12.264 sonuç

Tarama Sonuç Kümeleri
Tümünü Listeye Ekle
İslâm dünyasının önemli simalarından ve ehl-i sünnet âlimlerinden birisi olarak gösterilen Muhammed Saîd Ramazân el-Bûtî (1919-2013), interdisipliner çalışmalarıyla İslâmî ilimler konusunda uzmanlaşmış; bunun yanında farklı medya platformlarında da eğitici roller üstlenmiş bir şahsiyettir. Geleneksel sünnî anlayışına hâkim olan Bûtî, yazdığı eserleri ve yetiştirdiği öğrencileriyle birçok bölgede etkili olmuş, önder kişiliğiyle kendisinden sonraki dönemde de önemli bir etki alanı oluşturmuştur. İlmî-fikrî birikime sahip bir mütefekkir olan Bûtî, ulusal ve uluslararası mecrada adından söz ettirmiş bir âlim olarak karşımıza çıkmakla beraber tasavvuf kültürüne de sahip biridir. Bu makalede Bûtî’nin İbn Atâullah el-İskenderî’nin (v. 709/1309) el-Hikemü’l-‘Atâ’iyye’sini şerh ettiği ve tahlilini yaptığı eserindeki mârifet ve ârif-i billah kavramlarına yer verilecektir. Bu kavramlardan yola çıkmak suretiyle onun nazariyesinde, insanın Allah’a doğru bir yolculuğa çıkması, mârifetullahtan geçerek hidayete ermesi ve âriflerin Allah odaklı bir bilinçle dünyevî hayatlarını sürdürmeleri ön plandadır. Onun düşünce sisteminde mârifet sahibi olanlar her şeyin ilâhî bir düzen içinde olduğunun bilincindedir. Bu bağlamda onlar Allah’ın varlığını her şeyde görürler ve bu gerçeklikle uyum içinde bulunurlar. Bu makalede konuyla ilgili dokümanlar incelenmiş ve bu dokümanlardan elde edilen bilgiler sistematik bir şekilde analiz edilmiştir. Elde edilen veriler, metnin genel yapısını ve argümanlarını destekleyecek biçimde düzenlenerek yazıya aktarılmış ve konunun anlaşılması sağlanmıştır.
Sahne performansının olduğu her alanda heyecan, gerek izleyici gerekse icracı kişi veya topluluk için performans anının olmazsa olmaz bir bileşenidir. İyi ve etkili bir performans için olması gerektiği ve hatta heyecansız bir performansın yeterince verimli olmayacağı düşünülmekle beraber bu durum istenmeyecek düzeyde belirdiğinde sanatçının performansını olumsuz şekilde etkileyebilmektedir. Bu çalışmada, müzik icra eden bireylerin performans kaygı düzeyleri ile kaygıyla başa çıkmada kullandıkları bilişsel stratejiler arasındaki ilişkilere yer verilmiştir. Araştırmaya Türkiye'nin birçok ilinden yüz yüze ya da çevrimiçi olanaklarla ulaşılan sanatçı, akademisyen, öğretmen ve öğrenci olmak üzere 346 müzisyen gönüllü olarak katılmıştır. Veri analizinde yapılan korelasyon, bağımsız gruplar T-testi ve tek yönlü Varyans Analizi (ANOVA) sonuçlarına göre müzisyenlerin başa çıkma stratejileri ile kaygı düzeyleri arasında ilişki bulunduğu ve ayrıca kullanılan stratejilerin bazı değişkenlere göre farklılık gösterdiği saptanmıştır.
Düzenlendikleri ilk günden itibaren Expo’lar, kentlerin tarihlerinde önemli izler bırakan etkinlikler olmuşlardır. İlk sergi 1851 Londra Dünya Sergisinden başlayarak düzenlenen Expo’ların çoğu miras niteliğinde vurgularla anılmaktadır. Sergiler, mimarlığın da içinde bulunduğu pek çok alan için arayışın yeri olmuştur. Günümüzde kentlerin ve ülkelerin sembolü haline gelen ikonik yapıların üretildiği sergiler, uluslararası arenada birer gösteri mekânı halini almışlardır. Expo’ların belki de en somut mirası kente bıraktığı mimari eserlerdir. Bu çalışma 1851 Büyük Sergiden günümüze kadar düzenlenmiş Expo etkinliklerinin kentlere ve uluslara sağladığı mimari katkıları ortaya koymayı amaçlamaktadır. Bu amaçla Expo temalarında öne çıkan mimari yaklaşımlar dönemsel olarak kategorize edilmiştir. Etkinliklerin mimari etkileri Expo temalarında öne çıkan mimari yaklaşımlar, kentin simgesi haline gelen ikonik yapılar, Expo etkinlikleriyle kente kazandırılan konut çalışmaları ve ülke pavyonları üzerinden anlatılmıştır. Bulgular göstermektedir ki, ikonik yapılar, ülke pavyonları ve etkinlik alanlarının mimarisi ve etkinlik için üretilen konut alanları yapısal ve mimari yenilikleri de beraberinde getirmektedir.
Firma yaşam döngüsü teorisi, ürün yaşam eğrisinden türetilen ve firmanın belirli yaşam evrelerine sahip olduğu anlayışına dayanan, deterministik olmayan bir kavramdır. Bu çalışmada işletmenin sermaye yapısı üzerinde firma yaşam döngüsünün etkisi incelenmiştir. Çalışmada Borsa İstanbul’da işlem gören 294 şirketin 2013-2020 yılları arasındaki verilerinden ve firma yaşam döngüsü göstergesi olarak Dickinson (2011) tarafından geliştirilmiş modelden yararlanılmıştır. Sermaye yapısı göstergeleri olarak da Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar (KVYK), Uzun Vadeli Yabancı Kaynaklar (UVYK) ve Öz Kaynaklar (ÖK) kullanılmıştır. Ampirik analizlerde korelasyon ve regresyondan yararlanılmıştır. Yapılan analiz sonuçlarına göre firmaların sahiplik yapısı ile yaşam döngüsü aşamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkiler gözlemlenmiştir. Firmaların özellikle giriş aşamasında daha çok KVYK kullandığını, olgunluk aşamasında ise ÖK kullanımının daha fazla olduğu sonucu tespit edilmiştir. Çalışmada ayrıca firma yaşam döngüsü ile firma karakteristikleri arasındaki ilişki de incelenmiş ve istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar elde edilmiştir. Giriş ve düşme aşamalarında firmaların maliyetlerinin yüksek olması, karlılık ve satışlarının düşük olmasına yol açmaktadır. Yaşam döngüsünün diğer aşamalarında ise satışlardaki artışa bağlı olarak karlılığın arttığı ve maliyetlerin de azaldığı görülmüştür.
Nitel araştırma desenlerinden keşfedici-bütüncül tek durum deseni olarak tasarlanan bu araştırmanın temel amacı, Düldül Dağı’nın alternatif turizm potansiyelini yerel paydaşların perspektifinden ortaya koymaktır. Ayrıca, Düldül Dağı’nda alternatif turizmin geliştirilebilmesine yönelik öneriler sunmak araştırmanın alt amacı olarak belirlenmiştir. Araştırmanın örneklemini amaçlı örnekleme tekniğine göre belirlenmiş 10 yerel paydaş oluşturmaktadır. Belirlenen amaçlara yönelik olarak yerel paydaşlarla yarı yapılandırılmış soru formu aracılığıyla 2023 yılı Haziran-Temmuz aylarında derinlemesine görüşmeler yapılmıştır. Ayrıca, mevcut durumu ortaya koyabilmek amacıyla saha gezileri kapsamında gözlemler yapılmıştır. Görüşmelerden elde edilen veriler, betimleyici içerik analizi ve güçlü-zayıf-fırsat-tehdit (SWOT) analizi yöntemiyle incelenmiştir. Araştırmanın bulgularına göre, Düldül Dağı ekoturizm ve termal turizm başta olmak üzere alternatif turizm kaynakları bakımından oldukça zengindir. Ancak ekonomik sorunlar, Covid-19, deprem gibi unsurlar nedeniyle alternatif turizme yönelik planlamalar faaliyete geçirilememiştir. SWOT analizi sonuçlarına göre; Düldül Dağı'nın en güçlü yanı doğal turizm kaynakları bakımından zengin olmasıdır. En zayıf yönleri ise altyapı ve üstyapı olanaklarının yetersiz oluşu ve tanıtım eksikliği olarak tespit edilmiştir. Diğer taraftan, Düldül Dağı'na yapılan teleferik tesisi ve alternatif turizme yönelik talep artışı en büyük fırsatlar olarak değerlendirilirken; planlanan projeler için finansal destek bulunamaması, bölgenin zamanla kitle turizmi etkisi altında kalabilme ihtimali ve deprem en büyük tehdit unsurları olarak belirlenmiştir.
Tarih boyunca Doğu Anadolu’nun önde gelen merkezlerinden biri olan Van ve dolayısıyla Gevaş, Türk İslam dönemine ait tarihi dokusuyla dikkati üzerine çekmektedir. Özellikle de Gevaş ilçesinin önemli simgelerden biri olan ve içinde Halime Hatun Kümbeti’nin de olduğu Gevaş İslam Mezarlığı, şahide ve sandukaları ile Ahlat Selçuklu Meydan Mezarlığından sonra Anadolu’nun en büyük İslam mezarlığıdır. Türk ve Anadolu İslam tarihi ile sanatı açısından büyük bir öneme sahip olan bu mezarlıkta bulunan şahide ve sandukaların tüm yönleriyle gün yüzüne çıkarılması büyük önem taşımaktadır. Alanda yapılan incelemelerde her biri ayrı bir tarihi değere sahip olan çok sayıda taşın kırıldığı, ayakta duranların eğrildiği ve kırılmaya yüz tuttuğu gözlemlenmiştir. Yabani otlar içinde kaybolan sanduka ve şahidelerin tekrar ayağa kaldırılmaları ve belgelendirilmeleri, Türk ve Dünya kültür tarihi açısından oldukça önemlidir. Bu çalışmada tarihi mezarlığın Türk mezar sanatı geleneği içinde konumu ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bu itibarla mezarlıkta bulunan kabirlere dair pek çok özellik, örnekleme yöntemi ile seçilmiş 6 adet mezar üzerinden detaylı bir şekilde analiz edilmeye çalışılmıştır.
Kitle iletişim araçlarının sahip olduğu nüfuz edici güç sayesinde kaynak ile hedef kitle arasındaki mesafe silinmiş ve geniş kitlelere ulaşmak kolaylaşmıştır. Diğer yandan kitle iletişim araçlarının sunduğu olanaklar doğrultusunda öteki pek çok şeyin yanı sıra kamu diplomasisi faaliyetleri yoğunluk kazanmıştır. Bu çerçevede Türkiye’nin siyasi sınırları dışında kalan ancak Türkçe konuşan topluluklara yönelik televizyon yayınları yapmak ve kamu diplomasisi faaliyetleri yürütmek maksadıyla 21 Mart 2009 tarihinde TRT Avaz televizyon kanalı kurulmuştur. Çalışma kapsamında TRT Avaz televizyon kanalından yayınlanan Avrasya Gündemi adlı haber programı araştırma evreni olarak belirlenmiş ve Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan Karabağ Savaşı (27 Eylül-10 Kasım 2020) esnasında yayınlanan program içerikleri araştırma örneklemi olarak incelenmiştir. Buna göre; haber, yorum ve uzman görüşlerinden oluşan toplam kırk dört program içeriğinde Azerbaycan’a yönelik olumlayıcı ifadeler ile Ermenistan’a yönelik eleştirel ifadeler süzülmüş ve kamu diplomasisi perspektifinden söylem analizine tabii tutulmuştur. Çalışma neticesinde araştırma örneklemi olarak incelenen içeriklerin genel manada Türkiye ile Azerbaycan devletleri arasındaki dış politik söylemle uyumlu, Ermenistan devletinin söylemlerine karşı ise çeşitli argümanlarla desteklenen eleştirel unsurlar içerdiği sonucuna varılmıştır.
Mona Lisa’nın Gülüşü, okul-öğrenci-öğretmen ilişkisi bağlamında kadın eğitimini işleyen bir filmdir. Eğitim konusunun sinemaya yansıtıldığı örnek yapımların sayısı oldukça fazla olmakla birlikte bu filmde 1950’ler Amerikasının kadın eğitimi anlayışı, kadınların eğitimi konusunda köklü bir kurum olan Wellesley Koleji örneğinden hareketle işlenir. Wellesley Koleji, kuruluşundan günümüze dek kadın eğitimi konusunda çok önemli faaliyetler gerçekleştirmiştir. Bu açıdan kolejin tarihsel gerçekliğinin yanı sıra eğitim ilkeleri de konservatist ve liberalist eğitim anlayışlarının filmin senaryosunda en önemli çatışma unsuru olarak işlenmesine olanak sağlar. Filmin olay örgüsü ve tematik yapısı, söz konusu karşıt eğitim anlayışlarının çatışması üzerine inşa edilen fiktif evrenin analizi çerçevesinde tahlil edilmiştir. Filmde özgürlükçü eğitim anlayışı özellikle kadın eğitimi konusunda feminist bir karakter göstermektedir. Mona Lisa’nın Gülüşü, ilk bakışta kadın haklarına odaklanan bir film olarak görülebilir. Ancak filmde örtük olarak işlenen başka izlekler de vardır. Bu çalışmanın amacı, Mona Lisa’nın Gülüşü filmine dair yapılan çalışmalarda feminist yöntemle yapılan söylem analizlerine, eğitim odağında içerik çözümlemesi yaparak katkı sağlamaya çalışmaktır.
Hediye, tarih boyunca bütün kültürlerde görülen evrensel bir unsurdur. Bu kültürel unsurun amaçları, özellikleri, biçimleri devlet ve toplumlara göre farklılık göstermektedir. İlk Türk devletlerinden itibaren çeşitli kavramlarla ifade edilen hediye Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasından sonra da değişen şartlara göre devam ettirilen bir gelenek olmuştur. Atatürk Döneminden itibaren Türkiye’ye gelen yabancı devlet başkanlarına verilen diplomatik hediyeler, muhatap ülke ile siyasî, kültürel, ekonomik ilişkilerde olumlu bir ortam oluşturmak, ikili ilişkilerini geliştirmek, çeşitli sektörlerdeki işbirliğini devamlı kılmak gibi amaçlara katkı sağlamıştır. Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel politikalarında dostluk, barış ve dayanışmanın bir aracı olmuştur. Ayrıca hediyeler ile özellikle Orta Doğu, Balkanlar ve Asya ülke liderlerine karşı Türkiye’nin zenginliklerini göstermek ve saygınlıklarını artırmak gibi sembolik hedeflerde gözetilmiştir. Bu çalışmada konu, arşiv belgeleri, süreli yayınlar, telif ve tetkik eserler gibi kaynaklardan yararlanılarak ele alınmıştır. Buna göre; Atatürk Dönemi’nde Türkiye’ye gelen Afganistan Kralı Amânullah Han’dan itibaren pek çok devlet başkanına sunulan diplomatik hediyelerin neler olduğu ve sunuş biçimlerine değinilmiştir. İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanı olduğu yıllarda gerçekleşen ziyaretlerin azlığı dikkat çekmiştir. Diplomatik ziyaretlerin oldukça arttığı bir dönem olan Demokrat Parti iktidarı yıllarında ise hediye takdim edilen ülkelerde bariz farklılıklar ve farklı uygulamalara dikkat çekilmiştir. Çalışmamızda her üç dönemde Türkiye’ye yapılan tüm üst düzey siyasi ve diplomatik ziyaretler incelenmiştir. Bu ziyaretlerde yabancı devlet başkanlarına verilen hediyeler arşivler, basın, hatıratlar ve telif eserlerde yer alan sınırlı bilgilere dayalı olarak tespit edilmiştir.
Çalışma, 2023 Kahramanmaraş depremlerinin ardından büyük ölçüde harabeye dönen kentlerdeki yıkımdan en çok etkilenen yapı grubu olan konutun kavramsal olarak üniversite öğrencileri tarafından nasıl algılandığını belirlemeyi amaçlamaktadır. Deprem yaşamış, sarsıntı hissetmiş ve deprem yaşamamış toplam 183 öğrencinin katılımıyla gerçekleştirilen anket çalışmasında; depremin, deprem öncesi konutun ve deprem sonrası konutun zihinlerinde hangi kavramları çağrıştırdığını belirtmeleri istenmiştir. Öğrencilere “deprem” dendiğinde korku/panik kavramı çok baskın bir şekilde öne çıkmaktadır. Öğrencilerin zihninde “deprem” imgesinin oluşmasında en çok tekrarlanan ilk 10 çağrışım; korku/panik, yıkım/felaket, ölüm, sallantı/sarsıntı, enkaz/yıkıntı, endişe, kayıp, çaresizlik, karanlık, acı olarak sıralanmaktadır. Öğrencilere “deprem öncesi konut/ev” denildiğinde zihinlerine gelen ve en çok tekrarlanan ilk 10 çağrışım ise güven/güvenli alan, yaşam/yaşam alanı, aile, huzur/rahat, yuva, barınma/barınak, sıcak/samimi, aidiyet, sığınak/sığınma, sağlam/dayanıklı olarak sıralanmaktadır. Öğrencilere “deprem sonrası konut/ev” denildiğinde ise korku/panik, dayanıklı/sağlam, güvensizlik, yıkıntı/enkaz, endişe, aile, yıkım, yaşam/yaşam alanı, mezar, güven şeklinde bir sıralama yapmaktadırlar. Sonuç olarak, bu analizler ile ortaya koyulan çağrışım ve sonuçların depremzede ya da deprem korkusu olan bir bireyin psikolojik desteğe ihtiyaç duyduğu andaki hassasiyetine ve iyileşmesine katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bunun yanı sıra birey ve toplumun fiziksel çevresinin oluşumuna yönelik beklenti içinde olduğu sağlam ve güven tesis eden tasarım ve planlamalara da ışık tutması beklenmektedir.
Objectives: This study aims to investigate the effect of cilostazol on intimal hyperplasia and smooth muscle cell proliferation in a rabbit carotid artery anastomosis model. Materials and methods: A total of 16 New Zealand male rabbits weighing 2 to 3 kg were used in this study. The rabbits were divided into two groups with eight in each group as Group A and Group B. A vertical neck incision was made in an appropriate position for all group rabbits and the right carotid artery was dissected. The same artery was transected and anastomosis using 8/0 polypropylene was performed with a continuous anastomosis technique. Group A was assigned as the control group and no medication was given. Cilostazol was administrated to Group B at a dose of 25 mg/kg twice a day per oral for 21 days. At the end of Day 21, the anastomosis segments of the right carotid artery and contralateral carotid artery of all rabbits were sent to the histology laboratory for analysis. The lumen diameter, lumen area, intimal area, medial area, and intima/media area ratio were estimated. Results: In the serial sections, the mean lumen diameter of Group B was found to be significantly higher than Group A (p=0.001). The lumen area of Group B was significantly higher than Group A (p=0.001). The section series were evaluated and the area of the intima of Group B was significantly lower than Group A (p=0.001). The medial area of Group B was significantly larger than Group A (p=0.001). The intima/media area ratio was significantly higher in Group A (p=0.001). Conclusion: Cilostazol may be useful for preventing intimal hyperplasia and smooth muscle cell proliferation after vascular surgery.
Van Gölü’nün kuzeybatı kıyısında, Ahlat ilçe merkezinin batısından göle akan Keş deresinin kenarında, son olarak XII. yüzyılın ortalarından XIV. yüzyılın sonlarına kadar kullanıldığı anlaşılan, ancak daha önceki dönemlerde de var olduğu belirlenen Eski Ahlat Şehri Kalesi yer almaktadır. 2018 yılındaki bir ziyaret sırasında yüzeyde bulunan çanak çömlek parçaları sayesinde sözü edilen kalenin altında tarihöncesi döneme ait bir yerleşim yerinin olabileceği anlaşılmıştır. Hemen ertesi yıl Ahlat Müze Müdürlüğü öncülüğünde ve Ahlat Büyük Selçuklu Meydan Mezarlığı Projesi’nin desteğiyle arkeolojik kazılar başlatılmıştır. Eski Ahlat Şehri Kalesi kuzey güney yönünde uzanan 430x60 m boyutlarındaki kayalık tepe üzerinde yer almaktadır. Kireç harçlı taş duvar tekniği ile inşa edilmiş olan bir surla çevrili bu alanın kuzeyinde, nispeten geniş ve daha yüksek içkale bulunmaktadır. Arkeolojik kazı çalışmaları içkalede görünür haldeki duvar kalıntılarının olduğu iki yerde başlatılmış, buralarda kısa zamanda Ortaçağ’a ait büyük yapıların temelleri açığa çıkarılmıştır. Özellikle güneydoğu kesimdeki R16 karesinde yapılan kazılarda içkale duvarı olduğu düşünülen kalıntının dış tarafına yığılmış olan döküntü toprak içinde çok sayıda İlk Tunç Çağı çanak çömlek parçası ele geçmiş, bu parçaların derine inildikçe arttığı gözlemlenmiştir. Söz konusu parçalar Anadolu arkeolojisinde genel olarak Karaz tipi diye bilinen siyah yüzlü ve parlak açkılı mal grubundan oluşmaktadır. Bunlar arasında Karaz kültürünün yayılım alanı içinde karşılaşılmayan bazı yöresel çanak çömlek özellikleri de saptanmıştır. Ele geçen buluntular arasında ayrıca gri ve kahverengi mallara ait çanak çömlek parçaları ile yontma taş aletler ve öğütme taşları da vardır. Bu yazıda, dört yıldır yapılan kazılar sonucunda elde edilen verilere dayanarak Eski Ahlat Şehri Kalesi’nin aslında, Van Gölü çevresinde daha önce hiç bilinmeyen bir İlk Tunç Çağı höyüğü üzerine inşa edildiği gösterilmeye çalışılacaktır.
Ritim, ilk müzik türlerinin oluşumundan önce doğal olarak ortaya çıkan, ilk insanın nesneleri birbirine vurarak, görünen/görünmeyen doğaüstü güçlere karşı korunma yollarından biri ve müziğin ana iskeletini oluşturan en önemli araçlardandır. Din musikisinin de ana ekseninde Şaman’ın ritm ile vecd’e girmesi ve ritim ile dans etmesi önemli bir dönüşümün kaynağı durumundadır. Mevlâna hikayelerinden yola çıkarak altın dövülmesinin verdiği düzenli ritimden vecd sonrası oluşan sema gösterisi, Şaman’dan intikal eden inançsal pratiğin ruhsal olarak devam ettiğini ve ritüel boyutuyla sürekliliğinin sağlandığını göstermektedir. Geleneğin kültürle birleşmesi ve inancın etkin bir silsilesi olarak devam etmesi, mekânsal bağlamda kullanılma zemini ve sıklığına göre değişmektedir. Çalışma, Şanlıurfa bölgesindeki halk sanatçılarının okuduğu çiftelerden yola çıkarak, çifteler aracılığıyla çeşitli ritüellerin gerçekleşmesini konu almaktadır. Türk tasavvuf müziğinin çifteler (ilahi) adıyla halk arasında nasıl yaygınlaşıp sema, semah veya zikre dönüştüğü, hangi niteliğinin sürekliliğinin sağlanmasında etken olduğu sorularından hareket edilmiştir. Şanlıurfa’da çifte denilen tasavvufi grupta yer alan kişilerin birçoğu hafızdır. Çifteler genellikle def eşliğinde seslendirilir. Makamsal yapı ses ile çeşitlilik kazanarak, böylece güftenin kalıcılığı ve sürekliliği sağlanmış olur. Türk Musikisi formlarının halk arasında yaygınlığını sağlayan makamsal özelliklerin yanı sıra ritimdeki çeşitliliğin farklı duygulara da hitap etme gücüdür. Farklı ritimlerde seslendirilen kaside mevlid, ilahi gibi dini formlar, bağlamlarının geniş olmasından kaynaklı sürdürülebilmektedir. Bu çalışmada ritmin ritüele dönüşümünde inancın etkili gücünün aynı zamanda toplumsal birlik ve beraberliğin de sağlayıcısı olma durumundan söz edilecek ve Şanlıurfa bölgesindeki bu musikişinasların bu oluşumdaki rollerinden ve Türk Sanat Müziği/Türk Halk Müziği türlerinin gelişimine katkılarından, Türk müziğini farklı formlarda kullanma yetilerinden söz edilecektir. Gelenekte dini inancı eyleme dönüştüren bu kolektif müzik kültürü paylaşımında netnografik alan araştırma yapılması uygun görülmüştür. Hava muhalefetinin olumsuz etkisi ve ritüellerin gerçekleştiği bağlamın erkek özerk alanla (zikir) sınırlı olması ve farklı inanç pratiklerinin (Alevi semahı) halka kapalı olmasından kaynaklı bu araştırma yöntemi tercih edilmiştir. Bağlam merkezli yaklaşımların bu zorlukları dışında müziğin iki farklı türünü birleştiren, divan edebiyatı/halk edebiyatı geçişinde, çiftelerin önemli rolü, sözlü kaynak görüşmeleri yapılarak ve literatür taranarak açıklanmaya çalışılmıştır.
Tüberküloz (TB) çalışan bazı Göğüs Hastalıkları Hastanelerindeki Bakteriyoloji laboratuvarlarının yürüttüğü kültür çalışmalarını standartlaştırmak, tür tanımı ve ilaç duyarlılık testleri gibi ileri testler yapabilmek, metodolojik araştırmalar ve eğitim sağlamak amacıyla ilk kez 1951 yılında Dr. Aral Gürsel tarafından Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü bünyesinde “Tüberküloz Araştırma Laboratuvarı” kurulmuştur. Aral Gürsel laboratuvarın adını daha sonra “Tüberküloz Eğitim ve Araştırma Şubesi” olarak değiştirmiştir. Laboratuvar dönemin ihtiyaçlarına göre gelişmiş ve ismi de bu çerçevede değişikliğe uğramıştır. 1970 yılında ise “Tüberküloz Referans ve Araştırma Şubesi” olarak değiştirilmiştir. Ardından Türkiye genelinde çeşitli iller (Adana Ankara Antalya, Bursa, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Kastamonu, Kayseri, Kocaeli, Samsun, Sivas, Trabzon, Van ve Zonguldak)’de 20 adet Bölge TB laboratuvarları kurulmuştur. Standardizasyonun sağlanması amacıyla Bölge TB laboratuvarlarından gönderilen üremiş mikobakteri suşlarının doğrulanması, türlerin belirlenmesi ve ilaç duyarlılık testleri referans laboratuvarında çalışılmaya başlanmıştır. Ayrıca Referans laboratuvarı birçok Göğüs Hastalıkları Hastanelerine TB laboratuvarı kurulmasına da öncülük etmiş ve eğitim sağlamıştır. 2011 yılına kadar Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı’na bağlı “Ulusal Tüberküloz Referans Laboratuvarı” (UTRL) olarak mikobakterilerin mikroskopi, kültür, tür tayini ve ilaç duyarlılık testlerinin konvansiyonel ve moleküler yöntemler ile test edilmelerinin yanı sıra, eğitim, denetim, sürveyans ve dış kalite değerlendirme görevlerini sürdürmüştür. AR-GE faaliyetleri için ulusal ve uluslararası işbirliği yapmıştır. Testlerin ülke genelinde standardizasyonu için rehberler hazırlayarak tüm TB laboratuvarlarının kullanımını sağlamıştır. Ülke genelinde Mikobakteri çalışanlarına danışmanlık da yapmaktadır. Bu laboratuvar Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün kapatılmasıyla 2011 yılında önce Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’na 2017 yılında ise Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. UTRL yine aynı isimle görevlerini sürdürmektedir.
Bu çalışmanın temel amacı, son yıllarda sanat üretiminde giderek daha etkili hale gelen yapay zekânın estetik rolünü incelemek, anlamak ve değerlendirmektir. Makale, kapsam olarak yapay zekânın sanatsal yaratım ve estetik kavramlarına odaklanmıştır. Araştırma, yapay zekânın sanatsal yaratım üzerindeki etkileri ve bu teknolojinin sanatsal estetik üzerindeki rolünü Van Gogh’un “Yıldızlı Gece” tablosu üzerinden ele almaktadır. Makalede, yöntem olarak nitel araştırma tekniklerinden betimsel analiz yöntemi ve görselleri yorumlarken kompozisyon yöntemi uygulanmıştır. Bu bağlamda, yapay zekâ ile oluşturulan altı çalışma üzerine bir inceleme ve yorumlama yapılmıştır. Görsellere ait plastik durum, kompozisyon yöntemine göre, sanat ve tasarım ilkeleri ve unsurları üzerinden ortaya konmuş ve yorumlanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, yapay zekâ ile üretilen çalışmalar, orijinal sanat çalışmalarına ait estetik bileşenlere sahiptir. Ancak yapay zekâ ile üretilen çalışmalar, geleneksel sanat çalışmalarından bazı önemli estetik farklılıklar da göstermektedir. Bu farklılıklar arasında, renk ve uygulama, isteme ait tekrar ve kendi kendini geliştirme bulunmaktadır. Yapay zekâ, geleneksel sanat çalışmalarının sınırlarını değiştiren, genişleten ya da çok belirgin olarak ortaya koyan bir estetik deneyim sunmaktadır. Sanatçıların biçimsel dilini derin öğrenme sayesinde uygulayan yapay zekânın, sanatçının duygusal ifadesini aktarma potansiyelinin sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Yapay zekâ ile üretilen görseller, geleneksel yaratıcı eserlere öykünmede başarılı olmakla beraber, özgün bir estetiği yarattığı görünmektedir.
This study aimed to develop the short form of the Animal Empathy Scale (AES-SF). To this end, the study first conducted the Turkish validity and reliability analyses of the long scale and the selection of the items for the short form. The construct validity of the eight-item short form of the scale was then tested in a separate sample. The construct validity of the scales was examined in the first sample using principal component analysis and in the second sample using confirmatory factor analysis. In both studies, the convergent validity of the scales was tested with related psychological traits. McDonald’s omega and item-total test correlation coefficients were used to assess the reliability of the scales. Test-retest reliability was also examined for the short form of the scale. The long form of the scale showed a two-factor structure, as did the original scale. The analyses indicated that the long scale was valid and reliable for Turkish culture. The confirmatory factor analysis results of the AES-SF supported the two-factor structure. Convergent validity analyses showed that the relationships were significant and in the expected direction. The correlation coefficients between the scores on the short and long forms of the scale are also high. Reliability scores also indicated that the short form provided accurate and stable measures. Furthermore, the validity and reliability coefficients of the short and long forms are close. According to these results, the AES-SF can be used as an alternative to the long form of the scale.
Bu çalışmada cep telefonu radyasyonun Kan Beyin Bariyeri (KBB) geçirgenliğine etkisi incelenmiştir. Çalışma kapsamında, deney için her biri 7 adet olmak üzere 3 grup halinde toplam 21 adet New Zealand tavşanı kullanılmıştır. Gruplardan biri kontrol grubu, diğerleri ise 1800 ve 2100 MHz frekanslarında 0-15dBm şiddetinde elektromanyetik radyasyona, 38dk boyunca maruz bırakılmıştır. Deney sonrası her 3 gruptaki tüm tavşanların sağ serebellum, sol serebellum, sağ beyin ve sol beyninden KBB dokusu alınmış ve bir dizi tıbbi işlemlere tabi tutulmuştur. Grup 1 ile grup 2 ve grup 1 ile grup 3 tavşanlardan alınan nümuneler karışılaştırılmış, istatistiki yöntemlerle aralarında anlamlı farkın olup olmadığı ortaya çıkarılmıştır. Sonuç olarak, 1800MHz radyasyona maruz bırakılan tavşanların KBB?sinde istatistiki olarak anlamlı bir fark oluşmazken, 2100MHz radyasyona maruz bırakılan tavşanların KBB?sinde %95 güven düzeyinde anlamlı bir fark olduğu tespit edilmiştir. Değerlerin aritmetik incelemesinde KBB?nin evans blue değerlerinde düşüş saptanmıştır.
There are two hundred and thirteen fountains belonging to the Ottoman period in Uşak. Floral, geometric, figurative, architectural depictions and motifs containing various objects were generally preferred as decoration elements in Uşak fountains. It has been determined that figural decoration, which is used less than other ornament types in Islamic art, is rarely used in Uşak fountains. The decorations are given in bas relief or scraping technique. The animal figures used in the fountains in the city are animal figures that we can see in nature such as lions, deer, snakes, fish and birds. Apart from these figures, humans are also depicted in only one fountain. Aslanlı Çeşme from the Ottoman period in Hacım Village is the only example among the fountains of Uşak where the lion-bull fight is used in the decoration program. The aim of the study is to compare this depiction with similar examples in Anatolia, despite the limited numbers. The fact that the widespread belief that the water flowing in the lion’s mouth is healing and that the drinker will find healing and strength, which has been seen since ancient times, comes to life in Aslanlı Çeşme, and the meaning attributed to the lion in different cultures and geographies is seen in this village of Anatolia, shows the parallels of an intercultural belief system.
This study aimed to investigate the survival rate and growth performance of the kids of Damascus x Kilis goat F1 bred under intensive conditions. 37 male and 33 female kids of 54 dams (Damascus x Kilis F1 goats) in an enterprise of intensive dairy goat breeding in the Bismil district of Diyarbakır province were used in the study. The birth weight of kids and their monthly weights up to 7 months of age were determined. In the study analyzing the growth and development characteristics of kids of Damascus x Kilis F1 goats up to 210 days of age, it was determined that their mean live weights on the 0th (birth), 30th, 60th, 90th, 120th, 150th, 180th, and 210th days were 3.96±0.124, 7.47±0.306, 10.99±0.506, 13.71±0.592, 15.54±0.643, 24.08±1.019, 22.22±1.033, and 27.51±1.168 kg for males, respectively; whereas, the mean live weights of females were 3.40±0.128, 6.46±0.312, 9.61±0.490, 12.29±0.584, 15.79±0.772, 22.40±0.856, 22.60±0.809, and 24.11±0.937 kg, respectively. Given the type of birth, the mean live weights were found to be 4.12±0.124, 7.42±0.338, 11.29±0.549, 13.89±0.691, 16.51±0.764, 24.08±1.132, 24. 31±1.146 and 26.92±1.269 kg in singleton kids, and 3.28±0.103, 6.58±0.289, 9.42±0.418, 12.20±0.459, 14.83±0.608, 22.51±0.745, 22.74±0.753, and 24.90±0.915 kg in twins, respectively. Also, in the study the effect of sex and birth type on various period weights was analyzed and it was found that birth type had a significant effect (P<0.005) on birth weight, and live weights on the 60th and 90th days, while the effect of sex was insignificant. When the survival capacity of the kids was analyzed, the kids were observed to die at the time of birth, but there was no death in the later periods and the survival capacity was found to be 100% from birth until the 210th day.
Cimrilik ve cömertlik kavramları klasik dönem Arap şiiri ve nesrinde sıklıkla ele alınmıştır. el-Câhiz’in (ö. 255/869) el-Buḫalâʾ kitabı cimrilik karakteri üzerine te-lif edilen ilk müstakil eser olarak kabul edilse de öncesinde de bazı çalışmaların olduğu da görülmektedir. Söz konusu figür bağlamında Doğu edebiyatının temsil-cisi sayılan ve bu temaya ilişkin müstakil eser telif eden Câhiz’in başyapıtı niteli-ğindeki bu eseri farklı dillere tercüme edilmiş ve dünya edebiyat tarihinde kendi-sinden sıkça söz ettirmiştir. Ayrıca bu çalışmasıyla kendisinden sonra gelen ede-biyatçılara ilham kaynağı olmuş ve yeni eserlerin ortaya çıkmasına zemin hazır-lamıştır. Mizah karakterinin literatürde geniş bir yer elde etmesiyle beraber cimri-liği elen alan mizahi ve edebi söylemler ortaya çıkmaya başlamıştır. Eskiden beri gerek düz yazıda gerek nazımda cimriler ve cimrilik niteliği daima yerilirken cö-mertlik ve cömertler de övülmüştür. İbnu’l-Mibred ed-Dımaşkî’nin (ö. 909/1503) İtḥâfu’n-nubelâʾ isimli eseri de bunun bir sonucu olarak görülebilir. Daha çocuk-ken ilim tahsiline adım atan İbnu’l-Mibred, ilk eğitimini ve özellikle Hanbelî fık-hının tahsilini âlim olan babası ve dedesinden almıştır. İbnu’l-Mibred, aile-sinde görmüş olduğu eğitimin yanında Dımaşk’ın tanınmış âlimlerinden Kur’ân, tefsir, hadîs, fıkıh, tasavvuf, nahiv, tarih ve tıp gibi çeşitli alanlarda ders almıştır. Daha çok fıkıh ilmiyle meşhur olan İbnu’l-Mibred İtḥâfu’n-nubelâʾ eserinde cimrilik ve cömertliği terimsel ve dini boyutuyla ele aldıktan sonra klasik Arap şiirinden ör-nekler vermiştir. Beyitler incelendiğinde şairin cimriliği yerdiği ve bazen hasmını bununla hicvettiği, cömertliği ise bir övünç kaynağı olarak gördüğü anlaşılmakta-dır. Bu da Arap toplumunda cömertliğin çok önemli bir konuma sahip olduğunu göstermektedir. Dolayı-sıyla klasik Arap şiirinde cimrilik ve cömertliğin nasıl ele alındığını görmek önem arz etmektedir. Makalede, İbnu’l-Mibred’in söz konusu eseriyle sınırlı kalmak kaydıyla klasik Arap şiirinde cimrilik ve cömertliğin nasıl ele alındığı hususu irdelenecektir.

/ 614
3 / 614