerisinde uygun temizleyici, tonik, nemlendirici, güneşten koruyucu, leke ve kırışıklık önleyici ürünler yer almaktadır. Bu derleme, güncelliğini koruyan dermakozmetik ürünler hakkında önemli bir kaynak niteliğindedir. Bu derlemede, deri ve derinin yapısı, dermakozmetik ürünlerin deriden penetrasyonu, cilt tipleri, dermatolojik problemler ve cilt tipi ve dermatolojik problemlere göre önerilebilecek dermakozmetik ürünler ve nanokozmetikler hakkında detaylı bilgi verilmiştir.
Objective: Our study assesss the clinical features of oral lesions that require histological examination and patient-reported symptoms to estimate the risk of malignancy and to determine the presence of any altered features. Materials and Methods: Demographic characteristics of 70 patients and clinical features of lesions were analyzed using chi-square test, Fisher’s Exact test of Independence and discriminant function analysis. Results: Margins, lymphadenopathy, patient’s self-awareness of the lesion associated with mass effect, surface texture, colour, ulceration, loss of function and pain were significant parameters indicating the risk of malignancy (p<0.05). Analyses of the parameters related to the high risk of malignancy have led to a statistical model for clinical differentiation of benign lesions from malignancies with an accuracy of 91.4% (p=0.016). The statistical model demonstrated that the most important discriminative features were margins, surface texture, patient’s self-awareness, lymphadenopathy, loss of function, ulceration, colour, and pain, respectively. Conclusion: In our study, age, gender, duration and localization did not anticipate the nature of the lesion. Our statistical model showed that irregular/indistinct margins and surface textures and the presence of lymphadenopathy have a higher risk of malignancy.
Objective: New generation High Viscosity Glass Ionomer Cements (HVGICs) have enhanced physical and mechanical properties. By effectively closing the restoration margin, it ensures that the restorations will last longer. The aim of this study was to investigate the clinical performances of heat-cured versus non heated HVGIC in class II restorations of deciduous molars. Methods: This randomized, split mouth, multicentre study was performed in four different centres. A total of 250 deciduous molars from 88 individuals were randomly allocated to one of the following groups: 1) non-heated (n=125) 2) heated (n=125) and restored with a HVGIC using LED light for heat application. Restorations were clinically evaluated according to the modified USPHS at the baseline, 6 months and 12 months. The survival analysis was performed by Kaplan Meier and Life Tables. This study was retrospectively registered to the ClinicalTrials.gov with the ID number of NCT04291872 at 2nd March 2020. Results: No statistically significant differences were found between the groups regarding to modified USPHS criteria (p>0.05). Success rate in retention criteria was 94.1% of the heat-cured and 92.6% of the non-heated restorations after 12 months. The mean survival time was 11.8 ±0.1 months in the heated group, while 11.9±0.1 months in the non-heated group. Conclusion: The heat treated HVGIC for Class II restorations did not show any significant differences in 12 months’ follow-up compared with the conventional technique.
Bu çalışma ile sağlık turizmi yetki belgesine sahip aracı kuruluşların sundukları hizmetler açısından internet sayfalarının incelenmesi amaçlanmıştır. 20.10.2021 tarihinde Sağlık Bakanlığı’nın Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü/ Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı’nın internet sayfasına erişilerek, sağlık turizmi yetki belgesine sahip 246 adet aracı kuruluşun isimleri tespit edilmiştir. Araştırma kapsamında 246 adet aracı kuruluştan, 203 tanesinin internet sayfasına ulaşılmıştır. Ulaşılan 203 aracı kuruluştan, 153 aracı kuruluşun oluşturulan ölçütler kapsamında sağlık hizmetleri sunduğu tespit edilmiştir. Marmara bölgesinde 83 aracı kuruluş, İç Anadolu bölgesinde 30 aracı kuruluş, Akdeniz bölgesinde 19 aracı kuruluş, Ege bölgesinde15 aracı kuruluş, Karadeniz bölgesinde 3 aracı kuruluş ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde 3 aracı kuruluş faaliyet göstermektedir. Doğu Anadolu bölgesinde ise sağlık turizmi alanında hizmet veren aracı kuruluş olmadığı tespit edilmiştir. Çalışma sonucunda 153 aracı kuruluşun 19 farklı alanda sağlık hizmeti sağladıkları, bir aracı kuruluşun birden fazla alanda tedavi olanağı sunduğu belirlenmiştir. Branşlar bazında, aracı kuruluşların en fazla “Ağız ve Diş Sağlığı” hizmeti için olanak sağlandığı (78 aracı kuruluş), en az ise “Diyabet” tedavisi için imkân sundukları (8 aracı kuruluş) sonucuna ulaşılmıştır.
Objective: This study aimed to evaluate the mental health status of Dental Health Care Workers (DHCWs) in a dental emergency university clinic treating urgent patients during the pandemic. Materials and Methods: A hundred fifteen participants were selected from DHCWs who actively worked during the pandemic in a Dental Emergency Clinic of a university. Depression, anxiety and stress levels of participants were measured with the Depression-Anxiety-Stress Scale and their insomnia levels were assessed with the Insomnia Severity Index. Correlations between independent continuous and dependent variables tested with Spearman test. Mann-Whitney U and KruskalWallis tests were used used to evaluate possible effects of independent variables. The psychological data of the aerosol-generating treatment group were compared to the rest of the participants using Mann-Whitney U tests. In all tests α=0.05 significance level was set. Results: The rates of DHCWs scored above the cut-off points were 54% for depression, 40% for anxiety, 36% for stress and 40% for insomnia. Feeling negative emotions before the pandemic significantly interacted with all psychometric measurements. Younger age, feeling anxious about changing working conditions and/or obtaining personal protective equipment was correlated positively with stress points (p=0.035, p=0.008, p=0.007, respectively). A significant percentage of DHCWs presented high scores on depression, anxiety, stress and insomnia in this study. Conclusion: The authorities and healthcare executives must show programmed leadership and support for DHCWs during the COVID-19 outbreak. The integration of programs developed to mitigate stress among DHCWs recommended during the COVID-19 pandemic.
Objective: This study aimed to compare the curvature change, preparation time, resin removal amount and working length reduction properties of the OneCurve (0.25/0.06), ProTaper Universal F2 (0.25/0.06), Twisted File Adaptive SM2 (0.25/0.06) and WaveOne Gold Primary (0.25/0.07) using simulated root canal models. Materials and Methods: A total of 67 plastic models were used. Three models were used to verify the initial curvature angle, the weight of the unprepared resin block and the initial root canal length. The remaining 64 models were divided into four groups of 16 samples. After preparation, the changes in parameters were measured again. Statistical analysis was done with SPSS 22.0 using one-way ANOVA and post hoc Tukey’s tests and Kruskal–Wallis with Bonferroni corrections. Pearson and Spearmen correlation coefficients were also used. A p-value <0.05 was significant. Results: Significant differences were observed between OneCurve, ProTaper Universal F2, Twisted File Adaptive SM2 and WaveOne Gold Primary file systems in terms of resin removal amount, root canal curvature change and preparation time (p<0.05). The correlations were statistically significant (p<0.05). Conclusions: Twisted File Adaptive SM2 performed significantly less resin removal and curvature change. Furthermore, the Twisted File Adaptive and WaveOne Gold Primary instruments required less preparation time compared with OneCurve and ProTaper Universal F2.
Türk diş hekimliği tarihinde, 57 yıllık akademik hayatında, pek çok konuda çalışma yaparak bilimsel eserler yazmış Prof. Dr. Suat İsmail Gürkan’ın farklı bir yeri vardır. Diş hekimliğinin ülkemizdeki akademik gelişim süreçlerinde etkin rol alarak, bugünlere gelmesine katkı sağlamış bu şahsiyetin yaşam öyküsü hakkında farklı periyodiklerde yazılmış makalelere rastlamak mümkündür. Ancak bu kez Prof. Dr. Suat İsmail Gürkan’ı biraz daha geniş tanıtmaya olanak sağlayan ve tarihsel değeri olan yeni materyalleri kapsayan bilimsel bir çalışma hazırlanmıştır. Halen hayatta olan oğlu, diş hekimi Doç. Dr. Yalçın İsmail Gürkan, 2018 yılında babasıyla ilgili yeni bilgileri içeren dokümanların bir kopyasını Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı arşiviyle paylaşmıştır. Yeni bilgiler içeren bu kaynakların, bilimsel literatürde okuyucuların ve araştırmacıların yararlanması için, yayınlanması gerekliliği ortaya çıkmıştır. Tıp ve diş hekimliği tarihinin temel amaçlarından olan eskinin yeniye tanıtılması ve doğru bir şekilde nakledilmesi ihtiyacı, mevcut bilginin bilim insanlarına örnek teşkil edecek şekilde sunulmasını ve kayıtlara geçmesini gerektirmektedir. Ülkemizde genel cerrahi alanında hekim olarak tanınan Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan’ın kardeşi ve ülkemizde 1964 yılında kurulan ilk diş hekimliği fakültesinin dekanı olması sebebiyle Prof. Dr. Suat İsmail Gürkan’ın diş hekimliği alanındaki gayreti ve başarıları yadırganmamalıdır. Sadece diş hekimi olarak değil, aynı zamanda bir besteci ve çalışma alanıyla ilgili tarihsel materyalleri ve kitapları bir koleksiyoner gibi toplayan ve saklayan Prof. Dr. Suat İsmail Gürkan çok yönlülüğüyle ülkemizdeki ender rastlanılan bir bilim insanıdır. Bu makalede onun yaşam öyküsünün, ona ait nadir resimlerin ve kitap kapaklarının yayınlanması amaçlanmıştır.
Objective: The purpose of this study was to evaluate the effect of using single-file with different tapered coronal flaring files on dentinal crack. Material and Methods: Human extracted mandibular premolars (n=128) were selected and divided into four groups (n=32) based on the coronal flaring instruments; Group 1, One Flare; Group 2, Endoflare; Group 3, Gates Glidden Drills; Group 4, Control Group. Specimens divided into four subgroups based on the single file system (n=8): Subgroup A, HyFlex EDM: Subgroup B, Reciproc Blue: Subgroup C, One Shape: Subgroup D, WaveOne Gold. All roots were then sectioned at 3, 6, and 9 mm from the apex. The sections were inspected under a stereo-microscope at 2.5X and 5X to determine the presence of microcracks. The data were analyzed using the chi-square test (p=0.05). Results: There was no statistically significant difference between the distributions of dentinal cracks caused by the use of single-file systems with different coronal flaring files (p>0.05). There was no statistically significant difference between the distributions of dentinal cracks according to single file systems (p>0.05). There was also no statistically significant difference between the distributions of dentinal cracks according to coronal flaring files (p>0.05). Conclusion: The use of coronal flaring instruments combinations with single file systems reduced the observation of dentin cracks. One Flare files caused less dentinal cracks than the other instruments test.
Amaç: Bu çalışmanın amacı, farklı NiTi eğe sistemleri [Scope RS® Retreatment GOLD (SRG), WaveOne Gold (WOG) ve ProTaper Gold (PTG)] kullanılarak kök kanal dolgu maddelerinin uzaklaştırılması sırasında apikalden taşan debris ve kök kanal duvarlarında kalan dolgu maddesi miktarını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntemler: Kırk beş adet çekilmiş alt çene küçük azı dişin kök kanalları genişletilmiş ve tek kon tekniği kullanılarak gütaperka ve AH Plus kanal patı ile doldurulmuştur. SRG, WOG ve PTG eğeleri ile kök dolgu materyalinin uzaklaştırılması için dişler rastgele 15’li 3 gruba ayrıldı. Uzaklaştırma işlemi sırasında apikalden taşan debris, önceden tartılmış Eppendorf tüplerinde toplandı ve elektronik bir terazi ile ölçüldü. Kök kanallarında kalan dolgu maddesi miktarı dijital analiz programı (Image J) kullanılarak değerlendirildi. Veriler tek yönlü ANOVA testi kullanılarak analiz edildi. Bulgular: WOG eğe sistemi, PTG eğe sistemine göre anlamlı derecede apikalden daha az debris taşırırken (p=0,020); SRG eğe sistemi ile diğer 2 eğe sistemi arasında anlamlı bir farklılık bulunmadı (p=0,426, p=0,647). Kalan dolgu maddesi miktarı açısından anlamlı bir farklılık bulunmadı (p=0,308). Sonuç: Tüm gruplar apikal foramenden debris taşırdı. PTG eğe sistemi, WOG ve SRG eğe sistemlerine oranla daha yüksek seviyelerde apikal ekstrüzyona sebep oldu. Ayrıca kalan kanal dolgusu miktarı açısından gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmadı.
Amaç: Popüler sosyal medya platformları olan Twitter, Instagram ve YouTube’da, florür ile ilgili paylaşılan gönderilerin içeriğini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntemler: Çalışma, Türkçe dilinde gerçekleştirilmiştir. Twitter platformunda “flor” ve “florür” anahtar kelimeleriyle paylaşılmış Mayıs 2017-Mayıs 2020 tarihleri arasında olan “tweet”ler; Instagram platformunda Nisan 2018-Nisan 2020 tarihleri arasında “florür” etiketiyle paylaşılan herkese açık tüm gönderiler; YouTube platformunda ise Mayıs 2020 tarihinde “florür”, “florür zararlı mı?”, “flor uygulaması” anahtarlar kelimeleriyle paylaşılmış tüm videolar, birer araştırmacı tarafından manuel olarak her bir platform için ayrıca hazırlanmış, paylaşımları nitelik ve niceliksel yönleriyle değerlendirmeyi amaçlayan anket soruları aracılığıyla analiz edilmiştir. Elde edilen veriler tanımlayıcı istatistikler (ortalama, yüzde değerleri) ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Twitter gönderilerinin %90,84’ünde kaynak belirtilmemiş, %74,64’ünde florürün zararlarından bahsedilmiştir. Instagram’da florürün zararlarından bahseden gönderiler, yararlı olduğunu savunan gönderilerden 2 kat fazla bulunmuş, ürün tanıtımı yapan gönderilerin %87’sinin florür içermeyen diş macunu kullanımını önerdiği tespit edilmiştir. YouTube’da ise videoyu yayımlayanların %64,1’i gibi büyük bir kısmı meslek dışı kişiler tarafından (alan dışı hesaplardan) paylaşılmış; bu paylaşımlar izlendiğinde %67,53’ünün olumsuz bilgi ve yorum içerdiği saptanmıştır. Sonuç: Florür ile ilgili sosyal medya platformlarında çok fazla yanlış bilgi ve içerik bulunmaktadır. Sağlık alanında uzman kişilerin, sosyal medyayı hastaları doğru yönlendirmek, kafa karışıklıklarını gidermek, yanlış bilgilere karşı eğitmek, doğru bilgi içermeyen paylaşımlara cevap vermek ve kanıta dayalı verileri paylaşmak için daha etkili ve aktif kullanmaları gerekmektedir.
Modern Endodontik tedavilerin başarı ve başarısızlıklarında diş hekimlerinin tecrübesi ve kullanılan teknolojik ürünlerin payı günümüzde çok önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle, klinisyenlerin büyüteç, dental operasyon mikroskobu, den- tal volumetrik tomografi, rubber-dam ve nikel-titanyum (NiTi) kanal eğeleri gibi ürünleri kullanması endodontik tedavinin başarısını anlamlı derecede arttırmaktadır. Kliniklerimizde, endodontik tedavi yaparken genellikle en çok kullandığımız alet ise paslanmaz çelik veya NiTi kök kanal eğe sistemleridir. Her iki farklı türdeki eğelerin kendi içerisindeki avantaj ve de- zavantajlarına rağmen, günümüzde endodontik tedavi yapı- lırken NiTi’den yapılmış aletler daha çok tercih edilmektedir. NiTi eğelerin hızlı ve pratik kullanımına rağmen, diş hekimleri endodontik tedavi uygulamalarında bu eğelerin kullanımın- da dikkatli davranmaları ve kullanacakları NiTi eğeleri çok iyi tanımaları gerekmektedir. Bu derlemenin amacı; modern en- dodonti pratiğinde sıklıkla kullandığımız NiTi aletlerin yıllar içerisinde yapmış olduğu tasarım değişikliklerini, sistem gün- cellemelerini ve jenerasyonlar arası farklılıklarını değerlendir- mek ve açıklamaktır.
Purpose: This study aimed to investigate the effect of glide path preparation before shaping with reciprocating single-file, rotary single-file and multiple-file systems on the debris extrusion from the apical, and on the root canal transportation. Materials and Methods: One hundred twenty curved mesial root canals of mandibular first molars were randomly distributed to six groups (n=20). The root canals were prepared with Reciproc in Group R, OneShape in Group OS, and ProTaper Next in Group PN. In the last three groups (RG, OSG and PNG), a glide path was created before the shaping instruments used in the first 3 groups. The pre- and post-preparation weight were measured by using a 10-5 microbalance.Pre- and post-preparation of the root canals were scanned by using cone-beam computed tomography (CBCT). Results: The debris extrusion in RG and OSG was significantly higher than R and OS, respectively. However, no significant differences were found between PN and PNG. Considering the root canal transportation, RG showed lower than R for 5 mm and 7 mm levels and the OSG group showed lower than OS for all levels. Creating a glide path significantly increased the shaping time for OS and PN groups. Conclusion: In advance of shaping with a single-file system in curved canals, creating a glide path preserves canal anatomy. However, it may lead to increase apical debris extrusion.
The aim was to compare the shaping ability and the canal straightening of T-Endo MUST and WaveOne Gold reciprocal file systems with glide path files in resin J-shaped root canals. Material and Methods: Two groups (n=17) were established. TEM tg (13/.04) + TEM M25 (25/.06) and WOG Glider (15/.02) + WOG Primary (25/.07) were used to prepare the resin simulated canals. A series of preoperative and postoperative images were taken by a digital camera and they were superimposed. The curvature angles and the amount of resin removed from both the inner and the outer wall of the canal into the level of 7 mm from the apical point, with a 1 mm increment were measured. The data were evaluated with independent samples Student’s t-test with 5% significance interval. Results: There was no statistically difference between TEM and WOG reciprocal files (p>0.05). No instrument fracture or canal aberrations were inspected during canal preparation. Conclusion: Within the limitation of this present study, TEM and WOG files maintained the original canal curvature in curved canals. They produced conservative shapes with lower foramen transportation.
Çalışmamızda, hareketli yer tutucu kullanımı öncesi ve 6 ay sonrası masseter kas kalınlığının ultrasonografi yardımıyla incelenmesi, ağız hijyeni ve beslenme alışkanlıklarının karşılaştırılması ve bu faktörlerin DMFS ve dmfs (çürük, kayıp ve dolgulu diş yüzey sayısı) ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamızda yer tutucu ihtiyacı olan 20 çocuğa (6-12 yaş) ağız içi muayeneleri yapılmış, çürük sayıları, kayıp ve dolgulu diş yüzeyleri (DMFS, dmfs) kayıt altına alınmış ve hastalara sorular sorulmuştur. Çocuklarının beslenme ve ağız hijyeni alışkanlıklarını değerlendiren anket soruları uygulandı. Yer tutucu aparey uygulamasından önce ve 6 ay sonra hastaların bilateral masseter kas kalınlıkları ultrasonografi ile ölçüldü ve elde edilen tüm veriler istatistiksel olarak analiz edildi. Bulgular: İstatistiksel değerlendirmeler sonucunda, masseter kasının ultrasonografik değerlendirmesinde hem dinlenme durumunda hem de kontraksiyon durumunda sağ ve sol masseter kaslarının kalınlığındaki artış istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Ebeveynlerin eğitim durumu ve çocukların diş fırçalama sıklığı incelendiğinde, aralarında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Ara öğünlerde şekerli atıştırmalık tüketimi ile DMFS indeks değerleri aralarında istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edilirken, dmfs indeksi arasında ise istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edilmedi. DMFS indeks değeri ile ebeveynlerin eğitim seviyesi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmazken, dmfs indeks değeri arasında anlamlı ilişki saptandı. DMFS değeri ile diş fırçalama sıklığı arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunurken, dmfs değeri ile arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Sonuç: Çalışmamızda elde ettiğimiz sonuçlar, dişli hareketli yer tutucu aparey kullanımının çocuklarda masseter kasının fonksiyonunda önemli etki sağladığını göstermiştir ancak bu konuyla ilgili daha fazla çocuğun dâhil olduğu yeni çalışmalara ihtiyaç olduğu sonucuna varılmıştır.
Childhood hypophosphatasia (HPP) presents with bowing of the limbs, poor mobility, chronic pain, short stature, fractures, and motor impairment. Enzyme replacement therapy (ERT) provides improved pulmonary and physical function in life-threatening perinatal and infantile forms of HPP. However, treatment of those patients without life-threatening HPP is limited. This report describes the results of asfotase alfa (Strensiq®, Alexion Pharmaceuticals, Inc.) treatment in a 6-year-old girl with childhood HPP, who presented with premature loss of primary teeth, low mobility, and chronic pain in the legs. Sequence analysis of the TNSALP gene revealed three heterozygous variants; c.526G>A (reported previously), c.1051G>C (novel), c.787T>C (reported previously). After a four-year follow-up under ERT, a marked reduction in leg pain and restlessness was observed and physical therapy assessments showed remarkable improvements in motor function, pain score, and quality of life. The treatment decision in childhood HPP is not as clear as in infantile and perinatal forms and it is mostly based on the clinical and radiological condition of the patient. In patients with childhood HPP without severe skeletal involvement but accompanying motor retardation, ERT may improve quality of life, motor functions, and daily activities

/ 56
4 / 56